PSİKANALİTİK KURAMLAR AYŞE DEMİR SAKARYA ÜNİVERSİTESİ HEMŞİRELİK YÜKSEKLİSANS ÖĞRENCİSİ
İÇİNDEKİLER PSİKANALİZİN TARİHİ PSİKANALİZ ÜZERİNDEKİ İLK ETKİLER SİGMUND FREUD(1856-1939) VE PSİKANALİZİN GELİŞİMİ PSİKANALİZİN TEMEL VARSAYIMLARI CARL GUSTAV JUNG VE PSİKANALİZM PSİKANALİTİK PSİKOTERAPİ
Psikanalizin tarihi 19. yy sonlarında ortaya atılan bu kuramın öncülüğünü Alman psikiyatrist Sigmund Freud yapmıştır. “psikanalizim”in çıkış sürecini başlatan, kaynakları bulunamayan bir takım psikolojik hastalıkların incelenmesi sırasında «bilinçaltının» keşfedilmesidir. İnsanın doğum evresinden itibaren davranışlarını anlamlandırmaya ve bunların bilinçaltı ipuçlarını bulmaya yöneliktir. Bu anlamda psikanalistlerin daha çok determinist bir bakış açısıyla çalıştıklarını ve her olayı bir neden sonuç ilişkisine dayandırarak incelediklerini söyleyebiliriz.(16)
Psikanaliz üzerindeki ilk etkiler Psikanalitik hareketin belirgin zihinsel ve kültürel bir altyapısı vardı. Bilinçaltı Teorileri: Psikopatolojiyle ilgili Düşünceler: Daha İnsancıl Yaklaşımlarla Tedavi:Fransız doktor Philippe Pinel ruhsal hastalıkların doğal bir fenomen olduğunu ve doğa biliminin metodları ile tedavi edilmesi gerektiğini Öne sürdü. Hastaları zincirlerden kurtardı ve insancıl yollarla tedavi etmeye çalıştı. Pinel vaka öykülerini titizlikle almaya ve tedavi kayıtlarını dikkatlice tutmaya devam eden ilk kişidir. Pinel in kontrolü altındaki pek çok hastanın iyileşmiş olduğu resmen bildirildi Pinel in bu örnekleri sebebiyle hem Avrupa’da hem de Amerika’da zincirler kırıldı, ruhsal hastalıkların sebeplerine yönelik dinsel inançlar azaldı ve bu da hastalıkların bilimsel olarak araştırılmasını kolaylaştırdı.(3)
Psikanaliz üzerindeki ilk etkiler(devam…) Hipnozun Kullanımı: Hipnoz anormal davranışın ruhsal sebeplerine ilginin büyümesinde önemli bir rol oynadı. . Bir asır boyunca tıp dünyası tarafından şarlatanlık olarak ele alınarak neredeyse tamamen reddedildi. Hipnoz, bir doktor ve nöroloji kliniğinin başkanı olan Jean Martin’in çalışmalarıyla büyük bir önem kazandı. Martin histeri hastalarını hipnoz yoluyla tedavi etti ve bir dereceye kadar da başarılı oldu. Daha önemlisi, hem histerinin hem de hipnozun semptomlarını tıbbi terimlerle ifade etti. Giderek daha fazla insan duygusal rahatsızlıkların tedavisini beden yoluyla değil, zihin yoluyla düşünmeye başlıyordu. Freud’un düşüncelerini yayınlanmasından çok daha psikoterapi pek çok kişi tarafından kabul edilmişti.(4)
Psikanaliz üzerindeki ilk etkiler(devam…) Darwin’in etkileri: Freud’un yazılarında Darwin’le pek çok yönden benzerlikler bulunabilir. Freud Darwin’in daha önce tartıştığı pek çok konuyu daha önce ele almıştır. Bu konular arasında bilinçaltı, zihinsel süreçler ve çatışmalar, rüyaların önemi, garip davranış semptomlarının gizli sembolleri ve cinsel heyecanın önemi vardı. Sonuçta Darwin düşünce ve davranışın akılcı olmayan yönleri üzerinde odaklanmıştı.
Psikanaliz üzerindeki ilk etkiler(devam…) Darwin ayrıca freud’un çocuk gelişimi hakkındaki düşüncelerini de etkilemiştir. Darwin insanların başta cinsellik ve açlık olmak üzere biyolojik güçler tarafından yönetildiği üzerinde ısrarla durmuştur. Freud’un içsel çelişki üzerindeki vurgusu kavramsal olarak Darwin’in var olmak için mücadele temasıyla aynıydı.( 1)
SİGMUND FREUD(1856-1939) VE PSİKANALİZİN GELİŞİMİ Feud’un Hayatı: Psikanaliz'in kurucusu Sigmund Freud, 6 mayıs 1856’da Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nda, Pribor’da doğdu. Babası, Jacob Freud, küçük bir esnaftı ve annesi onun ikinci karısıydı. Freud’un kendisinden yaklaşık yirmi yaş büyük iki üvey ağabeyi ve kendinden küçük yedi kardeşi vardı. Ailesi, 1938’e kadar yaşayacağı Viyana’ya taşındığında Freud henüz dört yaşındaydı. Yahudi aileden olan Freud’un babası özgür düşünceli biriydi, Freud sonradan kendisinin ateist olduğunu açıkladığında oğlunun kararına saygı gösterdi
Devam… Freud da, bilimle ilgilendiği için, 1873’te Viyana Üniversitesi Tıp Fakültesine girdi. Aslında nöropsikoloji araştırmaları yapmak istiyordu ama zengin olmadığı için nöroloji üzerine çalışmaya başladı. Theodor Meynert Psikiyatri Kliniğinde işe girdi. Kokain üzerine pek çok çalışma yaptı. Daha sonra Jean-Martin Charcot adlı ünlü nörologla, hipnoz ve histeri üzerine çalışmalar yapmak için Paris’e gitti.
