Minik Kuş, Tombik Yanak ve diğerleri Masal: Ö y k ü c ü Can Oynayanlar: Burnu Sızlayan Çocuk, Minik Kuş, Tombik Yanak ve diğerleri Fon müziği: Louis Armstrong
Bir varmış bir yokmuş; pıt pıt atan yüreği, gök kadar mavi, beyaz kadar bulutmuş. Karlar altında yatan ormana, geçmiş yüzyılın bir şeker bayramı penceresinden bakan çocukmuş. Ve Abant, buz tutmuş, donmuşmuş. Birden burnu sızlamış. Misafirhane sobasının üzerinde kızaran, kırk yıllık kestane kokusunu özler gibi bir an durmuş. Fakat sonra anlamış, aslında alıç zamanıymış. Tabiat sessiz beyaz örtüsünden, çoktan sıyrılmış; dinginlik yerini, parıltılara, cıvıltılara, tomurcuklara bırakmışmış.
İşte o günlerden bir gün, burnu sızlayan çocuk, gölün etrafında yansımaları kovalamak için sabah erkenden kalkıp yola koyulmuş.
Minik kuşa rastladığı da pekiyi olmuş Minik kuşa rastladığı da pekiyi olmuş. “Kuş kardeş, en güzel koya, hangi yoldan daha çabuk gidilir acaba?” diye sormuş. Ama bu sorusuyla minik kuşun tepesinin tasını attırmış. Tası atan kuş, derin bir nefes alıp başını “Cık cık cık,” diye iki yana sallamış durmuş. Sonra: “Çabuk da ne demek oluyor? Yollara düştün, buralara kadar geldin ama yine de vaktin kısıtlı öyle mi? Cık cık cık, olacak şey değil,” demiş. Neyse ki az sonra sinirleri yatışmış.
“Gölün cennet koyu hemen şuracıkta, kuş uçuşu beş dakika “Gölün cennet koyu hemen şuracıkta, kuş uçuşu beş dakika. Tabii ki ben sana gidebileceğin kestirme bir yol tarif ederim,” demiş. ““Gölün cennet koyu hemen şuracıkta, kuş uçuşu beş dakika. Tabii ki ben sana gidebileceğin kestirme bir yol tarif ederim,” demiş.
Örümceğin evini görünce, akıntıyı sol yanına alacaksın.
Sonra gün batımına doğru hep ama hep parıltıların izini sürerek yoluna devam edeceksin.
Yansımalar yokuşunu çıkınca, sazlığın ötesinde, ağaç altında oturan bir köylü göreceksin. Ondan bir alıç kolyesi alıp boynuna tak, acıkınca yersin.
Atlı arabaları görürsen, yoruldum deyip binme bak, yürüyeceksin!
Yolda rastladıklarına hiçbir şey sorma Yolda rastladıklarına hiçbir şey sorma. Sazlığın yanındaki tepeyi aşınca da sakın şaşırma.
Orada nilüferleri gördüysen eğer, cennet koya vardın demektir.
Orası gölün en güzel yeri.
Tombik yanaklıya da benden selam söylemeyi unutma emi?” demiş.
Burnu sızlayan çocuk tam teşekkür etmek üzereymiş ki, “Uçtu uçtu kuş uçtu,” deyip, minik kuş pır diye gökyüzüne uçmuş gitmiş. Burnu sızlayan çocuk tam teşekkür etmek üzereymiş ki, “Uçtu uçtu kuş uçtu,” deyip, minik kuş pır diye gökyüzüne uçmuş gitmiş.
Bunun üzerine çocuk tarif edilen yola koyulmuş.
Atlıları,
balıkçıları,
püf püf çiçeği tarlalarını,
ahşap köprüleri geçmiş.
Yolda rastladığı ata - minik kuşun tembihini hatırlayıp – hiçbir şey sormamış.
Çiçeklerin arasından geçip, parıltıları,
yansımaları, akıntı boyunca kovalamış.
