Sunum yükleniyor. Lütfen bekleyiniz

Sunum yükleniyor. Lütfen bekleyiniz

SINIRAŞAN SULARDA İŞBİRLİĞİ VE HİDROPOLİTİK SORUNLAR

Benzer bir sunumlar


... konulu sunumlar: "SINIRAŞAN SULARDA İŞBİRLİĞİ VE HİDROPOLİTİK SORUNLAR"— Sunum transkripti:

1 SINIRAŞAN SULARDA İŞBİRLİĞİ VE HİDROPOLİTİK SORUNLAR
Özden Bilen 13 Nisan 2009 TODAİE Başlıkta seçilen “hidropolitik” terimine kısaca değinmek istiyorum. En geniş anlatımıyla “politika”, belli bir sorunun çözümü için geleceğe yönelik olarak alınması gereken önlemlerin ve benimsenen ilkelerin bütünüdür. “Su politikası” ile kastedilen anlam, bir ülkenin su konusundaki tercih ve hedeflerinin belirlenmesi olarak algılanmalıdır. Bu cümlede sözü edilen politika (policy) ile, dar anlamdaki politika (politics) birbirinden ayrı kavramlardır. Su konusundaki temel tercih ve hedefler; su kaynaklarının korunması ve geliştirilmesi ile ilgili geleceğe yönelik önlemlerle ilgili olduğu halde “dar anlamdaki politika” siyasal erke atıfta bulunmakta bu amaçla kullanılan kurumları, süreçleri ve yöntemleri kapsamaktadır. Hidropolitik ise; yine yukarıdaki tanımlar çerçevesinde su politikası olarak ele alınabilir. Ancak su konusunda uluslararası ilişkilere, uluslararası siyasal süreçlere daha fazla gönderme yapmaktadır ve özellikle1990’lardan sonra yaygın olarak kullanılan bir kavramdır. Aynı zamanda ülkeler arasındaki su ilişkilerini inceleyen birçok mesleği kapsayan bir disiplin olarak ortaya çıkmış ve bazı batı üniversitelerinde müfredat programlarında bir ders olarak yer almıştır. Suyun çok önemli ulusal bir stratejik kaynak oluşu böyle bir disiplinin doğuşunda etkin rol oynamıştır.

2 Sunum Kapsamı 1-Sınıraşan Sulara İlişkin Temel Kavramlar
2-Sınıraşan Sulara ait Bazı Uluslararası Sözleşmeler 3- Türkiye’nin Fırat-Dicle Havzası’nda İşbirliği Açılımları 4- AB Su Çerçeve Yönergesi ve Yönerge’de Sınıraşan Suların Ele Alınışı 5- Su Yönetimine İlişkin Bazı Kavramların Değerlendirilmesi Soru ve Cevaplar…. Her bir konu başlığı ayrı bir seminer konusu olacak genişliktedir. Bu konular arasında bir ufuk turu yapılacaktır.

3 1-Sınıraşan Sulara İlişkin Temel Kavramlar
Sınıraşan ve Sınır Oluşturan Sular Mutlak Egemenlik (Harmon) Doktrini Doğal Durumun Bütünlüğü Doktrini Hakça-Makul Kullanım ve Önemli Zarar Vermeme İlkesi (Equitable and Reasonable Utilization and not to cause significant harm) Birden fazla ülkenin topraklarını kat ederek sınırlarını kesen ve ortak bir çıkışta son bulan su yollarına “sınıraşan sular” denir. Dünya’da 269 adet sınıraşan su bulunduğu belirtilmektedir. Avrupa en çok sınıraşan havzaya sahip olup (69), bunu sırasıyla Afrika (59), Asya (49), Kuzey Amerika (40) ve Güney Amerika (38) takip etmektedir. Bu sayılar politik coğrafyadaki değişimlere paralel olarak zamanla değişmektedir. 1990’lı yıllarda Yugoslavya ve Sovyetler Birliği’nin dağılımını takiben yeni sınır aşan havzalar ortaya çıkmıştır. Sınır oluşturan sular ise talveg veya ortay hat esas alınarak sınır çizerler. Uluslar arası ilişkilerde kullanılan terimler önem taşımaktadır. Örneğin; “Uluslararası havza” terimi çok geniş kapsamlı olduğundan ve devletlerin kendi topraklarında yer alan havza bölgeleri üzerindeki egemenlik hakları ile çeliştiği gerekçesiyle pek çok ülke tarafından benimsenmemiştir. Aynı husus “uluslararası nehir veya uluslararası sular” terimleri için de geçerlidir. Ülkeler nehir üzerindeki coğrafi konumlarına göre farklı terimleri benimsemiştir. Su yollarının ulaşım dışında amaçlarla kullanımı konusunda hukuk kuralları oluşturulması için çeşitli görüşler ortaya konulmuştur. Bu görüşlerin zaman içinde şekillenmesinde iki uç görüşün önemli rolü bulunmaktadır. Harmon doktrinine göre Devletler kendi topraklarından geçen sular üzerinde her türlü tasarrufta bulunabilir, hatta aşağı kıyıdaş ülkelere hiç su vermeyebilir. Bu doktrin ABD ile Meksika arasında Rio-Grande nehrinin kullanımına ilişkin olarak 1900’lü yıllarda ABD’li Başsavcı Harmon’un yorumuna atfen Harmon doktrini olarak isimlendirilmiştir. Rio Grande sularının ABD vatandaşlarınca çevrilmesi sonucunda Meksika vatandaşlarının topraklarını sulamak için gerekli suyu bulamamaları yüzünden ABD’nin hukuki bir sorumluluk taşımasının mümkün olmadığı şeklinde hukuki mütalaa çeşitli notalar ile Meksika’ya iletilmiştir. Buna karşın aşağı kıyıdaş ülkelerce suların doğal durumunda yukarı-kıyıdaş ülkelerin hiçbir değişiklik yapılamayacağı savı ortaya atılmıştır.Bu yaklaşıma göre; hiçbir devlet aşağı kıyıdaş ülkelerin haklarına zarar verecek şekilde suyun yönünü değiştiremez, akışı yapay olarak artırıp eksiltemez Nil Anlaşması ile Nil Nehrinin en aşağısında yer alan Mısır ve Sudan, başta Etopya olmak üzere yukarı kıyıdaş ülkeleri dikkate almadan Assuan barajına giren doğal akımları aralarında tahsis etmişlerdir. Etopya’nın bu iki devletten kullanım izni almaları şartını getirmişlerdir. Assuan barajına gelen 84 milyar m3 suyun 10 milyarı buharlaşma ile kayıp olmakta geriye kalan 74 milyar m3 ise 55.5 ve 18.5 olarak Mısır ile Sudan arasında paylaşılmıştır.Bu tahsis Etopya tarafından kabul edilmemişse de, Mısır askeri gücü ile zaman zaman baskı uygulamıştır. Bu iki uç görüşü uzlaştırma çabası ise hakça ve makul kullanım ilkesidir.