Devam… 1886’da Viyana’ya dönüp muayenehane açtı ve evlendi. Özellikle hastalarının tedavisinde hipnoz kullanıyordu ama zamanla bunun yeterli olmadığını anlayıp muayeneyi bıraktı. 1900’de Rüyaların Yorumu’nu yayınladı, 1901’de de Gündelik Yaşamın Psikopatolojisi’ni. 1905’te yayınlamaya başladığı cinsellik üzerine çalışmaları yankı uyandırdı. Çocukluk dönemi tecrübelerinin önemi ve Oedipus kompleksi teorilerini öne sürdü. (6)
Devam… 1906’da Psikanalitik Topluluğu’nu kurdu. Bu topluluğun kuruluşundan sonra benzerleri giderek çoğaldı. 1923’te sigara bağımlılığından dolayı, çene kanseri teşhisi kondu. Bu hastalık, 16 yıl içinde 33 ameliyat geçirmesine neden oldu. Tam o yıllarda da Avrupa’da Nazi baskısı başlamıştı. Freud’un yazdıkları da başkalarınınkilerle birlikte yasaklanıyor yakılıyordu. 1938’de Almanya, Avusturya’yı işgal etti. Karısıyla İngiltere’ye kaçtı ve 23 Eylül 1939’da artık ağrılara dayanamadığını ve doktorundan ötenazi yapmasını istedi ve doktoru bunu kabul etti ve ötenazi yapılarak öldü. Şu an İngiltere ve Viyana’da yaşadığı dairelerde Sigmund Freud Müzeleri bulunmakta.
Psikanalitik yöntemi Psikanaliz, Freud’un disiplinli ve uzun çalışma süreçleri sonunda, ortaya çıkardığı tedavi yöntemi olarak davranış bozukluklarının kaynağını araştırmaktadır. Freud, geliştirip uyguladığı Psikanaliz Yöntemi’yle, ruhun derinliklerine inmiş, ruhun beden üzerindeki etkilerini ve ruhsal sorunların kaynağını araştırmıştır.(5)
Hipnoz Hipnoza dayalı olan katartik teknikte, hastalık belirtisinin ilk olarak ortaya çıktığı ruh durumu, hastaya yeniden yaşatılarak bilinçdışında bastırmış olduğu istekleri bilince çıkarılmaktadır. Böylece, hastanın ruhsal yaşamındaki bütün bilinmeyen duygu ve düşünceler açıklığa kavuşturulup hastalığın tekrar ortaya çıkması engellenmeye çalışılmıştır. Hipnotizma, tedavilerde belli bir ölçüde işe yaramakta ancak nevrozlu hastaların büyük bir bölümü hiçbir şekilde hipnotize edilememektedir
Rüyalar Yanılgılardan başka normal ve sağlıklı bireylerde gözlemlenen bir başka olgu da düşlerdir. Tıp bilimi; düşleri hiç bir anlam ve önem taşımayan bedensel bir olay olarak açıklamakta, ancak Psikanaliz Yöntemi; düşleri bireyin yaşamında ruhsal açıdan önemli bir yere koymaktadır. Düş yorumuyla psikanaliz, insanın gizli kalmış düşüncelerini ortaya çıkarabilmekte ve ruhsal sorunları çözümlemede kullanabilmektedir. Freud düşlerden, “bilinç dışına giden kral yolu” diye söz etmiştir.(4,5)
Rüya sembolleri veya olaylar ile gizli psikanalitik anlamları Yorum Düzgün yüzeyli ev erkek bedeni Balkonlu ve çıkıntılı ev kadın bedeni Kral kraliçe anne- baba Çocuklar genital organlar Kellik, diş çekimi iğdiş edilme Uzayabilen nesneler erkek cinsel organları Kapalı yerler kadın cinsel organları Yıkanmak doğum Bir yolculuğa başlamak ölüm(1)
Rüyaların kaynağı Sokakta iki kadın görüyorum. Bir ana kız, kız benim hastam. Kaynak: Tedavi ettiğim hastalardan biri akşam bana annesinin onu tedaviye devam etmesi konusunda nasıl güçlükler çıkardığını anlatmıştı. S. and R. Kitapçısında bir dergiye yılda 20 florine abone oluyorum. Kaynak: Karım bana gündüz, evin masrafları için ona hala 20 florine borcum olduğunu anımsatmıştı.