Sıcaklardan bunalan tonton Saint Bernard’ın şikâyetlerini dinlemiş.
Sonunda sazlığın yanındaki tepeyi aşınca, suyun üstünde alabildiğine uzanan nilüfer tarlasına varmış.
Tombik Yanak, orada bir nilüfer yaprağının üzerine uzanmış tembellik ediyormuş. Yanaklarını şişire şişire trompet çalıyor, çatlak sesiyle şarkısını söylüyormuş.
İşi gücü buymuş zaten.
Böcekleri, çiçekleri o uyandırırmış her sabah.
Tombik Yanak, çocuğu görünce patlak gözleriyle şaşkın şaşkın bakmış Tombik Yanak, çocuğu görünce patlak gözleriyle şaşkın şaşkın bakmış. Neden sonra üç kere yutkunup sevecen bir ses tonuyla: “Ne şahane bir dünya, değil mi?” diye sormuş. “Ah ahh!” diye iç geçirmiş çocuk; “Cennet koy çok güzelmiş, keşke ben de senin yaptığın işi yapabilseydim,” demiş. “Ee! Niye yapmıyorsun peki? Üzerine yatacak boş nilüfer yaprağından çok bir şey yok ki burada, ne duruyorsun?” diye cevap vermiş tombik. “Ama hayat canavarı yakamı bırakmıyor, ne yapayım?” demiş çocuk.
“Aman boş ver. Şu minik siyah balıkları görüyor musun. Hepsi benim “Aman boş ver! Şu minik siyah balıkları görüyor musun? Hepsi benim. Ama hiç tasalanmıyorum. Onlar da büyüyünce tombik yanak olup benim gibi bütün gün trompet çalıp şarkı söyleyecekler. Neyse bırakalım bunları. Gel seninle bir oyun oynayalım. Ama bırak elindeki o fotoğraf makinesini, kıyıda bir yere koy da ıslanmasın,” demiş. Sonra aralarında şu konuşmalar geçmiş:
“Ah ah “Sevgili Tombik Yanak, bir bilmece soracaktım sana ama neyse sonra sorarım artık. Peki, ne oynayacağız şimdi biz?” “Ben yanaklarımı sonuna kadar şişireceğim, sen parmaklarınla plof yapıp çıkaracaksın havayı. Bir dene bak çok zevkli oluyor.”
“Tamam, şişir o zaman.” “Püüf, poof!” “Ploof!” “Davul gibi değil mi? Hadi gel bir daha yapalım” “Fooşş!” “Aa! Su püskürttün bu sefer!”
“Cennet Koy’un suyu; birazcık ıslandın ama çok iyi gelecek bak, göreceksin.”
“Aa! Bu üstümdeki koca örtü de neyin nesi?”
“O senin artık ihtiyacın olmayan eski yaşamındaki giysilerin “O senin artık ihtiyacın olmayan eski yaşamındaki giysilerin. Cennet Koy suyuyla yıkananın, istekleri hemen olur. Sen artık bir tombik yanak oldun. Bütün gün yanaklarını şişire şişire trompet çalabilecek, çiçekleri, böcekleri, sabah uykularından sen uyandırabileceksin. Günün geri kalan zamanı da tembellik için. Ne hoş değil mi?” “Vıraak! Vıraak?” Ö y k ü c ü, Haziran 2009, Gökyüzü.
Not: Bu masal çok çok uzaklarda yaşayan; çiçeklerle, böceklerle, kuşlarla konuşabilen bir çocuğun gerçek öyküsüdür. Tombik Yanak’a gelince, o tüm zamanların en büyük trompet üstadıdır. Ben mi kimim? Masalda minik kuşu oynayan Ö y k ü c ü C a n tabii ki… Fotoğraflar ve masal: Can Özoğuz Fon Müziği: Louis Armstrong, “What A Wonderful World”
Denemelere dönüş Ana sayfaya dönüş: Öykücü Can Özoğuz www.oykucu.net