Sunum yükleniyor. Lütfen bekleyiniz

Sunum yükleniyor. Lütfen bekleyiniz

Konu= ATATÜRK SONRASI TÜRK DIŞ POLİTİKSI

Benzer bir sunumlar


... konulu sunumlar: "Konu= ATATÜRK SONRASI TÜRK DIŞ POLİTİKSI"— Sunum transkripti:

1 Konu= ATATÜRK SONRASI TÜRK DIŞ POLİTİKSI

2 ATATÜRK SONRASI TÜRK DIŞ POLİTİKASI
Atatürk, 10 Kasım 1938 tarihinde hayata gözlerini yumarken Avrupa önemli çalkantılar içerisinde ve II. Dünya Savaşının eşiğinde bulunuyordu. Çünkü hızla silahlanan Almanya, Versay Antlaşmasını yırtmış, Milletler Cemiyeti’nden çekilmiş, Avrupa’da Almanların yaşadığı yerleri kendisine bağlamış, öte yandan “Büyük Roma” ideali ile genişlemek çabasında olan İtalya ile Japonya’nın da dahil olduğu bir ittifak yapmıştı. Almanya ve İtalya böylece Avrupa’da barış cephesi olarak bilinen İngiltere ve Fransa karşısında üstünlüklerini ortaya koymuş, İngiltere’nin takip ettiği yatıştırma politikası giderek sonuçsuz kalmıştır. Almanya’nın izlediği bu politika Batı’da ve Sovyetler Birliğinde büyük endişeler yaratmasına rağmen – barış yanlısı olmakla birlikte- uzun bir süre Türkiye’yi korkutmamış, hatta Hitler’in “bir millet bir devlet” politikası Türkiye tarafından anlayışla karşılanmıştır.

3 ATATÜRK SONRASI TÜRK DIŞ POLİTİKASI
Almanya’nın Çekoslovakya’yı işgal ederek “hayat sahası” politikasına başlamasının ardından İtalya’nın 7 Nisan 1939’da Arnavutluk’u işgal ederek Balkanlarda bir köprü başı elde etmesi Türkiye’nin güvenlik endişelerini doruk noktasına çıkarmıştır. Arnavutluk’un işgali Türk dış politikasını o zamana kadar ana ilkesi olan askeri bloklardan uzak kalma anlamında tarafsızlık ilkesinin ciddi bir şekilde gözden geçirilmesini zorunlu hale getirmiştir. Nitekim bu olay üzerine Türk devlet adamları artık tarafsızlık imkanı kalmadığına inanarak Türk dış politikasını Batı ittifakına yöneltmeye karar vermişlerdir. Sonuçta Türkiye 19 Ekim 1939 tarihinde İngiltere ve Fransa ile üçlü ittifak Antlaşmasını imzalayarak İkinci Dünya Savaşı’nın başlarında Batı ile kader birliği yapmaya başlamıştır. Diğer taraftan Sovyetler Birliği ile anlaşamamış olmasına rağmen, yine de bu devletle bir savaşa sürüklenmekten II. Dünya Savaşı boyunca kaçınmaya son derece dikkat edecektir.

4 ATATÜRK SONRASI TÜRK DIŞ POLİTİKASI
Türkiye İkinci Dünya Savaşında coğrafi mevkinin önemi dolayısıyla Müttefik ve Mihver devletlerinin kendi yanlarında savaşa sokabilmek amacıyla yoğun baskılarıyla karşı karşıya kalmıştır. Savaşan tarafların bu baskıları karşısında -İngiltere ve Fransa ile İttifakına rağmen- Türkiye’nin politikası; ülkenin toprak bütünlüğünü ve bağımsızlığını hiçbir taviz vermeden muhafaza etmek amacıyla savaşın dışında kalmak ve büyük devletler arasında bir denge unsuru olma politikasını yürüterek saldırılardan korunmak olmuştur. Türkiye’nin izlediği bu çok yönlü politikanın en yararlı sonucu, Türkiye’nin savaşın dışında kalmasını sağlaması olmuştur. Türkiye’nin takip ettiği bu politika da I. Dünya Savaşında kazandığı tecrübeler kadar, Sovyetler Birliği’nden duyulan endişe de büyük rol oynamıştır.