PSİKANALİZİN TEMEL VARSAYIMLARI Yapısal Kuram: İd, ego, süperego Determinizm: Her şeyin bir sebebi vardır ilkesi Topografik Kuram: Bilinç, Bilinçaltı ve Bilinçdışı Psikoseksüel Gelişim Kuramı: Oral, Anal, Fallik (Ödipal), Gizil (Latent), Genital (Püberte) ve Yetişkinlik.(10)
YAPISAL KURAM (KİŞİLİK YAPISI): EGO İD SÜPEREGO
İd(altbenlik): Kişiliğin en ilkel bölümüdür. Ego ve süperego bu bölümden çıkarak gelişir. İd yenidoğan bebeklerde vardır ve yeme içme artıkları atma, acıdan kaçınma ve cinsel(duygusal) haz alma gibi temel biyolojik dürtülerden ibarettir.(8) Dış dünya ile ilişkisi olmayan bu yapı, organizmanın güç kaynağıdır; içgüdüsel dürtülerin ruhsal temsilcilerini kapsar, bilinçdışıdır. Bunlar haz ilkesine ve birincil süreç düşünme biçimine uyar. Burada ve şimdi ilkesi geçerlidir. Bebek kişiliğin içgüdüsel yanı olan ve haz ilkesine göre hareket eden id tarafından yönlendirilmektedir.(9)
EGO(benlik) Küçük çocuk gerçekliğin taleplerini dikkate almayı öğrendikçe kişiliğin yeni kısmı olan ego gelişir. Ruhsal aygıtın organizmayı bir davranışa yönelten yapısıdır. Benlik gelişmesi bebeğin kendisi ve kendisi olmayanı ayırması, motor gelişmesi, dürtüler üzerinde egemenlik kurması, gerçeklik ilkesinin gelişmesi, ikincil süreç düşünme biçiminin gelişmesi gibi etkenlerle ilgilidir. (7) Ego gerçeklik ilkesine itaat eder. Ego idin talepleri , dünya gerçekliği ve süper egonun talepleri arasında aracılık yapar . Benlik ruhsal aygıtın "uyum yapıcı" yapısıdır. Daha ayrıntılı söylemek gerekirse, ruhsal aygıtın algılayıcı, açıklayıcı, uyum yapıcı ve uygulayıcı yapısıdır. Kişinin çevreye uyumu onu harekete geçiren motivasyonlar ve bu eylemdeki olanakların gerçekleştirilmesi ego tarafından yönlendirilir.(2)
BENLİĞİN İŞLEVLERİ İç uyaranların algılanması, Dış uyaranların algılanması ve dış dünyayla ilişkilerin sürdürülmesi, İç uyaranlarla dış uyaranlar arasında bir düzenleme yapılması ve bunların çevre koşullarına uydurulması, Doyumun sağlanmasına ve fiziksel çevrenin değiştirilmesine yönelik eylemlere geçilmesi.
Süperego(üstbenlik) Eylemlerin doğrumu yoksa yanlış mı olduğunu yargılayan süperego’dur. İd’in karşıtıdır. Toplumsal ve kültürel etkilerin içinde kişinin ne yapması gerektiğini belirler, sansür koyar. Zaman içerisinde kazanılan değer yargılarının benimsenmesidir. Başlangıçta anne baba, çocuğun davranışını ödüllendirme ve cezalandırma yoluyla doğrudan denetler. Çocuk, birinin kendisine çalmanın yanlış olduğunu söylemesine gerek duymaz;ne yapması gerektiğini süperego ona söyler.
Süperego(üstbenlik)(devam…) Süperego standartlarının çiğnenmesi endişeye yol açar.(8) Süperego ile id devamlı bir çekişme içerisindedir. Bu çekişme ego tarafından dengelenir. Kişinin vicdan yönüdür ve kişiyi ayıp, günah gibi yasaklarla sürekli engellemeye çalışır.(11)
Süperegonun başlıca işlevleri: 1) İd’den gelen içgüdüsel dürtüleri bastırmak ve yönlendirmektir. Bunlar özellikle açıklanmasının toplumun hoş karşılamadığı nitelikte cinsel ve saldırgan dürtülerdir. 2) Egoyu gerçekçi amaçlar yerine törel amaçlara yönelmeye ikna etmek. 3) Kusursuz olmaya çabalamaktır.
Ego savunma mekanizmaları Gerçekliğin bilinç altında çarpıtılması ve yalanlanmasıdır.(1) Ego savunma mekanizmaları, egoya aşamadığı sorunlardan kurtulmaya ve anksiyete ile bireysel olarak baş etmeye yardım eder. Bu mekanizmalar normal davranışlardan daha fazla patolojiktir.
Yalanlama Travmatik bir olayı veya bir dış tehdidi yalanlamaktır. Örn: ölümcül bir hastalığı olan birisinin ölümünün yakınlığını inkar etmesi.
YÖN DEĞİŞTİRME: Gücümüzün yetmediği bir kimse, ya da denetimimiz altında olamayan bir olay olursa, kaygımızı veya kızgınlığımızı gücümüzün yettiği bir kimseye veya denetimimiz altındaki bir olaya yöneltiriz. Örn: Ofisteki müdüre kızan sekreter, kızgınlığını evde bulunan kardeşinden alır.(16)
Yansıtma: Rahatsız edici bir güdüyü bir başkasına atfetmektir. Şehvet, saldırganlık veya diğer dürtüler ısrarcı bir şekilde başka insanlara yöneltilir.
Mantığa bürüme Bir davranışı daha kabul edilebilir ve daha az tehdit edici hale getirmek amacıyla yeniden yeniden yorumlamaktır. Örn:Atılmış olduğu işinin gerçekte hiçte iyi bir iş olmadığını ileri sürmesi gibi…
KARŞIT TEPKİ GELİŞTİRME Birey esas güdüsünün tam tersi bir güdüye sahip olduğuna inanarak esas güdüsünü gizleyebilir. Örneğin, manevi huzursuzluğa düşen, başkasına karşı derin bir kin duyan biri, bunu örtmek için, yapay bir sevgi davranışına bürünebilir. Bu durumda, saldırgan ve olumsuz duygular daima bu sevgi örtüsü altında kalırlar. Bazı üvey anneler, eşlerinin eski çocuklarına, yapmacık ve gösterişle bir sevgi gösterirler. Bazen görülen bu davranışlar, karşı tepki geliştirmeye örnektir.(17)
Gerileme(regresyon) Bir olay karşısında basit ve ilkel tepkilere dönmektir. Gerileme daha çok dört-beş yaşlarında ki çocuklarda görülür; çünkü bu yaşlarda çocuklar oldukça karmaşıklaşan engellemelerle karşılaşırlar. Arzularımız engellendiğinde veya kızdığımız zaman mantık dışı ve fevri davranışlar gösteririz. Sıkıntılı durumlarda yetişkin bir insan kekeler, kızarır, yaşının altında bir genç gibi davranır. Örneğin, altmış yaşındaki bir ihtiyar, gerilim karşısında 25 yaşında bir delikanlı gibi tepki gösterebilir.(17)
Bastırma: Korku, suçluluk gibi kaygı yaratan durumların bilinç dışına itilmesi ve bastırılmasıdır. Bilinç dışında bulunan bu tür duygular konuşma sırasında, düşlerde ya da davranışlarda değişik biçimde ortaya çıkar. Konuşurken yerinde kullanılmayan sözcük, düşlerde ortaya çıkan cinsel istekler, beklenilmeyen bir davranış, bastırma sonucu engellenen dürtülerin biçim değiştirerek bilinç alanına gelmesidir.
