BEBEKLİK DÖNEMİNDE GELİŞİM DERSİ Sosyal Duygusal Gelişim Özellikleri Doç. Dr. Müdriye YILDIZ BIÇAKÇI
SOSYAL-DUYGUSAL GELİŞİM Gelişim fiziksel, motor, bilişsel, dil, sosyal-duygusal gelişim ve öz bakım becerileri ile bir bütündür. Her alandaki gelişim birbiriyle ilişkili olup, bebeklik döneminde gelişim hızlı bir ilerleme göstermektedir. Bu hızlı ilerleme içerisinde sosyal ve duygusal gelişim paralellik göstermekte ve bu paralel süreç büyük önem taşımaktadır. Denham (2003) çocuklarının duygusal yeterliliğinin, sosyal gelişime katkılarıyla ilgili yaptığı araştırmada, üç-dört yaşlarındaki çocukların duygusal yeterliliğin, uzun dönemde sosyal yeterliliğe katkı sağladığını belirtmiştir. Buna göre sosyal ve duygusal gelişim birbiriyle yakından ilişkilidir. Raver (1997) yaptığı araştırmada duygusal ve sosyal becerilerin çocukların akademik başarılarıyla da bağlantılı olduğunu, duygusal sorunları olan çocukların, okul yaşantılarında da sorunlar yaşadığını ortaya koymuştur. Rubin ve diğerleri (1995) yaptıkları çalışmada çocuklarda duygu düzensizliklerin, sosyal uyumsuzlukla sonuçlandığını bulmuşlardır. Sosyal duygusal gelişim, çocuğun kendini ifade edebilmesi, duygularını kontrol edebilmesi, kendisiyle ve çevresiyle barışık ve uyum içinde olabilmesidir.
SOSYAL-DUYGUSAL GELİŞİM Sosyal etkileşim kuramları içinde yer alan sosyal öğrenme teorisine göre; insan davranışları sadece pekiştirme yoluyla değil, davranışsal ve çevresel faktörlerin karşılıklı etkileşimi ile açıklanabilir. Buna göre Bandura, gözlem yoluyla öğrenme üzerinde durmuş ve gözlem yoluyla öğrenmeyi; dikkat etme, bellekte saklama, davranışı meydana getirme, güdülenme süreçlerini kapsama şeklinde açıklamıştır. Bandura’nın sosyal öğrenme kuramında öğrenmenin başkalarını gözlemleyerek model alma ve taklit etme ile olduğunu vurgulaması, bilişsel süreçler yanında sosyal iletişimin önemini göstermektedir. Bu kuram bu savunusuyla sosyal ilişkilerin önemini de ortaya koymaktadır. .
Bağlanma Bağlanma, yaşamdaki özel insanlarla kurulan güçlü duygusal bağ olup, bu bağ insanlar arasında rahatlama sağlamaktadır. İlk yılın ikinci yarısından itibaren bebekler ihtiyaçlarına karşılık veren tanıdık insanlara bağlanırlar. İlk olarak Freud, bebeğin annesine olan duygusal bağının daha sonraki ilişkilerin temelini oluşturduğunu ileri sürmüştür. Modern araştırmalar (ebeveyn-bebek bağının yaşamsal önemine rağmen) sonraki gelişimin, sadece erken bağlanma deneyiminden değil, ebeveyn-çocuk ilişkisinin devam eden kalitesinden de etkilendiğini ortaya koymaktadır. Psikoanalitik yaklaşım beslemeyi, bakım verenlerin ve bebeklerin bu yakın duygusal bağı içinde inşa ettikleri merkezi bağlam olarak görmektedir. Davranışçı yaklaşım; bağlanma saldırganlık, kardeş ilişkileri, çocuk yetiştirme, ahlak, cinsel roller, ergen kimliği gibi sosyal ve duygusal gelişimin farklı yönleri ile ilgili araştırmalara ilham kaynağı olmuştur.
Bağlanma Eric Ericson’un Psikosoysal Kuramı ve Sigmund Freud ‘un Psikoanalitik Kuramı Eric Erikson, Freud’un temel varsayımlarının birçoğuna katılsa da iki kuram arasında önemli farklar bulunur. İlk olarak Erikson, cinsel dürtüyü daha az vurgularken kimlik duygusunun adım adım ortaya çıkışına odaklanır. İkinci olarak, Erikson Freud’un ilk yıllara verdiği büyük öneme katılmakla birlikte kişiliğin ergenliğin sonunda gelişimi tamamlamadığını yetişkinlik döneminde de gelişim aşamalarından geçtiğini savunur. Erikson’un öne sürdüğü psikososyal evrelerin üçüne yetişkinlik döneminde ulaşılır. Çocuğun iki yaşına geldiğinde tuvalet eğitimi almış olması altı ile yedi yaşlarında okul becerilerini öğrenmesi ya da genç yetişkinin yakın bir eş ilişkisi kurması gibi belirli yaşlarda görülen ortak kültürel beklentiler çok daha önemli bir rol oynar.
