Prof. Dr. Şakir GÖZÜTOK www.sakirgozutok.com TÜRK EĞİTİM TARİHİ Prof. Dr. Şakir GÖZÜTOK www.sakirgozutok.com
İSLAM DÜNYASINDA İLK MEDRESE İslam dünyasında ilk medresenin Samanoğullarından İsmail b. Ahmed b. Esed b. Saman (ö.295/907) tarafından Buhara’da kurulduğunu tespit etmekteyiz. Bildirildiğine göre, İsmail b. Ahmed b. Esed b. Saman’ın vakıflarla desteklediği bu medresesinin bir de kütüphanesi vardı. İlim öğrencileri, başka şehirlerden bu medrese ve kütüphaneye çeşitli araştırmalar yapmak üzere gelirlerdi. Naci Ma’ruf, Medarisu Kable’n-Nizamiye, Matbaatu’l-Cami’u’l-İlmî’l-Irakî, Irak, 1973, s. 8.
İSLAM DÜNYASINDA İLK MEDRESELER Emir Sa’id Nasr b. Ahmed b. İsmail’in yönetici olduğu dönemde, 325/936 yılında Buhara’da çıkan yangında “Bekâr” mahallesinde bulunan Fareck Medresesi’nin de yandığını öğrenmekteyiz. Ebu Bekir Muhammed b. Cafer en-Nerşehî (d.286/899- ö.348/959), Tarihu Buhara, Terc. ve Tah: Emin Abdulmecid Bedevî, Nasrullah Mübeşşir et-Terazî, Daru’l-Me’arif, 3. Tab, Kahire, Ts., s. 133; Naci Ma’ruf, Medarisu Kable’n-Nizamiye, s. 8. Nişabur’da da ilk olarak Kercî Medresesi’nin kurulduğunu tespit etmekteyiz. Hâkim Nisaburî, 332/943 tarihinden 336/947 yılına kadar mülaki olduğu Muhammed b. Ali Ebu’l-Abbas el-Kerhî (veya el-Kercî)’nin (ö.343/954) Nişabur’da sabahın erken saatlerinde evinden çıkıp “Dehhakîn” sokağında bulunan medresesine geldiğini haber verir. O halde bu medresenin, 332/943 yılından önce var olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Hafız Ebu Abdullah Muhammed b. Abdullah el-Hâkim en-Neysaburî (d.321/933- ö.405/1014), Tarihu Neysabur Tabakatu Şuyuh ve’l-Hâkim, Tah: Mazin b. Abdirrahman el-Beyrutî, Daru’l-Beşairi’l-İslamiye, 1. Tab, Beyrut, h. 1428, s. 441.
MEDRESELERİN ORTAYA ÇIKIŞ SEBEPLERİ 1- Camilerdeki yoğunluktan dolayı ibadet edenlerin rahatsız olması. 2- Bu tarz ders halkalarının sayısı ve katılımcıların çokluğu ile birlikte verilen derslerin sayıca artmasıyla ve değişen öğretim usulü, yeni öğretim kurumlarını da vücuda getirdi. 3- camilerin bir tek mezhebin öğretilerine tahsisinin mümkün olmaması, yalnızca mezhebi düşüncenin öğretildiği yeni bir kurumun ihdasını gerekli kılmış ve bu nedenle medreseler geliştirilmişlerdir.
MEDRESELERİN MENŞEİ 1- Ribera, Yakındoğu’daki Hıristiyan okullarının medreseler için model olmasının mümkün olduğunu ileri sürer. Bu iddia, bir iddia olmaktan öteye hiçbir anlam ifade etmez. Zira bunun doğruluğunu ortaya koyabilecek hiçbir delil bulunmamaktadır. 2- Barthold, Nişabur dolaylarındaki medreselerin ortaya çıkışının Budistik bir etkiyle olmasının mümkün olduğunu iddia eder. Bu iddia da yukarıdaki iddia gibi, hiç bir ilmi temele dayanmamaktadır. Budistlerin böyle bir kuruluşa nasıl öncülük edebileceğine dair tek bir emare ortaya konulmamaktadır. Birçok Batılı araştırmacının, İslam’daki bazı düşünce ve kurumların menşelerini daima dışarıda arama gibi bir yaklaşımları ve saplantıları olagelmiştir. Bu iddialar da, söz konusu yaklaşımlardan sadece birkaçıdır. Aydın Sayılı, “Higer Education in The Medieval Islam The Madrasa”, Ankara Üniversitesi Yıllığı 1947-48, Ankara Üniversitesi Yay., 1948, c. 2, s. 56.