Yüceltme: Yüceltme, cinsel dürtü ya da arzuların, cinsel olamayan davranım ve yollarla doyuma ulaştırılmasıdır. Örn:Düşmanlık, saldırganlık ve öfke dolu bir insanın bu duygularını spora yönelerek doyurması
Hayal kurma Tatlı hayaller kurma ya da fantazi, bireyin çatışmalarının hayalinde çözümleyerek rahatladığı bir durumdur. Bireyler, olayları gerçekteki şekilleri yerine, olmasını istedikleri biçimde hayal ederler. Fantaziye, genellikle ergenlik döneminde çok rastlanır. Örn: Sekreterlikten hiç hoşlanmayan bayan kendini hayal dünyasında başarılı bir müdür gibi düşünerek, sekreterliğin verdiği kaygıdan kurtulur.
2) Determinizm (Her şeyin bir sebebi vardır ilkesi) Genel olarak nedensellik ilkesi olarak bilinen olay ve olguların birbirine belirli bir şekilde bağlı olması, her şeyin bir nedeni olması ya da her şeyin bir nedene bağlanarak açıklanabilir olması. Diğer bir anlatımla evren, gözlemcinin ya da deney yapanın iradesinden bağımsızdır.
3) Topografik Kuram Bilinç Bilinçaltı Bilinçdışı Bu üç yapı zihinsel süreçlerin niteliklerini gösterir.
Bilinç: İnsan yaşamının her döneminde; her anında iç ve dış enerji değişiklikleriyle karşılaşır. Bunlardan ancak bazıları uyaran niteliği taşır ve algılanır. Burada seçici dikkat ve bireysel nitelikler önemlidir. Seçilen uyaran algılandıktan sonra uygun tepki verilir. Organizmanın iç ve dış dünyada olan bitenlerin farkında olabilmesi, seçebilmesi, algılayabilmesi, ayırtedebilmesi ve uygun yanıt verebilmesi için gerekli olan uyanıklık durumuna bilinçlilik denir. Bilinç alanındaki İçerikler gerçeklik ilkesine ve ikincil süreç düşünme biçimine uyar. (13)
Bilinçaltı (bilinçöncesi): Zihinsel süreçlerin bu niteliği doğuştan yoktur ve çocukluk döneminde gelişir. Bilinç alanında olmayan, fakat istemli çabayla bilinç alanına getirilebilen istek, eğilim, dürtü, duygu, düşünce, anı, olay gibi içerikler bilinçaltı nitelik taşır. Bilinçaltı içerikler hem bilince, hem de bilinçdışına ulaşabilir. Bilinçaltı, hangi içeriklerin tutulup hangilerinin bilinçdışına bastırılacağını saptayan bir süzgeç ya da otosansür düzeneği gibi işlev görür.
Bilinçdışı: Bilinçdışı, bilinçli algılamanın dışında kalan tüm zihinsel olayları, dolayısıyla bilinçaltını içerir. Bunlar istendiği anda bilinç alanına çıkarılamaz. Konuşma, tutum ve davranıştaki çeşitli anlatım yolları ve simgelerle günlük davranışa yansırlar. Ruhsal dünyanın en üst bölümü olan içten ve dıştan gelen uyarıları alan ve insanı fazla uyarıdan koruyan bilinç, bunun altında ise, bilinçaltı ve bilinçdışı yatar. Freud, insanın ruhsal dünyasını tanıdıkça, bilinçdışına yüklediği birçok özelliğin id’e ait olduğunu gördü ve bu üç bölüm arasındaki yapı ayrılıklarından söz etmemeye başladı. Bilinç, bilinçaltı ve bilinçdışını enerji dağılımıyla tanımladı.(5,6)
Topoğrafik Öğretide Bilinçdışına Ulaşma Yolları : a. Düşlerin çözümlenmesi b. Serbest Çağrışım c. Dil ve Kalem Sürçmeleri d. Projektif Testler e. Hipnoz
Libido kuramı Freud’un çalışmalarının en iyi bilineni ve aynı zamanda en tartışmalı kuramıdır. İlk başta histeri olaylarını açıklamak için ortaya atılmıştır. Freud bu hastalıkta ,sexsüel enerjinin normal kullanımının bloke edilerek diğer organlara yayıldığını ve onlara «bağlandığını» bu nedenle de çeşitli semptomların ortaya çıktığını düşünmüştür. Freud’a göre dayanılmaz fikirlerin hemen hemen tümü, cinsel yaşantılardan kaynaklanır.(3)
PSİKOSEKSÜEL GELİŞİM KURAMI: Oral dönem (0-1 yaş) Anal dönem (1-3 yaş) Fallik dönem (4-6 yaş) Latant dönem (7-11 yaş) Genital dönem( 12-18 yaş)
Oral dönem (0-1 yaş) Doğumdan başlar 2 yaşa kadar devam eder bu aşama boyunca emme, ısırma ve yutma gibi erotik faaliyetlerle ağzın uyarılması erotik doyumun başlıca kaynağıdır.(1) Oral dönemde temel haz kaynağı emmedir. Emme pasif ve bağımlı bir davranıştır. FREUD’ a göre anne ya da anne yerine geçen yetişkin tarafından çocuğun memeden erken kesilmesi ya da aksine çok uzun emzirilmesi onun bu döneme bağımlı olmasına neden olmaktadır.