Temel güvene karşı güvensizlik(0-1/ 0-1,5 yaş): Eric Erikson’un psikososyal kuramı Temel güvene karşı güvensizlik(0-1/ 0-1,5 yaş): Yaşamın ilk yılında, çocukta dünyanın öngörülebilirliğine ve çevresindeki olayları etkileyebilme yeteneğine karşı temel bir güven duygusu gelişmesi gerekmektedir. Erikson’a göre asıl bakıcının (genellikle anne) davranışları, çocuğun bu görevi çözmede başarılı ya da başarısız olması açısından kritik önem taşımaktadır. Anne babadan sevecen, öngörülebilir ve güvenilir davranışlar gören bebeklerde sağlam bir temel güven duygusu oluşmaktadır. Temel güven duygusu gelişen bebek bu duyguyu girdiği diğer ilişkilere de taşımaktadır İlk dönemlerinde yanlış ya da sert bir bakıma maruz kalan bebeklerde ise güvensizlik duygusu oluşabilmekte ve bu olumsuz duyguyu daha sonraki ilişkilerine taşıyabilmektedirler. Erikson, bebeklik dönemindeki sağlıklı güven duygusunun gelişiminin, besinin miktarına ya da sunulan oral uyarıma değil verilen bakımın kalitesine bağlı olduğuna savunmuştur
Sigmund Freud’un psikoanalitik kuramı Erikson, gibi Freud da kuramını aşamalı oluşum (epigenetik) olarak açıklamıştır. Ancak Freud ilk on sekiz yılın üzerinde durmuş ve ilk altı yılın daha önemli olduğunu belirtmiştir. Oral Evre (Doğumdan bir yaşa kadar): Bebeğin ilk haz merkezleri ağız, dudaklar ve dildir. Bebek ilk olarak ona ağızdan haz sağlayan kişiye bağlanır. Normal gelişim için bebek optimal düzeyde oral uyarılmaya ihtiyaç duyar ve ne çok fazla ne de az olmaması gerekir. Optimal uyarılma sağlanamazsa Freud’a göre böyle bir kişi yaşamının sonraki yıllarında da oral hazza yönelik güçlü bir istek duymayı sürdürür ve güven duygusunu tam anlamıyla geliştiremez.
Bowlby’nin etolojik bağlanma teorisi Etolojik bağlanma teorisi, John Bowlby (1969) tarafından ortaya atılmıştır ve son yıllarda en yaygın kabul gören teori olarak ifade edilmektedir. Bu teori psikoanalitik görüşteki anne-bebek arasındaki bağın, bakıcı ve bebek arasında da olabileceğini savunmakta olup, psikoanalatik görüşteki gibi bu bağın kalitesinin çocuğun temel güven duygusu ve başka bireyler ile güvenli ilişkiler kurmasını derinden etkilediğini ele almaktadır. Ebeveyn ile temas kurmak bebeğin beslenmesini de garanti altına alınmaktadır, fakat Bowlby, beslenmenin bağlanmanın temeli olmadığını belirtmiştir. Aksine bağlanmanın güvenlik ve yeterlilik yoluyla türlerin hayatta kalmasında en büyük öneme sahip olduğu evrimsel bağlam içinde en iyi şekilde anlaşılmaktadır. Bowlby’e göre bebeğin ebeveynleri ile ilişkisi bebeğin yetişkini yanına çağırmada kullandığı doğuştan getirilen bir dizi sinyalle başlamaktadır. Zamanla hem yeni bilişsel ve duygusal kapasitenin hem de sıcak ve duyarlı bir bakım geçmişinin yardımı ile gerçek bir duygusal bağ oluşmaktadır.
Bağlanma öncesi aşama (doğumdan 6 aya kadar): Bowlby’e göre bağlanma dört aşamada gerçekleşmektedir: Bağlanma öncesi aşama (doğumdan 6 aya kadar): Yakalama, gülümseme, ağlama, ve yetişkinin gözlerine bakma gibi, bebeklerin yerleşik sinyalleri kendilerini rahatlatmalarına diğer insanlarla yakın temasa geçmelerine yardımcı olur. Bu dönemde bebekler kendi annelerinin kokusunu, sesini ve yüzünü ayırt ederler. Fakat henüz anneye bağlanmış değildirler çünkü tanıdık olmayan bir yetişkin ile bırakılmaya aldırış etmezler
Bağlanmanın oluşum aşaması (6 haftadan 6-8 aya kadar): Bu aşamada bebekler tanıdık bir bakım verene bir yabancıdan daha farklı tepki gösterirler. Bebekler kendi davranışlarının çevredekilerin davranışlarını etkilediğini öğrendikçe, bir güven duygusu geliştirmeye başlarlar. Bu, işaret verildiğinde bakıcının karşılık vereceği beklentisidir Bağlılık aşaması (6-8 aydan 18-24 aya kadar): Bu aşamada tanıdık gelen bakıcıya bağlanma belirgindir. Yabancı kaygısı, tanımadığı kişiye gitmek istememe, onlar kucağına alınca üzülerek yüzünü buruşturma, ağlama, annesine sarılma gibi davranışlarla gözlemlenir. Yaklaşık altı ile yedinci aydan sonra görülmeye başlayan yabancı kaygısı, giderek artar ve bir yaşından sonra da giderek azalır. Anne ya da bakım veren kişi yanından uzaklaştığında, üzüntü, ağlama gibi tepkilerle açığa çıkan ayrılık kaygısı / ayrılık protestosu ise yedi ile sekizinci aylarda ortaya çıkar ve on üç, on beşinci aylarda en yoğun şekilde yaşanır
