sesli
Bir varmış, bir yokmuş; bir yaşlı ayakkabıcı ve sadece çocukların yaşadığı bir Düş Şehri varmış. Bu şehirde yaşamanın bir şartı varmış: Çocuklar birlikte oyun oynamaktan, birlikte düş kurmaktan vazgeçtikleri anda - ya da, kısaca büyüme belirtileri başladığında şehirden ayrılmak zorundalarmış.
Şehirden ayrılanlar, hiç çocuğun, hiç kedinin olmadığı - güneşin hiç doğmadığı Kara Şehir'e giderlermiş. Yaşlanmış, ama büyümekten kurtulmuş ayakkabıcı, çocuklara hem Kara Şehir öyküleri, hem de içinde üretmek ve sevmek olan binbir gece masalları anlatırmış.
Düş Şehri'nde yaşayan çocuklar yorgandan evlerde yaşarlarmış. Pırıl pırıl, masmavi bir yorganda yaşayan bir Düşçü Çocuk varmış. Geceleri yorganın altında uyur, gündüzleri de üzerinde oynarmış. Uyurken yorganın içinde milyonlarca yıldız görür, üzerinde yuvarlanırken de o yorganı okyanuslardan daha büyük sanırmış.
Düşçü Çocuk şiir de yazarmış Düşçü Çocuk şiir de yazarmış. Hiç üşenmeden tek tek yazdığı kağıtları, rüzgarlı gecelerde penceresinin dışına koyarmış. Sabahları uyandığında şiirlerini bulamasa da, penceresinin önünde mutlaka, ya küçük bir çalı parçası, ya da minik bir solucan bulur, emeklerinin boşa gitmediğini görürmüş. Bu yüzden sabah oluşuna, uyanışına, yepyeni düşler paylaşacağına çok sevinirmiş. Düşçü Çocuk'un büyük bir düşü varmış. Bu düş: büyümesine gerek kalmadan, bu çocuklar şehrinden ayrılmak, yürüye yürüye yaşlı ayakkabıcının anlattığı Kara Şehir'e varmak, oradaki çocukluğunu yitirmişlere şiirlerini okuyarak, onlara bir zamanlarki düşlerini kurdurmakmış. Bir seher vakti, elinde kalem, kağıt, kalbinde sevinç ile çıkmış yola. Yürümüş, yürümüş, yürümüş; yağmur, fırtına, kızgın güneş altında. Hep ekmek kırıntıları bulmuş yol boyunca, hep billur ırmaklar çıkmış karşısına; tepesinde dönüp duran kuşların ardına takıldığında.
Derken varmış rüzgar esmez Kara Şehir'in kara sokaklarına. Sormuş yoluna ilk çıkan suratı beş karış adama: - Benim şiirlerim var; nasıl paylaşabilirim? ve devam etmiş yoluna: - Saatin kaç? cevabını alınca. Kara Şehir'deki tek çocuk olduğunu Beş Karış'ın nasıl fark etmediğini düşünüp durmuş, ilerlerken hiç kedi görmemiş karanlık sokaklarında. Bir Yayınevi çıkmış karşısına; girmiş içeri - ilerlemiş küflü koridorlarında. Çıt çıkmayan bir odaya varmış; ama mavi bir yorgan bile yokmuş odada. Dışı da, içi de çok yaşlı bir adam yemek yiyormuş odanın tam ortasında. Bir lokma yiyor, elindeki beyaz peçeteyle dudaklarını siliyor – karşısındaki bomboş duvara bakıyor, tekrar peçeteyle siliyormuş dudaklarını, ağzına tekrar bir lokma attığında.
Bozmuş ölüm sessizliğini Düşçü Çocuk: - Benim şiirlerim var… Sanki bir asır sonra yavaşça dönüp bakmış yaşlı adam: - Kaç kilo? İki kere silmiş peçeteyle ağzını ve tek kelime söylememiş bir daha; bir lokma daha atmış ağzına ve sadece duvara bakmış asırlar boyunca. Çıkmış Düşçü Çocuk oradan, elindeki kağıtlarla; kaybolmuş ilk defa ıslık duyan Kara Şehir sokaklarında.