Anal dönem (1-3 yaş) Bu dönemde süperego gelişmeye başlar. Doyum kaynağı anüstür. Bebekler anal evrede dışkısını tutma yeteneği elde ederler. Dışkısını tutmak veya bırakmaktan haz duyarlar.. Bu dönemde anne babanın verdiği aşırı baskıcı denetleyici tutumlar, katı tuvalet eğitimi; çocuğun anal dönemde saplanmasına (anal fiksasyon) ve gelecekte obsesif kompulsif bozukluk, tuvalet işleriyle fazla uğraşma, cimrilik, kararsızlık, mükemmeliyetçilik, inatçılık, aşırı titizlik gibi davranışlar görülmesine neden olabilir(8)
Anal dönem (1-3 yaş)(devam…) Anne Tutumları: • Anne kuralcı titiz katı ise çocuk tutucu bir kişilik geliştirir. İnatçı cimri sinirli olur. • Anne baskıcı ise çocuk olur olmaz yerlerde anneyi cezalandırmak için dışkısını boşaltır. İlerde ise eziyet etmeyi seven dağınık kimlik özelliği geliştirir. • Anne teşvik edici ise çocuk dışkılama olayının önemli olduğunu anlar. İleride üretken ve yaratıcı olur.
Fallik dönem (4-6 yaş) Bu dönemde kişinin dikkati, ilgisi ve haz duygusu cinsel organlara yönelmiştir. Bu dönemde çocuk kendi cinsel anatomisini tanır ve karşı cins arasında anatomik farklılıklar olduğunu bilir. Oedipus ve Elektra kompleksi bu dönemde olur…
Fallik dönem (4-6 yaş)(devam…) Freud daha çok oedipus kompleksi ile ilgilenmiştir. Gerek kız çocuğun gerekse erkek çocuğun ilk olarak anne ve babasıyla başlayan cinsel tercihleri süreç içinde kız çocuğun annesine benzeme, erkek çocuğun ise babasına benzeme çabalarıyla yön değiştirir. Çocuklar artık kendileri için rakip olan anne ve baba modelleriyle kurdukları özdeşimle onlar gibi olmayı deneyerek bu çatışmayı çözümlemeye çalışırlar. Kız çocuk annesine benzeyerek babasının beğenisini kazanmaya, erkek çocuk da annesinin beğenisini kazanmaya çalışır.
Fallik dönem (4-6 yaş)(devam…) Bu mücadele Freud’un kuramının temelini oluşturur. Erkek çocuğun annesine yönelik cinsel duyguları özellikle babasıyla olan ilişkilerinde çatışma yaratır. Babadan gelecek cezanın cinsel isteklerin merkezi olan organlarına yöneleceğini bekleyen çocuk, babasının kendisinin cinsel organlardan yoksun bırakacağından korkar (İğdiş edilme korkusu). Bu durum anneye duyulan cinsel duyguların babaya yönelik düşmanlık duygularının bastırılmasına neden olur. Bu karmaşa aynı zamanda erkek çocuğun babasıyla özdeşleşmesine neden olur, anneye yönelen cinsel isteklerin yerini sıcak sevgi duygularının almasını sağlar. Kız çocuklarda ise bu dönemde ilk sevgi nesnesi olan kişi yani annenin yerini giderek baba alır.(12)
Fallik dönem (4-6 yaş)(devam…) Kız çocuk eksiklik duyduğu bu durumdan annesini sorumlu tutar ve babasına yaklaşır. Babasına karşı geliştirdiği bu yakınlık aynı zamanda kendinde olmayan bir organa sahip olmasındandır. Penise imrenme adı verilen bu durum, erkekteki iğdiş edilme korkusunun karşılığıdır. Bu karmaşa erkek çocukta olduğu gibi kız çocukta da bastırılır ya da çözümlenir(6)
Latent dönem (7-11 yaş) Bu dönemde çocuk önceki cinsel meraklarını ansızın unutur. Ruhsal ve cinsel alanda daha önceki yıllarda yaşanmış olan çalkantılar ve çatışmalar yatışır. Okula başlama, cinsel aktivitelerin azalması ve toplumsallaşma görülür. Toplumsal kurallar benimsenir. Cinsel dürtüde durgunluk söz konusudur. Bu dönem ergenlik öncesi durgunluk dönemidir. Fallik döneminin tersine bu dönemde çocuk cinsel konulardan hoşlanmaz ve kendini oyuna verir. Çocuk bu dönem yaptıklarıyla övünür, başkalarının beğenilerini kazanmaya çalışır.
Latent dönem (7-11 yaş)(devam…) Çevresinden beğeni ve destek alan çocuk kendini yeterli, güvenli ve becerikli görürler Bu dönemi sağlıklı geçirenler, ergenlik döneminin sorunları ile daha kolay baş edebilirler. Bu dönemi sağlıklı geçirmeyenler ise tedirgin, içe dönük ve güvensiz bir kişilik yapısı geliştirirler. Ayrıca güçlüklerden kaçınma, özgüven ve üretkenlikten yoksunluk gibi davranış bozuklukları gösterebilirler.
Genital dönem( 12-18 yaş) Bu dönem, fırtınalı bir dönemdir.Daha önceki dönemleri başarıyla atlatmak bu dönemin birey açısından kolay atılmasında önemli bir faktördür. Ergenlikle başlayan ve ergenlik sonrası yılları kapsayan son gelişim dönemidir. Genital dönemde, çocuğun cinsel duyguları yeniden ortaya çıkar ve gencin ilgisi yetişkin cinselliğine yönelir. Her iki cinsiyette de cinsel hormonların artması sonucu, gençler karşı cinsle yakın ilişkiler kurmaya başlarlar.
