Sunum yükleniyor. Lütfen bekleyiniz

Sunum yükleniyor. Lütfen bekleyiniz

EKOLOJİ DÜŞÜNCESİNİN VE ÇEVRE KORUMACILIĞIN ORTAYA ÇIKIŞI

Benzer bir sunumlar


... konulu sunumlar: "EKOLOJİ DÜŞÜNCESİNİN VE ÇEVRE KORUMACILIĞIN ORTAYA ÇIKIŞI"— Sunum transkripti:

1 EKOLOJİ DÜŞÜNCESİNİN VE ÇEVRE KORUMACILIĞIN ORTAYA ÇIKIŞI
Doç.Dr.Ahmet MUTLU OMÜ İİBF

2 Çevre Sorunlarının Farkedilmesi
Çevre sorunları kısaca, insan-doğa ilişkilerinin doğal çevre üzerindeki olumsuz etkilerdir. Çevre sorunları, insanın doğaya müdahalesinin bir sonucudur. Çevre sorunlarının içeriğini doğadaki klasik bozulmalar oluşturmaktadır. Buna yol açan sebepler de, nüfus, sanayileşme, kentleşme vs. olarak görülür.

3 Ekolojik sorunlar, çevre sorunları olgusundan daha geniş kapsamlıdır.
Ekolojik sorunlar, çevresel bozulmaların insanın insana tahakkümünün ve dolayısıyla insanın ‘Doğa’ya hakim olmasının bir sonucu olarak gören ideoloji çerçevesinde anlaşılabilir. Bu bakış açısıyla ekolojik sorunu, doğa ve toplum ilişkisi ve bilim-teknoloji-iktisat boyutunda ele alır.

4 Çevre sorunlarının ilk ortaya çıkışının, muhtevası ve derecesi şimdikinden farklı olsa da, insanın doğada varoluşuna kadar uzandığı söylenebilir. Bugünküne benzeyen klasik kirliliklerin ilk örnekleri Ortaçağ’dan itibaren görülmeye başlanmıştır. 1285 ve 1288 yıllarında Londra’da kireç ocaklarından çıkan kömür dumanları kenti önemli ölçüde etkilemiş, bunun üzerine kral, kireç ocaklarında kömür yakılmasını yasaklamış, ağır cezalar koymuştur. Amerika’da ise şimdi Los Angeles kentinin bulunduğu yerde, Kızılderililerin yaktığı ateşin yol açtığı etkili sayılabilecek hava kirliliği görülmüştür.

5 Çevre sorunlarının ilk tarihsel “örnekleri, bugünkülerden farklılık gösterir.
Bugünkü çevre sorunlarını ortaya çıkaran endüstri uygarlığına kadar olan çevre sorunları, sınırlı ve bölgeseldi. Gezegen riski ortaya çıkaracak kapsam ve önemde değildi. Çevre sorunları etkili olarak “ortaya çıktığı” andan itibaren sorun global olarak hissedilmiştir. Ancak bu ortaya çıkış birden bire olmamış, çevrenin “kümülatif” özelliği nedeniyle birikerek varlığını duyurmuştur.

6 İnsan faaliyetleri ile çevreye verilen zararlar, doğanın kendini yenileyebilme yeteneği (taşıma kapasitesi) sayesinde başlangıçta farkedilmemiş, ancak zamanla çevreye bırakılan kirlilik nicel ve nitel olarak artmış, çevrenin taşıma kapasitesinin üstüne çıkmış, çevre hızla bozulmaya başlamıştır. Bu bozulma, yaşam ögelerini ciddi anlamda tehdit etmeye başladığı andan itibaren farkedilmeye başlanmıştır. Örneğin; 1952 yılında Londra’da 4000 kişinin ölümüne yol açan hava kirliliği.

7 1950 ve 1960’lı yıllar, duyarlılığın başladığı ve yoğunlaştığı zaman dilimleridir. Özellikle 1960’lı yılların sonlarına doğru çevre sorunlarına ilgi yoğunlaşmıştır. 1970’lerde sorun önce bölgesel olarak, daha sonra da küresel olarak algılanmaya başlanmıştır. Çöllerin yayılması, ormanların yok olması, toprak erozyonu asit yağmuru ve kentlerde hava kirliliği gibi kaygılar, uluslar arası gündeme girmiştir. 1980’lere gelindiğinde, insan faaliyetlerinin gezegen çapında bir bozulmaya yol açtığı açıkça görülmüştür. Öncekilere ek olarak bu sefer, ozon deliği, küresel ısınma, biyoçeşitliliğin azalması ve aşırı balıkçılık gibi sorunlarla okyanus sorunları da ortaya çıkmıştır

8 Söz konusu sorunlar, insanlığı gelecek için birşeyler yapmak gerektiğine yöneltmiş ve “ekolojik bir bilinç” ortaya çıkmıştır. Ekoloji kavramının ortaya atılışından 100 yıl sonrasında güncelleşen ekolojik düşünce, dünyanın yeni sorunlarına eğilmiş olması, bunların çözümü yolunda ilginç öngörüler ortaya koyması nedeniyle hızla yükselmiştir.

