Sunum yükleniyor. Lütfen bekleyiniz

Sunum yükleniyor. Lütfen bekleyiniz

Mustafa Süreyya SEZGİN Mustafa Süreyya SEZGİN Mustafa Süreyya SEZGİN.

Benzer bir sunumlar


... konulu sunumlar: "Mustafa Süreyya SEZGİN Mustafa Süreyya SEZGİN Mustafa Süreyya SEZGİN."— Sunum transkripti:

1

2 Mustafa Süreyya SEZGİN Mustafa Süreyya SEZGİN Mustafa Süreyya SEZGİN

3

4 ABDÜLHAK HAMİD TARHAN (1852 - 1937) Tanzimat döneminde batı etkilerini Türk şiirine sokan şair, tiyatro yazarı ve diplomat. 5 Şubat 1851’de İstanbul’da doğdu. Babası, dedesi ve soyu bilim dünyasında isim yapmış kişiliklerdi. Dedesi Abdülhak Molla, İkinci Mahmud ile Abdülmecid Hanın hekimliğini yapmış, şiir ve tarihle uğraşmıştı. Babası Hayrullah Efendi ise, ünlü bir tarihçi ve diplomattı. Abdülhak Hamid ilk öğrenimine Evliya Hoca, Behaeddin ve Hoca Tahsin Efendi gibi özel hocaların gözetiminde başladı. Özellikle Hoca Tahsin Efendinin Abdülhak Hamid üzerindeki etkisi büyüktür. Daha sonra Bebek Köşk Kapısındaki mahalle mektebi ile Rumelihisar Rüşdiyesi’ne kısa bir süre devam etti.

5 Ailesi tarafından Paris’te eğitim yapması uygun görülünce ağabeyi Nasuhi Bey ile 1863 Ağustosunda Paris’e gitti. Orada özel bir koleje başladı. Kısa zamanda Fransızca’sını ilerletti. 1,5 sene tahsilden sonra, yanlarına gelen babası ile İstanbul’a döndü. İstanbul’da Fransız mektebine başladı ve Fransızca’sını geliştirmek için Babı ali’de tercüme odasına girdi. On dört yaşlarındayken, Tahran büyükelçiliğine tayin edilen babasıyla birlikte İran’a gitti ve 1,5 sene özel olarak Farsça dersleri aldı. Babasının 1867’de vefatı üzerine İstanbul’a döndü. İstanbul’a döndükten sonra, önce Maliye mektebi, daha sonra sadaret kaleminde görev yapan Abdülhak Hamid, buralarda Ebüzziya Tevfik ve Recaizade Mahmud Ekrem'le tanıştı. Sami Paşa’dan Hafız Divanı’nı okudu. Bu arada Tahran hatıralarını anlatan “Macera-yı Aşk” adlı ilk eserini yazdı ve ünlü “ Makber ” mersiyesini yazmasına neden olan Fatma Hanımla evlendi. 1876 senesinde hariciye mesleğini seçen Abdülhak Hamid, Paris Sefareti ikinci katipliğine atandı ve iki buçuk görev vazife yaptı. Bu arada Fransız edebiyatını yakından tanıma fırsatını buldu. Paris dönüşü bir süre açıkta kalan Abdülhak Hamid, 1881’de Poti, 1882’de Golos, bir sene sonra da Bombay baş şehbenderliklerine atandı edildi. Bombay’da üç sene kaldı. Eşi Fatma Hanımın rahatsızlığının artması üzerine, İstanbul’a dönmek için yola çıktıysa da, Fatma Hanım Beyrut’ta vefat etti.

6 Abdülhak Hamid, Bombay dönüşünde Londra elçiliği başkatipliğine atandı. Fakat yazmış olduğu “ Zeynep” isimli manzum piyesi yüzünden görevden alındı. Bir süre işsiz kaldıktan sonra edebiyatla uğraşmayacağına söz vermesi üzerine, yeniden Londra’daki eski görevine gönderildi. Bu gidişinde İngiliz olan Nelly Hanım ile evlendi. 1895 yılında Lahey büyükelçiliğine iki sene sonra yeniden Londra elçiliği müsteşarlığına atandı. Hanımının rahatsızlanması üzerine, 1900’de İstanbul’a dönen Abdülhak Hamid, 1906’ya kadar İstanbul’da kaldı. 1906’da Brüksel büyükelçiliğine atandı. 1911’de hanımı Nelly’nin ölümü üzerine Belçikalı Lüsyen Lucienne Hanım ile evlendi. Balkan savaşları sırasında kabine tarafından azledilince İstanbul’a döndü. Kendisine Maarif nezareti önerildiyse de bunu kabul etmedi. Bir süre açıkta kaldıktan sonra ayan üyeliğinde bulundu. Mütareke yıllarında Viyana’ya gitti. Burada sıkıntılı günler geçirdi. Cumhuriyetin ilanından sonra anavatana döndü. 1928 senesinde İstanbul Milletvekili seçildi ve ölünceye kadar mebus olarak kaldı. Kendisine vatana üstün hizmet fonundan maaş bağlandı. Ayrıca belediye kendisine, dayalı döşeli bir apartman dairesi verdi. 12 Nisan 1937’de İstanbul’da öldü. Mezarı İstanbul’da Zincirlikuyu’dadır.