MEDRESELERİN MENŞEİ 3- Aydın Sayılı, Medreselerin kaynağı konusunda şu görüşlere yer verir: “Julian Riberay Tanago tarafından yapılan araştırmaların neticesi göstermiştir ki, 11. yüzyılın başlarında Horasan Sünni medreseleri, Karmatilerin propagandalarına karşı koymak ve kendi gelişen güçlerini sınamak üzere ortaya çıkmışlardır. Bu Sünni medreseler, Karmatilerin manastır okullarından ilham almışlardır ve muhtemelen bir dereceye kadar onları taklit etmişlerdir.” Karmatilerin sahip olduğu okulların medreseler için bir örnek teşkil ettiği tezi de ilmi temelden yoksundur. Kaldı ki, Karmatilerin ortaya çıktığı bölge, İslam’ın ilk yayıldığı merkezi şehirler olan Medine ve Mekke’ye bu bölgeye nazaran daha yakındır. Şayet böyle bir etkiden söz edebilseydik, Karmatilerin ilk kez etkili oldukları bölgeye yakın şehirlerde bu kurumların ortaya çıkması gerekirdi. Benzer bir iddiayı Hamilton A. R. Gibb de dillendirmektedir. Gibb şunları söyler: “Beşinci yüzyılın başlarında, Şafiîler Fatimi misyoner kurumlarını taklit ederek (medrese olarak bilinen) Sünni okulları organize ediyorlardı.” Bu görüşünde yukarıdaki iddia gibi hiçbir mesnedi bulunmamaktadır. Hamilton A. R. Gibb, İslam Medeniyeti Üzerine Araştırmalar, Çev: Kadir Durak ve Arkadaşları, Endülüs Yay., İstanbul, 1991, s.36.
MEDRESELERİN MENŞEİ 4- Tibawi, Daru’l-İlim ve Daru’l-Hikme gibi kuruluşların medreselerin ortaya çıkmasına örneklik teşkil ettiği ve zamanla benzeştiklerini ileri sürmektedir. Bu görüş Youssef Eche tarafından da savunulur. Eche, bu görüşünü eski hocası M. Gaudefroy-Demombynes’in “medresenin, dârulilmin dönüşüm geçirmiş hali olduğu” şeklindeki ifadesine dayanır. A. L. Tibawi, “Origin And Character of al-Madrasah”, Bulletin of The School of Oriental And African Studies, University of London, 1962, Vol. XXV, Part 2, p. 227.
MEDRESELERİN MENŞEİ 5- Bu iddiaların dışında medreselerin ortaya çıkışını gerçekçi bir yaklaşıma ele alan araştırmacılar da mevcuttur. Bunlardan biri olan George Makdisi, medreselerin İslam eğitim ve öğretiminin tabii seyri içerisinde ortaya çıktığını ortaya koymaktadır. Makdisi, medresenin “aslında daha önceki iki kurumun tabii gelişimi sonucunda ortaya çıktığını” söyler. O’na göre, Önceki iki kurum, hukuk öğretimini üstlenen mescit ile onun hemen yanı başında yer alan ve derslere devam eden fıkıh öğrencileri için yurt hizmeti veren «han»dır. O’na göre bu gelişim, önceleri mescit, sonra mescit-han ve nihayet medrese olmak üzere üç aşamada gerçekleşmiştir. George Makdisi, Orta Çağ’da Yüksek Öğretim- İslam Dünyasi ve Hıristiyan Batı, Çev: Ali Hakan Çavuşoğlu, Hasan Tuncay Başoğlu, Gelenek Yay., İstanbul, 2004, s. 71.
İLK MEDRESEYİ NEDEN TÜRKLER KURDU? Makdisi’nin görüşü, medreselerin ilk olarak Maveraunnehir ve Horasan bölgesinde ortaya çıktığını da izah edecek yapıdadır. Zira İslam dünyasının hemen her yerinde öğretimin mescitlerde yapılmış olmasına karşılık, ilk zamanlar şehirlerde hanların mevcudiyetinin sadece bu bölgeye has bir durum olduğu anlaşılmaktadır. Mesela Nişabur’da “Şebistan” denilen bir konaklama evi ve Şiraz’da da benzer bir başka han vardı. Kazvin’de de “Sandul Hanı” diye meşhur bir han bulunmaktaydı.
Medreselerin Yapısı ve işleyişi Medrese bilim ve din adamları için toplantı yeri, Bir camisi Çalışma Odaları Kütüphanesi Öğretmen için bir odası Öğrenciler odalar (Hücreler) Avlusu Bahçesi olan bir yapıydı.
Medreselerde çalışan başlıca kişiler olarak, Medreselerde görevlilere maaş verildiği gözlenmektedir. Ayrıca Karahanlı’larda BURSLU ÖĞRENCİ sistemine geçildiği de karşımıza çıkmaktadır. Medreselerde çalışan başlıca kişiler olarak, Müderris, Kuran öğreten öğretmen, Öğrencilere burs dağıtan biri, İki hademe, Bekçi, KÜTÜPHANECİ sıralanabilir. Medreselerde ihtiyacı olanları doyurma, kurban sadaka, özel dini günlerdeki yardımlara para ayrıldığı bilinmektedir. Bu kurumun Sünni-Hanifi öğrencilere hizmet verdiği belirtilmektedir.