Genital dönem( 12-18 yaş)(devm…) Genç, daha önceki psikoseksüel dönemlere özgü saplantılar geliştirmişse genital dönemde çözülmemiş saplantılar yeniden ortaya çıkar. Bu çatışmalara çözüm bulunamadığı zaman, bu durum, yetişkin kişiliğinin gelişimini olumsuz biçimde etkiler. Bu dönemde birey kim olduğu,ne olduğu, yaşamın anlamının ne olduğu sorularının yanıtlarını bulmaya çalışır. Yani birey kimlik arayışı içindedir.(5)
CARL GUSTAV JUNG VE PSİKANALİTİK Carl Gustav Jung. İsviçreli psikiyatr, analitik psikolojinin kurucusu. Derinlik psikolojisinin üç büyük kurucusundan birisi. (Diğerleri: Freud ve Adler) Basel Üniversitesi’nde tıp profesörü olan büyükbabasının adını taşıyan Carl Gustav Jung İsviçreli bir papazın oğludur. 1895 yılında Basel’de tıp eğitimi almaya başlamıştır
Jung, henüz öğrenci olduğu yıllarda (meslek seçiminde kararsız olduğu dönem) mahalledeki çocukların daveti üzerine bir ruh çağırma seansına katılır. Burada on beş yaşında bir kızın transa geçtikten sonra ana dili İsviçre Almanca’sı olmasına rağmen, normal Almanca konuşmaya başladığını görür. Genel olarak utangaç ve çekingen olan bu kız, olgun bir havaya girmiştir. Jung, kızı gayet iyi tanıdığı halde bu özelliğini daha önce farketmediği için çok şaşırmıştır. Jung ilerlyen zamanlarda tüm bu olanların altındaki nedeni öğrenmek istiyerek katıldığı seanslarda her transdan sonra sistematik olarak notlar tutmaya başlar. Transdan sonraki geçişin nedenlerini araştırırken geniş bir araştırmaya girişir. Jung haricinde kimse bu olayın içyüzüyle ilgilenmez. Jung, epilepsi, histeri ve nevrasteniden oluşan “psikopatik aşağılık duygusu” ile ilgili araştırmalara devam eder. Araştırmalardan sonra, bitirme tezinin dayanağını oluşturur. Bu tez, 1902 yılında “Sözde Gizemli Fenomenlerin Psikolojisi ve Patolojisi Üstüne” ismiyle yer alır. Böylece Jung psikolojiye giriş yaparak ileride kuracağı Analitik Psikolojinin temellerini atmış olur.(4)
KİŞİLİK YAPISI Jung’a göre kişilik birbiriyle etkileşimde bulunan çok sayıda sistemden oluşur. Bu sistemlerden her birinin tek başına önemli bir fonksiyonunun olmasının yanı sıra, birlikte birbirleriyle etkileşim halinde iken söz konusu olan bir kişilik yapısı vardır. Başka bir deyişle, kişilik bu sistemlerden ve bunların etkileşimlerinden oluşur.
KİŞİLİK YAPISI(DEVAM…) Ego Kişisel Bilinçaltı Kolektif Bilinçaltı ve Arketipler Persona Anima ve Animus Gölge Ben Simgeler
A- Ego Ego kişiliğin, bilinçli sistemidir. Gerçekle ilişki halindedir ve gerçeklerle uyuma yöneliktir. Algılama, hatırlama (anılar), duyumsama, düşünme ego’nun temel fonksiyonlarındandır. Ego birlik, bütünlük ve süreklilik duygusunu sağlar. Ego kişiliğin “benlik” kavramının oluştuğu yerdir.
B- KİŞİSEL BİLİNÇALTI Ego’ya komşu olan bölgedir. Bireyin zamanında bilinçli olan ancak daha sonradan görmemezlikten gelinmiş ya da bastırılmış çocuksu düş ve arzularından, yüksek algılarından ve sayısız unutulmuş tecrübelerinden meydana gelmiştir ve sadece ona aittir. Ego ile kişisel bilinçaltı arasında iki yönlü (karşılıklı) bir iletişim vardır. Kişisel bilinçaltına ait anılar kontrolün zayıfladığı bir anda (uyku sırasında) hatırlanabilirler. Bazen içinde bulunan zaman ve mekân bazen de rastlantısal bir ilişki onları ortaya çıkarır, çağrıştırır. Özetle, bastırılmış olan bu şeyler ya zaman-mekân ve olaylar sonucu oluşan çağrışımlar ya rüyalar ya da nevrotik semptomlarla bilinç düzeyine ulaşırlar.
