Sunum yükleniyor. Lütfen bekleyiniz

Sunum yükleniyor. Lütfen bekleyiniz

İSLAM DİNİNİN İNSAN HAYATINA VERDİĞİ ÖNEM

Benzer bir sunumlar


... konulu sunumlar: "İSLAM DİNİNİN İNSAN HAYATINA VERDİĞİ ÖNEM"— Sunum transkripti:

1 İSLAM DİNİNİN İNSAN HAYATINA VERDİĞİ ÖNEM

2 وَلَقَدْ كَرَّمْنَا بَنِي آدَمَ وَحَمَلْنَاهُمْ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ وَرَزَقْنَاهُم مِّنَ الطَّيِّبَاتِ وَفَضَّلْنَاهُمْ عَلَى كَثِيرٍ مِّمَّنْ خَلَقْنَا تَفْضِيلاً Andolsun, biz insanoğlunu şerefli kıldık.Onları karada ve denizde taşıdık.Kendilerini en güzel ve temiz şeylerden rızıklandırdık ve onları yarattıklarımızın bir çoğundan üstün kıldık. (isra,17/70) İnsanın mükerremliği Kur’an’ın beyanıyla sabittir. Allah Teala insanı mükerrem, şerefli ve onurlu olarak yarattığını ve bu yüzden diğer yaratıkların çoğundan üstün kıldığını ifade etmiştir. Mükerrem olmak demek, göklerde ve yerde bulunan her şeyin ilahi bir rahmet olarak insan verilmesi, her şeyin onun emrine müsahhar kılınması demektir. Mükerrem insan demek, Allah’ın eliyle (Sad,38/75) ve bütün esma-i ilahiyesinin kamil tecellisi olarak yarattığı varlık demektir. Böylece ilahi sanatın zirvesi olarak alemi süslemek demektir. Nitekim Süleyman Çelebi bu hususu Mevlid’inde şöyle ifade eder: Hak Teala çün yarattı Adem’i Kıldı Adem’le müzeyyen alemi

3 ثم سويه و نفخ فيه من روحهه
الذي احسن كل شيئ خلقه و بدا خلق الانسنان من طين * ثم جعل نسله من سلالة من ماء مهين * ثم سويه و نفخ فيه من روحهه  “O ki, yarattığı her şeyi güzel yaptı. İnsanı yaratmaya da çamurdan başladı. Sonra onun neslini, bir öz sudan, değersiz bir sudan yarattı. Sonra onu şekillendirip ona ruhundan üfledi...” (Secde, 32/7-9). İnsan, içinde taşıdığı bu ruh sayesinde, meleklerden daha üstündür ve yeryüzünde Allah’ın halifesidir. İnsanın Allah’ın halifesi olduğu Kur’an-ı Kerim’de şöyle ifâde edilir: اذ قال ربك للملائكة اني جاعل في الارض خليفة و “Hani Rabbin meleklere, Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım” demişti...”(Bakara, 2/30). Allah, insanı yeryüzünde halife yapmakla ona şeref ve değer bahşetmiştir. İnsan bu özelliği ile, hem peygamberler vasıtasıyla gönderilen kutsal kitapların hükümlerine, hem de kâinattaki tabiî kanunlara uyacak, onları uygulayacak, yüce yaratıcının sayısız nimetlerinden yararlanıp, O’na kulluk ve şükür halinde bulunacaktır. İnsanın yaratılış gayesi de budur. Kısaca insanın halife olarak görevi, Allah’ın iradesi doğrultusunda hareket etmek ve mutlu olmaktır. Cenab-ı Hak da bunu ister, peygamberleri ve kutsal kitapları bunun için göndermiştir.