4 Hakça ve Makul Kullanım (Equitable & Reasonable Utilization)
Memba ve mansap ülkelerinin hak ve yükümlülükleri arasında bir denge kurulması yerine daha çok aşağı kıyıdaş ülkelerin haklarına ağırlık vermiş olan tüm uluslar arası sözleşmelerde genel kabul görmüş olan tek ilke “hakça ve makul kullanımdır”. Bu ilkenin hayata geçirilmesi ve uygulanması için bazı ölçütler bu yansıda gösterilmiştir. Belirtilen ilkeler BM’nin sözleşmesinin 6’ıncı maddesinde yer almaktadır. Bu ölçütleri üçe ayırabiliriz: 1- Su yolunun her ülke içinde kalan kısmının doğal özellikleri 2- ülkelerin sosyo-ekonomik ihtiyaçları 3-drenaj alanının büyüklüğü. Doğal özellikler içersinde havzanın hidrolojisinin yani kıyıdaş ülkelerin suya katkısının önemli rolü bulunmaktadır. Nehirlere gelen suyu işlenmiş bir maddeye benzetirsek, yağışlar (kar ve yağmurlar) suyun ham maddesidir. Fırat ve Dicle nehirlerinin suları büyük ölçüde eriyen karlardan meydana gelmektedir. Türkiye bu iki nehrin havzasında kış aylarında, gerek kırsal yerleşimlerin birbirleri ile gerekse kentlerle bağlantısını sağlamak için yoğun bir kar mücadelesi yapmaktadır. Ayrıca enerji nakil hatları ile haberleşme ağlarının korunması ve taşkınlara karşı alınacak önlemlerin Türkiye’ye maliyeti her yıl trilyonları bulmaktadır. Her nimet bir külfet karşılığıdır. Suyolu devletlerinin sosyo-ekonomik ihtiyaçlarının tespitine yönelik öğelerin irdelenmesi ise, fiziksel öğelere göre daha karmaşıktır.Doğal özellikler bir bölge ile sınırlıdır. Sosyo ekonomik faktörler bütün ülkeyi kapsamaktadır. Su yoluna bağımlı nüfus nasıl hesaplanacaktır? Eğer bir ülkenin verimli topraklarının ve enerji potansiyelinin önemli bir bölümü sınıraşan su yolu üzerinde yer alıyorsa, tıpkı Güneydoğu Anadolu gibi, tüm ülke nüfusu bu bölgeye bağımlı demektir. Sadece havzadaki nüfusu dikkate alarak bir sonuca ulaşmak mümkün değildir. Su yolu devletlerinin mevcut ve potansiyel yani ileriye kullanımları birlikte ifade edilmek suretiyle madde kapsamında denge kurulmaya çalışılmıştır.Ancak İlkel metotlar ile sulama yapan bir aşağı kıyıdaş ülkenin mevcut sulamalarını gerekçe göstererek yukarı kıyıdaş ülkeye kısıt getirmeye çalışması ne ölçüde adil bir davranıştır?! Su tahsisi problemi “çok öğeli bir karar verme- multi-criteria decision making” problemidir.

5 Tarihi veya mevcut su kullanımlarının su tahsisindeki rolü yukarı ve aşağı kıyıdaş ülkeler arasında daima tartışmalı bir konu olarak kalmıştır. Bu konuda BM Hukuk Komisyonu raportörünün sunuda yer alan sözleri dikkat çekici olup, Türkiye’nin tutumu ile paralellik göstermektedir.

6 2-Sınıraşan Sulara ait Bazı Uluslararası Anlaşmalar
Uluslararası Su Yollarının Ulaşım Dışı Amaçlarla Kullanımına İlişkin Anlaşma Sınıraşan Su Yolları ve Uluslar arası Göllerin Korunması ve Kullanılması (Helsinki,1992) Sınıraşan Boyutta Çevresel Etki Değerlendirilmesi (Espoo,1997) BM Uluslararası Su Yollarının Ulaşım Dışı Amaçlarla Kullanımlarına İlişkin Sözleşme (Convention on the Law of the Non-Navigational Uses of International Watercourses) 1997 yılında oylanmış, 185 ülkeden 133’ü oylamaya katılmış, 103 kabul, 27 çekimser, Türkiye, Çin ve Burundi aleyhte oy kullanmıştır.Ancak Sözleşme’nin yürürlüğe girmesi için 35 ülkenin yasama organlarınca onay germekte olup, bu sayıya ulaşılamamış ve anlaşma ölü doğmuştur. Bunda anlaşmanın muğlak olması, bir çerçeve niteliği taşımaması ve ayrıntılarla boğulmuş olması rol oynamıştır. Ayrıca sınıraşan sular üzerinde bulunan devletlerin egemenlik hakkına atıfta bulunmaması, uluslar arası hukukun temel ilkeleri ile çelişmektedir. İhtilafların çözümü için devletlerce uygulanması zorunlu tutulan yöntemler belirtilmiş olup, bu husus sorunları çözmede ülkelerin uygun görecekleri usulleri seçme hakkına sahip olduğunu ön gören Birleşmiş Milletler Şartı’nın 33. maddesi ile açık bir çelişki teşkil etmektedir. Tarafsız kalan AB ülkeleri arasında Fransa, Bulgaristan gibi AB üyesi ülkelerde bulunmaktadır. Ayrıca AB bu anlaşmaya taraf olmamıştır.

7 Sınıraşan Sular ve Uluslararası Göllerin Korunması ve Kullanılması Anlaşması (Helsinki, 1992)
Sınıraşan etki tanımı: “......sınıraşan suların şartlarında, insan faaliyetleri sonucunda ortaya çıkan değişiklikler nedeniyle çevrenin önemli ölçüde olumsuz etkilenmesi” bu tanım kapsamı açık değil. Kıyıdaş ülkelerin kirlilik ve kirlilik parametreleri, kirletici debi ve yoğunluğu konusunda uzlaşmaları şartını getiriyor. Endüstriyel kirliliğin önlenmesi için “en iyi mevcut teknoloji/best available technology” kriteri getiriliyor. Bunun alternatifi: “uygulanabilir en iyi teknoloji” Ulusal Programda: Anlaşmaya taraf olmanın, Türkiye’nin tam üyeliği ile birlikte değerlendirileceği belirtiliyor. AB su politikaları artan nüfus baskısı ile karşı karşıya bulunmayan, arz güvenliğini sağlamış, suyun miktarı açısından sıkıntı yaşamayan, zengin Topluluk ülkelerince yönlendirilmektedir. Sayılan koşullar nedeniyle AB su mevzuatı, bu önemli doğal kaynağın kullanımının ekosistemlerde yaratacağı olumsuz etkiler ve bu etkilerin giderilmesi üzerinde odaklanmıştır. Belirtilen olgunun hidropolitik sonuçları, su kaynaklarının ancak %36’sını geliştirebilmiş, Türkiye yönünden büyük önem taşımaktadır. Türkiye için AB üyesi olsa da olmasa da suların kirliliğini önleyecek önlemler alması çok büyük bir önem taşımaktadır. Bu çerçevede, Bütünleşik Su Kaynakları Yönetim anlayışının benimsenmesi, gerek kentsel gerekse endüstriyel atık suların arıtılmadan kesinlikle sulara verilmemesi, toplumun eğitilmesi ve bilinçlendirilmesi, kurumsal kapasitenin oluşturulması, Çerçeve Yönerge’nin Türkiye koşullarına uyan hükümlerinin yasal düzenlemelere aktarılması Türkiye’nin temel su politika alanları olarak görülebilir. AB Helsinki Sözleşmesine 2006 yılında taraf olmuştur. Sınıraşan sularda kirlilik kontrolü konusunda birbiri ile uyumlu mevzuata sahip olmayan ve kalkınma düzeyleri farklı ülkeler arasında Helsinki Sözleşmesi’nin getirdiği normların uygulanması çeşitli sorunlara neden olacaktır. AB üyesi Devletlerin benzer standartlara sahip olması işbirliği imkânlarını kolaylaştırmaktadır. Ren Nehri’nin Korunması’na İlişkin Anlaşma 1998 yılında Almanya, İsviçre, Fransa, Belçika, Lüksemburg ve Hollanda arasında imzalanmış olup, Helsinki Sözleşmesi’ndeki kuralları esas almıştır. İsviçre hariç adı geçen ülkeler AB üyesi olup, aynı zamanda tamamı Avrupa’nın en gelişmiş devletleridir.