C- Kolektif Bilinçaltı ve Arketipler Kolektif bilinçaltı kişisel bilinçaltının daha derinlerinde olan yönüdür. Kalıtımsal bir nitelik taşır. Kolektif bilinçaltında insanın insan olma evresine ulaşmadan önce geçmişinden getirdiği gizli bellek kalıntılarıdır. Jung’un kollektif bilinçaltı kavramında arketiplere rastlamaktayız. Arketip, duygusal yönü güçlü, kalıtımla gelen evrensel bir düşünme biçimidir. Bunlar türe ilişkindir. Deneyimlerden oluşmuşlardır. Akretip, semboller ile belli bir şekilde algılama ve bu algılamaya uygun bir şekilde davranmadır. Örneğin, anne arketipi önce bir anne simgesini oluşturur, sonra bu kavram gerçek anne ile özdeşleşir. Öte yandan çocuğun anneyi algılayış biçimi, annesi ile birlikte olan yaşantısından da etkilidir. Dolayısıyla çocuğun annesiyle olan yaşantısı bir yandan anneyi algılayışını etkileyen içsel eğilimlerdir. Diğer yandan annenin gerçek özelliklerinin ortak bir ürünüdür. Bu iki belirleyici genellikle uyum içindedir. Çünkü arketip, ırkın dünya ile olan yaşantısının ürünüdür ve bu yaşantılar dünyanın her yerinde ve herhangi bir çağda yaşamış olan insan için aynıdır.(4,14)
1) Persona Kişide kendisinden beklenenlere uygun davranma, alınan eğitim ve toplumsal beklentilere cevap verme, kabul edilen davranış türlerine uygun davranma yönünden bir eğilim vardır. İşte “persona” kişinin toplumsal beklentiler konusunda takındığı maskedir Bu süreç içinde kişiye ait olan pek çok şey kaybolmakta ya da bastırılmaktadır. Kişiler persona ile toplumdaki diğer kişiler üzerinde etki yaratır ve kişiliğinin öznel kısımlarını gizler. Toplum, kişiyi taktığı bu maskeye göre değerlendirir. Her insanın birden fazla personası olabilir. Örneğin: Bir kişi evde ve iş ortaklarıyla ilişkilerinde farklı farklı davranışlar gösterebilir. Hatta çeşitli sosyal ilişkilerinde farklı maskeler takabilir. Persona’nın diğer bir fonksiyonu ise, kişisel çıkarlarımızın karşılanmasını sağlamaktır. Örneğin, aslında hiç sevmediğimiz ancak bazı beklentilerimizin ve çıkarlarımızın olduğu bir kişiye dostça davranabiliriz
2) Gölge Jung insanın kendi cinsiyetini temsil eden ve kendi cinsinden olan kişilerle ilişkilerini düzenleyen arketipe gölge adını vermiştir. İnsanın hayvan yönünü içeren gölge, kökenini evrimden alır. Arketiplerin en güçlü ve tehlikelilerindendir. Özellikle aynı cinsten olan kişilerle ilişkilerinde insanın en iyi ve en kötü yanlarının kaynağıdır. İnsanın toplum içinde varolması ve grup üyeliğini sürdürmesi için gölgesinin hayvansı eğilimlerini bastırması gerekir Gölge ısrarcıdır, personanın baskısına boyun eğmez. Ego ve gölge, işbirliği yaptıklarında kişi kendini yaşam dolu hisseder. Böyle durumlarda ego içgüdüsel güçleri yönlendirir. Bilinç dünyası genişler, zihinsel işlevler canlılık kazanır, bedensel etkinlik artar. Gölgenin içindeki kötü öğeler bilinçli, her şey yolunda gittiği zaman bilinçdışında etkisiz kalırlar. Kişi bunalımla ya da bir zorlama ile karşılaşınca gölge ego üzerinde egemenlik kurmaya çalışır.
3)Anima ve Animus Fizyolojik düzeyde, bir kişi gerçekte iki cinsellidir. Her iki cinsin hormonları birlikte bulunur. Ancak biri diğerinden daha baskın olarak salgılanmaktadır. Erkeğin dişi arketipi Anima’dır. Erkeğin tam anlamıyla erkek olmadığını ileri sürmek çelişik ve rahatsız edici olarak görülebilir. Erkekler içerisinde erkek cinsiyeti rolünü en fazla benimsemiş olanların zaman zaman kontrolsüz duygulara kapıldıkları, duygusal, ölçülü olmayan davranışlar gösterdikleri gözlenmektedir. İşte bu animanın dışa yansımasıdır. Yani, çok erkeksi özellikler gösteren erkeklerde dişilik özellikleri bilinçdışı kalır, gelişemez. Bu durum o erkeğin bilinçdışının zayıf ve etkisiz kalmasına neden olur. Bu tip erkeklerin görüntülerinin altında çoğu kez zayıf ve bağımlı bir yapıya sahip oldukları da görülür.(6,8)
3)Anima ve Animus(devam…) Jung’a göre her erkekte doğuştan bir kadın imgesi vardır. Ve o erkeğin bilinçdışında bazı değerlerin oluşmasına neden olur. Erkek bu ölçümlere göre seçimini yapar, kimi kadını beğenir, kimisine ise istek duymaz. Erkek çocukta animanın ilk yansıdığı kişi anne, kız çocukta animusun yansıdığı kişi babadır. Anima iki çehre taşımaktadır. Biri saf, iyi ve asil tanrıçalara benzer iken, diğeri baştan çıkancı ve cadı nitelikleri olmak üzere kadınların aydınlık ve karanlık yönlerini temsil eder. Animus, kadınlarda erkeklerdeki animanın karşılığıdır. Yani kadının erkek arketipidir. Kadın animusun gücü sayesinde erkeği anlayabilir. Anima ve animus etkisinin kavranması persona ya da gölgenin kavranmasından çok daha güçtür. Anima, erkeğin anlaması ve algılamasına yardımcı olur.(14)
4) Ben Irksal bilinçdışının merkez arketipidir. “Ben” bilinçdışındaki diğer arketipleri ve onların bilinç düzeyinde ortaya çıkışlarını düzenler ve örgütler ve kişiliğin bütünleşmesini sağlar. Bir insan kendisini uyum içinde hissedebildiği oranda “ben” görevini iyi yapıyor demektir. Jung, insanın kendini tanımasına kendini gerçekleştirebilmesinden çok daha büyük önem verir, çünkü kendini gerçekleştirebilmek için önce kendini tanıması gerekir. Oysa pek çok insan kendilerini tanımak için çaba göstermeksizin yaşamlarına anlam katabilmeyi umar ve kendilerini bulabilmek için bir mucizenin gerçekleşmesini bekler.