4 Âlemlerin yaratıcısı olan Yüce Allah, her şeyin yaratılışını en güzel biçimde yapmıştır ( bk. Secde, 32/7). Yaratanların en güzeli olan Allah (bk. Mü’minûn, 23/14) ilk insanı yaratıp ona en güzel biçimi verdiği gibi her insanı da en güzel biçimde, en mükemmel şekilde vâretmiştir. Allah Kur’an-ı Kerim’de insan için şöyle buyurmaktadır: لقد خلقنا الانسان في احسن تقويم “Biz, gerçekten insanı en güzel bir biçimde yarattık.” (Tîn, 95/4). Gerçekten yaratıkların en güzeli insandır. Âyette geçen “ahsen-i takvîm” ifâdesi, maddî-manevî her türlü güzelliği içine alır. Boyunun düzgünlüğü, endamının eşsizliği, akıl, irfan ve düşünce sahibi, konuşan, yazan, sanat kabiliyeti olan bir varlık oluşu, güzeli çirkinden, hayrı şerden, ayırabilme özelliği... bu güzelliklerden bazılarıdır. İslâm inancına göre insan; aklî, bedenî, ahlâkî ve rûhânî en mükemmel meleke ve yeteneklerle donatılmıştır. Tertemiz halde, maddî ve mânevî her çeşit yükselmeye müsâit olarak doğar. Bu yeteneklerle yaratılmış olan insan, şâhikaların en yükseklerine çıkabilir. O, böyle bir şerefe sahiptir. Hz. Ali insan için ne güzel söylemiştir:

5 İlacın sendedir de farkında değilsin
Derdin de sendedir fakat göremezsin Sanırsın ki sen sâde küçük bir cirimsin Halbuki sende dürülmüş, en büyük âlem

6 Hoşça bak zatına kîm zübde-i âlemsin sen
Büyük şâir Şeyh Gâlip, İslâm’ın insan konusundaki anlayışını şöyle şiirleştirmiştir: Hoşça bak zatına kîm zübde-i âlemsin sen Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen Yani; Kendine iyi bak ki âlemin özüsün sen, Kâinatın göz bebeği olan insansın sen.

7 Allah, insanı insan yapan ruhu, bizzat kendi ruhundan üflemiş, sonra onu şekillendirmiş, her türlü kabiliyet ve duygular iç ve dış organlarla donatmış, beyin gibi bir idare merkezi ve akıl gibi bir nimet bahşetmiştir. Dinimize göre insan, o kadar değerli ve o kadar önemli bir varlıktır ki, onun hayatına olduğu gibi ölüsü, cenazesi, mezarı, geride bıraktığı hatırası ve vasiyetine saygı göstermeyi, dini ve insani görev kabul edilmiştir. Hatta ölen birinin arkasından çekiştirmeyi bile uygun görmemiştir. Ayrıca Yüce Allah, bizzat insanı kendisine muhatap alarak ona hitap etmiştir. (Secde, 9. İsra, 70. Bakara, ) İnsan merkezli olan Kur’an, onu belli bir sure içine sıkıştırmamış, yüz on dört surenin tamamında, insanın çeşitli kabiliyetlerine işaret edilmiştir. İslam’ın, insana sırf insan olması itibariyle vermiş olduğu değerin sayısız örneğine Kur’ân- Hadis ve İslam tarihinde, özellikle de Sevgili Peygamberimizin hayatında rastlamak mümkündür.

8 Onlardan biri ve belki de en çarpıcı olanı şudur
Onlardan biri ve belki de en çarpıcı olanı şudur. Bir gün Ashabtan bir grupla otururken yakınlarından bir cenaze geçerken Peygamberimiz ayağa kalkmıştı. Yanında bulunanlar, onun bir Müslüman cenazesi değil, Yahudi cenazesi olduğunu ifade ederek ‘ayağa kalkmanız gerekmezdi’ demek istediler. Peygamberimiz onlara, “Müslüman değilse insan da mı değil?” cevabını vermişti. Ancak insana değer vermek başka şey, insan değerini kabul etmek başka şeydir. Hele insana üstünlük tanımak ise bambaşka bir şeydir. Cahiliye Dönemi insanlarının onur ve itibarda değer ölçüsü, kabileleri, kabilelerinin kişi sayısı, develeri ve biriktirdikleri servetiydi. Müşrikler, kabileleri ve kabilelerine mensup kişilerin sayıları ile övünüyorlardı. Zayıfın toplumda hiç bir kıymeti harbiyesi yoktu. Mehmet Akif o günkü insanın güçsüze yaklaşımını şöyle açıklıyor: Sırtlanları geçmişti beşer yırtıcılıkta Dişsiz mi bir insan onu kardeşi yerdi. İslam insanlığı, onurunu gücünden alan cahiliye anlayışından, gücünü onurundan alan insani bir anlayışa yükseltmiştir.

