Sunum yükleniyor. Lütfen bekleyiniz

Sunum yükleniyor. Lütfen bekleyiniz

İlk İhtilaflar Hz. Peygamber’in vefatı esnasında vuku bulan kırtas hadisesi, Hz. Peygamber’in vefatı, Hz. Peygamber’in gömüleceği yer, Hz. Peygamber’in.

Benzer bir sunumlar


... konulu sunumlar: "İlk İhtilaflar Hz. Peygamber’in vefatı esnasında vuku bulan kırtas hadisesi, Hz. Peygamber’in vefatı, Hz. Peygamber’in gömüleceği yer, Hz. Peygamber’in."— Sunum transkripti:

1 İlk İhtilaflar Hz. Peygamber’in vefatı esnasında vuku bulan kırtas hadisesi, Hz. Peygamber’in vefatı, Hz. Peygamber’in gömüleceği yer, Hz. Peygamber’in mirası, Üsâme ordusunun sefere çıkmasının gecikmesi gibi konular Şîîler tarafından Hz. Ali ve Hz. Fatıma’nın lehine, Hz. Ebûbekir ve Hz. Ömer’in aleyhine ve yorumlanmıştır. Esasen bu konular, Müslümanlar arasında ayrılmayı gerektirecek boyutlara asla ulaşmamıştır. Bununla birlikte gelişen olayların Hz. Ali lehine kullanılması gibi Müslümanlar arasında hilafet sıralamasını fazilet sıralaması olarak kabul edildiği dönemlerden itibaren Hz. Ebûbekir ve Hz. Ömer’in hilafetinin meşrûluğuyla ilgili de çeşitli deliller üretilmiştir.

2 Devlet reisliği tartışmaları
Hz. Peygamber’in sağlığında iki görevi vardı: Dinî tebliğ ve tebyin, Medine’de şehrin idaresi. Nübüvvet görevi onun vefatıyla sona erdi, devlet reisliği ise, vefatından sonra Müslümanlar arasında ciddi bir problem oldu. Şehristânî “Ümmet arasında en büyük anlaşmazlık, imamet konusundaki anlaşmazlıktır. Çünkü İslâm’da dini bir esas için çekilen kılıç, hiçbir zaman imamet için çekilen kılıç gibi olmadı”, demektedir. “İmâmet” ve “hilâfet” terimleri fırkaların konuya bakış açılarıyla belirlenmiştir. İmâmet teriminin içeriğine Şîa çeşitli anlamlar yükleyerek konuyu iman boyutuna taşımış; Ehl-i Sünnet meseleyi Rasulüllah’tan intikal eden bir sosyal problemi gibi görüp, bu çerçevede açıklamalar yapmışlardır.

3 Benî Saîde Sakîfesi İlk Müslüman toplumu problemi kendi siyasî kültür ve geleneklerinden taşıdıkları birikimle çözmeye çalışmışlardır. Tartışmalar önce Sa’d b. Ubâde’nin evinde, Benî Saîde Sakife(avlu)’sinde toplanan Ensar Hz. Muhammed’in yerini kimin alacağını tartışmıştır. Ensar: Hazrec ve Evs Tartışmalardan haberdar olan Hz. Ömer, Hz. Ebû Bekr ve Ebû Ubeyde b. el-Cerrah ile beraber Sa’d’ın evine gitmiş ve tartışmalara iştirak etmiştir. Muhacirûn Hz. Ebû Bekr: “Hilafet için insanların itaat edecekleri bir şahıs lazımdır. Siz Evs ve Hazreçlilersiniz. Cahiliyyeden beri sizin üstünlüğünüzü bütün Araplar tanımamıştır. Halbuki Araplar eskiden beri Kureyş’in üstünlüğünü kabul etmişler ve onların riyasetine ses çıkarmamışlardır; Araplar Kureyş’in dışında birinin emirliğini kabul etmez” demiştir. Yapılan tartışmaların neticesi Hz. Ebû Bekr’e biat edilir. Daha sonra durum mescitte ilan edilerek bu biat genelleştirilir. Hz. Ali ve Haşimoğullarının ileri gelenleri Rasulüllah’ın techiz ve tekfiniyle meşgul oldukları için bu tartışmalarda yer almamışlardır. Haşimoğulları Hz. Ali’nin yanında Abbas b. Abdulmuttalip, Zübeyr b. Avvam, Selman-ı Fârisî, Ebû Zeri’l-Ğıffârî, Ammar b. Yâsir, Mikdat b. Esved, Ubey b. Ka’b gibi sahabeler vardı. Muhtemelen onlar da Hz. Ebû Bekr’in delillerine paralel olarak, bu işte Haşimoğullarının öncelikleri olduğunu düşünüyorlardı. Ümeyyeoğulları Tulekâdan oldukları için ilk toplantılarda birincil söz hakkı elde edememişlerdir.