5 SOĞUK SAVAŞ DÖNEMİ TÜRK DIŞ POLİTİKASI
 II. Dünya Savaşı’ndan sonra SSCB’nin Brest Litows anlaşması ile Türkiye'ye bıraktığı Kars ve Ardahan'ı geri istemesi ve Türkiye üzerinden bir  baskı kurmaya çalışması karşısında Türkiye; Batı Bloğu’na yakın bir politika izlemeye önem vermiştir. Neden olarak:  - II. Dünya Savaşı sona ermeden 19 Mart 1945’te Moskova Büyükelçisi Selim Sarper’i kabul eden Molotov, Sovyet hükümetinin günün şartlarına ve II. Dünya Savaşı sonunda ortaya çıkan yeni duruma uygun olmadığı için esaslı değişiklikleri geciktirdiğine inandığı 17 Aralık 1925 tarihli Türk-Sovyet Dostluk ve Tarafsızlık Antlaşmasını feshetmesi,  Türkiye’nin yeni bir anlaşmanın yapılması önerisine karşı 7 Haziran 1945’te Molotov, Büyükelçi Sarper’e iki ülke arasında yeni bir antlaşma yapılabilmesi için; Boğazların Türkiye ile birlikte savunulması, bunu sağlamak için de Sovyetlere Boğazlarda deniz ve kara üsleri verilmesi, Montreux Sözleşmesinin değiştirilmesi, Kars ve Ardahan’ın Sovyetler Birliği’ne iade edilmesi gerektiğini ileri sürmesi  Bir yıl sonra ise 8 Ağustos 1946’da Boğazlarla ilgili görüşlerini içeren bir notayı Türkiye’ye vermesi Sovyetler Birliği, İkinci Dünya Savaşı içinde meydana gelen olayların, Montreux Sözleşmesinin Karadeniz devletlerinin güvenliğini sağlamakta yetersiz kaldığını ileri sürerek, Boğazlardan geçiş rejimini düzenleme yetkisinin Türkiye ile Karadeniz devletlerine ait olmasını ve boğazların Türkiye ile Sovyetler Birliği tarafından ortaklaşa savunulmasını istemiştir. Sovyet notası üzerine ABD ve İngiltere ile durumu görüşen Türkiye, bu istekleri reddetmiştir.

6 Sovyetler Birliği 24 Eylül’de ikinci bir nota vererek aynı istekleri tekrarlamıştır. Bu ortamda Türkiye, Sovyet tehlikesine karşı bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü koruyabilmek amacıyla, 1939 yılından itibaren ittifak içinde bulunduğu İngiltere’nin ve savaş sonunda dünyanın en güçlü devleti olarak ortaya çıkan ABD’nin desteğini aramıştır. Fakat gerek Türkiye’nin savaşta tarafsız kalmış olması, gerekse Türkiye’de büyük bir endişe uyandıran Sovyet davranışlarının batıda aynı tepkiyle karşılanmaması sebebiyle başlangıçta istediği desteği elde edememiştir.  Bu arada Yunanistan’da iç savaş başlaması ve komünizm tehlikesinin güçlenmesi üzerine İngiltere’nin de telkinleriyle ABD, Türkiye ve Yunanistan’a Truman Doktrini çerçevesinde yardım yapmaya başlamıştır.   12 Temmuz 1947’de Türk-Amerikan ikili antlaşmasını, 4 Temmuz 1948’de imzalanan ekonomik işbirliği antlaşması takip etti. Anlaşmadan sonra Marshall Planı çerçevesinde 1949–1951 yılları arasında Türkiye’ye ABD ekonomik yardım yaptı yılından sonra bu yardım “Ortak Savunma Programı”na dâhil edilecektir.