9 Müşriklerin Müslümanlara yaptıkları insanlık dışı işkenceler Peygambe­rimizi üzüyor ve düşündürüyordu. Nihayet bir grup Müslüman’ın Hz. Câfer ku­mandasında Habeşistan’a hicret etmelerine karar verildi. Neticede 92 kişiden müteşekkil muhacirler yurtlarını yuvalarını terk ederek Habeşistan’a göçtüler. Sözcü HZ. Cafer ile Habeş kralın Necaşi arasında konuşma şöyledir: Necaşi: Sizin dininizden ayrılmanıza sebep olan anlayış nedir? Hz.Cafer: Ey hükümdar! Biz cahil bir millettik, putlara tapardık. Akrabamızla münasebetlerimizi keser, komşularımıza kötülük yapardık. Kuvvetli olanımız zayıf olanı ezerdi.Her türlü kötülüğü yapardık. Allah Teala bize aramızdan en üstün, en emin ve en şerefli Muhammet (s.a.v.) peygamber olarak gönderdi. O peygamber Allah’a iman etmeye ve ona ibadet etmeye çağırıyor. Şimdiye kadar taptığımız putları, taşları terk etmemizi söylüyor. Doğru sözlü olmayı emanetleri yerine getirmeyi akrabalık haklarını gözetmeyi, komşularla iyi geçinmeyi kan dökmekten ve günahlardan sakınmayı emretti. Biz de onu tasdik ettik. Ona iman ettik.Tebliğ ettiği şeylere tabi olduk.

10 İSLAMDA KASTEN ADAM ÖLDÜMENİN CEZASI
İslam’da insanın can güvenliğine diğer bir ifadeyle hayat hakkına büyük önem verilmiş ve insan hayatının dokunulmaz olduğu belirtilmiştir. Öyle ki, İslam’da ‘’Zarurat-ı diniyye’’ şeklinde ifade edilen temek değerler sıralamasında ‘’canın muhafazası ‘’ önemli bir yer tutmaktadır. Hatta dinin, canın, aklın ve malın korunması şeklinde sıralanan bu temel ilkenin hepsinin dolaylı yada doğrudan canı koruması ilk sırada alır. Şimdi de insan haklarından bahsedelim. İnsan hakları deyince akla ilk gelen hayat hakkıdır. Diğer haklar bundan sonra gelir. Herkes yaşama hakkına sahiptir. İnsanı bu haktan ne kendisinin ne de bir başkasının mahrum etme yetkisi yoktur. Kur’an şöyle buyurur: “Her kim bir cinayet işlememiş, kimseyi öldürmemiş ve yeryüzünde fesat çıkarmamış olan bir kişiyi öldürürse, sanki bütün halkı öldürmüştür. Her kim de bir kimsenin yaşamasına sebep olursa bütün insanları ihya etmiş gibi olur.”  (MAİDE SURESİ – 32. AYET) Bu ayette yaşama hakkına vurgu yapılmıştır. Bu hakkı başkasına tanımayan kimse, sanki bütün insanlığı öldürmüştür.