4 Devlet reisliği tartışmaları
Tartışmaların İslâm Mezhepleri Tarihi bakımından değerlendirilmesi: Tartışmalar Ensar arasında başlamış, Muhacirûn tartışmalara bilahare iştirak etmiş; üçüncü taraf konumundaki Haşimoğulları ilk tartışmalarda yer almamakla birlikte ilerleyen günlerde tavırlarını ızhar etmişlerdir. Tartışmalarda delil olarak her hangi bir nass zikredilmemiştir. Konuyla ilgili rivayetler, sonraki dönemlerde Müslümanlar arasında oluşan kanaatlerin hadis rivayeti şeklinde algılanmasıyla oluşmuştur. Konu üzerinde teorik bir çerçeve çizilmeksizin konu tartışılmış ve dönemin Arap siyasî geleneğine uygun olarak kabileler arası denge gözetilerek problem çözümlenmeye çalışılmıştır. Ensar arasında fikir birliğinin oluşmamasında Hazrec-Evs kabileleri arasındaki husumet etkisi olmuş; İslâm’ın henüz daha asabiyet faktörünü ortadan kaldıramadığı anlaşılmıştır. Tartışmalar neticesi halife seçilen Hz. Ebûbekr kendisine biat konusunda oldukça hoşgörülü davranmış, karşı görüşlere müsamaha göstermiştir. Çünkü biatı geciktirdiği için Hz. Ali, biat etmediği için Sa’d b. Ubâde takip edilmemiş, kendi hallerine bırakılmıştır.

5 Ridde Savaşları, Yalancı Peygamberlik
Ridde Savaşları, tamamen Kureyş’in otoritesini, Kureyşin kendilerinden öşür ve zekat gibi vergiler almalarını sindiremeyen Arap kabilelerinin Hz. Peygamber’in vefatını fırsat bilip, giriştikleri isyanlardır. “Zekat vermeme” ısrarıyla dinî muhtevalı gibi görünen bu savaşlarda, Arap kabilelerinin Kureyş’e karşı takındıkları menfî tavır ve asabiyet yeniden canlanmıştır. Hz. Peygamber’in vefatından hemen önce türemeye başlayan yalancı peygamberlerin ortaya çıkışında da Kureyş’in otoritesini tanımamaya yönelik asabiyet anlayışı vardır. Müseyleme’ye hitaben Talha en-Nemîrî’nin söylediği şu söz, bunu açıkça irdelemektedir: “Ben şahitlik ederim ki sen yalancısın Muhammed ise doğrudur; fakat Rabîa’nın yalancısı Mudar’ın doğru sözlüsünden bizim için daha sevimlidir.” Hz. Ebûbekr’in kararlı tavrı, Mekke, Medine ve Taiflilerin işbirliğiyle bu isyanların üstesinden gelinmiş, merkezî otorite sağlanmıştır.

