Dünyanın kaderi TAMLAYAN TAMLANAN
Dönüklü kasabası At kuyruğu Evin yanı Demir kapı Arkadaşımın arkadaşının arkadaşı
1. Hem tamlayanı hem tamlananı ek alan isim tamlamasına belirtili isim tamlaması denir. Yolun sonu Yerin kulağı Evin damı Suyun gücü Sınıfın duvarı Sevginin gücü
2. Tamlayanı ek almayıp tamlananı ek alan isim tamlamasına belirtisiz isim tamlaması denir. Göz ucu Aşk üçgeni Futbol topu Sıfır noktası Sınıf kapısı Dost kazığı
3. Hem tamlayanı hem tamlananı ek almayıp, tamlayan tamlananın neyden yapıldığını belirten isim tamlamasına takısız isim tamlaması denir. İpek kumaş Altın madalya Tüy kilim Taş duvar
4. En az iki isim tamlamasından oluşan isim tamlamasına zincirleme isim tamlaması denir. Yolun sonundaki evin duvarı Alinin çorabının ucu Dolabın çekmecesinin anahtarı
İsim tamlamalarında tamlayan ile tamlanan arasına başka türden kelimeler girebilir. Tamlama bulunurken tamlayan ve tamlanan eklerine dikkat ederek isim tamlamasını kolayca belirleyebiliriz.
Subaşının karşısına çıkartıldığı zaman da, gece geç saatte köprünün üstünde ne aradığını anlatamadı. Bekçilerin bulduğu bütün kanıtlar aleyhine çıkıyordu. Budak Bey’in yeni sattığı beş yüz koyunun parası da mandıradan çalınmıştı. Ertesi gün yargıcın önünde bu çoban, hırsızın birini Koca Ali’ye benzettiğini söyledi. Gece geç saate kadar dükkânına gelmemesi, derinin dükkânda, para keselerinden birinin kapısının önünde bulunması, Koca Ali’nin suçlanmasına yetti. Ne kadar inkâr etse hırsızlık suçunu silemiyordu.
Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak; Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak. O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak; O benimdir, o benim milletimindir ancak.
Çatma, kurban olayım, çehrene ey nazlı hilal! Kahraman ırkıma bir gül... Ne bu şiddet, bu celal? Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal; Hakkıdır, Hakk'a tapan, milletimin istiklal.
Garb'ın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar; Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var. Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar, ''Medeniyet!'' dediğin tek dişi kalmış canavar?
Bastığın yerleri ''toprak!'' diyerek geçme, tanı! Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı. Sen şehid oğlusun, incitme, yazıktır, atanı: Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı.
Ruhumun senden İlahi şudur ancak emeli: Değmesin ma'bedimin göğsüne na-mahrem eli; Bu ezanlar -- ki şehadetleri dinin temeli -- Ebedi, yurdumun üstünde benim inlemeli.
Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilal! Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helal. Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlal: Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet; Hakkıdır, Hakk'a tapan, milletimin istiklal.
Annem belediye doktoruydu. Penceresinden kavak ağaçlarıgörünen bir sağlık ocağında çalışır, çoğu günler beni de yanında götürürdü. Orada tek çocuk olmanın krallığını yaşar, oyalanır; haşarılıklarımın, afacanlıklarımın hoş görüleceğini bilmenin kolaylıklarından fazlaca yararlanır, buna karşılık beni mıncıklamalarına, yanaklarımı pembeleştiren makaslar almalarına ses çıkarmazdım. Pencereden uzanır, uçuşan pamukçukları yakalamaya çalışırdım. Kavakları silkeleyen rüzgâroyun arkadaşım olurdu. Koca bahçe, önümde mülkümmüş gibi uzanır bense onu tasasız gözlerle izlerdim. Annemin masasında,güzel çerçeveler içinde benim ve babamın resmi dururdu. Gurur duyardım. Kocaman bir masası ve koltuğu vardı annemin. Annemi makamında daha çok severdim sanki, ya da sevgim başka bir boyut kazanırdı.
SIFAT TAMLAMALARI
İsimleri sayı, nitelik, renk vb. Yönlerden belirten ya da niteleyen kelimelere sıfat denir. Sıfat ve ismin oluşturduğu kelime grubuna sıfat tamlaması denir. Kırmızı buğday SIFAT İSİM
Kızıl ejder Dev derbi Yalan dünya Bazı insanlar Kötü son Bu yöntem
Sıfat tamlamalarında sıfatı bulurken, isme nasıl, hangi, kaç soruları sorulur.
Elimde olmayan sebepler Ucuz etin yahnisi Geçici heveslerin bedeli
Sıfat tamlamasında sıfat ile isim arasına başka bir sözcük girmez.
Küçük kız, gür bir ormandan, kırmızı başlığı, ile babaannesinin yanına geliyordu. Yolda giderken iri iri erikleri görünce canı çok çekti. Şimdi onları yemek vardı diye geçirdi içinden. Ama kıvrak yolları bir an önce bitirip babaannesinin yanına gitmeliydi. İri gözleriyle arkasına dönüp yeşil eriklere bakarak yoluna devam ediyordu. Karşısına yaşlı bir adam çıktı. Kızın iri gözleriyle yeşil eriklere hayranlıkla baktığını görmüştü. Ona eskimiş pantolonunun cebinden yediği sulu ve yeşil eriklerden beş altı tane verdi. Kız sıcak bir gülümseme ile yaşlı adama teşekkür etti. Sonra yılan gibi kıvrılan yoldan hızlı bir şekilde yoluna devam etti.
Başıboş bir adsız gibi dağlar, tepeler, dereler aştı. Adını bilmediği ülkelerde dolaştı. Sonunda Erzurum’da yaşlı bir demircinin yanına girdi. Otuz yaşına kadar Anadolu’da uğramadığı kent kalmadı. Kimseye boyun eğmedi. Gönül borcu olmadı. Ekmeğini taştan çıkardı. Alnının teriyle kazandı, içinde “kutsal ateş”ten bir alev bulunan her yaratıcı gibi, para için değil, sanatı, sanatının zevki için çalışıyordu. “Çeliğe çifte su vermek” onun aşkıydı. Gönüllü olarak savaşlara gittiği zamanlar yeniçerilerin, sipahilerin, sekbanların arasında, Ali Usta, işinin övgüsünü duydukça tadı dille anlatılmaz bir mutluluk duyardı. Ölünceye kadar böyle hiç durmadan çalışırsa daha birkaç bin gaziye kırılmaz kılıçlar, kalkanlar parçalayan çelik yatağanlar, zırhlar, keskin ağır saldırmalar yapacaktı. Bunu düşündükçe gülümser, tatlı tatlı yüreği çarpar, ruhundan kopan bir atılımla örsünün üzerinde milyonlarca kıvılcım tutuştururdu.