11  Ebu Said (RA) anlatıyor: “Hz Peygamber (SAV), Veda Hutbesinde şöyle buyurdu: “Ey insanlar! Bilmiş onunuz ki, günlerin en mukaddesi şu bayram gününüz, ayların en mukaddesi şu Zilhicce ayınız, şehirlerin en mukaddesi de şu Mekke şehrinizdir. Bilmiş olunuz ki, şu zilhicce ayınızda şu Mekke şehrinizde şu bayram gününüz nasıl mukaddes ise (Bayram gününde Mekke’de günah işlemek nasıl ağır bir suç ise) şüphesiz kanlarınız, mallarınız da size haramdır. (Yani birbirinizin kanını akıtmanız ve haksız yere birbirinizin malını yemeniz de her zaman ve her yerde büyük günahtır.)” (Müslim, Hac 147) Bir başka hadiste Hz Peygamber (SAV) şöyle buyurur:   “Şüphesiz dünyanın yok olması, Allah katında haksız yere bir Müslüman’ın öldürülmesinden daha ehvendir.” (İbni mace; Tirmizi, diyat) Yaşama hakkı bir temel haktır. Bu hakkı insana Allah vermiş, O’ndan başka hiç kimsenin onu bu haktan mahrum etmeye hakkı ve yetkisi yoktur. Buna kalkışan kimse, yani başkasının hayatına son veren kimse büyük günah işlemiş ve Allah’ın azabını hak etmiş olur. Kur’an şöyle buyurur:  “Kim bir mümini kasten öldürürse cezası içinde ebediyen kalacağı cehennemdir. Allah ona gazap etmiş, onu lanetlemiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır.”  (NİSA SURESİ – 93. AYET)

12 Esasen Kur’an-ı Kerim, yanlışlıkla olması dışında bir müminin bir mümini öldüremeyeceğini bildirmiştir. İnsan kıyamet günü kul hakkından sorgulanırken ilk hesabını vereceği adam öldürme günahıdır. Hz Peygamber (SAV), bu konuda şöyle buyurur:     “Kıyamet günü insanlar arasında ilk görülecek dava kan davasıdır.” (Buhari Diyat 1 )     Bir insanın başkasını haksız yere öldürmesi büyük günah olduğu gibi kendi hayatına kıyması yani intihar etmesi de büyük günahtır. Çünkü hiç kimse kendi hayatıyla ilgili bir tasarrufta bulunmaya yetkili kılınmamıştır. Esasen dinimizin beş ana hedefi vardır. Bunlardan birisi de insanın kendi hayatını koruması uğrunda öldürülmesi halinde şehit olacağını, Hz Peygamber (SAV) haber vermiştir. Hz Peygamber (SAV), kendi hayatlarına kıyanların ahirette görecekleri azabı şöyle haber veriyor:      “Her kim bir dağdan (yüksek bir yerden) kendisini aşağıya atarak öldürürse, cehennem ateşinde sonsuz ve devamlı olarak kendisini yüksekten aşağı bırakan (bir halde azap olunur.) Bir kimse de zehir içerek canına kıyarsa, zehiri elinde içer bir halde sonsuz ve devamlı bir halde cehennem ateşinde azap olunacaktır. Her kim de kendisini bir demir parçasıyla öldürürse, o da bıçağı elinde karnına vurarak sonsuz ve devamlı bir şekilde cehennemde azap olunacaktır.” Konu ile hikmetli sözler: ‘’Sakın incitme bir canı Yıkarsın arş-ı Rahman’ı ‘’ (Alvarlı Muhammed Lütfi)