9 Ekolojik Düşünce Hakim üretim sistemleri, teknoloji ve mekanistik dünya kavrayışı gibi olguları eleştiren ve bunlara alternatifler üretmek amacındaki ekolojik görüş, bu anlamıyla olmasa bile, insan tabiat ilişkilerinde denge ya da uyumu esas alan şekliyle Antikçağ’dan beri var olmuştur. 1500’lü yıllardan önce organik dünya görüşü de, ekolojik görüşün temelleri arasındadır. Bu uygarlıklarda insanlar, maddi ve manevi olayların karşılıklı dayanışmasıyla tasavvur edilen ve bireyin, topluluğun ihtiyaçları ile düşünüldüğü, kısaca organik ilişkileri esas alarak doğayı tecrübe eden küçük, uyumlu topluluklar içinde yaşamaktadırlar.

10 Ortaçağ Organik Düşüncesi
Geleneksel kültürler, bilge kişiyi daima beşeri toplumun merkezi olarak, bilgeliği de, belli ilim dallarından ziyade, en evrensel anlamda Hakikat'e ilişkin bilgi olarak öngörmüştür. Bilgi, insanın dünya ve ahiret saadetini yani nihai amacını ilgilendirmektedir. Bu yolda "özne kendi kendine varolmaz; varolmak için düşünmekte yeterli değildir". Bu bakımdan Ortaçağ'daki bilimin içeriğini akıl ve imanın oluşturduğu ve başlıca amacın, nesneleri denetlemekten ziyade onların anlam ve değerini kavramak olduğu söylenebilir.

11 Batı-Doğu ve Ekolojik Düşünce
Ortaçağ'daki bu "metafizik ve kozmolojik" ilimlerin birlikteliği, dinsel (Protestanlık) gerekse bilimsel alandaki yeni anlayışlarla (Bilimsel Devrim) ayrıştırılmış ve yerine, "modern çağların baskın metaforları " yerleştirilmiştir. İnsan ve tabiat uyumunun bozulması ve tabiat ilimlerinin eski rollerini yitirmeleri, esas olarak metafiziki bilginin geçerliliğini yitirip, yerine “bilimsel bilgi" nin ikame edilmesiyle gerçekleşmiştir. Bu daha ziyade Batı'da yaşanan bir süreç olup, Doğu’da meydana gelmemiştir. Bu sebeple, Batının aksine tabiatın bilgisini haiz Doğu gelenekleri, hâlâ yaşamaktadır

12 Doğu Geleneği Doğu kültürlerini birleştiren ögelerin en önemlisi "gelenek"tir. İslam'daki "tektanrıcılık"tan eski İran dinlerindeki "kozmik ikicilik (dualizm)"e, Hinduizm'deki "nihaî ilke'nin ikici olmayan" tabiatıyla donanmış "çoktanrıcılık"ından Budizm'deki "beşeri ve ilahi olmayan bir Tanrısallık" anlayışına kadar tüm Doğu geleneklerinde, gerçekliğin hiyerarşik mahiyette olduğu, mananın maddeye hakim olduğu, insanın kaderinin doğal ve kozmik çevreninkinden ayrılamayacağı, bilginin birliği ve dolayısıyla herşeyin birbiriyle ilişkili olduğu fikri işlenir

13 Uzakdoğu Çin geleneğinde, özellikle Taoizm ve Yeni Konfiçyizm'de, Japonya'da Şintoizm'de, tabiata karşı bir bağlılık sezilir ve bu, sanatsal olarak özellikle Tao ve Zen geleneklerinde, tabiat manzarası resimlerle ortaya konulur. Diğer yandan İslam'da da insanla tabiatı birbirinden ayırmayan bütüncül bir evren anlayışı görülmektedir. Bu düşüncede, insan aşkın ve tabiat üstü olanın peşinde olup, insanın bu dünyada varlık sebebi, eşyanın bilgisini kazanmaktır. İslam, tabiatın, insanın Allah'ın ihsanına müşerref olabileceği ve böylelikle ahlaki olarak değerli olduğunun ispatlanabileceği ve içinde büyüyüp gelişebileceği bir alan, bir tiyatro olarak yaratıldığını öğretir.