8 Sınıraşan Kapsamda Çevresel Etki Değerlendirmesine Ait Anlaşma (Espoo, 1991)
Anlaşma ekinde 22 adet faaliyet sayılmıştır. Suyla ilgili olanlar: büyük barajlar, YAS’dan 10 milyon m3’ten fazla çekimler, havzalar arasında 100 milyon m3’ten fazla transferler ÇED değerlendirilmesine tabi tutulmuştur. (Fırat’tan Dicle’ye su transferi?) Müşterek ÇED hazırlanması zorunluluğu getirilmiştir. Tarafların sürece katılımında karşılaşılacak güçlükler projelerin gerçekleştirilmesini olumsuz etkileyecektir. İhtilafların Uluslararası Adalet Divanı veya Hakeme götürülmesi istenmektedir. Ulusal Programda: Anlaşmaya taraf olmanın, Türkiye’nin tam üyeliği ile birlikte değerlendirileceği belirtiliyor. Herhangi bir proje konusunda faaliyet yürüten ülke, etkilenecek ülkeye bilgi vermekle yükümlü kılınmıştır. Etkilenen taraf kendisine tanınan süre içinde çevresel etki değerlendirme çalışmalarına katılıp katılmayacağı hususunda cevap verecek ve sürece katılmak isterse “çevre etki değerlendirme (ÇED) raporu” müştereken hazırlanacaktır. Her sınıraşan nehir havzasının kendine özgü teknik, sosyo-ekonomik ve politik bir yapısı vardır. Ortadoğu üzerinde devamlı savaşların yaşandığı ve yeni savaş senaryolarının yazıldığı son derece karmaşık politik, ekonomik ve sosyal bir coğrafyaya sahiptir. Böyle bir ortamda yukarı ve aşağı kıyıdaş ülkeler arasında örneğin; Dicle nehri üzerinde Türkiye’de inşa edilecek bir baraj için Irak ve Suriye ile müştereken bir ÇED raporu hazırlanması mümkün değildir. Espoo Sözleşmesi’ne Türkiye taraf olmasa da Güneydoğu Anadolu Projesi’nin geliştirilmesine ilişkin çeşitli yatırımların engellenmesinde bu ve benzeri çeşitli sözleşmeler her fırsatta gündeme getirilecektir. Bir ülkenin kendi sınırları içinde dahi ÇED raporlarının sonuçlarının büyük tartışmalara neden olduğu düşünülürse, çok özel politik koşulların yaşandığı bölgelerde ülkelerarası ÇED sürecinin büyük problemleri de beraberinde getireceği açıktır.

9 3-Türkiye’nin Fırat-Dicle Havzasında İşbirliği Açılımları
Türkiye’nin Yunanistan, Bulgaristan, Azerbaycan, Ermenistan, Gürcistan, İran, Irak ve Suriye olmak üzere 8 ülke ile sınırları bulunmaktadır. Komşuları ile olan ulusal sınırları birçok bölgede nehirler ile çakışmakta veya kesişmektedir. Toplam sınır uzunluğunun yaklaşık %20’sini sular oluşturmaktadır. Bu nedenle Türkiye’nin yer aldığı geniş coğrafya içinde komşuları ile olan su ilişkilerinin Hidropolitik ve teknik değerlendirilmesi önem taşımaktadır. Ülkelerin sınır sayıları karşılaşabileceği sorunları artırdığı gibi aynı zamanda bölgesel işbirliği imkânlarını da geliştirmektedir. Türkçeye “su yönetiminde dayanışma” olarak çevirebileceğimiz “hydro-solidarity” kavramı, son yıllarda, yaygın olarak kullanılmaktadır. Beşinci Dünya Su Forumunda tartışılan çeşitli konulardan birisi de komşu ülkeler arasında “su dayanışmasının” teknik ve politik değerlendirilmesi olarak seçilmişti. Bu pencereden bakıldığında Türkiye’nin günümüze kadar bölgesel sular konusunda çok çeşitli girişimlerde bulunduğu ve bu girişimlerden bazılarında başarılı sonuçlar alındığı görülecektir. İlk aşamada başarısız kalan girişimlerinde ve uzlaşılamayan hususlarda ise nihai çözüm yolunu tıkamayan, “ara-çözümler” oluşturmaya çalışılmıştır. Ülkeler arasında karşılıklı güven ve işbirliği ortamı yaratılmasında, ilgili devletlerin ortak katkıları ile meydana getirilen projelerin büyük rolü bulunmaktadır. Bu tip projeler işbirliğinin somut göstergeleri olup, Türkiye komşuları ile sınır oluşturan ve sınıraşan suların geliştirilmesine ilişkin çeşitli projeleri ortaklaşa geliştirmiş ve uygulamıştır. Bu çabaların tipik ve başarılı bir örneği soğuk savaş yıllarının yoğun olarak yaşandığı 1960’lı ve 1970’li yıllarda, Aras Nehrinin önemli bir kolu olan Arpaçay üzerinde Türkiye Cumhuriyeti ile SSCB arasında gerçekleştiren baraj ile düzenlenen sular ve doğal akımlar ile Türkiye’de Iğdır ve Dil ovalarında hektar alan ve Ermenistan’da geniş alanların sulanmasının sağlanmasıdır.

10 Kaynak : Bilen, Ö., Ortadoğu Su Sorunları ve Türkiye, 2000
Keban Karakaya ha-Fırat ha-Dicle Ilısu ATATÜRK Birecik Cizre Karkamış 31.6 milyar m3/yıl (ortalama) 21.3 milyar m3/yıl (ortalama) Karkamış AGİ Cizre AGİ Kadahiya AGİ Teşrin Musul AGİ B.Zap Erbil ha-Fırat ha-Dicle Tabka Musul K.Zap Kerkük Adheim Habur ha-Fırat ha-Dicle Diyala BAĞDAT Abu Kamal AGİ Tar-tar Türkiye sınıraşan suların hakça ve makul olarak kullanılmasını sağlayacak esasları belirlemek için, üç ülkenin uzmanlarından oluşan bir Ortak Teknik Komite (OTK) kurulmasını kabul etmiştir. Türkiye ile Irak arasında 1980 yılında imzalanan Karma Ekonomik Komisyon protokolüne göre oluşturulan Ortak Teknik Komite'ye ''...her ülkenin sınır aşan sulardan ihtiyacı olan makul ve uygun su miktarının tanımlanmasını sağlayacak metodu kararlaştırmak..." görevi verilmiştir. Belirtilen görev tanımı çerçevesinde OTK ilk toplantısını 1982 yılında, Türkiye ve Irak'ın katılımı ile yapmış, 1983 yılında Suriye'nin de iştiraki ile toplantılar üçlü olarak yürütülmüştür. Üçlü görüşmeler 1991 yılında Körfez Savaşı'nın başlamasına kadar sekiz yıl devam etmiş, Irak-Kuveyt Savaşı sonunda ortaya çıkan şartlar nedeniyle müzakereler kesilmiştir. Ortak Teknik Komite (OTK) toplantılarının gündemini ilk yıllarda, Fırat ve Dicle nehirleri üzerindeki tesislerin inşaat durumları, hidrolojik ve meteorolojik bilgi alışverişi gibi kısa dönem sorunları oluşturmuştur. OTK'nın görev talimatında belirtilen ve kuruluşunun ana amacını teşkil eden, "Her ülkenin sınır aşan sulardan ihtiyacı olan makul ve uygun su miktarının tanımlanmasını sağlayacak yönteme" ilişkin çözüm planı ise, Türkiye tarafından 1984 yılında beşinci toplantıya sunulmuştur. Türkiye tarafından 1984 yılında OTK toplantılarına getirilen ve "Fırat-Dicle Havzası Sularının Kullanımına Yönelik Üç Aşamalı Plan" olarak isimlendirilen öneri üzerindeki görüşmeler 1992 yılına kadar devam etmiştir. Bu plan Fırat ve Dicle nehirlerinin bir bütün olarak ele alınarak sulanabilir toprak miktarının, su kaynaklarının ve Dicle Nehri'nin fazla sularının Fırat Nehri'ne aktarılması imkânlarının incelenerek, bir mühendislik çalışması içinde bütünleştirilmesini içermektedir. Özetle, “üç aşamalı planın” birinci ve ikinci aşamaları su ve toprak envanterinin uluslararası standartlarda arazi ve büro çalışmaları ile ortaya konulması, su ve toprak kaynaklarına ilişkin veriler üzerinde mutabakat sağlanmasını önermektedir. Üçüncü Aşama ise; Fırat ve Dicle nehirlerinin tek havza olarak ele alınarak sıralanan çalışmaların yapılmasını teklif etmektedir: Mevcut ve gelecekteki su ihtiyaçlarının tespiti Su kullanımındaki önceliklere ait kıstaslar Su alt yapı ihtiyaçlarının belirlenmesi Havzada modern sulama tekniklerinin uygulanması ve mevcut sulama tesislerinin rehabilitasyonu, teknoloji transferi Dicle nehrindeki fazla suların, ihtiyaçlara paralel olarak Fırat’a aktarılmasını sağlayacak tesislerin üç ülkenin finansman desteği ile, Irak toprakları içinde gerçekleştirilmesi için teknik işbirliği yapılması Hit AGİ Kadisiye Kut AGİ Habbaniye Nasıriya AGİ 52.7 milyar m3/yıl 35 milyar m3/yıl Basra FIRAT-DİCLE HAVZASI 87.7milyar m3/yıl Kaynak : Bilen, Ö., Ortadoğu Su Sorunları ve Türkiye, 2000