SELÇUKLULARDA EĞİTİM’İN TEMEL ÖZELLİKLERİ Selçuklu devlet adamları eğitime ve bilimin gelişmesin önem vermişlerdir. Medreseler gelişmiş ülkenin her tarafına yayılmıştır. Ahilik gibi bir yaygın eğitim kurumu ve atabeglik gibi şehzadelerin yetiştirilmesi için bir uygulama ortaya çıkmıştır. Selçuklularda zamanla bazı Türk değerleri unutulmaya yüz tutmuştur. Bu durumu Kaşgarlı Mahmut üzüntüyle eleştirmiştir. Zamanla Farsça ve Arapça kullanılmaya başlanmıştır. Bunu sebebi Fars edebiyatının güçlenmesi ve Kur’an’nın Arapça oluşudur. Selçuklularda alp,gazi veli insan tipi bir arada görülmüş bunlardan Dede Korkut kitabında bahsedilmiştir.
SELÇUKLU’LARDA ÖRGÜN VE YAYGIN EĞİTİM KURUMLARI Selçuklularda Tuğrul Bey, Alparslan, Melikşah, Nizamülmülk, Sancar gibi devlet adamları bilim adamlarına, sanatkarlara saygı göstermiş, eğitim ve öğretimin yaygınlaşmasına çalışmışlardır. Selçuklularda Örgün ve Yaygın Eğitim Kurumları ayrı ayrı incelenebilinir.
SELÇUKLULARDA MEDRESELER Buhara’da Melik Şemsuddin Nasr b. İbrahim b. Tuğmaç Han, “Eskeçket” beldesinin büyüğü idi. Burada Cuma namazlarının kılınması için bir cami yaptırmış, fakat bir tek Cuma namazının dışında burada namaz kılınamamıştır. İsmi Tuğrul Bey, lakabı Gülertekin olan Kader Han Cebrail b. Ömer b. Tuğrul Han (ö.455/1063), Buhara’ya vali olarak atandığında, sonradan harabe haline gelen bu caminin ahşap malzemelerini varisi olan Han Solar’dan satın alıp Buhara’ya taşımıştır.
Bu malzemeyle Bakkallar Sokağında (Çobe Bakkalan) daha sonra Gülertekin Medresesi diye anılacak olan medreseyi inşa etmiştir. Buraya sayılamayacak kadar mal vakfetmiştir. Bu medrese 348/959 tarihinden önce mevcuttur.
NİZAMİYE MEDRESELERİ Nizamü’l-Mülk (ö.485/1092), ilme verdiği önemi ve ilim ehline olan rağbetini, ilmin en yüksek düzeyde öğretildiği medreselere yaptığı yatırımla ortaya koymuştur. Onun yaptırdığı medreseler «Nizamiye» adıyla bilinmişlerdir. Nizamü’l-Mülk’ün kendi adıyla anılan ve bizim tespit edebildiğimiz on medresesi bulunmaktadır.
NİZAMİYE MEDRESELERİ Nizamü’l-Mülk, Bağdat, Belh, Nişabur, Herat, İsfehan, Tus, Basra, Merv, Amil Taberistan ve Musul’da olmak üzere toplam 10 adet medrese kurmuştur. Ayrıca Nişabur’da bir hastanesi ve Bağdat’ta bir Ribat’ı bulunmaktadır.
NİZAMİYE MEDRESELERİ Bağdat Nizamiye Medresesi: Bağdat Nizamiye Medresesi’nin temeli 457/1065 yılın Zilhicce (Eylül) ayında atılmıştır. İki yıl gibi kısa süren yapımı, 459/1067 yılın Zilkade (Ağustos) ayının on yedisinde tamamlanmış ve büyük bir resmi törenle açılmıştır. Bu medrese, Şafiî alimi olan Ebu İshak eş-Şirazî (ö.476/1083) için kurulmuştur. Nişabur Nizamiye Medresesi: Bu medresenin, Nizamü’l-Mülk tarafından İmamu’l-Harameyn olarak tanınan Abdulmelik b. Abdullah el-Cüveynî (ö.478/1085) için kurulduğunu biliyoruz. İmamu’l-Harameyn el-Cüveynî, kaynakların bildirdiğine göre, kendisi için kurulan bu medresede yaklaşık otuz yıl müderrislik yapmıştır. İmamu’l-Harameyn, 478/1085 yılında vefat ettiğine göre, bu medrese 448/1056 yılında kurulmuş olmalıdır. Öyleyse bu medrese, Bağdat’taki Nizamiye Medresesinden yaklaşık on bir yıl önce kurulmuştur.
NİZAMİYE MEDRESELERİ Belh Nizamiye Medresesi: Belh’e gelerek buraya yerleşen Ebu Kasım Abdullah b. Tahir et-Temimî el-İsferayinî’nin (ö.448/1056) Belh’teki Nizamiye Medresesi’nde ders verdiğini öğreniyoruz. O halde bu medrese 448/1056 yılından önce kurulmuş olmalıdır ki, bu tarih hem Bağdat hem de Nişabur Nizamiye Medreselerinden önceye rastlamaktadır.