14 Kuran-ı Kerim'de insan, tabiat ve bunları içerecek şekilde kainat temaları, başka kutsal kitaplarda olduğundan daha fazla işlenir İslam'da insan, anlamını esas varlığı tabiat ile olan ilişkisine göre bulur. İslam'ın sorumlu insanı, tabiata ve varlığa düşman olamaz; tam tersine "zübde-i alem" olduğu için "eşref-i mahlukat" tır. İnsan sorumsuz ve bilinçsiz davranmaya kalkarsa, bu üstün konumu kaybeder ve belki hayvanlardan da aşağı bir seviyeye düşer

15 Doğanın “laikleştirilmesi”
Yukarıda belirtilen düşünsel yapılar gözönüne alındığında, modern bilimin Doğu kültürlerinde ortaya çıkmamasının nedenleri anlaşılabilir: Metafizikî öğreti ve geleneksel bir dini yapı. Gerçekten de, hem İslam coğrafyasında, hem Hindistan'da hem de Uzakdoğu'da, tabiatın kutsal ve manevi niteliğinin korunması, Batı'daki gibi tahrip edilmemesi ve bu geleneklerin, entellektüel boyutun dışında tümüyle "lâik" bir tabiat biliminin ve "lâik" bir felsefenin gelişmesine izin verecek kadar güçsüzleştirilmiş olmamasındandır. Batı'da, tabiat, ilahi ve manevi niteliklerini kaybettiği, diğer ifade ile "lâik"leştirildiği andan itibaren felaketler başlamıştır.

16 Doğu'daki fikri potansiyele karşılık, Batı'da da tabiat, kutsallığını ve maneviyatını Hristiyanlık'ta bulmuştur. Fakat tabiatın bu durumu, süreç içinde değişiklikler göstermesi ve zamanla tamamen profanlaşması niteliğiyle, Doğudan ayrılır. Ancak, Hristiyanlığın içeriğinden önce, Batı'nın organik dünya görüşünün temellerini oluşturan ve kökleri Platon'a kadar giden bir düşünce vardır ki bu " Varlık Zinciri" fikridir. Varlık Zinciri’nde, Doğu düşünüşüne paralel olarak, evren en basitten en karmaşığa giden, aslında yaratılmamış fakat bütün yaratılışın kendisine yöneldiği en mükemmel varlığa kadar, yaratıkların hiyerarşik bir biçimde birbirine bağlanmış dizisi fikri işlenir

17 Batı'da, Eski Yunan'daki Varlık zinciri fikri ve Aristotelesçi geleneğin, onüçüncü yüzyılda, Thomas Aquinas vasıtasıyla Hrıstiyan öğreti ile yoğrulması, Ortaçağ'daki "organik dünya" görüşünün temellerini oluşturmuştu. yüzyıllarda "aydınlanan" Avrupa ile, organik, canlı ve manevi evren anlayışı, "canlılığını" kaybedip, bir "cansız ve ruhsuz makina" haline dönüşmüştür

18 Aydınlanma sonrasında da, ekolojik içerikli görüşler, Doğu’dan ziyade Batı’da ortaya çıkmaya başlamıştır. Çünkü, Batı'da Bilimsel Devrimle başlayan fikri dönüşümler, aynı zamanda söz konusu ekolojik görüşlerin oluşmasına zemin hazırlamıştır. Doğu'da böyle külli bir dönüşüm yaşanmadığı için, ekolojik anlamda bir düşünüş gerekmemiş, kadim anlayış devam etmiştir .

19 Aydınlanma sonrası ekolojik düşünce, özünde, organik düşünceden farklılık taşır.
Organik görüşteki "olanı korumak ve onunla ahenk", ekolojik düşüncede "kaybedileni kazanmak, geri getirmek" şekline dönüşmüştür.

20 Ekolojik düşüncenin doğuşunda modernite eleştirileri vardır.
Bu çerçevede, ilk tepkiler, Rousseau'nun başta yer aldığı, Carlyle ve Bentham gibi kişilerden oluşan "Romantizm" akımından gelmiştir. Ekolojik düşüncenin oluşumunda Romantikler yanında, Marx, Nietzche ve Freud'un etkileri de gözardı edilemez. Tabiat ve fizik bilimlerinde, Darwin, Bertelanfy, Malthus, Einstein gibi bilim adamlarının çalışmaları, aydınlanma ve modernitenin düşünce sistematiğini derinden sarsmıştır

21 Ekoloji üzerinde ilk ve en önemli etkileri uyandıran Darwin'in çalışmalarıdır.
Onun, antik "Varlık Zinciri" fikrine benzeyen "Evrim Kuramı" ile varolan bitki ve hayvan türlerini üç ya da beş atadan türetir. Darwin, canlıların gelişiminde çevrenin etkisini ortaya koyarak, doğrudan ekolojik bir bulguya ulaşmıştır. Ayrıca, tabiatta tüm canlı-cansız varlıkların ilişki içinde olduğunu belirterek, bunların uyum ve denge içinde olduklarını vurgulamıştır.