11 Kıyıdaş ülkelerin su katkısı
FIRAT %10 SURİYE %90 TÜRKİYE %0 IRAK + DİCLE %40 %60 = FIRAT +DİCLE %4 %36 ORTALAMA YILLIK AKIMLAR VE KIYIDAŞ ÜLKELERİN KATKILARI (Şekil kendini açıklamaktadır) Kaynak : Bilen, Ö., Ortadoğu Su Sorunları ve Türkiye, 2000

12 Kaynak : Bilen, Ö., Ortadoğu Su Sorunları ve Türkiye, 2000
Sulama alanlarına ilişkin çelişkili veriler (Şekil kendini açıklamaktadır) Kaynak : Bilen, Ö., Ortadoğu Su Sorunları ve Türkiye, 2000

13 Gözlem istasyonları NEHİR TÜRKİYE SURİYE IRAK FIRAT
Belkısköy (Karkamış) Kadahiye – Abu Kamal Husabia (Hit) - Nasiriya DİCLE Cizre Fishkhabour (Musul) - Kut (Şekil kendini açıklamaktadır)

14 Fırat-Dicle bağlantı kanalı
FIRAT DİCLE SU NAKLİ PROJESİ 35 MİLYAR M3 ha (SULAMA ALANI) 52.7 MİLYAR M3 ha Dicle ve Fırat Nehirleri Basra Körfezi’nin yaklaşık 180 km kuzeyinde birleşmekte, Şattül-Arab adını alarak denize dökülmektedir. Diğer bir ifadeyle, bu iki nehir 180 km uzunluğundaki Şattül-Arab ana kolunun iki yan uzantısı durumundadır. Irak topraklarında özellikle Şattül-Arab’a yaklaştıkça, su ayrım çizgisini saptamak çok güçleşmektedir. Bu nedenle ilgili yayınlarda Dicle ve Fırat nehirlerinin su toplama havzası müştereken ve km² olarak verilmektedir. Birleşmiş Milletler tarafından yayınlanmış olan Uluslararası Nehir Havzaları Listesinde yukarıda verilen rakam gösterilmiştir. Fırat ve Dicle Nehirleri arasında, Irak toprakları içinde hiçbir doğal engel, herhangi bir yükselti bulunmamaktadır. İki nehir yer yer birbirine çok yaklaşmakta, Fırat’tan ve Dicle’den sulanan alanları birbirinden ayırmak dahi güçleşmektedir. Belirtilen bu husus, Fırat-Dicle Sisteminin en önemli teknik özelliğini oluşturmaktadır. Söz konusu teknik imkandan faydalanarak iki nehri çeşitli noktalarda bağlamak ve Dicle’nin fazla sularını Fırat’a aktarmak kolaylıkla mümkündür. Bu nedenle Fırat ve Dicle nehirlerinin kullanımını tartışırken, her iki nehrin 87,7 milyar m³ olan toplam potansiyelini göz önünde bulundurmak ve birlikte değerlendirmek gerekmektedir. Dicle Nehri’nin yıllık ortalama su miktarı 52,7 milyar m3 olup, Fırat Nehri'nin 35 milyar m3 kapasitesi ile mukayese edildiğinde 1,5 misli daha fazla olduğu görülmektedir. Tamamen Irak toprakları içinde 31,4 milyar m3 su Dicle'ye katılmaktadır. Toprak kaynakları bakımından Fırat ve Dicle nehirleri karşılaştırıldığında, Fırat Nehri'nden Türkiye'de sulanacak alan hektar, Suriye'nin ve Irak'ın gerçek değerlerinden çok abartılı olarak resmen açıkladıkları miktarlar ise sırasıyla ve hektardır. Resmi rakamlar göz önüne alındığında, Fırat'tan sulanması öngörülen toplam alan hektara ulaşmaktadır. Dicle Nehri'nden sulanacak alanlar ise; Türkiye'de hektar, Suriye'de ve Irak'ta hektar olmak üzere, toplam hektardır. Dicle Nehri'nin su potansiyeli Fırat'a göre çok daha fazla (1,5 misli) olduğu halde, bu iki nehirden sulanacak alanlar birbirine çok yakın olup Dicle Nehri'nde ihtiyaçlara göre su fazlalığı mevcuttur. Belirtilen bu hususlar sadece Türk uzmanlarınca mı ortaya konulmaktadır? Sorunun yanıtını aramak için, konuyla ilgili yabancı kaynaklara göz atılmasında yarar görülmektedir ve yukarıdaki sunu bu soruya açık yanıt vermektedir. Temel unsurlarına değinilen Türk Planını karşı Suriye ve Irak’ın yaklaşımı ise Fırat ve Dicle’yi ayrı ayrı ele alarak her bir su potansiyelini üçe bölmek olarak özetlenebilir. Kaynak : Bilen, Ö., Ortadoğu Su Sorunları ve Türkiye, 2000

15 Kaynak : Bilen, Ö., Ortadoğu Su Sorunları ve Türkiye, 2000
Bu bölümü kapamadan önce su arz güvenliğinin sağlanmasında depolama tesislerinin aşağı-kıyıdaş ülkelerdeki olumlu etkilerini vurgulamak için çeşitli örnekler verilecektir. Bunlardan birisi ABD ile Meksika arasında suların tahsisi konusunda yapılan görüşmelerde, Colorado nehrine ilişkin olarak ABD Dışişleri Bakanlığı’nın yaklaşımını yansıtan notalarda yer alan ifadelerdir. Bu notalarda yansılarda belirtilen ifadeler yer almıştır. Geniş hacimli depolama tesisleriyle, nehirlerin doğal özellikleri üzerinde önemli değişiklikler meydana getirmek mümkündür. Bu tesislerle yıllar arasında su aktarımı yapılarak, yağışlı yıllarda kullanılamayan sular, kurak dönemler için biriktirilerek su ihtiyaçları karşılanırken, taşkın suları depolanarak zararları önlenmektedir. Suriye ve Irak'ta topografik koşullar büyük barajların inşasına müsait olmadığı gibi, baraj gölünden çok büyük miktarlardaki buharlaşmalar önemli su kayıplarına da neden olmaktadır. Müteakip yansıda ise; gelişmiş ülkeler ile gelişmemiş ülkeler arasında kişi başına depolama hacimleri arasındaki bariz farklılıklar açıkça görülmektedir. Kaynak : Bilen, Ö., Ortadoğu Su Sorunları ve Türkiye, 2000

16 Kaynak : Bilen, Ö., Türkiye’nin Su Gündemi, 2008
Bazı Ülkelerde Kişi Başına Depolanan Su Hacmi (Şekil kendini açıklamaktadır) Kaynak : Bilen, Ö., Türkiye’nin Su Gündemi, 2008

17 Kaynak : Bilen, Ö., Türkiye’nin Su Gündemi, 2008
İspanya-Portekiz Arasındaki Sınıraşan Sular ve Türkiye ile Karşılaştırılması Gelişmiş ülkelerde inşa edilmiş olan barajlara tipik bir diğer örnek bu yansıda açıkça görülmektedir. İspanya-Portekiz arasında 5 sınıraşan su üzerinde İspanya topraklarında 141 adet büyük baraj niteliğinde tesis inşa edilerek 1.1 milyon hektarda sulama yapılmaktadır. Kaynak : Bilen, Ö., Türkiye’nin Su Gündemi, 2008