5) Simgeler Simgeler, binlerce yıldan bu yana özelliğini yitirmeden, kaybedilmeden günümüze kadar gelmiştir. Simgeyi üç yönüyle açıklarsak: a) Simge, soyut ya da o anda bulunmayan bir şeyi canlandırmak için kullanılabilir. Örnek: Krallık asası somut bir nesne olan krallığın simgesidir. b) Simge, bir parça ile bütünü temsil eder. Örnek: Bir yırtıcı hayvan tırnağı aslan simgesi olur. c) Simge, elinde gerçek bir güç bulunduran yaşayan gerçekliğe dönüşür. Bu da hepsinden önemlidir. Örnek: Bazı kimseler için kara kedi iyilik ya da kötülük getiren gerçek bir güce sahiptir. Atalarımızın korkulan henüz ortadan kalkmış değildir. Çünkü modern çağa rağmen insanoğlu soğuktan, açlıktan ve korkudan kurtulamamıştır. Küçük bir olay insanın eski korkularını tekrar yaşamasına neden olabilir. Zamanla simgeler yaşamın sürekliliğine izin veren bir şeye yönelmiştir.(4)
Psikanalitik Psikoterapi Psikanalitik yönelimli psikoterapi, psikanaliz ilkelerini temel alır, fakat klasik uygulama kurallarına bağlı kalmaz. Terapotik ortam Teknik Süreç Amaç gibi yönlerden psikanalizden ayrılır.
Psikanalitik Psikoterapi(devam…) Ayrıca daha geniş aralıklar ile uygulanır (genelde haftada bir defa) ve daha kısa sürede bitirilir (genelde bir yıl yada daha kısa). Hasta koltuğa uzanmaz, yüz yüze konuşulur. Serbest çağrışım kural değildir. Terapist daha etkin bir roldedir.
Psikanalitik Psikoterapi(devam…) Kişinin bilinçaltındaki duygu ve davranışlarını, arzu ve isteklerinin nereden kaynaklandığını ve içinde yaşadığı çatışmaların çözümünü bilinçli hale getirebilmek için uğraşır.(4)
Psikanalitik Psikoterapi(devam…) Pek çok değişik terapi tekniğini kullanır, örneğin; kişinin geçmişini incelemek, kişiyi inançları ve davranışları ile yüzleştirmek, destek vermek ve kişinin duygu ve düşüncelerini yorumlamak gibi. Bu işlem ile kişi duyguları, düşünceleri, semptomları yada davranışları ile bilinçaltındaki dürtüleri arasında bir bağlantı kurar. Böylece bu yeni anlayış ile, kişi istemediği davranışlarını ve düşüncelerini değiştirebilir.
Psikanalitik Psikoterapi(devam…) Günümüzde, psikanalitik yönelimli psikoterapi daha sık kullanılmaktadır. Psikonevrozlar, kişilik bozuklukları, cinsel uyum bozuklukları ve psikosomatik bozuklarda uygulanılır. Şizofrenide ve benlik gücü zayıf, psikoza yatkın kişilerde uygulanmamalıdır. Bu hastalarda serbest çağrışım düşüncelerin sürekli dağılmasına neden olabilir.(6)
KAYNAKLAR Sydney ellen schultz, duane p. Schultz (2001) Modern Psikoloji Tarihi, kaknüs yayınları, İstanbul, çeviri: yasemin aslay Lagache D, (2005)Psikanaliz, dost kitabevi yayınları, Ankara, çev: Evin aktar Freud S,(… ) Psikanalize Giriş, mert yayıncılık, İstanbul, çev: Prof. Dr Günsel Koptagel Jung c. G, (2010)Analitik Psikolojinin Temel İlkeleri(konferanslar), cem yayınevi, İstanbul ,Türkçesi: Kamuran Şipal Güleç C, Köroğlu E (1998) Psikiyatri Temel Kitabı Cilt I. Ankara: Hekimler Yayın Birliği Freud ve Psikanalizin Temel İlkerleri,(1997) Yacobı J, (2002)C. G. Jung Psikolojisi, İlhan Yayınları,İstanbul, Çev: Mehmet Arap Atkınson R. L, Atkınson R. C, Smith E. E, Bem D. Y, Haeksemo S. N,( Hilgerd’s Intraduction to Psycbology 12 th Edition )(1999) arkadaş yayıncılık Makale Gülay Yiğitoğlu Taşdemir
Yazar: Yrd.Doç.Dr. İrem Anlı, Psikanalitik Kuramlar, Yayım tarihi: 01/2010,Nobel Tip Kitabevi, Cilt/Sayfa Sayısı: 1 adet ciltsiz normal kapaklı / 141 sayfa, Baskı Sayısı: 1 Freudculuk ve Psikanaliz Bilim Değildir, Doç. Dr. Selçuk Aslan (1991) Sciences et Avenir’den çev: Dr. Ergin KORUR http://esincolak.blogcu.com/freud-un-psikanaliz-kurami/251049 www.MaximumBilgi.com, Freud ve Psikanaliz, Araştırma Serisi No.42 Dört Arketip, (2009)Metis Yayınları'ndaki kitapları, Çeviri: Zehra Aksu Yılmazer Gökçe Y, İlkel Toplumları Kapsamayan Bir Teori :Psikanaliz (A Theory that Excludes Primitive Society: Psychoanalysis) Bilkent Üniversitesi, Millî Folklor, Yıl: 14 Sayı: 55 Baymur, Feriha, (1994). Genel Psikoloji. İstanbul, inkılap yayınları http://w2.anadolu.edu.tr/aos/kitap
Mutsuzluğu tatmadan, hep mutlu olmak istersin Mutsuzluğu tatmadan, hep mutlu olmak istersin. Oysa nelerin seni mutsuz ettiğini bilmeden, nelerle mutlu olacağını bilemezsin… Sigmund Freud