13 ‘’Meşru bir mazeret olmadıkça kürtaj haram ve cinayettir’’
Anne karnındaki ceninin de kendine ait hayat hakkı vardır. ''İnsanın hayat hakkı, bedeni üzerindeki hakkı, bir mülkiyet hakkı değildir. Dinimizce de tabii hukuk kurallarınca da bu böyledir'' ''Bedenimiz ve hayatımız, bize mülkiyet olarak değil emanet olarak verilmiştir. Onu yaşamak ve yaşatmak en iyi şekilde muhafaza etmek görevimizdir. Hukuk diliyle hayat hakkı devredilebilen, vazgeçilebilen bir hak değildir. Anne karnındaki ceninin, bebeğin de kendisine ait hayat hakkı vardır. Ne annesinin ne de babasının, onun üzerinde mülkiyet hakkı olmadığı gibi, onun hayatı üzerinde vazgeçme, sonlandırma yetkisi de yoktur. Bu yüzden gebe olan anne, 'beden benim değil mi, ben onu istediğim gibi kullanırım, bebek de yaparım, istersem onu da atarım' deme hak ve yetkisine sahip değildir. Çünkü karnındaki bebeğin gerçek anlamda sahibi maliki değildir. Keyfi olarak terk edemez, öldüremez. Ona bakmak, korumak ve yaşatmakla görevli bir emanetçidir''

14 Trafik kazası sonucu bir mü'minin ölümüne sebebiyet vermek de büyük bir suçtur. Nitekim Kur'an-ı Kerimde şöyle buyurulmaktadır: "Bir müminin bir mümini öldürmesi olacak şey değildir. Ancak yanlışlıkla olması başka. Kim bir mümini yanlışlıkla öldürürse bir mü'min köleyi azad etmesi ve bağışlamadıkları sürece ailesine diyet ödemesi gerekir. (...) Bunlara imkan bulamayanın, Allah tarafından tövbesinin kabulü için iki ay ardarda oruç tutması gerekir. Allah hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir" (Nisa, 4/92). Buna göre, ölüme sebebiyet veren kişinin, keffaret olarak iki ay aralıksız oruç tutması; ayrıca ölenin yakınlarının talep etmesi halinde, suç oranında diyet ödemesi gerekir. Diyetin tamamı ise 100 deve veya bedelidir. Bu itibarla, keffaret olarak iki ay oruç tutulması ve mahkemenin belirlediği suç oranında diyet ödenmesi gerekir. Kişinin ve sigortanın, ölen veya yaralanan şahsın yakınlarına ödemiş olduğu tazminatlar ödenmesi gereken meblağdan düşülür. Birden fazla maddi zarara, yaralanmaya veya ölüme neden olunmuşsa, bütün zararlar ve tazminatlar ödenir.

15 Trafik kuralları insanların mal ve canlarını korumak için yöneticilerin koyduğu kurallar olup bunlara uymak dinin de emridir. Bu açıdan dikkatli olmak gerekir. Memur görmese de meşru olan kurallara riayet etmek gerekir. Kurallara riayet etmeyeni memur görüp ceza yazmazsa kul hakkı yemiş olmaz ama kural ihlali bir çeşit kul hakkına tecavüz olduğu için bundan sorumlu olur. İnsanların tesis ettiği bir mekanizmanın kurallarını insanların belirleyebileceği esasına dayanılarak "Trafik kaidelerine uymak vaciptir" fetvası verilmiş olduğundan bu konuda şoförün ve yayaların bu kaidelere uyması vacip sevabı kazandıracaktır. Uymamak da kişiyi sorumlu kılacaktır. Bu sebeple hangi yolda hangi hızın yapılması gerektiği ile ilgili trafik kaidelerini umursamayarak bir kaza yapmakla ya da başkasına zarar vermek kişiyi sorumlu kılar. Trafik kuralına uymamaktan dolayı hayatını kaybeden veya başkasının hayatını tehlikeye sokan bir yaya da sorumludur.

16 Kaynaklar; Diyanet aylık dergisi(Nisan/2013) Kütibi sitte (4935) Ravi Ebu Hüreyre Hamdi Yazır ; Hak Dini Kur’an Dili Abdülbaki Gölpınarlı; Şeyh Galip Divanından seçmeler Sorularla İslamiyet HATİCE DURAL


"İSLAM DİNİNİN İNSAN HAYATINA VERDİĞİ ÖNEM" indir ppt

Benzer bir sunumlar


Google Reklamları