NİZAMİYE MEDRESELERİ Merv Nizamiye Medresesi: Nizamü’l-Mülk’ün, Merv’de kendi adıyla anılan bir medrese kurduğunu bize Subkî ve Zehebî haber vermektedir. Bu medresenin tam olarak ne zaman kurulduğunu bilmiyoruz. Herat Nizamiye Medresesi: Bu medresenin de varlığından Subkî ve Zehebî’nin verdiği bilgilerle haberdar oluyoruz. Bu medresenin de kuruluş tarihini kesin olarak tespit edemiyoruz. Nizamü’l-Mülk, Ebu Bekir Muhammed b. Ali eş-Şâşî’yi (ö.485/1092) ömrünün sonlarına doğru Herat’taki Nizamiye Medresesi’ne ders vermek üzere gönderir ve eş-Şâşî burada bir müddet ders verir. İsfehan Nizamiye Medresesi: Bu medrese de Nizamu’l-Mülk tarafından kurulmuştur.. Nizamü’l-Mülk’ün vefatından iki yıl önce ölen Ebu Bekir Muhammed b. Sabit el-Hucendî (ö.483/1090), burada fıkıh dersleri vermek üzere atanmıştır.
NİZAMİYE MEDRESELERİ Amul (Taberistan) Nizamiye Medresesi: Amul, Taberistan bölgesinin en büyük şehriydi. Meşhur tarihçi ve tefsir yazarı Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberî (ö.310/922) burada doğmuştur. Nizamü’l-Mülk, öğretim kurumlarını oluştururken Taberistan’ın bu büyük şehrini unutmamış ve burayı da ilimle donatmak için kendi adıyla anılan bir medrese kurmuştur. Maalesef diğer bazı Nizamiye medreseleri gibi, bu medrese hakkında da fazla bilgiye sahip değiliz. Musul Nizamiye Medresesi: Bu medresenin Nizamü’l-Mülk tarafından kurulduğunu Subkî ve başka tarihçiler haber vermektedirler. Nizamü’l-Mülk’ün kurduğu bu medrese, Nuriye Camiinin hemen yanındadır. ilk olarak “Sedîd” diye bilinen Musul kadısı Ebu Bekir Muhammed b. Ali b. Ebi Halid el-Halidî müderris olarak atanmıştır.
NİZAMİYE MEDRESELERİ Basra Nizamiye Medresesi: Daha önce zikrettiğimiz Nizamiye Medreselerini haber veren Subkî ve Zehebî’den bu medresenin de varlığını öğreniyoruz. Ne zaman kurulduğunu bilemediğimiz bu medresede, Ebu İshak eş-Şirazî’nin en önde gelen talebelerinden biri olan Ebu Fadl Muhammed b. Kannan el-Enbarî’nin (ö.503/1109) Basra kadılığı yaptığı esnada ders verdiği bilgisinden başka bir bulguya rastlayamadık. Tus Nizamiye Medresesi: Ne zaman kurulduğu ve kimlerin burada ders verdiği bilgisine sahip olamadığımız bu medresenin Nizamü’l-Mülk tarafından Tus şehrinde kurulduğu bilgini yalnızca Zehebî bizimle paylaşmaktadır.
NİZAMİYE MEDRESELERİ Halep Nizamiye Medresesi: Tacettin Subkî, Tabakat’ında bir vesile ile Halep’teki Nizamiye Medresesi’nden söz etmektedir. Bu medresenin de Nizamü’l-Mulk tarafından hangi tarihte kurulduğunu ise henüz tespit edebilmiş değiliz.
MEDRESE PROGRAMLARI Bağdat Nizamiye medreselerinde okutulan başlıca dersler; Din ve Hukuk Dersleri Dil Edebiyat Dersleri Felsefe Dersleri Müsbet Bilim Dersleri Kur’an Okuma Arap Edebiyatı Felsefe Tıp Tefsir Fars Mantık Cerrahi Hadis Nahiv Riyaziye Fıkıh Sarf Hesap Kelam Hitabet Hendese Cerh ve Tadil Şiir Müsellesat Edeb Nücum Tarih Heyet (Gök Bilimi) Tabiiyat
ÖĞRETİM DİLİ VE YÖNTEMİ Öğretim, bilim ve kitap yazma dili ortaçağda esas olarak Arapça olsa da kitap kenarlarında Türkçe açıklamalara da yer verilmekteydi. Medreselerde ezber yöntemi kullanılıyordu. Süre belirli değil belirlenen kitapların bitirilmesi ve müderrisin takdiri esastı. Dersler, ders halkaları şeklinde işlenirdi.
HADİS İLMİ Hadis ilmi alanında önde gelen isimlerin Horasan bölgesi ve çevresinde ortaya çıkmaları dikkat çekicidir. Bu bölgeye ilk olarak sünneti yaymaya başlayan kişi, Nadr b. Şumeyl el-Mazinî’dir (ö.204/819). el-Mazinî, başta Merv olmak üzere Horasan bölgesindeki çoğu şehirlerde pek çok kimseye sünneti öğretmeyi ve önemli şahsiyetler yetiştirmeyi başarmıştır.