6 Hz. Ebubekir sonrası Hz. Ebûbekr’in vefatını takiben
Hz.Ömer, onun tavsiyesi ve umumi kabulle; Hz. Osman aşere-i mübeşşirenin sağ kalanlarından oluşturulan altı kişilik şûranın seçimi ve umûmi kabulle devlet başkanı olmuşlardır. Hz. Ömer’in seçimi veraset değildir. Hz. Osman’ın seçimi meşrutî idareler, ehlü’l-hal ve’l akd için temel referans olmuştur. Hz. Ebûbekr, Hz. Ömer ve Hz. Osman’ın halife seçim şekilleri sonraki Müslümanlar için örnek teşkil etmiştir.

7 Hz. Osman Hz. Osman döneminde bazı problemlerin ortaya çıkmasının temelinde sosyal mobilite ve sosyal değişme yer alır. Gerçekten Mekke Medine gibi şehirlerde, site devleti şartlarında; çöllerde, sonsuz bir hürriyetle aşiret hayatı yaşamaya alışık Araplar, Hz. Peygamberle başlayan toplumsal değişmeyi hazmedememişlerdir. Arap bedevîleri bir anda kendilerini şehir hayatının içinde bulmuşlar ve bu hayatın karmaşık yapısından şikayetçi olmaya başlamışlardı. Muaviye’nin hanımı Meysun’un bir beyti bu şikayet ve pişmanlığı çok güzel dile getirmektedir: İçinde rüzgârların çarptığı bir çadır, bana muazzam saraydan daha değerlidir. Yabancı kültürlerle etkileşim. Bu şehir hayatı beraberinde Müslüman Arapların, kendilerinin dışındaki Müslüman ve gayr-i müslimlerle bir arada yaşama tecrübesini getirmişti. Yeni mühtedilerin dini henüz öğrenme aşamasında oluşları ve dini hayatlarındaki boşlukları eski inanç, kültür ve gelenekleriyle doldurmaları, Müslümanlığın Hz. Peygamber zamanında yaşanan şeklini bir hayli değiştirmişti. Arap Müslümanlar, değişen hayat biçiminin dinîliğini sorgulamakta gecikmediler. Gayr-i müslim unsurların gerek münafık bir görünümle sergiledikleri nifak hareketleri, gerekse sinsice düşmanlıkları bu gelişmelerin tuzu biberi oldu. Büyük sahabenin yeni coğrafyalardaki mühtedilere İslâm’ı öğretmek için ileri gelen sahabe Medine dışına göçmüşlerdi. İlk halifeler zamanında bunların Medine’de ikameti, gerektiğinde halifelerin onlara danışmalarına ve böylece Peygamberin ilk tilmizlerin birlikte verdikleri kararların devletin diğer coğrafyasında kalan Müslümanlar tarafından itirazsız kabul edilmesine ve merkezî otoritenin kabulüne mazhar oluyordu. İleri gelen sahabenin Medine dışına hicretleri, hem Medine’de daha geniş katılımlı sağlıklı kararların alınmasını engelliyor, hem de merkezin icraatlarının zaman zaman çevrede kalan sahabe tarafından eleştirilmesine, bu da merkezî otoritenin zaafa uğrasına yol açıyordu. Akrabalarına düşkünlüğüyle tanınan Hz. Osman’ın önemli görevlere onları getirmesi ve bazen bu görevlerin belirgin bir şekilde kötüye kullanılması faturayı halifeye çıkardı.

8 Hz. Osman Bu şartlar altında oluşan muhalefet hareketi hac mevsiminde Mısır, Kûfe ve Basra’dan hareketle Medine önlerine geldi. Çeşitli muhavereler yapıldı. Ancak niyetlerinin halifeyi azl veya katl olduğu anlaşılan bu isyankar güruh, Hz. Osman’ı şehid etti(18 Zilhicce 35/656). Bunların ileri gelenleri arasında; Gafikî b. Harb, Abdurrahman b. Udeys el-Belevî, Ziyad b. en-Nadr el-Harisî, Abdullah b Âsâmm, Hurkus b. Züheyr es-Sâdî, Bişr b. Şureyh, Sa’d b Humrân el-Murâdî, Kinâne b. Bişr, Hakim b. Cebele el-Abdî, Malik b. Haris en-Nehaî. Bu isimlerden bazıları, daha sonra Hâricî hareketi içinde yer alacaklardır.