7 Türkiye’nin NATO’ya üye olması
 SSCB’nin yayılmacı bir politika izlemezi ve Cominform’u kurarak Doğu Bloku’nu oluşturması üzerine ABD SSCB’ye karşı ortak bir savunma örgütü kurulması kararlaştırılmış ve 4 Nisan 1949’da NATO (North Atlantic Treaty Organization)’yu kurulmuştu.  Türkiye’nin bu dönemde Avrupa Konseyi’ne üyeliğinin kabul edilmiş olmasına rağmen NATO’ya üye olma girişimleri özellikle İngiltere olmak üzere bazı Avrupalı devletler tarafından siyasi, ekonomik ve kültürel gerekçeler öne sürülerek reddelilmekteydi.    Bu arada Türkiye’de DP’nin iktidara gelmesiyle liberal eğilimli bir politika izlemesi ABD ile olan ilişkiler yeni bir boyut kazındı.   Bu durumu fırsat bilen DP yönetimi meclis kararı olmadan kişilik bir askeri gücü ABD’nin önderliğini üstlendiği NATO kuvvetlerine yardımcı olması için Kore’ye gönderdi.  Kore Savaşı’ndan sonra Türkiye’nin NATO’ya alınması konusunda ABD’nin tavrı değişti. Çünkü; NATO ülkeleri, özellikle de ABD’yi Sovyetler Karşısında daha etkili tedbirler almaya itmişti.  Sonuçta Sovyetler Birliği’ne karşı set çekme ve çıkabilecek muhtemel bir savaşta askeri üslere ihtiyaç duyulması sebebiyle ABD, Türkiye’nin NATO’ya alınmasını benimsedi. Bu gelişmelerden sonra NATO Bakanlar Konseyi Eylül 1951 tarihinde Türkiye ve Yunanistan’ın NATO’ya üye olarak alınmasına oybirliği ile sağlandı. TBMM.'de 18 Şubat 1952’de Kuzey Atlantik Antlaşmasını tasdik edilerek NATO’ya resmen üyeliği gerçekleşti.

8 Türkiye’nin NATO’ya alınmasında;
Kore’deki askeri başarısı, uluslar arası sorunlarda Batılılarla birlikte hareket etmesi -modern olmamakla beraber güçlü bir kara ordusuna sahip olması -Batı savunması için gerekli olan jeopolitik yerinin önemi, birinci derecede etkili olmuştur denilebilir.  Türkyiye için NATO'ya girmek istemesindeki en belirgin gayesi; ülkenin ekonomik kalkınması ve silahlı kuvvetlerinin modernizasyonu için gerekli kaynakların dış yardım yoluyla Batıdan kolay sağlanabileceğine inanılması gibi sebepler etkili olmuştur.

9 Türkiye'nin Avrupa Konseyi’ne Üyeliği:
  5 Mayıs 1949’da 10 ülke-Belçika, Danimarka, İtalya, Lüksemburg, Hollanda, Norveç, İsveç ve İngiltere merkezi Strasburg olmak üzere Avrupa Konseyi’ni kuran antlaşmayı imzalamışlardır. Şu an Avrupa Konseyi'nde 47 üye ülke bulunmaktadır. Türkiye 8 Ağustos 1949’da Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin davetiyle beraber Yunanistan ve İzlanda ile birlikte konseye katılmıştır.  Türkiye’nin AVRUPA Konseyi’ne girmek istemesi: - batı bloğuna yakın olma amacı, -ABD ile ilişkileri güçlendirme isteği, - Avrupalı devlet statüsünde sayılma -Türkiye’nin Avrupa ile her türlü alanda bütünleşme sağlama amaçları etkili olmuştur