7 Abdülhak Hamid, Tanzimat sonrası bütün edebi ve siyasi devirleri yaşamış bir şairdir. Tanzimatı, meşrutiyetleri ve cumhuriyeti görmüştür. Bu devirlerdeki Tanzimat, Servet-i Fünun, Edebiyat-ı Cedide, Milli Edebiyat ve Cumhuriyet devri edebiyatlarını yakından tanıdı. Ayrıca uzun seneler doğuda ve batıda diplomat olarak bulunması her iki edebiyatı tanımasına sebep oldu. Bu sebeple Türk şiirine batıdan yeni konular, serbest düşünce ve biçimler getirdi. İlk başlarda Tanzimat ekolünün etkisinde kalmış, sonra batıyı tanıyınca, klasik edebiyattan ayrılarak batı tekniği ile eser vermiştir. Edebiyatımızın yeni bir çehre kazanmasında, Recaizade Ekrem daha çok teorik yönünü işlerken, Hamid yazdıklarıyla bunu uygulamıştır. Eserlerinde batı edebiyatından bilhassa Shakspeare ve Victor Hugo’nun etkileri açıkça görülür. Şiirlerindeki başlıca konu romantik ve felsefi düşünceler, ölüm duyguları ve insan kaderi hakkındadır. Şiirlerinde pek çok yabancı kelime vardır. Batı yazarlarından etkilenerek yazdığı dramılar Türk tiyatrosuna felsefi düşünceyi sokmuştur. Kendisine son zamanlarda Şair-i azam (en büyük şair) unvanı verilmiştir.

8 ESERLERİ ŞİİR: Sahra (1879) Ölü (1886) Hacle (1886) Bir Sefilenin Hasbihali (1886) Bâlâ’dan Bir Ses (1911) Validem (1913) İlham-ı Vatan (1918) Tayflar Geçidi (1919) Ruhlar (1922) Garâm (1923) OYUN: İçli Kız (1874) Sabr ü Sebat (1875) Duhter-i Hindu (1875) Nazife yahut Feda-yı Hamiyet (1876, 1919) Tarık yahut Endülüs Fethi (1879, 1970) Eşber (1880, 1945) Zeynep (1908) Macera-yı Aşk (1910) İlhan (1913) Tarhan (1916) Finten (1918, 1964) İbn Musa (1919, 1928) Yadigar-ı Harb (1919) Hakan (1935)

9 MAKBER Her yer karanlık pür-nûr o mevki Mağrip mi yoksa makber mi ya Rab Ya habgah-ı dilber mi ya Rab Rüya değil bu, ayniyle vaki Kabri çiçekten bir türbe olmuş Dönmüş o türbe bir haclegahe Bir haclegahe dönmüşse türben Aç koynunu aç, ma-şukanım ben

10 Eyvah ne yer ne yâr kaldı Gönlüm dolu ah-u zâr kaldı Şimdi buradaydı gitti elden Gitti ebede gelip ezelden Ben gittim o haksar kaldı Bir köşede tarumar kaldı Baki o enisi dilden eyvah Beyrutta bir mezar kaldı Bildir bana nerde nerde Yarab Kim attı beni bu derde Yarab Nerde arayayım o dil rübayı Kimden sorayım bi-nevayı Derler ki unut o aşnayı Gitti tutarak reh-i bekayı Sığsın mı hayale bu hakikat ? Görsün mü gözüm bu macerayı ? Sür'atle nasılda değişti halim Almaz bunu havsalam hayalim.