9 Hz.Ali Hz. Osman’ın şehadetini müteakip şehre hakim olan asiler, halka yeni başkanlarını seçmeleri için baskı yapmışlardır. Bu olağanüstü şartlarda Hz. Ali’ye biat edilmiştir. Ancak Medinelilerin tamamen biat etmediklerine dair rivayetler bulunmaktadır. Hz. Ali’nin önündeki en önemli problem Hz. Osman’ın, katillerinin yakalanıp, cezalandırılmasıydı. O, öncelikle merkezî otoritenin tesis edilip daha sonra mevcut asilerin te’dîp edilmesinden yanaydı. Kendisine yapılan bazı uyarılara rağmen valileri değiştirmekle işe başladı ve en sert tepkiyi, Şam valisi Muaviye’den gördü. O, gönderdiği bir elçiyle Hz. Ali’ye açıkça cephe aldığını ilan etti. Muaviye, Hz. Osman’a olan sıhrıyeti dolayısıyla geleneğe uygun olarak onun kanını talep ediyor ve onun mirasının kendi hakkı olduğunu ilan ediyordu. Medineliler Hz. Ali’nin tavrını merakla beklemeye başlamışlardı. Çünkü sahabe ilk defa ayrı cephelerde karşı karşıya gelmişti. Hz. Ali kendisine yapılan sabır ve sühûlet telkinlerine rağmen savaş kararı aldı.

10 Cemel Vak’ası 36/656 İşte bu sırada Hz. Ali’ye biatları konusunda farklı rivayet ve kanaatler olan, Talha b. Ubeydullah ve Zübeyr b. Avvâm umre bahanesiyle Mekke’ye gelip Hz. Aişe ile görüştüler ve bir durum değerlendirmesi yaptılar. Eski Basra vali Abdullah b. Amir ve Yemen valisi Ya’la b. Münye beytü’l-mâlden yüklü miktarda para ve malla onlara iştirak ettiler. Onların görünen gayeleri, mazlum olarak öldürüldüğüne inandıkları Osman’ın katillerinin yakalanması ve kısas cezasının tatbikini sağlamaktı. Olaylara Hz. Aişe bir deve üzerinde iştirak ettiği için, kaynaklar hadiseleri “Cemel Vak’ası” başlığıyla nakletmişlerdir. Bu üçlü etraflarına topladıkları yirmi bin savaşçıyla Basraya yürüdüler. Hz. Ali’nin valisi Osman b. Huneyf karşı koyması yetmedi ve şehri ele geçirdiler. Basra’da Osman’ın katline karışanlardan ele geçirdiklerini öldürdüler. Ancak Hurkus b. Züheyr kabilesi tarafından korundu. Bunun üzerine Şam seferine niyetlenen Hz. Ali kendisi için tehdit teşkil eden bu grupla karşılaşmak üzere dört bin kişiyle Basra’ya hareket etti. Kendisine Zûkar mevkiinde Kûfeli on iki bin kişi iştirak etti. Yolda Abdikays oğullarından katılan savaşçılarla yirmi bin kişi civarında bir sayıya ulaştılar. Aynı gaye ve niyetlere sahip iki ordu savaştan öte barış için karşı karşıya gelmişlerdi.