Karşılıklı ilişki oluşturma aşaması (18 ay - 2 yaş ve sonrası): İkinci yılın sonunda, dil ve temsildeki hızlı gelişmeler, bebeklerin, ebeveynin geliş ve gidişini etkileyen faktörlerin bazılarını anlamalarını ve onların geri döneceğini tahmin etmelerini sağlar. Sonuç olarak, bebekler ayrılığa daha az tepki gösterirler. Bu dönemde, ebeveynleriyle pazarlık ederek amaçlarına ulaşmak için onları ikna etmeye çalışırla. Bowlby’e (1980) göre bu dört aşamadaki deneyimlerinin yanı sıra, çocuklar ebeveynin yokluğunda bakıcılarıyla güvenli bir dayanak olarak kullanabilecekleri kalıcı duygusal bir bağ geliştirirler. Bu bağ, içsel çalışan model olarak adlandırılır ve bağlanacak bir kişiye ulaşılabilirlik, stres zamanlarında onların destek sunma ihtimalleri ve bu kişilerle karşılıklı etkileşim gibi bir grup beklenti olarak işlev görür. Bowlby’nin kuramında bilişsel temsiller ‘içsel çalışan modeller’ (internal working models) olarak adlandırılmıştır. İçsel çalışan modeller Bowlby’nin kuramının temelini oluşturur. Bebeğin kendisi ve başkalarına ilişkin bilişlerinden oluşan içsel çalışan modeller, bakıcının tepkileri ile ilişkilidir.
Mary Ainsworth ve bağlılık kuramı Ainsworth bağlanma teorisinin işlemsel tanımını yapan kuramcıdır. Kanadalı bir psikolog olan Ainsworth 1960’lı yılların başlarında, Bowlby ile birlikte çalışan ve onun görüşlerini paylaşan bir psikolog olmasına rağmen, zaman içerisinde John Hopkins Üniversitesi’nde bebekler üzerinde yaptığı çalışmalarda Bowlby’nin iddia ettiğinden daha fazlasını içeren sonuçlar bulmuştur. İçinde bulunduğu zaman diliminde çok da alışılmış olmayan bir yöntemi izlemiştir. Öğrencileriyle birlikte ev ziyaretleri yaparak çocukları ve annelerini daha yakından gözlemlemiş ve beslenme, ağlama, göz teması, gülümseme gibi bazı temel alanlarda annenin çocuğun ihtiyaçlarına olan yanıtlarını incelemişlerdir. On ikinci haftada bebek ve anne laboratuvara alınmış ve Ainsworth’un garip durum olarak adlandırdığı deney uygulanmıştır. Bu deneyde, bebek sekiz dakika boyunca bir yabancıyla annesinden ayrı kalmaktadır. Bu süreçte anneden ayrılma ve anneyle buluşma anı çok önemlidir. Bu iki anda verilen tepkiye göre bebek iki güvenli yada güvensiz bağlanma olarak nitelendirilir. Güvensiz bağlanma da kararsız ve kaçıngan olarak ikiye ayrılmaktadır.
Mary Ainsworth ve bağlılık kuramı Güvenli bağlanmaya sahip çocuklar anne giderken normal bir gerilim yaşarlar, anne geri döndüğünde ise mutlu ve sevinçli bir karşılama içine girerler. Kararsız bağlanma tarzındaki çocuk ise anne giderken aşırı bir üzüntü ve ayrılamama davranışı gösterirken, anne geri döndüğünde anneye öfkeli ve reddedicidir. Kaçıngan çocuklarda ise, ayrılış anı sakin ve neredeyse tepkisizken, buluşma anneyi reddedici ve uzaklaştırıcı özelliktedir . Ainsworth’un tanımladığı bebek ile anne arasında oluşan güvenli bağlanma çocuğun psikolojik gelişiminde ciddi bir öneme sahiptir ve annenin sıcak, duyarlı, gereksinimi gidermeye hazır ve bağlanabilir olma özelliklerini taşımasıyla ilgilidir. Güvenli bağlanma, duygusal sağlığın bir kaynağı olarak görülür, çocuğa diğerinin onun için orada olacağı ile ilgili güven verir ki, bu da onun ilerleyen yaşamında tatmin edici ilişkiler kurma kapasitesine zemin oluşturur. Deney sonuçlarına bağlı oluşturulan gruplandırmayı ise, sadece çocuğun duygu durumuna bağlamak yanlış bir değerlendirme olur.
Mary Ainsworth ve bağlılık kuramı Çocuğun doğuştan getirdiği özelliklerinin yanı sıra çevre ile etkileşimine bağlı olarak kazandığı kişilik özellikleri de son derece önemlidir. Güvenli bağlanmaya sahip çocukların annelerin çocuğun ağlamalarına duyarlı, çabuk güldürebilen ve de farklı gereksinimlerine uygun tepkiler verebilen annelerdir. Kararsız bağlanan çocukların annelerinin ise, genellikle tepkilerinde tutarsız oldukları saptanmıştır. Mesafeli, duygusal olarak zor ulaşılan ve ihmalkâr olan annelerin çocuklarının ise kaçıngan bağlanma tarzına sahip olduğu bulunmuştur. Fakat bu ilişkilerin ilişkisel oluşu, aralarındaki neden-sonuç ilişkilerinin varlığını garanti etmez. Çocuğun mizacı da üçüncü değişken olarak bağlanma tarzına katkıda bulunabilir.