10 Balkan İttifakına Katılma
  ABD’nin Avrupa’da; SSCB kontrolü dışındaki tek komünist devlet olan Yugoslavya ile NATO’ya girmesi kesin olan Yunanistan ve Türkiye’nin bir ittifak yaparak SSCB’nin Akdeniz ve Balkanlarda  yayılmasını engellemek istemesi üzerine Balkan İttifakı kurulmuştur.  Bunun üzerine 1951 yılı sonuna doğru üç ülke arasında başlayan yakınlaşma 1952 boyunca da devam etmiş ve 28 Şubat 1953'te Ankara'da üç ülkenin Dışişleri Bakanları tarafından bir "Dostluk ve İşbirliği Antlaşması" imzalanmıştır. Bu antlaşmaya göre üç devlet ortak çıkarlarıyla ilgili konularda birbirlerine danışacaklar ve üye devletlerin Dışişleri Bakanları yılda en az bir defa toplanacaktı. Dışişleri Bakanları arasında süren toplantılar sonucu yeni ilerlemeler sağlanmış, 9 Ağustos 1954'te üç ülke arasında "Bled Antlaşması" imzalanmıştır. Bu antlaşmaya göre: - taraflardan herhangi birine ya da birkaçına yönelen bir saldırıyı kendilerine de yapılmış sayarak askeri güç de dahil her türlü önlemi alacaklardı.  -Ama  Türkiye ve Yugoslavya arasında görüş ayrılıkları ortaya çıkması ve 1955'ten itibaren Sovyetlerle ilişkilerini düzeltmeye başlayan bu ülkenin pakta ilgisi azaldı. - Türkiye ile Yunanistan arasında Kıbrıs sorununun ortaya çıkmasıyla da Paktın doğurduğu olumlu hava silinmeye başlamıştı. Pakt 1960 yılına kadar devam etmiş 1960 Haziranında da resmen sona erdiği açıklanmıştır.

11 Bağdat Paktı ve CENTO üyeliği
 ABD,  Sovyet yayılmacılığına karşı Ortadoğu’da ortak bir savunma ve işbirliği kurmak istemesi üzerine Bağdat Paktı’ Türkiye'nin girişimiyyle kuruldu.   Türkiye'nin Paktı kurmasındaki isteği:  Hem NATO’ya girerken İngiltere'nin Türkiye'ye aktif görev olarak verdiği Ortadoğu’nun savunulmasını üslenmek istemesi -hem de Ortadoğu’da etkinliğini artırma amacıyla paktın kurulmasına öncülük etmiştir.   Ancak pakt kuruluş amacına ulaşamamış, Türkiye’nin SSCB ile ilişkilerini gerginleştirmiştir. Ayrıca pakta karşı çıkan başta Mısır olmak üzere Arap ülkeleriyle (Suriye, Suudi Arabistan ve Yemen) ilişkileri de olumsuz yönde etkilemiştir.   Irak’ta monarşinin devrilmesi sonucunda pakttan ayrılma kararının alınması üzerine paktın merkezi Ankara’ya taşınarak CENTO ( Merkezi Antlaşma Örgütü - Central Treaty Organization) adını almıştır.  ABD’nin yoğun desteğine rağmen 20 yıl devam eden örgüt, 12 Mart 1979'da Pakistan'ın ve İran'ın ayrılması ile dağılmıştır.

12 Kıbrıs Sorunu İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesiyle Rumlarla birlikte Yunanistan’da da Enosis faaliyetleri hız kazanmıştır. Yunan Parlamentosu, 28 Şubat 1947’de oy birliği ile Kıbrıs’ın Yunanistan’a ilhak edilmesi yönünde bir karar almıştır. Yunan hükümeti, adanın kendilerine verilmesi karşılığında Amerika Birleşik Devletlerine ve İngiltere’ye adada üs verebileceğini açıklamıştır. 21 Kasım 1949 tarihinde Rumlar, Birleşmiş Milletlere Enosis doğrultusunda başvuruda bulunmuşlardır. Bu başvurunun ardından Rumlar, adanın Yunanistan’a ilhakı konusunda plebisit çalışmalarına girişmişlerdir. 1950’li yıllardaki yeni Rum girişimleri Türklerin adadaki durumunu daha da zorlaştırmıştı. Bunun üzerine Türkiye’deki kuruluşlar, gençlik örgütleri başta olmak üzere, Kıbrıs Türklerine destek vermeye başladılar.