18 Sınıraşan Nehirler ve İspanya’daki Tesisler
Sulama alanı Baraj sayısı Depolama hacmi (milyar m3) Minho ---- 24 Lima (Limia) --- 2 0,17 Douro (Duero) 31 8,0 Tajo (Tagus) 49 11,0 Guadiana 35 8,9 Toplam 141 30,83 1998 İşbirliği Anlaşması; Sınıraşan ortak nehir havzalarının yönetiminde işbirliğine ilişkin olarak Anlaşma’da yer alan temel kavram, karşılıklı olarak egemenlik haklarına saygı göstererek, her Devlet’in kendi sınırları içinde kalan havza topraklarında suların yönetiminde işbirliği yapılması olup, suların bölüştürülmesi veya müştereken yönetilmesi değildir. Böylece, ortak havza sularının iyi duruma getirilmesi ve korunması için her Devlet’in sınırları içinde kalan su kaynaklarının geliştirilmesi ve kullanılması bağımsız olarak yönetilecek, Anlaşma’da öngörülen mekanizmalar aracılığı ile eşgüdüm sağlanacaktır. Komşu halklar arasında iyi ilişkiler kurulması ilkesinden hareketle, [Eşgüdümün kapsamı] su yönetimi önlemlerinin etkinliğine bağlı olarak ortaya çıkabilecek sınıraşan etkilerle kısıtlanmıştır. Bu anahtar kavram, Su Çerçeve Yönetmeliği, Helsinki ve Espoo Sözleşmeleri ile tam uyumludur….[1] [1] Henriques; A.G. (1999):‘The Portuguese-Spanish Convention on Shared River Basins’, International Workshop on River Basin Management, October 1999 Proceedings , The Hague p.193. Kaynak : Bilen, Ö., Türkiye’nin Su Gündemi, 2008

19 Su Yönetiminde İşbirliğini Sağlayan Bazı Unsurlar
Ülkeler arasında işbirliği ve güven ortamı mevcutsa yukarı-kıyıdaş ülkedeki depolama tesisleri aşağı-kıyıdaş ülkeler için tehdit değil su arz-güvenliği sağlayan bir unsurdur. Dış müdahalelere kapalı işbirliği anlayışı başarıda büyük rol oynar. Ülkelerin sosyal ve ekonomik kalkınma düzeyi birbirine yakın ise yani simetrik bir tablo mevcutsa işbirliği artar. Su tahsisi yerine su yönetiminde işbirliği daha kolaydır. Su kalitesinin yönetiminde işbirliği, uzlaşma arayışlarının başlangıç noktası olmalıdır. Bu konuda işbirliği taraf ülkelere eşdeğer fayda sağlayabilir. Taraflar kazanır toplam pozitiftir. Demokratik rejimler arasında işbirliği daha kolaydır. Kaynak : Bilen, Ö., Türkiye’nin Su Gündemi, 2008

20 4-AB SU ÇERÇEVE YÖNERGESİ VE SINIRAŞAN SULAR
Su Çerçeve Yönergesi’nin 22 Aralık 2000 tarihinde yürürlüğe girmesi ile AB su politikalarında yeni bir dönem başlamıştır. Bu yönergenin getirdiği temel yeniliklerin anlaşılabilmesi için, daha önceki yıllara dönerek bir genel değerlendirme yapılması gerekmektedir. Yeni su politikalarının oluşturulması ile sonuçlanan uzun yolda, 1970’li yıllardan itibaren, su yönetimine ilişkin çok sayıda yönerge (direktif) yayımlanmış ve ihtiyaçlara göre güncelleştirilmiştir. Kısaca su politikaları bir evrim geçirmiştir. Söz konusu değişim 1973–2000 yıllarını kapsayan üç dönemde incelenebilir. Bu uzun süreçte ortaya konulan yasal düzenlemeler bütünsellikten uzak, farklı ekonomik sektörlerdeki su kullanımına ilişkin sorunlara sektörel temelde ayrı ayrı çözümler üretmeye çalışmıştır. Bu nedenle de sonuçta bir Çerçeve Yönerge hazırlanarak dağınık politikaların bütünleştirilmesi gereği ortaya çıkmıştır. yıllarını kapsayan ilk dönemde halk sağlığını ilgilendiren “içme suyu amaçlı kullanılacak sular”, “içinde yüzülen sular”, “balık ve kabuklu deniz canlılarının yaşadığı su ortamları”, “kirletici zararlı maddelere ait” yönergeler gibi çeşitli yasal düzenlemeler uygulamaya konulmuştur. Uygulamada kısmi başarılar sağlanmıştır. İkinci dönemde ( ) tarımsal nitelikli dağınık kirliliği düzenleten “nitrat yönergesi” ve “kentsel atık suların” arıtılması üzerinde durulmuş ve ayrıca dikkatler sadece halk sağlığı değil aynı zamanda ekosistemlerin korunması üzerinde de odaklanılmıştır. Üçüncü dönem ( ) yılları arasında ise suların ekolojik kalitesinin yani canlı yaşamın ihyasına yönelik yeni bir yönergenin hazırlanması üzerinde durulmuştur. Bu çerçeve yönergenin hazırlanması 5 yıl sürmüştür. Suların kullanılma amaçlarından ziyade suyun kendisi temel hedef olarak alınmıştır. AB Su Politikalarına yön veren temel belge 2000 yılında yürürlüğe konulan ve üye ülkelerin uymakla yükümlü kılındığı Su Çerçeve Yönergesidir. Adında da anlaşılacağı üzere çerçeve bir nitelik taşımakta ve uygulanmasındaki ayrıntılar yazılı rehber ile yönlendirilmektedir. 26 sayfalık yönerge için yaklaşık 2000 sayfalık 12 adet teknik rehber yayımlanmıştır.

21 AB Su Çerçeve Yönergesi (SÇY) Nedir?
A-Yöntem ve Amaç: İnsan etkisinin en az olduğu doğal koşullardaki sular: “yüksek kaliteli/high status”, Biyolojik, hidromorfolojik, kimyasal ve fiziksel niteliklerden sapmaya göre suların iyi/good, vasat/moderate, vasat altı/poor, kötü/bad olarak tasnifi, 3.  Yüzeysel suların (delta ve kıyı suları dahil) “ıyi durumlarının” korunması veya “iyi duruma” getirilmesi, fiziksel yapılarla nitelikleri değişmiş sularda “mümkün olabilen iyi ekolojik durumun sağlanması”, 4. Yer altı sularında beslenme ve çekim dengesinin temini, kimyasal nitelikler yönünden suların “iyi duruma” ulaştırılması, B- Yönergeye Yapısal Uyum :   Kurum ve yasa uyumu, denetleme sistemi, yerelleşme, halk katılımı, fiyat politikaları uygulanması C-Nehir Havza Yönetim Planlarının (NHYP) hazırlanması D- NHYP’nin uygulanması ve önlemler   Arıtma tesisleri kurulması, tarımsal ilaç kullanımına sınırlama, alt yapı iyileştirilmesi ve diğer önlemler Çerçeve Yönerge bütün yüzeysel sular, yüzeysel suların deniz suları ile birleştiği geçiş bölgeleri (delta ve körfezler) ve kıyı suları ile yeraltı sularının korunması ve su kalitesinin geliştirilmesi için genel bir çerçeve çizmiştir. Bu yönergeye göre AB’ye ülkelerdeki yüzeysel sular iyi, vasat, vasat altı ve kötü olarak ekolojik yani canlı yaşamı, kimyasal ve fiziksel niteliklerine göre bir tasnife tabi tutulmaktadır. Çerçeve Yönerge’nin temel hedefi: 2015 yılından önce suların kalitesinin “iyi” duruma ulaştırılması olarak özetlenebilir. Kısacaca suların, mümkün olduğu ölçüde, doğal durumuna yakınlaştırılması hedeflenmiştir. Bu hedefe ulaşabilmek için, tüm sanayi ve evsel atıkların arıtılması,dağınık nitelikteki tarımsal kirliliğin yok edilmesi, zararlı maddelerin suya intikalini önleyecek çeşitli çeşitli yasal tedbirlerin alınması, gerekiyorsa havza sınırları esas alınarak yeni kurumsal yapılanmalara gidilmesi ve çok sayıda yönergenin çerçeve yönerge ile birlikte uygulanması istenmektedir. Böylece kalite yönetimine yeni bir boyut ve kavram getirilmiştir: Suların “iyi duruma” getirilmesi. Havzaların bir bütün olarak ele alınması ve havza su yönetim planlarının hazırlanması ve bu planlarda önerilen tedbirlerin hayata geçirilmesi araç olarak seçilmiştir yılında hedefin yakalanamaması durumunda 6 yıllık iki uzatma dönemi öngörülmüştür. Havza yönetim planları dinamik karekterlidir. Kaynak : Bilen, Ö., Türkiye’nin Su Gündemi, 2008

