Sunum yükleniyor. Lütfen bekleyiniz

Sunum yükleniyor. Lütfen bekleyiniz

Aralık 2013. Bizler, temelleri yüz yıl önce atılmış ve yapımı ara ara hızlanan/yavaşlayan “seküler kuyusu”nda doğduk, büyüdük. Önceleri, dünyanın sadece.

Benzer bir sunumlar


... konulu sunumlar: "Aralık 2013. Bizler, temelleri yüz yıl önce atılmış ve yapımı ara ara hızlanan/yavaşlayan “seküler kuyusu”nda doğduk, büyüdük. Önceleri, dünyanın sadece."— Sunum transkripti:

1 Aralık 2013

2 Bizler, temelleri yüz yıl önce atılmış ve yapımı ara ara hızlanan/yavaşlayan “seküler kuyusu”nda doğduk, büyüdük. Önceleri, dünyanın sadece bu kuyunun içi olduğunu zannettik; meğer, hayatı başka mekânlarda da geçirmek mümkünmüş… Millet olarak sakin bir ortam bulup “bu kuyuyu” konuşma fırsatı bulamadık. Dışta birileri senaryo hazırlamış, içte birileri “sazan” olup atlamış ve bizi “ayrıntılarda” boğarak enerjimizi boşa harcatmışlar. “Uşaklar”ın dışında kazanan da olmamış… Bu konuyu bir mühendis yaklaşımıyla, “doldurulan zemini kullanma” metodu üzerinden grafik olarak (şekillerle) anlatmaya çalışacağım. SEKÜLERiZM: Yönetimin; “dini, hayatın (özel hayat dahil) bütün alanlarından dışlamak” için yaptığı düzenlemelerin ideolojisi. SEKÜLERLİK: Bireyin / grubun; “Allah yokmuş gibi yaşamak ve yaşatmak” isteği.

3 ÖN BİLGİ Kuyu yapılacak yer seçilir. Taş, tuğla veya beton kullanılarak silindirik yapı oluşturulur. Bu yapının içi kazılarak dışarıya çıkarılır. Yakın tarihimizde hangi süreçlerden geçerek bugünlere geldiğimizi “kuyu örneği” üzerinden anlatmaya çalışacağım. Örneğin anlaşılabilmesi için önce “açık kuyu”nun nasıl yapıldığını anlatalım. Kazı ilerledikçe silindirik yapı kendi ağırlığı ile yavaş yavaş iner. Dikkat edilecek husus, kazının dengeli yapılması ile silindirik gövdenin düşey inişinin sağlanmasıdır. Her bir ünite (veya örgü sırası) indikçe yeni ünite ilâvesi (veya örgü sırası) yapılır. Kazı, boşaltma ve ilâve yapımına devam edilir. İstenilen derinliğe ulaşılınca kazı ve gövdeye ek işlemleri durdurulur, kuyu yapımı bitmiştir. NOTKuyular, zemin içinde yapılan yapılardır. Bu yapıların işlevlerini yerine getirebilmesi için gövdenin zemin basıncına dayanması (patlamaması) gerekir. Kuyuların silindirik şekilde yapılmalarının bir sebebi de budur.

4 Yeni devlet, “yeniden yapılanma” demektir. Kim “hangi değerler için” başı çekecek, kimler “ekibin içinde” olacak? Yorgun halk “bağımsızlığın heyecanı” ile yetinirken; meydan askere, batıya selam duran okumuşa ve göçmenlere kaldı. Yeni devleti, Osmanlı’nın son dönem okumuşları (ağırlıklı olarak rütbeli askerler) şekillendirdi… Okumuşlar arasında “görüş ayrılıklarından doğan çatışma” çıkmışsa da kendilerini “batıcı” olarak tanımlayanlar baskın çıktılar… Onlar; pervasızca yaptıklarını “zırhladılar”, hesap vermediler. Savaşlardaki insan ve toprak kaybı, yenilgilerden doğan moralsizlik, yetmiyormuş gibi “Anadolu”nun işgale uğraması ve “kalan sonlar”la yapılan “kurtuluş mücadelesi”... İhtiyar, kadın ve çocuklardan oluşan “yorgun bir milletin yeni devleti”… Osmanlı karşısında çaresiz kalan batılı, palazlanınca önce Osmanlı’yı Avrupa’dan attı; sonra, Osmanlı’nın çekirdeği olan Anadolu Müslümanlarının dizleri üzerinde tekrar doğrulamaması için “değerleriyle” ilişkisini kesme çalışmalarına başladı… Bugün Müslümanların “dışardan - içerden” saldırıya maruz kalmasının ana sebebi budur. Bağımsızlığını kabul etmiş görüneceğim; ancak, sözümün dışına çıkmamalı, yoksa…” Bir imparatorluğu kurmak kadar yaşatmakta önemlidir. “Osmanlı bunu başardı” denilebilir; çünkü, 600 yıl üç kıtada aynı anda kalabilmenin başka bir örneği yok; olacağa da benzemiyor. Osmanlı’nın yıkılışından sonra Anadolu Müslümanları, işgalcileri Anadolu’dan kovmayı başardı, “yeni devletini” kurdu.

