“Sonsuza Dek” sesli
“Sonsuza Dek”; işte sözlerini yazacağım şarkının ismi bu olacak. Öyle bir filarmoni orkestrasıyla falan değil, akordu telefonun La sesiyle yapılmış bir gitarla çalınacak. Ama yalnız kalmam lazım – ondan sonra da birisini esir alıp ona çalmam lazım. Sırtımda gitar, başımı alıp gidecek, bir an önce saklanacak bir yer arıyorum; feci risk altındayım, yoksa kapı çalınacak, bana gelinecek ve esir alınıp: “aslında alıp başını gidebilmeli insan...” sohbetlerinin tutuklusu olacağım. Ne mutludur kim bilir şu çobanlar; ne büyük bir huzur duyarlar, bir ağacın altına çöküp kaval çaldıkları zamanlar. O paradan puldan, innncecik laf sokuşturmalardan uzak insanlar, uyurken de, uyanırken de, açken de, tokken de aynı olanlar. Bir ağacın altına oturup kaval çalmak???? Peki, ya uğultulu bir tepedeki Yalnız Ağaç’a gitar çalmak????
Bir ağacın altına oturup kaval çalmak???? Peki, ya uğultulu bir tepedeki Yalnız Ağaç’a gitar çalmak???? Oleeeeeey; neden olmasın????? Hem de çok muhteşem olur. Başladığımda tepemde Güneş, bitirdiğimde Çoban Yıldızı parlar durur. Sırtımda gitar, altımda kanatlı atım; bir şehir kovboyu gibi, bir şehir çobanı gibi, Yalnız Ağaç’ımın altına oturmaya, söz yazıp, yanık yanık gitar çalmaya gidiyorum. Supertramp’in albüm kapağındaki gibi bir piyano da taşımıyorum; yol verin beton duvarlar, size duygu toplamak, grinizi yeşile boyamak istiyorum.
Bir yüksek tepeye tırmanmaya, bir ağacın altına oturup gitar çalmaya gidiyordum.
Ne insan, ne nisan; ******’sı: “zahmet” olan, 6 haneli şifreyi yazıp, ait olduğum yerlere varıyordum. Ve az ötemde o mükemmel saklanmışı görüyordum:
yani o kafayı,
yani bir buzdağı gibi önümde duran, o köpek gibi köpeğin muhteşem kafasını.
Ferit Gezer ve İzzet Türkyılmaz; Facebook’ta eklenemeyecek yeni dostlarım oluyordu bu sayede; hiçbir siteden indiremeyeceklerimi dinliyor, adreslerini alıp, ilk fırsatta fotoğraflarını getireceğime söz veriyordum. Bir şehir çobanıydım, başka bir şey değil; arkamızdaki tepenin, en tepesindeki ağacıma - ona gitar çalmaya gidiyordum.
3 adım tırmanıp, 2 adım geri kaya kaya, kan ter içinde varıyordum tepedeki (yapa)Yalnız Ağaç’ıma. Termosumdan hiçbir Café’de içemeyeceğim muhteşem çayı yudumluyor, en baba Chef’in menüsünde olmayan Beypazarı Kurusu’nu yiyor, ağacıma hiçbir komşuyu rahatsız etmeyecek şarkılar çalıyordum. İstemeyince, mutfaktan bir bardak su getirmek bile çileyken - “yeter ki” istenince, değil gitar, sadece ıslık çalmak için bile dünyanın öteki ucundaki bir dosta koşa koşa, uça uca, ya da pedallara basa basa gidilebilindiğini biliyordum.
“Sonsuza Dek”i yazmaya başlıyordum; ileride kendi yazdığım sözleri unutsam bile, o sözleri nasıl yazdığımı sonsuza dek unutmayacakken, “gün ışığı” bir lamba, ya da bir sahne yıldızı gibi değil,
düş hekimi yalçın ergir sırtımda 6 tel, 7 nota, alnımda fener olmuş içimdeki sonsuz ateş hep arıyor - tepede, ağacımın dibinde bir Güneş, bir Çoban Yıldızı gibi parlıyordum. düş hekimi yalçın ergir http://www.ergir.com 8 insan 2010 Yalnız Ağaç Tefrika: http://www.ergir.com/yalniz_agac_tefrika.htm