22 Gelecekteki su kalitesine ait beklentiler
Kavramsal Yaklaşım Gelecekteki su kalitesine ait beklentiler Çevresel amaç Önlemler paketi Fark Analizi 6-yıllık dönemler NİHAİ HEDEF : 2015’ten önce su kalitesinin “iyi duruma” ulaştırılması Kaynak : Bilen, Ö., Türkiye’nin Su Gündemi, 2008

23 AB Su Çerçeve Yönergesi İle Bağlantılı Yönergeler
Kullanım amaçları değil suyun kendisi odak Kaynak : Bilen, Ö., Türkiye’nin Su Gündemi, 2008

24 Kaynak : Bilen, Ö., Türkiye’nin Su Gündemi, 2008
SÇY ve Sınıraşan sular · Uluslararası nehir havza bölgesinin tamamının Topluluk sınırları içinde kalması hali: ortaklaşa Uluslararası Yönetim kurulması (madde 3.3) · Uluslararası nehir havza bölgesinin Topluluk sınırları dışına uzanması hali: Üye devlet üye olmayanlarla, Yönergenin amaçlarına ulaşması için, koordinasyon sağlanması ve ortak Uluslararası Yönetim kurulması için çaba harcamakla yükümlü (madde 3.4 ve 3.5) ·  Uluslararası nehir havza bölgesinin Topluluk sınırları dışına uzanması hali: Üye ülke bütün havzayı kapsayan tek bir Havza Yönetim Planı hazırlanması için çaba gösterecek, mümkün olmaması halinde, kendi sınırları içinde kalan kısım için Yönetim planı hazırlayacak (madde 13.2 ve 13.3) ·  SÇY’de kullanılan terimler Türk tezi ve Uluslararası kabul gören terimlerle uyumlu değil. “Uluslararası nehir havzası” kavramı “BM Uluslararası Su Yollarının Ulaşım Dışı amaçlarla Kullanımları Sözleşmesi (UN,1997)”, “Sınıraşan Sular ve Uluslararası Göllerin Korunması ve Kullanılması Sözleşmesi” (Helsinki, 1992) “ve ” Sınıraşan Kapsamda Çevresel Etki Değerlendirmesine Ait Sözleşme (Espoo, 1991)” de kabul görmemiştir. ·   SÇY’de kapsam ve yöntem karmaşası (yaklaşık 1500 sayfalık 12 adet rehber) Yönerge’nin “Nehir havzası yönetim planları” başlığını taşıyan 13’üncü maddesinin (2) ve (3) numaralı alt paragraflarında Topluluk ülkelerinin toprakları içinde kalan sınıraşan havzalar ile Topluluk sınırları dışına taşan havzalar ayrı ayrı yer almıştır. Türkiye’nin AB üyesi olması halinde Meriç nehri havzası bütünüyle AB sınırları içinde kalan bir havza niteliği kazanacak, Fırat-Dicle, Asi, Çoruh ve Kura havzalarının bir bölümü ise AB sınırlarını aşan havza olarak tanımlanacaktır. Yönerge’nin 13. maddesi, nehir havzalarının coğrafi ve hidrolojik bir bütün olmasından hareketle, sınıraşan havza planlarının kıyıdaş ülkeler arasında işbirliği yapılarak hazırlanmasını öngörmüştür. Eğer bir işbirliğine gidilemiyorsa, aynı madde de, üye devletlere kendi siyasi sınırları içinde kalan havza bölümü için “yönetim planı” hazırlama esnekliği getirilmiştir. Ancak havza yönetim planlarının AB Komisyonu’nun onayına tabi olması, Fırat-Dicle Havza Planı’na Komisyon’un müdahalesi için açık kapı bırakmaktadır. Türkiye Çerçeve Yönerge’nin iç sulara uygulanmasında karşılaşacağı sorunları makul bir süre içinde aşabilirse de, sınıraşan sularda yukarı-kıyıdaş ülke konumunda olduğu Fırat-Dicle Havzası’nda ciddi sorunlarla karşılaşabilir. Kaynak : Bilen, Ö., Türkiye’nin Su Gündemi, 2008

25 AB Komisyon Raporları’nda Sınıraşan Sular
AB Komisyonu’nun 6 Ekim 2004 tarihinde yayınlanan Etki Değerlendirme Raporu’nda yer alan: “......Ortadoğu’da su önümüzdeki yıllarda giderek artan biçimde stratejik bir konu haline gelecektir. Türkiye’nin AB’ye katılımı ile beraber su kaynakları ve alt yapılarına ( Fırat ve Dicle nehir havzaları üzerindeki barajlar ve sulama sistemleri, İsrail ve ona komşu ülkeler arasında su alanında sınır ötesi işbirliği) ilişkin uluslararası yönetimin AB için önemli bir mesele haline gelmesi beklenebilir....” ifade de aşağıdaki hususlar dikkat çekmektedir: Fırat ve Dicle’nin ayrı ayrı havzalar olarak belirtilmesi, Uluslararası yönetim uygulamasının Türkiye’nin katılımı ile ilişkilendirilmesi, çevre ve su konusunda AB’nin taraf olduğu Uluslararası sözleşmelere uyum taahhüdünde bulunmamızın müzakerelerin başlatılması için bir performans kriteri olarak karşımıza çıkarılması ihtimalini akla getirmektedir. Yukarıdaki ifadenin içine Suriye ve İsrail’in dahil edilmesi, Fırat ve Dicle sularının kıyıdaş ülkeler dışında bir bölgesel kaynak olarak olduğu izlenimini de verebilir. Belirtilen nokta suyun kullanımında bazı çevrelerce ileri sürülen “merkez ve çevre/core and periphery” yaklaşımının yansıması olarak da görülebilir. Katılım Ortaklığı belgesi; Türkiye’nin Üyelik yönündeki kısa ve orta vadeli önceliklerini ihtiva eden bir belge olup, AB tarafından tek taraflı olarak hazırlanmaktadır. Kısaca; AB tarafından kaleme alınmış Türkiye’nin ‘ev ödevi’ olarak da nitelenebilir. İlerleme Raporu ise; Katılım ortaklığı belgesindeki ilkeler doğrultusunda kaydedilen ilerlemeleri ve gelecekte yapılması gerekenleri ayrıntılı olarak açıklayan bir belgedir. Ayrıca Avrupa Parlamentosu’nun Türkiye AB ilişkilerini ele alan karar ve raporları bulunmaktadır. Belirtilen raporlar genellikle hazırlayan Raportör’ün adıyla anılmakta, Avrupa Parlamentosu’nda görüşülerek değişiklik önergeleri ile birlikte oylanmakta ve son şeklini almaktadır. Belirtilen belgelerde sınıraşan sular, özellikle de Fırat ve Dicle nehirlerine ilişkin çeşitli ifadeler yer almıştır. Bu sunum kapsamında belirtilen ifadelerden sadece birine değinilmiştir. Kaynak : Bilen, Ö., Türkiye’nin Su Gündemi, 2008

26 5-Su Yönetimine İlişkin Bazı Kavramların Değerlendirilmesi

27 Kaynak : Bilen, Ö., Türkiye’nin Su Gündemi, 2008
Su Kaynaklarının Geliştirilmesi ve Yönetimi NEDİR? Su Kaynaklarının Geliştirilmesi; Fiziksel yapılar ile mühendislik ilkeleri doğrultusunda kaynakların değerlendirilmesi. Su Kaynaklarının Yönetimi; Yasal ve kurumsal yapı içinde sosyal, çevresel ve ekonomik ihtiyaçların karşılanması için politik kararları standartları su tahsisi, su hakları ekonomik düzenlemeler gibi unsurları kapsar. Su Yönetimi kaynak geliştirmesini de kapsayabilir! Kaynak : Bilen, Ö., Türkiye’nin Su Gündemi, 2008