13 1954 yılında Yunan Hükümeti’nin Kıbrıs Sorunu’nu BM’ye götürerek self determinasyon hakkının tanınmasını istemiştir. Yunanistan’ın konuyu uluslararası boyuta taşıyarak talepte bulunması, Türkiye’nin konu üzerine tezlerinin de netleşerek resmiyet kazanmasını sağlamıştır. Rumların ve Yunanistan’ın self determinasyon ve ardından Enosis fikrine karşılık Türkiye, adanın kendilerine ait bölümünün Türkiye’ye bağlanması anlamına gelen “Taksim” tezini savunmuştur. İngiltere, kangren haline gelen Kıbrıs konusunda çözüm bulabilmek için Türkiye ve Yunanistan’ı 30 Haziran 1955’te Londra’da bir konferansa davet etti. Konferansta Yunan tarafı Enosis fikrini, Türkiye ise statükonun devam etmesini veya Taksim tezini savundu. Buna karşılık İngiltere ise adada bir self goverment yani muhtari bir yönetim kurulması gerektiğini öne sürdü. 6 Eylül’de İngiliz Dışişleri Bakanı Kıbrıs’a ilişkin yeni reform tasarısını açıkladı ve yeni anayasayla Kıbrıs’ın kendini yönetme aşamasına geçebileceğini bildirdi. Türkiye bu öneriyi reddederek reform konusunda dahi İngiltere’den daha katı bir tutum takınırken, Yunanistan aynı öneriye Kıbrıs halkının isteklerini yeteri kadar yanıtlamadığı gerekçesiyle karşı çıktı. ( Oran, 2009: 602) Resmi görüşlerin netleştiği bu toplantı sürerken Türkiye ve Yunanistan ilişkilerini oldukça olumsuz etkileyen ve konferansın dağılmasına neden olan 6-7 Eylül olayları gerçekleşti.

14 Birleşmiş Milletler’ in kararından sonra Yunanistan, Kıbrıs’ın kendine verilmeyeceğini anlamış, adada terör faaliyetlerini tırmandırmaya başlamışlardır. Bunun için 1954 yılında EOKA adlı bir yeraltı örgütü kurulmuş ve örgütün başına Albay Grivas getirilmiştir. EOKA’nın kuruluş amacı; Silâhlı eylemler gerçekleştirmek, adayı Türklerden temizleyerek Enosis hayaline ulaşmaktır. Türkler ise bu örgütün saldırganlığına karşı 1957 yılında Türk Mukavemet Teşkilâtı adlı bir karşı örgüt kurmuşlardır. Adadaki gerginlik üzerine İngiltere adına Lord Radcliffe 1956 yılında Kıbrıs anayasasını hazırladı. Ancak Yunanistan, planın Türk tarafının Taksim tezine yakın olması gerekçesiyle anayasayı reddetti. İngiltere, Yunanistan’ın reddine karşılık planı yürürlüğe koydu ve plan gereğince bir Türk temsilci resmen göreve başladı. Böylece Türkiye fiilen de Kıbrıs konusunda söz sahibi olmuş oldu.

15 Bütün bu gelişmeler ve 1958 yılında adadaki Türk-Rum çatışmasının yaygınlaşması sonucunda, girişimlerde bulunulmuş ve taraflar bir araya getirilerek, 11 Şubat 1959’da Zürih Antlaşması ve 19 Şubat 1959’da Londra Antlaşması imzalanmıştır. Zürih-Londra anlaşmasında Kıbrıs Cumhuriyeti devletinin iç ve dış self determinasyon hakkına getirilen sınırlama Birleşmiş Milletler anlaşmasında dekolonizasyon için özel bir prosedür öngörülmemiş olması nedeniyle uluslar arası hukuka uygun kabul edilmektedir. Kıbrıs, sömürgeci devletin ve soruna taraf olan diğer devletlerin öngörmüş olduğu koşullarla uluslararası camiaya bir devlet olarak katılmıştır.Bu iki antlaşma esas alınarak Kıbrıs Anayasası, Garanti ve İttifak Antlaşmaları imzalandı. Bağımsızlık, iki toplumun ortaklığı ve anlaşmaya varılan yapının Türkiye, İngiltere ve Yunanistan tarafından garanti edilmesi ilkelerine dayanan uzlaşma ile Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulmasına karar verilmiştir. 16 Ağustos 1960’ta Kıbrıs Anayasası’nın yürürlüğe girmesiyle de Kıbrıs Cumhuriyeti resmen kurulmuştur.