Her ne kadar aileleri tarafından büyütülmüş tüm bebekler ikinci yılda tanıdık bir bakım verene bağlansa da bu ilişkinin niteliği çocuktan çocuğa değişir. Bazı bebekler ona bakım verenin varlığında rahat ve güvenli görünür; onun korumasına ve desteğine güvenebileceklerini bilirler. Bazıları da kaygılı ve değişken görünürler. Bu değişkenlik dört tür bağlanmayı ortaya çıkarmıştır; Güvenli Bağlanma: Bu bebekler ebeveyni güvenli bir dayanak olarak kullanırlar. Onlardan ayrıldıklarında ağlayabilir ya da ağlamayabilirler. Fakat eğer ağlarlarsa bu ebeveyn orada olmadığı ve ebeveyni yabancıya tercih ettikleri içindir. Ebeveyn geri döndüğünde bebekler ebeveyn ile aktif biçimde temas kurmaya çalışırlar ve bebeklerin ağlamaları hızlı bir şekilde azalır. Orta seviyelerde sosyo- ekonomik düzeyde olan ailelerde yetişen Kuzey Amerika bebeklerinin yaklaşık yüzde 60’ı bu örüntüyü sergiler.
Kaçıngan Bağlanma: Bu bebekler ebeveynin varlığına tepkisiz görünürler. Ebeveyn ayrıldığında genellikle stresli değildirler ve yabancı bir kişiye de az çok ebeveyne gösterdikleri tepkiyi gösterirler. Yeniden birleşme sırasında ebeveynle selamlaşmaktan kaçınırlar ya da buna isteksiz davranırlar ve kucağa alındıklarında çoğu zaman sarılmazlar. Orta sosyo- ekonomik düzeye sahip ailelerdeki Kuzey Amerikalı bebeklerin yaklaşık yüzdem 15’i bu örüntüyü gösterir.
Dirençli Bağlanma: Ayrılıktan önce, bu bebekler ebeveyni ile yakınlık kurmak ister ve sıklıkla etrafını keşfetmeye çalışmaz. Ebeveyn ayrıldığında çoğu zaman streslidirler ve geri döndüğünde yapışma ile karışık öfkeli ve dirençli davranışlar sergilerler. Kucağa alındıklarında mücadele eder ve bazen vurma ve itme davranışı gösterirler. Çoğu bebek kucaklandıktan sonra da ağlamaya devam eder ve kolay kolay avutulamaz. Orta sosyo-ekonomik düzeye sahip ailelerdeki Kuzey Amerikalı bebeklerin yüzde 10’u bu örüntüyü gösterir
Yönelim Sorunlu Bağlanma: Bu örüntü, bebekteki en büyük güvensiz bağlanmayı temsil eder. Ebeveynle yeniden birleşme sırasında bu bebekler, ebeveyn onu tutarken başka tarafa bakmak ya da ebeveyne donuk ve depresif duygularla yaklaşmak gibi dağınık ve çelişkili davranışlar gösterirler. Çoğu sersemleşmiş bir yüz ifadesi sergiler ve bazıları sakinleştirildikten sonra beklenmedik biçimde çığlık çığlığa ağlar ya da sıra dışı donmuş bir duruş takınır. Orta sosyo ekonomik düzeye sahip ailelerdeki Kuzey Amerikalı bebeklerin yaklaşık yüzde 15i bu örüntüyü gösterir.
Bağlanmayı Etkileyen Faktörler Çocuğun mizacı Bir insanı neşeli ve eğlenceli, diğerini hareketli ve enerjik bazılarını da sakin ve dikkatli ya da öfke patlamalarına eğilimli şekilde tanımlandığında erken dönemde ortaya çıkan tepkisellik ve öz düzenlemede sabit bireysel farklılıklar mizaç olarak tanımlanır. Tepkisellik duygusal uyarılma, dikkat ve motor etkinliklerinde hıza ve yoğunluğa işaret eder. Öz düzenleme ise tepkiselliği azaltan stratejilerle gelişir. Mizacı oluşturan psikolojik özelliklerin yetişkin kişiliğinin yapıtaşlarını biçimlendirdiğine inanılmaktadır. Ebeveyn görüşmelerinden elde edilen bebek ve yürüme çağı çocuklarının davranışlarının detaylı tanımları, mizacın belirli özelliklerinin üç çocuk tipini ortaya çıkaracak biçimde bir araya topladığı görülmüştür.