5 Yasaklar, zaman içinde uyuyan kitleye “şamar” etkisi yaptı. Ve bu Millet onları 1950’de sandığa gömdü. Çok partili 1950 - 1960 yılları: Eski dönemin bürokrasisi ve sermaye çevreleri aynen devam etmesine rağmen “devşirme kafalılar”, sandıktan çıkmış solcu olmayan “yeni yönetimi” içlerine sindiremedi, hep diş biledi… Eski dönemin bürokrasisi ve sermaye çevreleri aynen devam etmesine rağmen “devşirme kafalılar”, sandıktan çıkmış solcu olmayan “yeni yönetimi” içlerine sindiremedi, hep diş biledi… Ve batı; bu dönemde Müslümanların etrafına örülen hücre (kuyu) duvarının az da olsa duraksamasına (Müslümanların kısmen rahatlamasına) tahammül edemedi. “” dediği “kesime” ihtilâl düdüğünü çaldı… Ve batı; bu dönemde Müslümanların etrafına örülen hücre (kuyu) duvarının az da olsa duraksamasına (Müslümanların kısmen rahatlamasına) tahammül edemedi. “Bizim çocuklar” dediği “kesime” ihtilâl düdüğünü çaldı… 1920’li yıllarda milletin temsilcileriyle başlatılan “yeniden yapılanma” hareketi, kısa sürede “makas değiştirdi”; çünkü, “devşirme ekip” yönetimi ele geçirmiş ve kendilerinden olmayanları gruplar halinde tasfiye etmişti… Müslümanlar, iletişimin olmadığı o yıllarda etrafına devrim kanunu adlı taşlarla kuyu duvarı örüldüğünün farkına bile varamadı, varıp da bireysel tepki koyanlar ise tek tek asıldı. Osmanlı, Avrupa’dan çocuk toplar (devşirir), eğitir, asker yapar ve Avrupa’ya karşı kullanırdı… Son yüzyılda iş tersine döndü; batılı bizden devşiriyor, beynini yıkıyor, bize karşı kullanıyor… Tek parti döneminin “materyalist ekibi” “olanı kaz ve at, istediğini koy” stratejisini uyguladı. Sonuçta; yüzyılların birikimi “milli olan” her ne varsa atılırken, yerine din düşmanlığı “laiklik adına” tüm şiddetiyle uygulandı. Bu dönem yasaklar (Türk müziği, tesettür, Kur’an, ezan, ibadet yasağına kadar sayısız yasak) dönemidir…

6 Geçmişte Yeniçeri Ocağı içindeki “”lerin Osmanlı’ya verdiği zarar, Tanzimat döneminde asker “”ların imparatorluğa verdikleri zarar ve 1960’da Silahlı Kuvvetler içindeki “”lerin verdiği zarar; hep aynı film ve aynı sonuçlar; zarar, zarar, zarar… Zarar, sade Müslümanların “inanç haklarına” verilmedi. Siyasi, ekonomik, sosyal, psikolojik akla ne geliyorsa her yönden zarar… Çocukların / torunların Geçmişte Yeniçeri Ocağı içindeki “istemezükcü”lerin Osmanlı’ya verdiği zarar, Tanzimat döneminde asker “ittihatcı”ların imparatorluğa verdikleri zarar ve 1960’da Silahlı Kuvvetler içindeki “darbeci”lerin verdiği zarar; hep aynı film ve aynı sonuçlar; zarar, zarar, zarar… Zarar, sade Müslümanların “inanç haklarına” verilmedi. Siyasi, ekonomik, sosyal, psikolojik akla ne geliyorsa her yönden zarar… Özetle: Çocukların / torunların geleceğini çaldılar... geleceğini çaldılar... ● 1950’de halkın iradesiyle iktidara gelen yönetimin Müslümanları az da olsa rahat ettirmesi birilerini rahatsız etti ve düğmeye bastılar. Organizeli sokak olayları, güdümlü basının kampanyaları ve ordunun “devrimler tehlikede” paranoyası; sonuç, darbeyle milli iradeye son. ● Darbeciler, geçmiş on yılda ara verilen “kuyu inşaatına” asker/sivil kadrolarla hemen başladılar. Fazla zamanları olmadığını (seçimlere gitmek zorunda kalacaklarını) bildiklerinden duvarı taş taş (kanunlarla) değil bir defada beton silindir (Anayasa) olarak yaptılar. Sağlam olsun diye de içine demir (dokunulmaz kurumlar) koydular… Soğuk savaş yıllarının iki kutuplu dünyasında NATO ve Varsova Paktı’nın lider ülkeleri ABD ve SSCB, kendilerine bağlı az gelişmiş ülkelerin asker bürokrasisi ile iç içe olmuşlardır; yani, silahı veren düdüğü çalabilmiştir. KUYUYA KESİT OLARAK BAKARSAK