16 Mevcut anayasadan rahatsız olan Makarios, Türkiye’ye adadaki fiili yapının değişikliğiyle ilgili bir takım teklifler sunmuş ancak Türkiye bu teklifleri reddetmiştir. Anayasa tekliflerinin reddi üzerine Rumlar, Türklerin Kıbrıs’tan atılmasını ve yok edilmesini öngören “Akritas Planı”nı uygulamaya koymuşlar ve 21 Aralık 1963’te tarihe “Kanlı Noel” olarak geçecek olan soykırım hareketine başlamışlardır. Bunun üzerine Türkler yaşadıkları yerleri terk ederek, iletişim imkânlarından yoksun bir şekilde adanın %3’lük bir bölümünde yaşamak zorunda kalmışlardır. yıllarında adada çatışmalar yeniden arttı ve Rum saldırıları katliama dönüştü. Ardından Rumlar Zürich ve Londra Antlaşmaları’nı tanımadıklarını söyleyip, İttifak Antlaşması’nı da feshetti. Türkiye Garantör Devlet olarak, giderek soykırıma dönüşen bu durum karşısında caydırıcı önlem alma gereğini duydu ve Türk savaş uçakları ada üzerinde uçmaya başladı. Rum Ulusal Muhafız Birliği’nin Türklere olan ablukayı kaldırmaması ve çatışmayı sürdürmesi sebebiyle Türk jetleri bu birliği bombalamaya başladı. Konunun BM’ye intikal etmesi ve Makarios’un ablukayı kaldıracağını bildirmesinin ardından Türkiye de ateşkes çağrısına olumlu yanıt verdi.

17 Kıbrıs Harekatı, Türk dış politikası açısından son derece önemli bir eylemdir. Çünkü çok cesaret gerektiren bir iş olduğu açıktır. Nitekim ABD ve AB’den büyük tepki çekmesine ve Türk Yunan ilişkilerine ağır bir darbe vurmuş olmasına rağmen, Türkiye Kore deneyiminden sonra ilk kez, kendi sınırları dışına asker gönderip, kararlılıkla müdahalede bulunmuştur. Dolayısıyla bu eylemin sonuçları da oldukça ağır olmuştur. Her şeyden önce, Yunanistan, artık Kıbrıs sorununu, Ege sorununun da görüşülmesinin önünde bir engel olarak görmüş, Ege sorununun görüşülmesini, Kıbrıs meselesinin halledilmesi şartına bağlamıştır. Kıbrıs Barış Harekâtından sonra ortaya çıkan bu yeni durumun hukukî olması için ve toplumda huzuru, düzeni sağlamak amacıyla 13 Şubat 1975 tarihinde Kıbrıs Türk Federe Devletini (KTFD) ilân etmiştir. Yeni devletin anayasası, Geçici Türk Yönetimi tarafından hazırlanmıştır. Bunun üzerine Rum tarafı, KTFD’nin ilanının, Kıbrıs’ın bağımsızlığına, toprak bütünlüğüne ve 1960 antlaşmalarına aykırı olduğunu ileri sürmüştür.