Kolay çocuk: Bebeklikte hızlıca düzenli rutinler oluşturur; genelde neşelidir ve yeni deneyimlere kolayca uyum sağlar. Zor çocuk: Günlük rutinlerinde düzensizdir, yeni deneyimleri kabul etmede yavaştır, olumsuz ve yoğun biçimde tepki göstermeye eğilimlidir. Yavaş ısınan çocuk: Durgundur, çevresel uyaranlara karşı hafif ve ılımlı tepki gösterir; duygu durumu olumsuzdur ve yeni deneyimlere çok yavaş uyum sağlar. Bazı araştırmacılar, huzursuz ve korkulu bebeklerin, ebeveynin bebeğe olan duyarlılığından bağımsız olarak kısa ayrılıklara şiddetli kaygı ve tepki verebildiğine inanmaktadırlar. Bu görüş ile tutarlı bir şekilde duygusal açıdan tepkisel olan ve zor olan bebekler daha sonra güvensiz bağlanmalar gerçekleştirme eğilimindedirler.
Erken dönemde tutarlı bir bakım veren kişinin varlığı Bağlanmayı Etkileyen Faktörler Erken dönemde tutarlı bir bakım veren kişinin varlığı Bebek kendine bakan kişi ile yakın bir bağ oluşturur. Wallach ve Caulfield, (1998) yaptıkları bir çalışmada anneleri tarafından üç-on iki ay arasında terk edilen kurum bakımı altındaki bebekleri gözlemiştir. Her çocuk, en az yedi çocuk ile birlikte bir bakıcıyı paylaştığı büyük koğuşlara yerleştirilmiştir. Bu bebekler kilo kaybetmiş, ağlamış, çevreleriyle ilgilenmemiş ve uyumada güçlük çekmişlerdir. Eğer sürekli bakıcı annenin yerini almadıysa bu bebeklerde depresyon hızlı bir şekilde derinleşmiştir. Kurum bakımında yaşayan bu bebekler duygusal sorunlarla karşılaşmışlar çünkü kurumda bir ya da daha fazla yetişkinle bağ kurmaları engellenmiştir. Bu gibi eksikliklerin sosyal ilişki ve uyum sorunlarına katkıda bulunduğuna inanılmaktadır. Bu bulgular birlikte değerlendirildiğinde, tamamen normal bir duygusal gelişimin yaşamın erken döneminde bir bakıcıyla kurulan yakın bağa bağlı olduğunu ortaya koymaktadır.
Bağlanmayı Etkileyen Faktörler Bakımın kalitesi Duyarlı bakım; bebeklere çabuk, tutarlı ve uygun bir şekilde karşılık vermek ve onları dikkat ve şefkatle kucaklamak olarak tanımlanır. Yapılan araştırmalar, biyolojik ve evlatlık anne- bebek ilişkilerinde, farklı kültürlerden ve sosyo-ekonomik düzeyden gelen gruplarda, duyarlı bakımla güvenli bağlanma arasında orta düzeyde ilişki olduğunu göstermiştir. Aksine güvensiz bağlanan bebekler ise daha az fiziksel temas kuran, onları dikkatsizce kucaklayan ve bebek gergin olduğunda küskün ve reddedici tavrı olan annelere sahip olma eğilimindedirler.
Bağlanmayı Etkileyen Faktörler Aile koşulları İş kaybı, başarısız bir evlilik ve ekonomik güçlükler, ebeveyn duyarlılığını engelleyerek dolaylı yoldan bağlanmayı etkileyebilir. Ayrıca bu stres faktörleri, ailenin duygusal atmosferini değiştirerek ya da ailenin günlük rutinlerini bozarak bebeğin güvenlik algısını doğrudan da etkileyebilir.
Bağlanmayı Etkileyen Faktörler Duygusal Tepkiler Çocukların duygusal özellikleri konusunda yapılan çalışmalar, duygusal gelişimin hem olgunlaşma hem de öğrenme sonucu oluştuğunu, hiçbirinin tek başına etkili olmadığını Göstermiştir. Doğumdan çok kısa bir süre sonra bebekler ilgi, acıya karşı stres, ilk altı ay içinde öfke, şaşkınlık, sevinç, korku, üzüntü, utangaçlık, on sekiz-yirmi dört ay içinde empati, kıskançlık, utanma, otuz-otuz altı ay içinde ise suçluluk, gurur, utanç duygularını yaşarlar. Bebeklerin bir yaşın sonuna kadar, geniş bir duygusal kapasiteye sahip olduğu ve farklı yollarla duygularını ifade ettikleri açıktır. Bir yaş civarındaki çocukların öfkeleri onların istediklerini elde edebilmek için duygusal tepkinin kullanıldığını gösterir. Bu nedenle çocukların ifade ettikleri ilk duygular, arzu edilen hedefler ve sonuçlarla ilişkili olarak yapılanmıştır.
Duygusal Tepkiler Ağlama Bebeğin doğumdan sonraki ilk tepkisi ağlamadır. Karnı acıktığında, rahatsızlığında, altı ıslandığında, gaz sancısı çektiğinde, uykusu geldiğinde huzursuzlaşıp ağlayan bebek ilk zamanlar fiziksel ihtiyaçlarını belli etmek için ağlar. Zamanla ağlama, anlam kazanmaya başlar ve duygusal tepki olarak kullanılır. Çocuk, annesinin yokluğunu hissettiği ve onun yanında olmasını istediği zaman ağlayarak tepkisini gösterir ya da evinden, alışmış olduğu ortamdan ayrıldığında da ağlama tepkisi verir. Çocuk, iki yaş ve daha sonrasında olumsuz duygularını ifade etmek için ağlar. Oyunu engellendiğinde, istediği yapılmadığında ya da oyuncağı elinden alındığında ağlar.