22 Bu arada Malthus'un, sınırsız mutlulukla ilgili umutların temelsiz olduğunu ileri süren, kapitalist iktisadın temel köklerini reddeden bulguları da oldukça önemlidir. Malthus'a göre nüfus artışı, her zaman üretimden fazla olacaktır. Ve nüfus artışı, besin, sağlık ve konut koşulları vb. yaşamsal araçlarla sınırlanır. Malthus'un getirdiği “sınır” kavramı, ekolojik görüşünde en temel kavramlarından biridir

23 Mekanik dünya görüşünün mihenk taşı olan Newton‘dan sonra yine bu düşüncenin boyut değiştirmesi ve yeniden ele alınması da fizik bilimiyle Einstein tarafından yapılmıştır. Geçmişteki ekolojik düşünürlerin fikirleri ile Einstein'in çabalarının birleşimi, Aydınlanmadan ekolojik düşünceye geçişi hızlandırmıştır. Bilimsel düşüncede, "izafiyet" ve de "kuantum" teorileriyle en az Newton kadar etkili olmuş ve onun başlattığı dönüşümü tersine çevirmiştir.

24 Mekanistik Kartezyen dünya görüşünün aksine modern fizikle ortaya konan bu dünya görüşü, organik, bütüncül ve ekolojik bir nitelik taşır. Evrenin yeni formu, artık çok sayıda nesnelerin bir araya geldiği bir makine şekli değil de; parçaları birbiri ile ilişkili olan ve ancak kozmik bir sürecin unsurları olarak, bölünmez, dinamik bir bütün olarak tasvir edilecektir

25 Tüm bu süreçlerin sonuçlarının 20
Tüm bu süreçlerin sonuçlarının 20. yüzyılda sosyal bilimlere de yansımasıyla, Aydınlanma düşüncesi daha ciddi nitelikte sorgulanmaya başlamış ve bütüncül ekolojik yaklaşıma meyiller başlamıştır. Bu anlamda günümüze kadar taşınan sorgulamalar içinde, Marksist gelenekten gelen düşünürlerin fikirleri, ekolojik hareketin doğmasında oldukça etkili olmuştur

26 Marksist Gelenek Marksist gelenek içinde modernitenin tartışılması, ilk olarak Avrupa Kominizmi ile başlamıştır. Yine aynı gelenek içinde yer alan Viyana Okulu, poztivizmi sorgulamıştır. Özellikle Karl Popper'in pozitivizm eleştirileri ile bu okul, mevcut bilim ve düşünce anlayışının eleştirilmesi ve sorgulanmasında önemli işlevler görmüştür. Aynı şekilde bu geleneği sürdüren Frankfurt Okulu da, Horkheimer, Adorno, Marcuse, Habermas gibi temsilcileri ile, modern çağın bilim ve teknoloji anlayışını ve Ortodoks Marksizm’i ciddi şekilde eleştirmiştir. Özellikle Aydınlanmanın katı bir üslupla sorgulanması ve endüstri toplumu eleştirileri, ekolojik harekete ve ekolojik düşünceye önemli katkılar sağlamıştır

27 Ütopyalar Sosyal nitelikli olan ekolojik hareketlerin doğuşunda kökü daha eskiye dayanan “ütopik” düşüncelerin de yeri önemlidir. Bu noktada, 16. yüzyılda, endüstri toplumuna geçiş hazırlıklarının yapıldığı bir dönemde, bu sürecin aksine şeyler söyleyen ve tasarlayan Thomas More (Ütopya) dikkat çeker. O, teknik ve sanatların, insan hayatını idame ettirebilmesiyle sınırlı olması gerektiğini söyler. 19. yüzyılın başlarında Robert Owen, "New Lanark Yerleşmesi " deneyi ile çevreci ütopyayı hayata geçirmeye çalışmıştır. Ayrıca endüstri toplumu karşıtı ütopyaları ile Proudhon, Simon, Fourier ve anarşistlerden Kropotkin, Goldwin ve Thoreau ütopik ekolojistlerden sayılabilir. Yine, Ebezener Howard'ın "Bahçeşehirler" kurgulu eseri de bu çerçevede yer alır