DARU’L-HADİSLER İslam âlimlerinden Suyutî ve Makdisî, İslam âleminde ilk kez kurulan Daru’l-Hadis’in, Nurettin Zengî (ö.569/1173) tarafından Şam’da yaptırılan Nuriye Daru’l-Hadis’i olduğunu söylerler. Bu Daru’l-Hadis’in İbnu Asakir diye şöhret bulmuş ve Tarihu Dımaşk’ın yazarı meşhur Hadis âlimi Ebu Kasım Ali b. Hasan b. Asakir (ö.591/1195) için kurulduğu bilinmektedir. Bu kurumun ilk Daru’l-Hadis olduğu, bu alanda çalışan bazı çağdaş araştırmacılar tarafından da ileri sürülmektedir.
DARU’L-HADİSLER Ancak yukarıdaki iddiaların aksine elimizde, Daru’l-Hadislerin çok daha önceden mevcut olduğuna dair bilgiler vardır. Elimizdeki bilgilere göre Daru’l-Hadislerin, medreselerin ortaya çıkmasından kısa bir süre sonra kurulmaya başlandığı görülmektedir. İlk defa Mısır’da bir tüccar olan Ebu Hasan Affan b. Süleyman b. Eyyub (ö.324/936), bir evi Hadis öğrenenler için vakfederek bu alanda ilk adımı attığını görüyoruz. Bu kurumların İslam diyarının doğu kesiminde Nişabur’da yine erken bir dönemde ortaya çıktığı görülmektedir. Bu bölgede, Daru’l-Hadis terimi yerine, bu kurumların Daru’s-Sünne diye anıldığını ve erken dönemde faaliyette olduğunu öğreniyoruz.
DARU’L-HADİSLER Ebu Muhammed Hacib b. Ahmed et-Tusî, 335/946 yılında Nişabur’da bir Daru’s-Sünne’de bulunduğunu haber vermektedir. Sandukî diye şöhret bulmuş Ahmed b. Muhammed b. Ahmed Ebu Abbas b. Ebi Hüseyin (ö.380/990) için Nişabur’da Daru’s-Sünne’de Hadis meclisleri kurulurdu; kendisi burada üç yıldan fazla bir süre Hadis öğretiminde bulunmuştur. Hakim Nisaburî, 381/991 yılında Nişabur’da vefat eden Ebu Cafer Muhammed b. Muhammed et-Temimî es-Suleytî’nin hadis ehli için kurulmuş olan medresenin yanına defnedildiğini haber vermektedir.
DARU’L-HADİSLER Erken sayılacak dönemlerde Türklerin hakim olduğu bölgelerde Daru’s-Sünne’lerin kurulmuş olması, çoğu Türk asıllı olan Kütüb-i Sitte diye meşhur hadis kaynaklarının yazarlarının bu bölgede ortaya çıkmalarını da izah edecek mahiyettedir. Medreseler ile fıkıh ilmine katkıları gibi Türklerin hadis ilmine de ciddi katkılar sunduğu ortaya çıkmaktadır.
MEDRESELERDE ÖĞRETİM ELEMANLARI MÜDERRİS VE ŞEYH İslam âleminde bilgiyi üreten, kitaplar yazmak suretiyle bilgiyi muhafaza eden ve yeni nesillere taşıyan en önemli aktörler hiç şüphesiz ulema dediğimiz yüksek öğretimde görev alan müderrisler ve şeyhlerdir. Müderris kavramı, günümüzdeki profesörün karşılığıdır.
MÜDERRİS ve ŞEYH Müderris kelimesi, Arapça bir kelimedir ve “tedris” mastarından ismi faildir, tedriste bulunan yani ders veren kimse demektir. Müderris, kelimesi eserlerimizde daha çok fıkıh, tefsir ve diğer dini ilimleri veren hocalar için kullanılır. Şeyh kelimesi ise genellikle hadis öğretiminde bulunan kimseler ile hankâh ve zaviyelerde ders verenler için tercih edildiğini görmekteyiz.
MUİD: Muid’in, Arapçada birçok anlamı vardır, “iade” fiilinin ismi failidir, iade eden kimse demektir. Muid kavramı, eğitim ve öğretimde tekrar etme anlamında kullanılır; ıstılah olarak da müderrisin verdiği dersleri, müderris çıktıktan sonra öğrencilere öğrenmeleri ve ezberlemeleri için tekrar eden kişi demektir. Daha çok medreselerde kullanılan bu kavram, müderristen bir sonraki makamı ifade eder. Muid, müderris ile öğrenci arasında bir konumdadır.
MÜFİD: İmam Subkî’ ye göre müfid, öğrencilerden daha ileri düzeyde olmak kaydıyla öğrenciler için faydalı bilgiler üretecek araştırmaları yapmakla yükümlüydü. Aksi takdirde görevi yerine getirmemiş olacak, “ifade” terimi anlamını yitirecek ve aldığı maaş haram olacaktır. İmam Subkî’ye göre müfid, muidden sonra gelir. Dolayısıyla müfidin diğer öğrencilerin düzenli yaptıklarından daha fazla araştırma yaparak muid kadrosuna doğru ilerleyen bir ihtisas öğrencisi olması muhtemeldir. Müfid terimi, genellikle fıkıh, hadis ve Kur’ân ilimleri için kullanılırdı. Vakıf senetlerinde, eğitim kurumlarında şart koşulan düzenli bir kadro idi.