Sesler çıkarma ve sese tepki verme Bebekler, ihtiyaçlarını uygun ses çıkararak ve ağlayarak belirtirler. Bebek, henüz birinci ayda bile, sese tepki verir. İkinci ayda müziğe tepki vermeye başlar. Üçüncü ayda, tanıdık durumlara ve farklı jest ve mimiklere tepki verir. Dördüncü ayda, görme alanına giren sesli nesnelere/varlıklara ilgi gösterir. Yedinci ayda, müzik dinlemekten hoşlanır. Sekizinci ayda, dinlediği müziğin özelliğine göre farklı tepkiler verir. Dokuzuncu ayda, engellendiğinde ses çıkararak tepki verir. On birinci ayda, duygularını ses, jest ve mimiklerle ifade ederler. On üç, on beş aylar arasında ise yeni karşılaştığı durumlarda duygularını ifade eden sesler çıkarmaya başlar
Bakma Sosyal iletişimin en temel becerisi yüze bakmadır. Bebeğin yüze bakması ve daha sonra bunu tepkiye dönüştürmesi (yüze gülme gibi) sosyal duygusal gelişimin temelidir.Bebeğe bakan kişi beslenme ve diğer zamanlarda bebeğe bakarak, göz teması ile iletişim kurar. Bebek, bir aylık olduğunda, kendisiyle konuşan kişiye bakar. İki aylık olduğunda ise kendisi ile ilgilenenle göz kontağı kurar. Dördüncü ayda, farklı yüz ifadelerine tepki verir. Altı - yedi aylıktan sonra özellikle de sekizinci - dokuzuncu ayda, tanımadığı kişilerden utanır. On üç - on beş aylık olduğunda da, başkalarının duygularını anlamak için yüzüne bakar.
Gülme Bebek, ilk aylarda insan yüzüne gülümser. Daha çok alışkın olduğu annesi, babası ya da kendisine bakan kişiye güler. Sekiz haftalık bir bebek, annesini gördüğü zaman mutluluk ifadesi verir. Çünkü annesiyle arasında çok farklı bir duygusal bağ kurulmuştur. Bu bağ, bebeğin güven duygusunun gelişmesine çok önemli katkıda bulunur. Ayrıca bebeğin süt çağı döneminde olması annesi ile sürekli ten temasında bulunması aralarındaki bağı daha da geliştirir. Çocuk, büyüdükçe tepkileri de farklılık gösterir ve gülmesi bilinçli olur. Bu dönemde çocuklar, en çok başkalarının gülmesine, ani sevinçler, hayal kırıklığı ve mahcubiyet gibi durumlarda güler.
Duygularını hareketlerle gösterme Bebek, henüz ilk ayda bile, yanak/çene/ayak/ bacak/karın/sırtına dokunulduğunda tepki verir. Dördüncü ayda, görme alanına giren hareketli nesnelere/varlıklara ilgi gösterir. Altıncı ayda, kucağa alınmak ister ve tanıdığı kişi kucağa aldığında ona sarılır. Yedinci ayda, kendisiyle oynayan kişiye eşlik eder. On ikinci ayda, başkalarının ilgisini çeken davranışları tekrar eder. Hoşuna giden hareketleri tekrar tekrar yapar, bağımsız hareket etmek ister. On üç, on beşinci aylarda, dokunarak sevgi göstermeyi taklit eder. Bebekler, mutsuzluklarını; bağırarak, el, kol hareketleri ile ağlayarak, vücutlarını gererek gösterebilirler. On altı, on sekizinci aylar arasında, başkalarının duygusal ifadelerini taklit ederler
Sevgi Güçlü ve karmaşık bir duygu olan sevgi kişisel bağlanmayı içerir. Çocukların duygusal olarak sağlıklı bir şekilde gelişebilmeleri, koşulsuz olarak sevilmeleri ile yakından ilişkilidir. Erken yıllarda çocuklar, sevgilerini başkalarına açıklamaya yatkındırlar.
Mutluluk Yeni doğan bebekler ilk haftalar boyunca karınları tok olduğunda, uyku esnasında, cildine dokunuş ve sallanması, annenin yumuşak ve tiz sesi gibi nazik dokunuş ve seslere karşılık olarak gülümserler. Bebekler anne babasının yüzüne dikkatini verdikçe ve anne babası onunla konuştukça ve onlarla gülümsedikçe kaşlarını çatarak cıvıldamak için ağızlarını açarak kollarını ve ayaklarını heyecanlı bir şekilde hareket ettirerek gitgide duygusal olarak daha pozitif hale gelirler. Altıncı ve onuncu haftalar arasında anne babaların iletişimi sosyal gülümseme adı verilen geniş bir gülümsemeyi harekete geçirir. Kahkaha üç, dört ay arasında ortaya çıkar. Birinci yılın ortalarında ebeveyn-bebek ilişkisini güçlendirmek için tanıdıkları insanlarla etkileşirken, bebekler daha sık gülümser ve gülerler.