28 Kaynak : Bilen, Ö., Türkiye’nin Su Gündemi, 2008
Su Kaynaklarının Geliştirilmesi ve Yönetimi NASIL YAPILMALIDIR? Yönetim Ölçeği ne olabilir? Havza mı? İdari Teşkilatlanma mı? Havza yönetimi düşünüldüğü gibi yeni bir kavram değildir. 1950lerden beri uygulanmaktadır. Havza yönetimine itirazlar vardır. (AB öncesi İsveç örneği) Klasik havza yönetiminin 3 aşaması; Etüd/Araştırma – Planlama – Uygulama Klasik havza yönetimine karşı eleştiriler; Su arzının ön plana alınması, Eko sistemlerin korunmasına yeterli önem vermemesi, Su bedelinin tüm maliyet unsurlarını içermemesi, Katılımcı olmaması, Alternatif yaklaşım : Bütüncül Su Kaynakları Yönetimi (Integrated Water Resources Management) Bütüncül Su Kaynakları Yönetimi, Hayati önemi haiz ekosistemlerin sürdürülebilirliğinden ödün vermeden, eşitlik ilkesi esas alınarak, ekonomik ve sosyal refahın en üst düzeye çıkarılması için su, toprak ve ilgili kaynakların eşgüdüm içerisinde geliştirilmesi ve yönetiminin teşvik edilmesi dir (Küresel Su Ortaklığı, 2000) Integrated Water Resouces Management is a process which promotes the coordinated development and management of water, land and related resources, in order to maximize the resulted economic and social welfare in an equitable manner without compromising the sustainability of vital ecosystems Alternatif yaklaşıma karşı eleştiriler; Karmaşık, soyut, hayata geçirilmesi güç, amaç mı araç mı ? AB Su Çerçeve Yönergesi Bütüncül Su Kaynakları Yönetimini hayata geçirmek için bir metodoloji ortaya koymaktadır. Kurumsal yapılanma, dar anlamda, su kaynaklarının geliştirilmesi ve yönetiminde yer alan çeşitli kurumların yerel ve ulusal düzeyde örgütlenme biçimine atıfta bulunmaktadır. Geniş anlamda ise yasalar, su hakları ve su tahsisini düzenleyen kurallar, uluslararası normlar, su tarifeleri gibi ekonomik düzenlemeler, arazi kullanımını düzenleyen ilkeler, yerel ve ulusal örgütlenme şekilleri, özelleştirme uygulamaları, kararlara halkın katılımı dâhil çeşitli faaliyetlerin bütününü kapsamaktadır. Dünya’daki ülke sayısından çok kurumsal yapılanma modeli vardır. Aynı ülke sınırları içinde birden fazla uygulama ile karşılaşmaktayız. Kurumsal yapılanmanın en geliştiği ileri sürülen Birleşik Krallığın İngiltere ve Galler Bölgesinde su sektörü 1989 yılında havza temelinde özelleştirilmiş ve yeni bir model hayata geçirilmiştir. İskoçya ve Kuzey İrlanda’da ise; su yönetimi İngiltere ve Galler modelinden bazı konularda önemli farklılıklar içermektedir. Konu federal devletlerde daha karmaşık bir şekil almaktadır. Federal Hükümetin su yönetimindeki yasal gücünü bir ölçüt olarak alırsak, Venezüella ve Meksika gibi bazı devletlerde merkezi hükümetlerin çok etkin rolü olduğunu söyleyebiliriz. Buna karşılık Avustralya’da su yönetimine ilişkin görev ve yetkiler tamamen eyaletlere bırakılmıştır. Her ülke kendi özel koşullarını dikkate alarak tercihlerini yapmıştır. Kurumsal yapılanmada çok genel anlamda iki uç model ile bunların karması olan çok sayıda senaryo geliştirilebilir ve fiilen uygulanmaktadır. Hidrolojik veya havza sınırlarını esas alan veya İdari örgütlenme birimlerinin sınırlarını esas alan kurumsal modeller ile Havza veya İdari örgütlenme arasında yer alan sektörel model. Kaynak : Bilen, Ö., Türkiye’nin Su Gündemi, 2008

29 Klasik ve Bütüncül Su Kaynakları Yönetiminin Karşılaştırılması
Ölçütler Klasik Su Kaynakları Yönetimi Bütüncül Su Kaynakları Yönetimi Su arz güvenliği Yüksek öncelikli ve karar vermede temel bir unsur Arz ve talep yönetimi karar vermede eşit ağırlıklı unsurlar Planlamayı yönlendiren değerlendirme yöntemi En az maliyetle arz güvenliğinin en üst düzeye çıkarılması Maliyet ve risk yönetimi ile birlikte çevre koruma Ekosistemlerin ve çevre kalitesinin korunması Havza kaynaklarının planlamasında kısıt Havza planlamasının amacı Su tarifelerinin rolü Yatırım giderlerinin geri ödenmesi aracı Su tüketimini miktarsal olarak yönlendiren araç Verimlilik Tesislerin işletilmesi aşamasında bir su tasarruf aracı olarak kabul edilir. Çeşitli seçenekler arasında karar verirken, artan verimlilikle sağlanan tasarruf su kaynağı olarak değerlendirilir Kaynak : Bilen, Ö., Türkiye’nin Su Gündemi, 2008

30 Maliyet unsurları ve yatırım verimliliği
Doğrudan yatırım ve işletme giderleri ile sınırlandırılmış olup, projelerin dışsal maliyet unsurları dikkate alınmaz. Çevresel maliyetlerin içselleştirilmesi ve yatırım giderlerinin bir unsuru olarak değerlendirilir. Risk ve belirsizlik unsurları Risklerden kurtulmak veya risk düzeyini düşürmek amaçtır. Riskler analiz edilmeli ve yönetilmelidir Kurumsal yapılanma modeli Hiyerarşik merkezi yönetim Ademi merkezi ve katılımcı yönetim Kaynak : Bilen, Ö., Türkiye’nin Su Gündemi, 2008

31 Kaynak : Bilen, Ö., Türkiye’nin Su Gündemi, 2008
Su Yönetişimi Yönetişim (Governance) = Birlikte Yönetim Küresel Ölçekte Yönetişimin bazı boyutları İklim Değişikliği Ülkeleri Birbirine bağlıyor, Su Kirliliği Küresel Bir Olgu (deniz kirliliği), Sanal Su Ticareti (Virtual Water Trading), Suyun Sosyal ve Ekonomik Değeri, Sınır Aşan Sular Kamu yönetiminde de son zamanlarda yaygınlaşarak kullanılan governance terimi Türkçeye “yönetişim” olarak çevrilmiş olup birlikte yönetim anlamını taşımaktadır. Yönetimi devlet dışındaki aktörleri de kapsayacak şekilde “birlikte yönetme” anlamında değiştirme iddiasını ileri süren bir kavramdır. Çeviri Türkçede ortak yapılan eylemler için kullanılan (işteş) fiillerden türetilen adlardan faydalanmaktadır. Örneğin “iletme” fiili tek yönlü iken “iletişim” birden fazla aktör arasındaki eylemi ifade eder. Birlikte yönetimin başarıya ulaşması için 5 temel ilkenin benimsenmesi gerekmektedir. Bu ilkeler:açıklık(openness), katılım(participation), hesap verebilirlik (accountibility), etkinlik (effectiveness), tutarlılık(coherence) olarak sayılmıştır. Birlikte yönetim veya “yönetişim” kavramı ulusal boyutta kamu kurumları yanında halk, özel sektör ve sivil toplum örgütlerinin de su yönetimine aktif katılımını öngörmekte ve alınacak kararlarda söz sahibi olmaları gerektiğini savunmaktadır. Ancak “birlikte yönetme” sadece bir ülkenin kendi sınırları içindeki halk ile sınırlı değildir. Yönetişim kavramını somutlaştırmak için iki örnek verebiliriz. Birleşmiş Milletler Avrupa Konseyi tarafından hazırlanan Çevresel Konularda Bilgiye Erişim, Karar Almada Halkın Katılımı ve Bilgiye Erişim Sözleşmesi (Aarhus Sözleşmesi) 2001 yılında yürürlüğü girmiş, AB ve AB dışından bazı ülkeler de Sözleşmeye taraf olmuştur. Bu Sözleşmeye taraf olan ülkelerin halkları vatandaşlık, milliyet ve ikametgâh farkı gözetilmeden herhangi bir su projesi hakkında bilgi talep edebilir. Bu talebin reddi veya doyurucu bir şekilde yanıtlanmaması halinde dava açma hakkı bulunmaktadır. Dünya Bankası ve pek çok STK’nın desteği ile oluşturulan Dünya Barajlar Komisyonunun] yayımladığı raporda yer alan: Baraj inşa edilmesine ilişkin karar günümüzde artık sadece yerel veya ulusal bir karar değildir. Bu konudaki tartışmalar artık yerel bir maliyet veya fayda tespiti işleminden, küresel gelişme stratejileri ve tercihlerinin tartışılması yönünde bir değişime odaklanmıştır… ifadesi baraj inşa etme kararlarının bile küresel niteliği üzerinde durmaktadır. Sıralanan bu örnekler “yönetişim zihniyetinin” ideolojik ve siyasal boyutunu da ortaya koymaktadır. Öncelikle küresel ölçekte işbirliğinin bazı boyutlarına değinilecektir. Bu boyutlar küreselleşme olgusuna karşı çıkanlar ile küreselleşmeyi temel bir veri olarak ele alanlar arasındaki çatışma nedenlerini de ortaya koymaktadır. Kaynak : Bilen, Ö., Türkiye’nin Su Gündemi, 2008