SEMERKANT RASATHANESİ
OSMANLILARDA EĞİTİM 1299-1922 yılları arasında varlığını sürdürmüş Türk ve İslam devleti. Doğu Avrupa, Güneybatı Asya ve Kuzey Afrika'ya kadar topraklarını genişletmiş ve 16. yüzyılda dünyanın en güçlü imparatorluğu halini almıştır. Osmanlılarda ilk medrese 731/1330 yılında Gazi Orhan Bey tarafından İznik’te açılmış ve ilk müderris olarak Şerefuddin Davud-i Kayserî (ö.751/1351) atanmıştır. Orhan Bey 6 Nisan 1326 (h.726) yılında Bursa’yı fethettikten sonra burada Manastır Medresesi’ni kurmuştur.
OSMANLILARDA EĞİTİM Bursa’da doğan Musa Paşa (1337-1412), Kadızâde-i Rumî adıyla meşhur bir matematikçi ve astronomdur. Tahsil için gittiği Semerkant’ta Seyit Şerif Cürcanî’den ders almış ve Timur’un oğlu Uluğ Bey’in (1394-1449) zamanında onun kurduğu Semerkant Rasathanesi’nde Gıyasettin Cimşit’in ölümü üzerine baş müderrisliğe atanmıştır. Kendisi bir daha doğduğu topraklara dönememiştir, fakat yetiştirdiği iki öğrencisi Fethullah Şirvanî ve Ali Kuşçu Osmanlı Devleti’ndeki müspet ilimlerin gelişmesine katkıda bulunmuşlardır.
OSMANLILARDA EĞİTİM I. Murat ve Yıldırım Beyazıt devirlerinde (1359-1402) Osmanlı ülkesinde tıp alanında bir hareketlenme görülmeye başlıyor; şimdiye kadar Osmanlı Türkleri tarafından yazılan ilk tıp eserinin Havasü’l-Edviyye adıyla Murat b. İshak tarafından yazılmıştır. Ali b. Abbas (ö.384/994) tarafından yazılan Kamilu’s-Sanaati’t-Tibbiyye adlı eserin tercümesi de Bergama Kadısı tarafından Havasü’l-Edviyye eserinden daha önce tercüme edilmiştir.
OSMANLILARDA EĞİTİM Şeyh Cemalettin Aksarayî (ö.790/1388) İbni Sina’nın Kanun adlı eserinin bir özeti olan Mucezu’l-Kanun Halu’l-Mucez adıyla açıklamalı bir eser kaleme almış ve bu eser uzun süre rağbet görmüştür. Kendisi Aksaray kasabasında Zincirli Medresesi’ndeyken öğrencilerini üç sınıfa ayırarak, birinci sınıfa evinden medreseye kadar yolda ders okutur (meşşaiyyun); medreseye varınca direkler arasında ikinci sınıfa ders verir (revvakiyyun); medresenin dershanesinde de üçüncü sınıf öğrencilerine ders verirdi.
SAHN-I SEMAN MEDRESELERİ Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’da Büyük Karaman ile Küçük Karaman semtleri arasında bir cami ile medrese kurmuştur. 867/1463 yılında yapımına başlanmış ve 875/1471 yılında yani sekiz yılda bitirilmiştir. Sahn-ı Seman denilen sekiz medrese yaptırdı. Bu medreselerin arka tarafında «Tetimme» ismiyle sekiz medrese daha yaptırdı. Bunlara ek olarak bir imarathane ile taamhane, doğudaki medresenin yanına Daruşşifa denilen hastane, caminin kuzeyinde Kur’an okumak için muallimhane, caminin batı tarafına talebeler için kütüphane, yine orada ders okutmaya mahsus Daruttalim ve iki mükellef hamam yaptırdı.
SAHN-I SEMAN MEDRESELERİ Caminin doğusunda dört ve batısında dört adet olmak üzere Sahn-ı Seman medreseleri kurulmuştu. İstanbul’un tam ortasına denk geldiğinden «sahn» adı verilmiştir. Her bir medresenin on dokuz odası vardı, her sekiz müderrisin birer odası vardı ve elli akçe yevmiye alırlardı. Her medresenin bir muidi vardı ve beş akçe yevmiye alırlardı. Danişmendlere de iki akçe yevmiye verilirdi. Bu medreselerde toplam 152 oda mevcuttu.
SAHN-I SEMAN MEDRESELERİ Tetimme Medreseleri: Sahn-ı Seman’ın arka taraflarında buraya öğrenci yetiştirmek üzere 8 adet medrese yapılmış ve bunlara «tetimme» veya «musıla-ı sahn» adı verilmiştir. Bunlar derece itibariyle orta tahsil medreseleri demekti. Burada okuyanlara softa denirdi. Her odada 3 öğrenci kalırdı. Tetimme talebeleri, Sahn-ı Seman medresesinin talebelerinden yani danişmendlerden ders alacaklardı. Ayasofya Medresesi önceleri Sahn-ı Seman ile eşit iken, daha sonraları buradan üstün tutulmuştur. Terfi eden Sahn-ı Seman müderrisi Ayasofya Medresesi’ne atanırdı. Eyyüp Medresesi ise atanan müderrise göre bazen Sahn-ı Seman’a eşit, bazen de üstün sayılırdı.