11 Cemel Vak’ası 36/656 Hz. Ali Ka’ka’ b. Amr’ı elçi olarak gönderdi. el-Ka’ka’ şöyle konuştu: “Ben müminlerin annesine buraya neden geldiğini sorduğumda Müslümanların arasını bulmaya geldiğini söyledi. Siz ne dersiniz? Tâbi mi olacaksınız, yoksa muhalif misiniz?” Talha ve Zübeyr tâbi olacaklarını söylediler bunun üzerine el-Ka’ka’ şöyle dedi: “Bana söyler misiniz: Bu ıslah yoluna nasıl gideriz? Vallahi ıslah edilmesini uygun gördüğünüz şeyi ıslah eder, hoş karşılanmayan şeyi de reddederiz.” Talha ve Zübeyr şöyle cevap verdiler: “Osman’ın katilleri... Eğer bunlar terk edilecek olursa vallahi bu Kur’an’ın terki demektir.” el-Ka’ka’ bunun üzerine şöyle konuştu: “Siz Basra halkından Osman’ın katilleri olan bir sürü kimse öldürdünüz. Bugün doğruluğa herkesten daha önce sizin yönelmeniz gerekir. Altı yüz adam öldürdünüz, altı bin kişi size karşı çıktı, sizi terk edip gittiler, yanınızdan ayrıldılar. Hurkus b. Züheyr’i öldürmek istediniz, altı bin kişi onu size karşı korudu. Eğer onları kendi haline terk ederseniz bu söylediğinize de terk etmiş olursunuz. Eğer onlarla çarpışacak ve sizden ayrılan bu adamlara karşı koyacak olursanız hoş karşılamadığınız bu olaylardan daha büyüğüyle karşılaşırsınız...” Hz. Aişe’nin ne yapılması gerektiği sorusu üzerine el-Ka’ka özetle, “bu olayların ilacının hadiseleri ve insanları teskin etmek olduğunu; kendilerine biat etmeleri halinde hayırlı bir iş yapacaklarını; bu işlerin bir adamın bir başkasını öldürmesi veya bir kabilenin bir adamı öldürüp ondan nefret etmesi gibi değerlendirilemeyeceğini söyledi.” Böylece taraflar anlaşmış ve el-Ka’ka’ gidip durumu Hz. Ali’ye haber vermiştir. Hz. Ali’de durumdan memnun olarak, “Hz. Osman’ın katli ile ilgisi olanların ordudan ayrılmasını ve kendileriyle gelmemesini isteyen” bir konuşma yaptı.

12 Cemel Vak’ası 36/656 Tarihi kaynaklar, iki taraf konuşup anlaşınca, Hz. Osman’ı öldürenlerin kendi hayatlarından endişe ile gizli bir toplantı yaptıklarını ve gece iki tarafa birden saldırarak savaşı başlattıklarını naklederler. Gerçekten de ne olduğu anlaşılmadan iki taraf birbirine girmiştir (14 Cemaziyelahir 36/656). Hz. Ali komutanlık dehasıyla savaşı kazanır. Aralarında Talha ve Zübeyr’in de bulunduğu on bin Müslüman ölmüştür. Yaralılar tedavi edilir, sağ kalanlar esir edilmez. Hz. Aişe emniyetle Medine’ye gönderilmiş; ve o, bir daha gündelik politikaya karışmamıştır.

13 Sıffin Savaşı (37/656) İki ordu Sıffin ovasında karşı karşıya gelmişlerdir. Savaş meydanındaki görüşmeler de sonuçsuz kalınca; iki taraf mübareze tarzında küçük gruplar halinde bir kaç ay savaşırlar. Özellikle Leyletü’l-Harîr günü ve gecesi şiddetlenen çarpışmalar sonucu Muaviye yenilmek üzere olduğunu anlayınca kaçmayı düşünür. Ancak Amr ibnü’l-As’ın tavsiyesiyle askerlerine yanlarındaki Kur’an sayfalarını mızraklarının ucuna takmalarını söyler. Şamlılar “Allah’ın Kitab’ı sizinle aramızda hakemdir” diye bağırırlar. Ön saflarda yer alan Iraklılar “Onlar Kur’an’a razı oldularsa biz de razı olduk” diye karşılık verip savaşı bırakırlar. Hz. Ali: “Ey Allah’ın kulları! Hakkınızı almaya ve doğru olan işinize devam edin. Zira Muaviye, Amr b. el As, İbn Ebî Muayt, Habib b. Mesleme, İbn Ebî Serh ve Dahhak b. Kays dine ve Kur’an’a ciddi ve samimi insanlar değillerdir. Ben onları sizden daha iyi bilirim. Onlarla, çocukluklarında ve gençliklerinde arkadaşlığım olmuştur. Onlar yaramaz çocuklar ve şerli insanlar idi. Yazıklar olsun size! Onlar mushafı yüceltmediler ve daha sonra da yüceltmeyeceklerdir. O mushafta mevcut olanı bilmezler. Onlar, bu mushafları, sadece sizi aldatmak için bir kurnazlık ve hile olarak kaldırıyorlar.” demişse de; askerler: “Allah’ın Kitab’ına davet edilip de ona icabet etmemek bize yakışmaz ve bunu kabul edemeyiz” derler.