11 Çık Fatıma !.. lahteden kıyam et Yanımdaki haline devam et Ketn etme bu razı öyle bir söz Ben isterim ah öyle bir söz Güller gibi meyl-i ibtisam et Dağı dile çare bul meram et Bir tatlı bakışla bir gülüşle Eyyamı hayatımı temam et Makber mi nedir şu gördüğüm yer ? Ya böyle reva mı ey cay-ı dilber (Bu şiiri ilk eşi Fatma Hanım‘ın Beyrut'ta ölümü üzerine yazdı)

12 İSTANBUL DÜŞMAN İSTİLASI ALTINDAYKEN ÇAMLICA’DA Hey Çamlıca mehtâbı, ne olmuş sana öyle ? Küskün duruyorsun. Bir şey kuruyorsun. Seyrinle ıyan et bana, ilhâm ile söyle: Aksetmede âlâm-ı vatandan mı bu halet ? Anlat; bu tahavvül neye etmekte delâlet. Vaktiyle ederken bu havâliyi zılâlin Bir sâha-i nilî. Ey neyyir-i leylî, Matem döküyor arza bugün bedr ü hilâlin Bir şeb ki, zîrinde küsûfun, Seyrangehi olmakda tuyûfun. Mâzîden esip gelmede bir nevha-i vâveyl.. Bir âh-ı müebbed. Hangi güneşin mâtemidir zulmetin ey leyl, Ey şi’r-i muakkad Yıldızlar olur bence meâlin gibi nâ-yab Atîde görünmezse o mâzideki mehtâb Olmazdı sabahın da yarın gülmeye meyli Pîşinde bu dîdar-ı mahûfun. Kartallara baktım düşüyorlar yere bi-ta’b; Oldum sanıyordum Melekü’l Mevt ile hem-hâb

13 BİR SEFİLENİN HASBIHALİNDEN Ne idim ben, ne tabii bir kız Belki sahrada rebii bir kız En büyük zevkim, ümidim, neşem Kırda seyran idi, her gün, her dem Düşünürken o büyük sahrada Beni halk eyleyeni tenhada Duruyorken hareketsiz, sessiz Yere inmiş göğe benzerdi deniz Aksi tekbir ile dolmuş dereler Secde eylerdi bütün meşcereler

14 Şebi mehtap doğar aynı şafak Her taraf nura olur müstağrak Akıyormuş gibi her suda hayat Yüzüyormuş gibi hep mahlukat Uçacakmış gibi eflake zemin Halden, mazi ile atiden emin Mutmain şevk ile soldan, sağdan Bir şataretle inerdim dağdan.

15 ELVEDA DİYEMEDİK Yıldızsız bir geceydi Bir dağ çiçeği gibi şimdiden hasretteydim Sürgündüm çok uzaklardaydım, Ve gözlerindi sürgün sebebim.. Çok çabuk çekildin hayatımdan Kaderle eleyeydin, Bense kederle sarhoş... Yarım kalmıştı hikayemiz Göçmen kuşları gibi gelip geçtin bu şehirden Belki de hayatımdan Duymadın haykırışımı, acılarımı, Benimsin sanmıştım uçtun avuçlarımdan Tutamadım, gitmede diyemedim Olamadın bir yıldızın kayışı kadar hayatımda Zaman çok kısaydı bizim için Yetmedi gözlerimizden yaşı silecek kadar Nede elveda diyebilecek kadar...

16 ŞAİR-İ AZAM Mevki Viyana Bir darbe-i ma'kus ile düşmüş o yana Hep tersine dönmüştür onun giydiği şeyler Hem bid-defaat! Onlarla yatıp kalkar imiş kendisi söyler Vaktiyle bütün Pul'da yapılmışsa da heyhat! Cümlesi solmuş. Vaktiyle siyah, şimdi fakat yemyeşil olmuş Bir paltosu vardır. Tek gözlüğü vardır, geceler kandilidir o. Ya rab ne hayat! Cepler delik az çok Lakin ne zarar var ki delikten düşecek yok. Bir korkusu vardır Meyhanelerin saat-i tatili pek erken... Bir kirli paçavrayla gezer Mendilidir o.

17 Lastikleri bir başkasınındır ki yürürken Durmaz ayağından çıkar ekser... Serpuşu ne festir, ne külahtır, ne sarıktır Kalpak da değildir Bir şapka mı, haşa. O onun kendine mahsus Bir başka şekildir. Keşkül gibi bir şey... Milliyetini farık olan yok, soruyorlar: Kimdir bu alamet, bu musibet, ne kılıktır. Ürkütmeyelim sus... Bir kahkaha, bir av'ava kopmakta peyapey Bazen de müheyyâ-yı tasadduk duruyorlar. Zül farıına bir zam ! Ancak biri vardır, ona der: Şair-i Azam !

18 O Y U N B İ T İ N C E Ş A H D A P İ Y O N D A A Y N I K U T U Y A K O N U L U R. m u s u g i n @ s u p e r o n l i n e. c o m


"Mustafa Süreyya SEZGİN Mustafa Süreyya SEZGİN Mustafa Süreyya SEZGİN." indir ppt

Benzer bir sunumlar


Google Reklamları