MEDRESELERİN DERECELERİ 1- Haşiye-i Tecrid: Müderrisleri 20-25 akçe yevmiye alırlardı. 2- Miftah: Müderrisleri 30-35 akçe yevmiye alırlardı. 3- Kırklı Hariç: Müderrisleri 40 akçe yevmiye alırlardı. Bunlara ayrıca «Telvih Medresesi» de denirdi. Bunlardan bir derece üstün olanlarına «Hariç» denirdi ve 50 akçeli idi. 50 akçeli medreseler, Anadolu beylikleri, aileleri, vezir, sancak beyi ve ümeranın yaptırdığı medreselerdi. 4- Dahil: Padişah, şehzade valideleri, şehzade ve padişah kızlarının yaptırdığı medreselerdi. Buradan Sahn-ı Seman’a geçilirdi. Buraya Musıla-ı Sahn da denilirdi. 5- Sahn-ı Seman
MEDRESELERDE OKUTULAN DERSLER 1- Haşiye-i Tecrid: Burada Haşiye-i Tecrit okunduğundan bu ismi almıştır. Haşiye-i Tecrit, Matematik ve Astronomi ilimlerinde meşhur Şii allame Nasıruddin Tusî’nin (ö.672/1273) Tecridu’l-İtikad kitabının Seyyid Şerif Cürcanî (ö.816/1413) tarafından yapılmış şerhidir. 2- Miftah: Meaniden Şerh-i Miftah okuduklarından bu ismi almıştır. Sekkakî’nin (ö.626/1228) Miftahu’l-Ulum adlı belagat eserine İbni Hacib tarafından Telhisu’l-Miftah adlı özeti ve bu özete yazılmış Taftazanî, Cürcanî ve Molla Hüsref tarafından yapılmış şerhler.
MEDRESELERDE OKUTULAN DERSLER 3- Kırklı Hariç: İlkin Meaniden Şerh-i Miftah, ortada kelamdan Şerh-i Mevakıf ve yüksek derecede fürudan Hidaye okurlardı. Müderris, derse başlamadan Mesabih ve Meşarik ya da Buhari ve Müslim’den bir hadisi okuyup izah ederdi. Mevakıf, Kadı Adududdin İycî’nin (ö.756/1355) eseridir. Bu esere Cürcanî’nin yazdığı şerhtir. 4- Dahil: İlk basamakta fürudan Hidaye, ortada usul-i fıkıhtan Telvih ve üst derecede Keşşaf veya Kadı Beydavî okunurdu. 5- Sahn-ı Seman Kelam, mantık, lugat, belagat, nahiv, hendese, hesap, heyet, felsefe, tarih, coğrafya.
OSMANLIDA BATI TİPİ OKULLAR 1793 yılında Mühendishane-i Berri Hümayun kurulmuştur. 1846 yılında ilk Darülfünun binası İsviçreli İtalyan asıllı mimar Passoti’ye yaptırılmıştır. Öğretmen kürsüsü ilk kez Mühendishane-i Berri Hümayun’da, sivil okullarda ise Rüşdiyelerde kullanılmıştır. Karatahta okullarda ilk kez Mühendishane-i Berri Hümayun’da kullanılmış, daha sonra sıra ve tahtalar 1849’da Rüşdiyelerde ve 1870’lerde ise Sıbyan Mekteplerinde kullanılmıştır.
OSMANLIDA BATI TİPİ OKULLAR 1892-93 EĞİTİM-ÖĞRETİM YILINDA İL İPTİDAİYE SIBYAN MEKTEBİ İstanbul 47 196 Edirne 204 1721 Aydın 2151 420 Bursa 244 3173 Van 9 120 TOPLAM 3057 18893
MEKTEB-İ SULTANİ (GALATASARAY LİSESİ) Fuat Paşa, Mart 1868’de Mekteb-i Sultani’yi (Galatasaray) açtı. Osmanlıca ve Avrupa’ya dönük bu eğitim kurumu ön planda Rus Sefirinin protestosuyla karşılaştı. Rum, Ermeni patrikler ve Musevi cemaati başlangıçta programı laik niteliği yüzünden beğenmediler ve cemaat mensuplarının buralara öğrenci göndermelerini yasakladılar. Papalık daha da ileri gitti, iki emirname çıkararak Şark Katoliklerine bu okulda okumayı yasakladı.
MEKTEB-İ SULTANİ (GALATASARAY LİSESİ) “Modern Türkiye’nin yükselişinde Galatasaray Lisesi’nin etkisi çok büyük oldu. Batılı idare cihazını yürütecek, yetenekli ve Batılı eğitim görmüş idareci, diplomat ve diğerlerine ihtiyaç boyuna arttıkça, Galatasaray mezunları Osmanlı İmparatorluğunun ve ondan sonra Türkiye Cumhuriyeti’nin siyaset ve idaresinde hâkim rol oynar duruma geldiler. Galatasaray Sultanisi’nin oyun meydanları yoktu; fakat modern Türkiye’nin zaferlerinin çoğu onun sınıflarında kazanıldı.” Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu, s. 122.