Heyecan Belirli bir uyarıcıya karşı, tüm bedenin katılması ile gösterilen heyecana dışsal uyarıcılar neden olduğu gibi, düşünme, hayal etme gibi içsel uyarıcılar da neden olabilmektedir. Heyecanın yaşanmasında ve ifadesinde, bireysel, gelişimsel ve çevresel faktörler etkilidir. Çocuklar heyecanlarını kontrol edemezler, sık sık heyecanlanır ancak heyecanları kısa sürer ve heyecanlarını kendilerine has tepkiler gösterirler.
Öfke ve Üzüntü Öfke tepkileri yaşla birlikte artış gösterir. Bebekler amaçlı davranışlar konusunda becerikli hale geldikçe kendi eylemlerini ve eylemlerinin sonuçlarını kontrol etmek isterler. Ayrıca istedikleri nesneleri elde etme konusunda ısrarcıdırlar. Bunun yanında, kimin onlara acı verdiğini ve oyuncağını aldığını anlamada daha iyidirler. Yakın davranışlar görmeye alışkın oldukları kişiler rahatsızlığa yol açtığında, öfkeleri yoğundur. Yeni motor beceriler öfkeli bir bebeğin kendini korumasına ya da bir engeli aşmasına olanak sağlar. Acıya, ilgilerini uyandıran bir nesnenin kaldırılmasına ve kısa ayrılıklara tepki olarak üzüntü, genellikle bebekler tanıdık, sevgi dolu bakıcıdan yoksun kaldıklarında ve ebeveyn- bebek etkileşimleri ciddi derecede hasar gördüğünde ortaya çıkar
Öz farkındalık (ben duygusu) Kendilik duygusu; davranışı, yani duygularımız ve becerilerimize ilişkin sağlanan üstün yönümüzü kontrol etmek amacıyla kullandığımız beden imgesiyle ortaya çıkar. Bu kendilik duygusu, beden, beyin ve zihnin toplam yeteneklerine karşılık gelir. Sonra da dil gelir. Dil ‘kendi’yi bir nesneye dönüştürür, ona güç ve nitelik kazandırır. İlk altı aydan sonra kendini gösterir. Öz farkındalık; kıskançlık, empati, mahcubiyet, gurur, utanma, suçluluk gibi duygular ile açığa çıkar. Altı aydan sonra bebekler, anneleri ilgilerini başka bir bebeğe ya da başka bir kişiye yönelttiğinde kızgınlık gösterebilirler. On sekiz - yirmi dördüncü aylarda, utandıklarını, başlarını öne eğerek, gözlerini kaçırarak, elleri ile yüzlerini örterek gösterirler
Korku Yürüme çağındakiler yeni bir oyuncakla oynamadan önce tereddüt ederler ve yeni emekleyen bebekler yüksek yerde olduklarını fark edip hemen geriye çekilirler. Altı aylıktan sonra korkudaki artış yeni hareketlenmeye başlayan bebeklerin keşif heyecanını kontrol altında tutar. Bilişsel gelişim, yeni yürümeye başlamış çocukların tehdit edici olan ya da olmayan kişileri ve durumları daha etkili biçimde ayırt etmesine olanak sağladıkça çocukların yabancı kaygısı ve ilk iki yıldaki diğer korkuları azalır.
Kıskançlık Her yaşta görülebilen ve temel nedeni üstün olma olan bir duygu hâli olarak tanımlanır. Sevgi ya da herhangi bir şeyin paylaşılmasına katlanamama sonucu duyulan his vetepkilerdir. Kıskançlık; insanın yapısında var olan, şiddetine göre olumlu veya olumsuz etkileri olan bir duygudur. Örneğin okul başarısının kıskanılması ve aynı başarıyı elde etmek için çaba gösterilmesi olumlu bir duygu olarak kabul edilirken, arkadaşının ya da kardeşinin herhangi bir eşyasına sahip olamadığı için zarar vermesi olumsuz bir tepki olarak kabul edilir. Yeni doğan bebekte kıskançlık tepkisi yoktur. Ancak bir yaşındaki çocuk, annesinin kucağında başka bir bebek gördüğünde kıskançlık tepkisi verir. İlk çocukluk döneminde ebeveynlerin ilgisinin başkalarına yönelmiş olması çocukta kıskançlığın oluşmasına neden olur. Bu dönemdeki kıskançlığın nedeni, fazla ilgilenilmemesi ve yeterince sevgi gösterilmemesidir.
Saldırganlık Çocuğun olumsuz duygularını bastırmayıp çevresindeki eşyalara veya başkalarına zarar vermesidir. Saldırganlık, engellenme duygusuna gösterilen bir tepkidir. Bu tepkinin oluşmasında anne-baba tutumlarının etkisi ilk sırada yer alır. Çocuğun davranışlarının sık ve gereksiz yere engellenmesi, temel ihtiyaçların zamanında karşılanmaması, çocuğa dayak atılması, aile içi şiddete tanık olması, çocuğu sık cezalandırmak, çocuğu dinlememek, davranışlarını eleştirmek, alay etmek anne- babaların çocuk eğitiminde görüş birliğinde olmamaları saldırgan davranışlara neden olur.