7 Siyasi tarihimize “28 Şubat” olarak geçen “silahsız darbe” bildik çevrelerce yapıldı ve Müslümanları yeniden hedefine aldı. Merkezde askeri bürokratlar, kanatların birinde 5'li çete olarak adlandırılan kuruluşlar, diğerinde holding sahipleri, önde “sol sermayenin” medyasının yayınları; hücum… Medyanın çıkardığı toz bulutları ile göz gözü görmedi. Toz bulutu dağıldığında gördük ki; hükümet düşmüş, bankaların içi boşaltılmış, katsayı yasağı gelmiş, insanlar fişlenmiş ve daha neler neler… Sandıksız yönetime gelmek isteyenler 1980’de tekrar harekete geçti. Malum senaryo sahneye kondu. Sokaklar kan gölüne çevrildi. Aynı silah sabah sağcı vurdu, öğleden sonra solcu. “Yollar yürümekle eskimez” diyen yöneticilerin gafleti, ilim yapmayı beceremeyenlerin üniversitesi, işçi haklarından çok cepleri peşinde koşan (sendika) “işçi patronları” ve “solcu” olduğunu söylen “holding patronları”. Daha önemlisi “Olgunlaşsın diye darbeyi bir yıl geciktirdik” diyen generaller… 1960 darbesi ile halkın tercihlerini yok sayanlar yönetimde fazla kalamadı, her sandıkta kaybettiler… Millet onları yine gönderdi; ancak, onlar öyle yüzsüz ki, 1997’de bir başka senaryo ile sahneye çıktılar… Bu ekip, 1960’da yaptıkları Anayasa’yı yetersiz buldu, 1980’de yeniden Anayasa yaptı. Yani, kuyu biraz daha derinleştirildi. Kuyuyu sağlamlaştırmak için 1997’de işe soyunanlar, yaptıklarının Müslümanlara “şamar etkisi” yapacağını hesaplayamadı.

8 Milleti ehlileştirmek(!) iddiasında olanlar; “Müslüman mahallesinde salyangoz satmanın” devri bitmek üzere. Halk, içinde yaşadığı kuyunun hayatın ta kendisi olduğunu sanmış ve “niçin kuyuda olduğunu” sorgulamamıştır… Zaman içinde; gerçek hayatın kuyunun içinde olmadığını, yaşadığı hayatın bir tür kölelik olduğunu anlayanların sayısı artmaya başladığında da “kıpırdanmalar” başlamıştır… Kuyudan çıkma hamleleri her defasında darbelerle önlenmeye çalışılsa da, darbeler uyanmayı hızlandırmıştır. Gelinen nokta: Uyananlar “darbelerden korkmadığını” ifade etmekte ve korunma yollarını öğrenmeyi sürdürmektedir… Anadolu çocuklarının üniversite bitirmesi ve bürokraside görev alması, sayısız kitap ve derginin yayınlanması, STK’ların kurulması ile konferans ve seminerlerin çoğalması, küçük esnafın atılımlarla KOBİ’ye dönüşmesi ile parasal güç kazanılması, alternatif medyanın çoğalması ve yayınları…UYANIŞBELİRTİLERİ Anadolu insanı, iletişim araçlarının yaygınlaşması ile ülkede ve dünyada neler olup bittiğini öğrenmeye başladı… Anadolu insanı, kurulan sistemle ülke servetinin % 50’sinin toplam 350 aileye (Baron’lara) geçtiğini öğrenmeye başladı… Anadolu insanı, “Benden” dediği yöneticilerinin iki yüzlü olduğunu (içte-dışta başka olduklarını) öğrenmeye başladı… Anadolu insanı, baronların yabancılara göbekten bağlı olduğunu, onlar adına sömürü yaptıklarını öğrenmeye başladı… Anadolu insanı, askerin dışarıya selam durmasının ülkeye verdiği zararı, çevresindeki değişikliklere bakarak öğrenmeye başladı…