OSMANLIDA KIZ OKULLARI Batıda ilk kez Franscois Fenelon’un «Kızların Eğitimi» adlı eseri 1687 yılında basılmıştır. İlk kız lisesi Almanya’da 1689 yılında Franeke Eğitim Vakıfları bünyesinde açılmıştır. İlk kez 1859 yılında Cevri Kalfa İnas Kız Rüşdiyesi ile Sultanahmet Kız Rüşdiyesi açılmıştır. Sultan Abdülhamit devrinde (1876-1908) 619 Rüşdiye Mektebi vardır ve bunların 74 tanesi Kız Rüşdiyesidir. Bunların tamamında 40 bin kadar öğrenci vardır.
OSMANLIDA KIZ OKULLARI Kız ve erkek öğrenciler için sanayi mekteplerinin kurulması da düşünülmüştür, fakat diğer okullara paralel bir hızla gerçekleşmemiştir. Örneğin ilk kız sanayi okulu ancak 1869’da İstanbul’da, Yedikule’de dikimhane olarak eğitime başlayabilmiştir. Sanayinin gelişmediği imparatorlukta bu tür eğitime ciddi bir talep ve ihtiyaç duyulmamıştır.
TÜRKİYE’DE YABANCI OKULLAR 1913-14 Eğitim-Öğretim Yılında Rum, Ermeni ve Musevilere ait 2596 ilkokulda 4 bin öğretmen mevcuttur. Yabancı Devletlere ait 215 ilkokulda 806 öğretmen ve 80 ortaokulda 1600 öğretmen görev yapmaktadır.
TÜRKİYE’DE DİN EĞİTİMİ 3 Mart 1924 tarihinde 430 sayılı Tevhid-i Tedrisat Kanunu çıkarılmıştır. 1924 İlkokul Programında Kur’an-ı Kerim ve Din Dersleri 1. Sınıf hariç, diğer sınıflarda haftada ikişer saat okutulmaktadır. 1924’te Din Dersleri ortaokullarda vardır, fakat liselerde yoktur. 1930’da tamamen kaldırılmıştır. 1926 Programında Din Dersleri 3. Sınıftan başlamakta ve haftada bir saate indirilmektedir. Bu programa göre İlkokul öğretmenleri, kâtiplik, vaizlik gibi ek görevler alabilecekler, hatta sabah ve akşam namazlarını camide halka kıldırabileceklerdir. Öğretmenlerin sadece öteki namazları kıldırması caiz değildi.
TÜRKİYE’DE DİN EĞİTİMİ 1930 Programında Din Dersleri yalnızca 5. Sınıf öğrencilerine, velilerin isteği üzerine haftada yarım saat verilen bir ders haline gelmiştir. Köy ilkokullarında ise Perşembe günleri 3. sınıfta yarım saattir. 1930’ların başında kent ilkokullarında ve 1930’ların sonlarında ise köy ilkokullarında tamamen kaldırılmıştır. Şubat 1949’da CHP Hükümetinin son zamanlarında İlkokul 4. ve 5. Sınıflarında, “Program dışı ve seçmeli” olarak haftada 2 saat olarak konulmuştur. 1949 yılında ilk olarak Ankara’da İlahiyat Fakültesi kurulmuştur.
TÜRKİYE’DE EĞİTİM Batı müziği öğretecek öğretmenler yetiştirmek üzere 1924 yılı sonunda “Mûsikî Muallim Mektebi” açılmış: 1925’de Avrupa’ya bu iş için on genç gönderilmiş; 1932’den sonra ise bütün Halkevleri’nde Batı çalgıları öğretilmiş, orkestralar, korolar kurulmuştur. 3 Kasım 1934 günü, Türkiye Cumhuriyeti İçişleri Bakanlığı’nın emriyle, o sırada sadece iki merkezden yayın yapan Türkiye Cumhuriyeti Ankara ve İstanbul radyolarında Türk müziğinin çalınması yasak edilmiştir.
TÜRKİYE’DE EĞİTİM Bir taraftan bütün okullarda da mandolin, mızıka, keman gibi batılı aletlerin öğretilmesi mecburi kılınmıştır.
TÜRKİYE’DE DİN EĞİTİMİ Kasım 1950’de DP Hükümeti Din Derslerini yine seçmeli, fakat program içi dersler haline getirmiştir. 1951’de Orta ve Lise düzeyinde İmam Hatip Liseleri açılmıştır. 1956-57 öğretim yılında Ortaokullara Din Dersleri konulmuştur. İstemeyen veliler dönem başında dilekçe vereceklerdi. 1967-68 öğretim yılında AP tarafından Liselere seçmeli Din Dersleri konulmuştur. 1974-1975 öğretim yılında CHP-MSP Koalisyonu tarafından 4. Ve 5. Sınıflara zorunlu Ahlak dersi konmuştur. 1982-1983 öğretim yılından itibaren Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi 4. Sınıftan itibaren haftada 2 saat ve liselerde 1 saat zorunlu olarak okutulmuştur.