Bir hıçkırık sesi duymuş kocaman bir çöp bidonunun arkasında. Uuupuzun saçlarıyla, arkasında bir kedi, başında tacıyla, küçük bir kız ağlıyormuş elinde kağıtlarla.
Hemen hatırlamış o kızı da, kediyi de. Anlamış Düş Şehri'nde, elindeki kağıtları bir tepedeki yalnız ağacın dallarına koyup, rüzgar esmesini bekleyen küçük kızdan başkası olmadığını, çizimlerini görünce..
- Senin adın ne; neden ağlıyorsun? Hiç büyümüşe benzemiyorsun; ne arıyorsun bu Kara Şehir'de? - Pino benim adım. Ben çizerim, hep çocukları çizerim; herkes çizdiğim çocuklarla oynamasını isterim, geceleri de çizdiklerime sarılıp, uyumalarını düşlerim… - Peki; işin ne bu gece şehrinde? - Bu çizdiklerimi artık çizemezdim büyüyünce; bu yüzden hala yürüyebilir, böyle çizebilirken, üşenmeyip geldim gri kedimle – büyümeyi bekleyemeyince.
- Tamam o zaman; paylaşalım kağıtlarımızı, kalemlerimizi, birlikte yazalım, çizelim Düş Şehri'ndeki hayallerimizi. Ve bir durup çizerek, bir durup yazarak, yazdıkları - çizdikleri kağıtları hep sokak lambalarının altına bırakarak, gri yayınevi duvarlarına yapıştırarak, başlamışlar sokaklarda ilerlemeye.
Derken pembe bir bina görmüşler onca gri binanın arasında. Gözlerine inanamamışlar kapı açıldığında, o çocuksuz şehirde, kendileri gibi bir çocuk dururken karşılarında. - Sen; bir çocuk?? - Siz; iki çocuk?? Gelin çabuk içeriye…
Oturmuşlar yere, yemyeşil bir yorganın üzerine: - Ben Öykücü'yüm. Mavi pembe öyküler yazar, mavi pembe kıyafetler tasarlardım Düş Şehri'nde. Büyükler hep güzel kıyafetlerle gitmek isterler işlerine, ama asıl hep güzel kıyafetlerle gitmek gerekir güzel düşler görmeye. Duydum ki burası hep gece, ama kimse önem vermez ne düşe, ne de şiire - rüzgara karşı yürüyerek düştüm yollara ben de, geldim, gece'lik yapmaya bu Kara Şehir'e, renklensin gri geceler diye.
Nasıl bir masal çıkabilirdi ortaya; bir düş hekimi ile bir çocuk çizeri, çocuksuz, güneşsiz, kedisiz bir şehirde buluştuğunda? Nasıl bir gecelik çıkabilirdi ortaya; tek tip eşofmanlarla uyuyan insanların kapkara şehrinde; gece'likçi bir öykücü, bu düşlere ortak olduğunda?
+ YKM KISA KOL GECELİK (DÜŞ HEKİMİ) PİJAMA TAKIMI (DÜŞ HEKİMİ) http://www.popandpink.com KISA KOL GECELİK (DÜŞ HEKİMİ) http://www.popandpink.com/UrunDetay/3468/kisa_kol_gecelik_dus_hekimi.html PİJAMA TAKIMI (DÜŞ HEKİMİ) http://www.popandpink.com/UrunDetay/3473/pijama_takimi_dus_hekimi.html + YKM
Bir gece masalıdır bazen, “bir gece”lik buluşma; binbir gece masalıyken, bir “gecelik”le uyuma. Eğer fırtına ya da güneş altında varabildiyseniz bu satıra, sonsuz gecelerde sizi de bekleyen olur sevgi ve sabırla. Kimi satırlardaki ümitlerle, kimi çizgilerdeki düşlerle; hep hoş geldiğiniz - aslında hiç ayrılmadığınız bu şehirde… düş hekimi yalçın ergir http://www.ergir.com 6 nisan 2011 yazan: düş hekimi yalçın ergir çizimler: pino - pınar büyükgüral http://pinomino.blogspot.com/ http://photopeach.com/album/17duvxj 3. çocuk: öykücü can özoğuz http://www.oykucu.net/ hep gülüşler, bol tatlı düşler dilekleriyle… … veeee üçümüz, Manav Kemal Amca'yla: http://www.ergir.com/2011/presbiyopi.htm