18 KTFD ilk olarak, 2 Mayıs 1975 tarihli yönetmeliğe dayanarak, iş gücü açığını kapatmak için Türkiye’den kırk bin göçmen getirtmiştir. Daha sonra adada BM aracılığıyla gerçekleşen, bir nüfus mübadelesi yapılmıştır. Ağustos 1975 tarihinde yapılan anlaşmayla, adanın güneyinde yaşayan Türklerin kuzeye, kuzeyde yaşan Rumların da güneye geçmesi sağlanmıştır. Bu mübadeleyle Kıbrıslı Türkler, tarihte ilk kez, bütün nüfuslarıyla birlikte, sınırları belli olan bir bölgede toplanma ve korunma imkânına sahip olmuşlardır. Nüfus aktarmasıyla güneyde esir olarak tutulan Türklerin özgür bölgeye geçmesi sağlanmış ve iki toplumlu, iki kesimli federal bir Cumhuriyetin temelleri oluşturulmuştur.

19 Soğuk Savaş Sonrası Türk Dış Politikası
1990’lara kadar Türk dış politikası sadece Batı odaklı bir dış politika izlemiştir. Ancak 1990’lara gelindiğinde Soğuk Savaş’ın bitmesi ve SSCB’nin dağılmasıyla birlikte Türkiye’nin Batı için eski öneminin kısa süreliğine kaybetmesi Türkiye’nin dış politika algısında bir donum noktası olmuştur. Soğuk Savaş’ın bitmesiyle birlikte dönem konjonktürlerinin şartları nedenleriyle yeni fikirler ortaya atılmış ancak başarılı olamamıştır. Bu fikirlerden en çok dikkat çeken ve eski Osmanlı’dan kalan bağların yeniden canlanması için politika yapımcılarımızın umutlandığı eski güçlü bağların biranda gerçekleşeceğine inanıldığı “Neo-Osmanlıcılık” fikri ve diğer fikirlerin gerçekleşememesinin başlıca birkaç nedeni vardır bunlar: İlk olarak Cumhuriyet kurulduktan sonra “Muasır medeniyetler seviyesi ulaşma” gibi bir hedefin dış politikaya konmuş ve bu doğrultuda sadece yüzünü Batı’ya dönen Türkiye Doğu’yu arkasında bırakmış tüm bağlarını koparmıştır. Soğuk savaş bittikten sonra kendini kimlik bunalımı içinde bulan Türkiye tozlu raflarda bıraktığı o bölgeleri yeniden keşfetmeye başlamıştır. Ancak yeniden ilişki kurmaya çalıştığı bu bölgelere onca sene sonra yabancı kalmıştır.

20 İkinci olarak Türkiye’nin kendi içindeki istikrarsızlık dış politikaya da yansımıştır.
Üçüncü olarak ekonomik yetersizlik. Özellikle Orta Asya ve Kafkasya bölgesinde oluşan istikrarsızlık karşısında Batı Rusya’ya destek vermiştir. Eğer Türkiye ekonomik olarak güçlü olsaydı Rusya ile rekabet edebilecek onunla o bölgelere ulaşmak için zoraki bir dostluk ilişkisine gerek kalmayacaktı ve bölgede istikrarsızlık sonucu oluşan boşlukları kendisi tek başına doldurabilecekti.