14 Sıffin Savaşı (37/656) Hz. Ali’nin onları ikna çabalarına,
Mis’ar b. Fedekî et-Temîmî ve Zeyd b. Husayn et-Tâî ve onlara tâbi Kurra’dan bazıları “Allah’ın Kitabına çağrıldığın zaman buna uy. Eğer buna razı olmazsan İbn Affân’a yaptığımızı sana da yaparız...”diye karşılık verir. Hz. Ali istemediği halde savaşı kesmek zorunda kalır. Kaynaklar iki tarafın toplam kaybı konusunda, yetmiş ila doksan bin arasında farklı rakamlar verirler. Gerçek şudur ki Hz. Peygamberin sağlığında yapılan savaşlar da dahil Müslümanların gayr-i müslimlerle yaptıkları savaşlarda verdikleri şehit sayısından daha fazlası bu savaşta ölmüştür. Hz. Ali’nin savaşı kesmesine sebep olan Kûfeliler, hakem seçiminde de bütün bu olayların Ebu Musa’yı dinlemedikleri için başlarına geldiklerini ifade ederek, sadece onun hakemliğini kabul edeceklerini söylemişler ve Hz. Ali’nin karşı koymasına rağmen Ebû Musa el-Eş’arî’yi hakem olarak seçmişlerdir. Muaviye’nin hakemi ise Amr b. el-As’dır.

15 Tahkim Hakemler öncelikle “Kur’an’ın dirilttiğini diriltmek ve onunla hükmetmek” üzere bir ateşkes metni hazırlayıp imzalamışlardır (13 Safer 37/656). Bu metnin Hz. Ali tarafında okunması esnasında Urve b. Adiyy; “Siz Allah’ın emrine ve verdiği hükümlere ortak mı koştunuz. Hayır hüküm yalnızca Allah’ındır ve ondan başkası hüküm veremez,” diyerek itiraz etmiş ve Temimoğulları ve kendisine katılanlarla birlikte ordudan ayrılmıştır. Bunlar İslâm tarihinde ortaya çıkan ilk fırkadır ve bilâhare Haricîler diye adlandırılmışlardır. Hakemler Ramazan ayında Dûmetü’l-Cendel’de yeniden buluşmuşlardır. Burada yapılan toplantıda Hz. Ali ve Muaviye’nin bu işe layık olmadıkları ve ümmeti fitneye soktukları için, ikisinde azledilip, yeni devlet reisi seçiminin ümmete bırakılması gerektiğine dair görüş birliğine varmışlardır. Ancak Amr, Ebû Musa’ya önce konuşma hakkı verip, daha sonra meşhur hilesini yaparak Muaviye’yi bu işe nasb ettiğini ilan etmiştir. Mes’ûdî’nin rivayetine göre ise konuşma yapılmamış varılan kararlar yazılı metin halinde taraflara bildirilmiştir. Ancak bu kararlar Hz. Ali tarafından Kitab’a uyulmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir. Muaviye’ye gelince, o, hakkı olmayan bir meselede, önce kan davası bağlı olarak Hz. Osman’ın varisi olduğunu iddia ederken Sıffîn savaşının sonunda potansiyel devlet başkanı olma hakkına erişmiş; hakemler de âdeta, onun bu hakkını tespit etmişlerdir.