İçe kapanıklık İçe kapanıklık, bedensel şikâyetler ve anksiyete (kaygı, korku, tedirginlik, bunalma vb.) gibi davranışları içe yönelim problem davranışlar olarak nitelendirilmektedir. İçe yönelim problem davranışların erken tanımlanamaması ve önlem alınamaması depresyon gibi ruh hastalıklarının gelişme riskine ve sosyal izolasyon gibi ruhsal sorunlara yol açabilmektedir. Yaşın ilerlemesiyle birlikte içe kapanıklık olumsuz benlik ve sosyal yeterlilik algısı gibi problem durumları oluşturarak içe yönelik psikolojik hastalıklara neden olabilmektedir
Sosyal Duygusal Gelişime Anne Baba Davranışlarının Etkisi Gelişimin her döneminde ve her alanında olduğu gibi bu dönemdeki gelişim üzerinde de bebeğin doğuştan getirdiği özellikler ve çevre etkili olmaktadır. Çevresel faktörler içerisinde gelişim üzerinde en etkili olan birinci sırada aile ardından bebeğin ve ailenin içinde yaşadığı toplum ile toplumun özellikleri yer almaktadır. Özellikle de bebeğin sosyal-duygusal gelişiminde aile ve ailenin içinde yaşadığı toplum ile toplumun özellikleri oldukça önemlidir.Aile çocuğun ilk sosyal çevresidir.
Sosyal Duygusal Gelişime Anne Baba Davranışlarının Etkisi Ailede, anne babanın çocuk üzerindeki etkisi daha bebek dünyaya gelmeden önce başlar. Anne babanın bebeğin dünyaya gelmesine istekli ya da isteksiz oluşu, hazır olup olmamaları, bebekten beklentileri bebeğin yaşama ilişkin ilk izlenimlerinde ve çevresi ile olan duygusal etkileşiminde rol oynar.
Sosyal Duygusal Gelişime Anne Baba Davranışlarının Etkisi Çocukta sosyal ilişkilerin gelişmesinde anne çocuk iletişiminin önemli etkisi vardır. Anne ile çocuk arasında kurulan sağlıklı iletişim, çocuğun sağlıklı bir kişilik geliştirmesini sağlar. Başkaları ile olumlu ilişkiler kurması için temel oluşturur. Bebeklik döneminde anne çocuk ilişkisinde tutarlılık, bebeğin bağlanma ve kendilik duygusunun gelişmesi ve nesne ilişkilerinin sağlıklı bir şekilde oluşması için son derece önemlidir. Annenin kendi duygusal yaşamında, bebeğe yaklaşımında tutarlı olması kadar, bebeğin diğer yakınlarının yaklaşımlarının da aynı çizgide olması gerekir. Anne bebek ilişkisinde süreklilik, aynılık ve tutarlılık bebekte “temel güven duygusunun” özünü oluşturur. İlk yıl içindeki yeterli, sağlıklı ve uygun anne bebek ilişkisi bebeğin güvenli bağlanması ve yaşam boyu sürecek duygusal yeterliliğin gelişimine temel olacaktır
Sosyal Duygusal Gelişime Anne Baba Davranışlarının Etkisi Çocuğun sosyal duygusal gelişiminde babanın da önemli rolü bulunmaktadır. Anne babalarına güvenle bağlı çocuklar daha sosyaldir. →McDonald’ın (1988) yaptığı çalışmada, üç-beş yaş arasında akranları tarafından pek ilgi görmeyen çocukların diğer çocuklarla karşılaştırıldıklarında babalarına daha az sevgi gösterisinde bulundukları belirlenmiştir. Bu sonuç, çocuklara babalar tarafından sağlanan uyarıcıların oldukça değerli olduğunu göstermektedir. Etkin anne babalık, problem durumlar karşısında çocukların çözüm bulmalarını ve uyum sağlamalarını kolaylaştırır. Güvenli, tutarlı, sevgiye dayalı anne baba ve çocuk ilişkisi, çeşitli risk ortamlarında örneğin düşük sosyo-ekonomik düzeyden kaynaklanan elverişsiz ortamlarda onarıcı ve koruyucu bir süreç olma özelliği taşır.
Sosyal Duygusal Gelişime Anne Baba Davranışlarının Etkisi Çocuğun sosyal duygusal gelişiminde anne babanın model olması ve olumlu etkileşiminin yanı sıra çocuklarına yönelik tutum ve yaklaşımları sağlamayan annebaba ve çocuk etkileşimi de son derece önemlidir. Aile içindeki duygusal etkileşimin azalmasında, anne ya da babadan birinin kaybı veya ayrılıkları, çocuğu reddetme, ihmal etme, tutarsız davranma, aşırı baskıcı veya aşırı hoşgörülü tavırlar gösterme gelmektedir. Ailede duygusal etkileşim eksikliği tüm gelişim alanlarına özellikle sosyal ve duygusal gelişime olumsuz etkide bulunmaktadır.
Kaynaklar Yıldız Bıçakçı, M. (Editör), Bebeklik ve İlk Çocukluk Döneminde (0-36 Ay) Gelişim, Duyuların Gelişimi ve Desteklenmesi, Eğiten Kitap, Ankara, 2015.