21 Türkiye’ nin AB Maceraları
Avrupa’da birlik kurma düşüncesi, Avrupa ülkeleri arasında dayanışmayı ve barışı sağlamak arzusuyla ortaya çıktı. 1951’de altı Avrupa ülkesi (Almanya, Belçika, Hollanda, Fransa, İtalya ve Lüksemburg) kömür ve çelik üretimini birleştirerek Avrupa Kömür ve Çelik Birliğini kurdular. 1957’de Roma Antlaşması ile Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) kuruldu. Bu birlik, Avrupa ülkeleri arasında ekonomik iş birliğinin gelişmesini, gümrüklerin yavaş yavaş ortadan kaldırılmasını ve ortak dış ticaret tarifelerinin belirlenmesini öngörüyordu. AET’nin kısa zamanda gösterdiği ekonomik büyüme diğer Avrupa ülkelerini de topluluğa katılmaya yöneltti. Bu topluluk daha sonra üyeleri arasında siyasi bütünleşmeyi de öngören Avrupa Birliği (AB) adını aldı. İngiltere, İrlanda, Danimarka 1973’te AB’ye üye oldular. Bu ülkeleri Yunanistan (1981), İspanya ve Portekiz (1986) izledi. 1986’da imzalanan Avrupa Tek Senedi, iç sınırların ortadan kaldırıldığı bir Pazar oluşturdu ve birlik içindeki ekonomik iş birliğini güçlendirdi. 1992’de imzalanan ve 1 Ocak 1993’de yürürlüğe giren başka bir antlaşma ise birlik için tek para birimini (Euro) ve Avrupa vatandaşlığını öngörüyordu. AB, sorunlarına rağmen pek çok ülkeyi çekmeye devam etmektedir. Avrupa Birliğinin genişleme politikası doğrultusunda üye sayısı artmış ve hâlen üyelik için bekleyen ülkeler bulunmaktadır. Türkiye’de AB’ye üye olmak isteyen ülkeler arasında yer almaktadır.

22 Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne Katılım Sürecinde Geçirdiği Aşamalar
- 31 Temmuz 1959 : Türkiye, AET’ye ortaklık için başvurdu. - 12 Eylül 1963 : Türkiye ile AET’yi Gümrük Birliği’ne götürecek ve tam üyeliği sağlayacak olan Ortaklık Anlaşması (Ankara Anlaşması) imzalandı. - 1 Aralık 1964 : Ankara Anlaşması yürürlüğe girdi. - 23 Kasım 1970 : Gümrük Birliği’ne ilişkin kuralları içeren Katma Protokol Brüksel'de imzalandı. - 1 Eylül 1971 : Katma Protokol'ün ticari hükümleri "Geçici Anlaşma" ile yürürlüğe konuldu. AB Türkiye’den ithal sanayi ürünlerine uyguladığı gümrük vergilerini ve miktar kısıtlamalarını –tekstil ürünleri hariç- kaldırdı. - 11 Ekim 1978 : Türkiye, Dördüncü Beş Yıllık Plan süresince Gümrük Birliği yükümlülüklerinin dondurulması ve aynı dönem için yaklaşık 8 milyar dolarlık yardım yapılması talebinde bulundu. - 22 Ocak 1982 : Avrupa Parlamentosu, Türkiye-AET Anlaşması’nın askıya alınmasını Konsey ve Komisyon’dan istedi, ilişkiler fiilen donduruldu. - 16 Eylül 1986 : Türkiye-AET Ortaklık Konseyi toplandı. Böylece 12 Eylül 1980 tarihinden itibaren dondurulmuş bulunan Türkiye-AET ilişkilerinin canlandırılması süreci başladı.

23 - 14 Nisan 1987 : Türkiye, AT (Avrupa Topluluğu)’ye, tam üye olmak üzere müracaat etti.
Aralık 1999 : Helsinki’de gerçekleştirilen Avrupa Konseyi Zirve Toplantısı’nda Türkiye’ye adaylık statüsü tanındı. - 8 Mart 2001 : AB Bakanlar Konseyi, Türkiye için Katılım Ortaklığı Belgesi’ni kabul etti. - 6 Ekim 2004 : İlerleme Raporu ve rapora bağlı tavsiye belgesi yayımlandı. Söz konusu belgelerde Türkiye’nin siyasi kriterleri gerekli ölçüde karşıladığı belirtilerek birliğe katılım müzakerelerinin başlatılması tavsiyesinde bulunuldu. - 17 Aralık 2004 : AB devlet ve hükümet başkanları Zirve toplantısında Türkiye’nin siyasi kriterleri yeterli ölçüde yerine getirdiği belirtilmiş ve katılım müzakerelerine 3 Ekim 2005 tarihinde başlanmıştır.

24 TEŞEKKÜRLER 


"Konu= ATATÜRK SONRASI TÜRK DIŞ POLİTİKSI" indir ppt

Benzer bir sunumlar


Google Reklamları