16 Abdullah b. Sebe’ Onun varlığı ve onunla ilgili rivayetler hakkında ciddi şüpheler vardır. Kısaca hülasa edersek; 1- Abdullah b. Sebe’ ile ilgili rivayetler Taberî kaynaklı olarak tek bir raviye, Seyf b. Ömer’e dayanır. Seyf ise, cerh edilen bir ravidir. Kaldı ki bu rivayetlerde İbn Sebe’nin kimliği belirgin değildir ve bazen İbn Ammâr ile karıştırılır. 2- İlk dönem fitne hareketlerinin vebali hemen tamamen İbn Sebe’ye yüklenerek, sahabe tenzih edilirken, akıl ve izan sahibi sahabenin nasıl olup da bir Yahudi’nin oyununa alet olduğu gerçeği çoğu kere göz ardı edilir. 3- Kaynaklarda Hz. Osman’ı şehid eden grupların Sebeiyye diye adlandırılması, onların çoğunlukla güneyli Arap kabilelerinden oluşlarındandır. Bu adlandırma muhtemelen Sebe’ kabilesine nispetle yapılmıştır. 4- Mezhepler Tarihi kaynaklarında İbn Sebe’ye nispet edilen “vasıyye” ve “recat” görüşleri için h ’lı yıllar, henüz daha çok erken bir dönemdir. Yani fikir-hadise irtibatı içinde değerlendirdiğimizde, sahih kaynaklar, Hz. Ali’nin sağlığında bu fikirleri söz konusu etmez. Bunlar için en erken, Muhammed b.el- Hanefiyye’nin vefatı sonrası, yani h.81 sonrasının tarihlenmesi gerekir.

17 Fırkaların Görüşleri Hariciler katı bir tavırla fitne hareketlerine karışanları küfürle itham edip cehenneme gönderirken; Şîa Hz. Ali’nin bütün eylemlerinde haklılığını iddia ile onun yanında yer alan beş on sahabenin dışındakilere cehennemi uygun görmüşlerdir. Mutezile tıpkı Haricîler gibi, olaylara karışanların şahadetlerini reddederken, onlara ahirette ateşi münasip görürler. Ehl-i Sünnet tarafları haklı görüp, onların cennete gideceklerine dair bir kanaate sahiptirler. Sünnîler görüşlerini çoğu kere “içtihad” anlayışıyla izah etmektedirler. Ancak el-Ka’ka’nın Hz. Aişe, Talha ve Zübeyr ile konuşması hatırlanırsa mesele basit bir adam öldürme ve kısas uygulamasının çok ötesindedir. Kaldı ki insan hayatını her şeyden aziz bilen bir dinin mensupları, Müslümanların kanı üzerine doğru veya yanlış ictihadda bulunmazlar. Sünnî anlayışın çıkmazı, sahabe kavramına yüklenen anlam ve buna binaen onların etrafında oluşturulan tabudur. Esasen sahabe anlayışı, Sünnîliği diğer fırkalardan ayıran tipik bir hususiyettir. Ancak Sünnîlikte kabul ve teslim edilen sahabenin adaleti, zamanla sahabenin günahsızlığı gibi algılanmış ve aralarındaki olaylarla ilgili her iki tarafın tavrının doğruluğuna dair bir anlayış geliştirilmiştir. Mürcie onların imanını teslimle beraber haklarındaki hükmü Allah’a havale eder.


"İlk İhtilaflar Hz. Peygamber’in vefatı esnasında vuku bulan kırtas hadisesi, Hz. Peygamber’in vefatı, Hz. Peygamber’in gömüleceği yer, Hz. Peygamber’in." indir ppt

Benzer bir sunumlar


Google Reklamları