9 Darbe yapımı bu kuyunun inançlarına uygun olmadığını fark edenler, kuyudaki hayatı sorgulamaya başladı. Kuyu, toplumun direncine dayanamaz hale geldi ve çatlamaya, dökülmeye başladı. Devşirme kafalı “tek parti yönetimi” ve “darbeciler”, baskıyla Müslümanları bir miktar sindirseler de toplumu “dinsiz” yapamadılar. Anadolu insanının diniyle daha iyi diyalog kurmaya başlaması, yönetim kadrolarına gelmesi, sömürülmeyi sorgulaması, batılı siyaset ve sermaye çevrelerini rahatsız etmeye başladı. Türkiye’de neler oluyor? Anadolu insanını “potansiyel rakip” olarak görenler, dünya Müslümanlarını kontrollerinde tutmak için çok çalıştılar… Son senelerde bunun sürdürülebilir olmadığını anlamaya başladılar ve “uyanışı” kuyuda boğmak (Türkiye’yi durdurmak) için harekete geçtiler. Bizim çocuklar beceremedi Kuyudan çıkabilmenin yolu duvarı yıkmak veya patlatmak olamaz; çünkü, kuyu çöker altında kalınır. Merdiven / ip sarkıtacak kimse de olmadığına göre; çıkabilmek için geriye sadece “mevcut yapı” kalıyor. Ambargo Savaş Tehdidi Suikast Suikast Borsa Oyunu IMF- BM Şantajı vs. Atın, atın neyiniz varsa atın, az kaldı… Siyasi Baskı Etnik Nifak Mezhep Kışkırtması Medya Baskısı vs. Düşmanın her hamlesini fırsata çevirmek mümkündür. Üzerimize attıklarını ayak altına alırsak daha yükseliriz. Paniklemek yok. Eğilirsen altında kalırsın; dik dur…

10 Bize dayatılan hayat tarzı, üretmeyi değil bilinçsiz tüketmeyi teşvik ediyor; bu da “köleliği” doğuruyor. Nasıl mı? Hayat tarzı “harcamaktan haz almak”(israf) üzerine kurulursa, harcayabilmek için kaynağına bakılmaksızın “bulmayı” gerektirir; yani, ruhu satmayı. Müslüman, kazancının ve harcamasının “helâlliğine” dikkat etmeli. Halkının çoğu Müslüman olan ülkeler, içinde bulundukları çıkmazdan kurtulabilmek için, kendilerine “siyasi lider” bulmaları gerekiyor. Liderlik potansiyelinin sadece Türkiye’de olduğunu ümmet biliyor. Bu sebeple; kuyudan sadece nefsimiz için değil, ümmet için de çıkmamız gerekiyor. Müslümanım diyenlerin önemli bir kısmı, etrafına örülmüş duvarlar içinde “seküler hayat” yaşarken, hayata “vahyin penceresinden” bakanları anlamakta zorlanıyorlar. Bunda “Müslüman aydınının” da ihmâlleri var… Ulaşamadığınız, sizden değildir.BİTİRİRKEN Etnik ve mezhep yapısı farklı grupları birbirine düşürerek, kuyudan “birlikte çıkma iradesini kırmak isteyenler”, (içte ve dışta) olmuş ve olmaya da devam edecektir. Bu insan şeklindeki şeytanların tuzaklarına karşı “çok dikkatli olmamız” lâzım… Oyuna gelmeden oyun kurma becerisi kazanmamız gerekir. Senelerce “nefis” bahçesine laiklik adına “sekülerlik tohumları” ekildi ve darbe tarafından da gübrelenip/sulandı. Bu sebeple, aramızda çok sayıda “kuyu kazıcısı” var. Allah korkusu taşımayandan “sınırlarımızı” tanıması beklenemez. Bizi tutup aşağıya çekmek isteyenlerin hep olacağı akılda tutularak, tırmanmaya devam… Sekülerlik kuyusu içinde bedenen ve ruhen “şeytani hayat” yaşamaya yaşamak mı denir? Ayrıca; nasıl düşüneceğime, nasıl giyineceğime, neleri üreteceğime, kimle dost olabileceğime, yabancıların karar verdiği hayat, “Müslüman hayatı” olamaz; sadece “modern kölelik” olur. “İman merdiveni” kullanarak özgürlüğe ulaşalım. SENSİZOLMAZ ÖNCELİKLER GÖRECEKSİNİZ ÇIKIŞ KOLAYLAŞACAKTIR KOLAYLAŞACAKTIR KOLAYLAŞACAKTIR KOLAYLAŞACAKTIR KUYUDAN ÇIKMAYI ALNINDAN “ÇALIŞMA TERİ” AKANLAR BAŞARIR, “KORKU TERİ” AKANLAR DEĞİL.

11 Faydalandıklarıma teşekkürlerimle...


"Aralık 2013. Bizler, temelleri yüz yıl önce atılmış ve yapımı ara ara hızlanan/yavaşlayan “seküler kuyusu”nda doğduk, büyüdük. Önceleri, dünyanın sadece." indir ppt

Benzer bir sunumlar


Google Reklamları