32 Kamu-Özel Sektör Ortaklığı Varlık Satışı ile Özelleştirme
Özel Sektör Katılım Modelleri Kamu Sektörü Kamu-Özel Sektör Ortaklığı Varlık Satışı ile Özelleştirme Hizmet Sözleşmesi Yönetim Sözleşmesi Kiralama İmtiyaz Sözleşmesi Yap İşlet Devret (YİD) Varlık Mülkiyeti Kamu Kamu/Özel Sektör Özel Sektör Sermaye Yatırımı Ticari Risk Kamu/ Özel Sektör İşletme ve Bakım Sözleşme Süresi Süresiz 1–2 yıl 3–5 yıl 8–15 yıl 25–30 yıl 20–30 yıl Su dâhil farklı kaynaklardan enerji üretilmesi, dağıtılması, kentlerde doğal gaz şebekelerinin tesisi ve işletmesi, telekomünikasyon gibi çeşitli hizmet sektörlerinde özel sektörün yaygın olarak yer almasına paralel olarak, içme ve kullanma suyu temini ile atıksu arıtma tesislerinin inşa, işletme ve bakımında da özel sektörün görevlendirilmesi çabaları 1990’lı yıllardan itibaren yoğunlaşmaya başlamıştır. Ancak bu çabalar diğer hizmet sektörlerinden farklı olarak aynı başarıyı gösterememiş ve çeşitli tepki ve itirazları da beraberinde getirmiştir. Devletçi ideoloji toplumun ihtiyaç ve sorunlarına cevap vermede en iyi yöntemin politik süreçler içinde devlet girişiminin olduğunu savunmaktadır. Buna karşılık neoliberal doktrin ekonomik kalkınmada özel sektörün rolüne vurgu yaparak devletin düzenleyici bir rol üstlenmesini ve ekonomik faaliyetlere doğrudan karışmaması savını ileri sürmektedir. Neoliberal yaklaşım, küreselleşme olgusuna paralel olarak, 1990’lı yılların başından itibaren uluslararası kalkınma ve su politikalarına ilişkin tartışmalarda büyük etki yaratmıştır yılında kabul edilen “Dublin İlkeleri” su sektöründe dört temel esas ortaya koymuştur. Bu ilkeler özetle: suyla ilgili kalkınma çabalarında çevrenin dikkate alınması, katılımcı su yönetim anlayışının benimsenmesi, kadınların su yönetiminde ön plana çıkması ve suyun ekonomik bir meta olarak değerlendirilmesi gereği olarak sıralanabilir. Bu ilkelerden ilk üçü üzerinde uzlaşma sağlanmışsa da son ilkede tartışmalar günümüze kadar devam etmiştir. Bir ara çözüm olarak suyun sosyo-ekonomik bir meta olduğu ifade edilmektedir. Belirtilen ilkeler çerçevesinde su sektöründe Dünya Su Konseyi ve Küresel Su ortaklığı gibi yeni uluslararası kuruluşlar ortaya çıkmıştır. Kaynak : Bilen, Ö., Türkiye’nin Su Gündemi, 2008

33 Su Zengini ve Fakiri Tartışması
Kişi başına yıllık ortalama su miktarı ne ölçüde doğru bir yaklaşım? Çeşitli Göstergeler Falkenmark Göstergesi Shiklomanov Göstergesi Sınıflandırma Su miktarı (m3/kişi/yıl) Su baskısı yok >1700 Su baskısının başlaması 1700–1000 Yoğun su baskısı 1000–500 Yoğun su sorunlarının yaşanması <500 Sınıflandırma Su miktarı (m3/kişi/yıl) Olağanüstü az 1 000 Çok az – 2 000 Az – 5 000 Vasat – Vasat üstü – Yüksek – Çok yüksek 50 000 Uzun yılları kapsayan ortalama toplam su miktarını bir ülkenin nüfusuna bölerek, kişi başına yıllık ortalama su varlığını bulmak ve belirli eşik değerlerle karşılaştırarak o ülkenin su zengini veya su fakiri olduğu hususunda bir yargıya varmak özellikle popüler su bilimi yayınlarında ve medyada yaygın olarak görülmektedir. Ancak böyle bir yargının doğruluğu tartışmalı olup, ülkeler arasında karşılaştırma yaparken aşağıda sıralanan hususların dikkate alınması gerekir. Toplumların ekonomik ve sosyal kalkınma düzeyleri arasındaki önemli farklılıklar dikkate alındığında, kişi başına ortalama yıllık su kaynağına ilişkin gösterge bir ölçüde soyut ve göreceli bir anlam taşımaktadır. Birbirine yakın miktarda nüfus ve su kaynaklarına yani; kişi başına aynı miktarda suya sahip, birisi sanayileşmiş ve diğeri ise ekonomik yönden tarıma ve sulamaya bağımlı iki ülke örnek alındığında, sanayileşmiş ülkede arz ve talep arasında denge kurmak daha kolaydır. Çünkü tarıma tahsis edilecek su miktarı diğer bütün kullanımlardan daha fazladır. Ayrıca sanayileşmiş bir ülkede kullanılan tarım teknolojileri gelişmiş olup, bu grupta yer alan ülkelerde sosyal uyum kapasitesi (social adaptive capacity) ve kurumsal yapılanma becerisi daha yüksektir. Kişi başına su varlığı bakımından aynı kategoride yer alsalar bile; bir ülke diğerine göre su talebinin karşılanması yönünden çok daha iyi konumda olacaktır. Kişi başına yıllık su miktarı bir ülkede bölgesel farklılıkları maskeler ve çok yaklaşıktır. Falkenmark; içme ve kullanma suyu tüketimini günde 100 litre, tarım ve sanayi tüketimini 5-20 katı kabul etmiş, kurak dönem ihtiyaçlarını dikkate alarak eşik değeri 1700 m3/kişi/yıl kabul etmiştir. Siklamanof ise ihtiyaçlardan bağımsız olarak, tamamen iklim koşullarına bağlı olarak bir ülkedeki su potansiyelini dikkate almıştır.Örneğin, Mozambik’te su miktarı kişi başına yaklaşık m3, buna karşılık halka ulaştırılan su miktarı günde 5 litredir.( Asgari içme suyu ihtiyacı ise 20 litre gündür.) Fakirlik ve kötü yönetim/yönetişim nedeniyle su zengini bir ülke su ihtiyaçlarının karşılanması yönünden su fakiri durumundadır. Mutlak su yoksulluğu ise tamamen iklim koşullarına bağlıdır. Körfez ülkeleri, Suudi Arabistan vb. bazı ülkeler doğal koşullarda su yokluğu ile karşı karşıyadır. Kaynak : Bilen, Ö., Türkiye’nin Su Gündemi, 2008

34 AB Üyesi Ülkeler ile Türkiye’de Kişi Başına Yıllık Ortalama Su (1950-2050)

35 Kaynak : Bilen, Ö., Türkiye’nin Su Gündemi, 2008
(DEVAM) Kaynak : Bilen, Ö., Türkiye’nin Su Gündemi, 2008

36 Türkiye ve AB Üyesi Ülkelerde
Kişi Başına Ortalama Yıllık Su Miktarı (2005 Yılı) Kaynak : Bilen, Ö., Türkiye’nin Su Gündemi, 2008

37 TEŞEKKÜR EDERİM…


"SINIRAŞAN SULARDA İŞBİRLİĞİ VE HİDROPOLİTİK SORUNLAR" indir ppt

Benzer bir sunumlar


Google Reklamları