28 Ekoloji Düşüncesi’nin gelişimi sürecinde, aydınlanma ve moderniteye yöneltilen eleştiriler, Batı’da ilk zamandan bu yana artarak devam etmiştir. Doğaya ilgi ve doğanın korunması şeklinde gelişen ilk girişimler 19. yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkmıştır. Romantik korumacılık olarak nitelenebilecek bu hareketler, 1865’te İngiltere’de bir dernek, Amerika Birleşik Devletleri’nde Sierra Club, Audubon Society, Hzaak Walton League adı altındaki gönüllü kuruluşlar şeklinde görülmüştür. Benzer nitelikte, ekolojik sorunlara yol açan etmenleri sorgulamak yerine, doğanın verdiği romantizm içindeki uğraşları sürdüren daha başka dernekler ve kuruluşlar, 20. yüzyılın ikinci yarısına kadar varolagelmiştir.

29 1960’lı yılların sonunda Avrupa’da meydana gelen ve öncülüğünü öğrencilerin oluşturduğu hareketlerin, temelinde olumsuz etkileri doruğa ulaşan endüstriyalizme ve tüketim toplumuna karşı tepkisel bir içerik taşıdığı görülür. Bu süreci takiben, barış hareketleri, nükleer silahlara ve atom enerjisine tepkiler, kadın hareketleri yaygınlaşmıştır. Bu hareketler, çevre ile ilgili araştırmaların yayınlanması ve yaygınlaşması ile de ekolojik muhalefete dönüşmüştür

30 Ekolojik düşüncenin 1960’lı yıllardan sonra gelişmesinde aydınların önemli rolü olmuştur.
Bir gelecek bilimci olan Bortrad de Jouvenel ile iktisatçı olan John K. Galbraith, bu konuda önde gelen kişilerdir. Ayrıca Meadows’un yayınladığı Roma Kulübü Raporu’ndaki “Sıfır Büyüme”, aynı kulübün üyesi Mesaroviç tarafından yayınlanan “Mavi Kopya” adlı raporlar ile E. F. Schumacher’in “Küçük Güzeldir” adlı eseri, dünyanın içinde bulunduğu sorunları ortaya koyan önemli eserler olmuştur

31 Diğer yandan, Birleşmiş Milletler Örgütü’nce yayınlanan “Ortak Geleceğimiz” adlı eser ,
Birleşmiş Milletler Örgütü’nce düzenlenen 1972 tarihli Stockholm Çevre Konferansı, Keza, çevreye yönelik bu uluslar arası ilgi, 1975 Akdeniz Eylem Planı ve 1992 Rio Konferansı.

32 Postmodernizm Ekonomik sistemler ile modernitenin tüm kurumlarını ve sonuçlarının eleştirisi “postmodern görüş” tarafından da yapılmıştır. Postmodernite, “moda”, “herşeye sahip olma”, “tüketim tercihleri” gibi ekolojik problemlerin kaynağı olan noktalarda moderniteye karşı çıkar. Keza dünyanın kendisi, postmodernist çerçeve içerisinde, “ne insan karşıtı ne de insan yanlısıdır. Ekolojik sorunun özünde çevre sorunu olmayıp, bunun bir kokuşmanın sonucu olduğunu öngören postmodern anlayış, bu mânâda modernitenin kuşkuculuk, indirgemecilik, bireycilik ve totaliter gücünü eleştirir.

33 Günümüzde manevi bir kökenle kamusal alana çıkan ekolojik pek çok düşünce akımı ve topluluğu mevcuttur. Bir başka boyutuyla ilerde incelenecek olan bu akımlar çevre korumacılıktan eko-sosyalizme, eko-anarşizmden eko-feminizme, radikal ekolojiden dinsel hareketlere kadar çeşitlilik gösterirler.

34 Günümüzde Ekolojik Akımlar
Sözü edilen toplumsal çerçevede oluşan ve yankı uyandıran akımlardan biri "Köktenci (Radikal) Çevrecilik" tir. Romantik düşünceden etkilenen bu akım, liberal sistem içinde bir sorgulama yapar ve doğaya doğa olduğu için saygı duyar, yoksa sağladığı yarar ve insan-doğa ilişkilerinden dolayı değil. Akım, doğa karşısında ussal değil, duygusal davranmayı öngörür. Ayrıca "Çevreci Sofuculuk (Environmental Puritanism)" ve temelleri bunun üzerine kurulu olan " Ortodox Çevrecilik" de, çevresel politikanın formülasyonunu bir dereceye kadar basit bir olgu olarak görür.

35 Öte yandan "Çevre-merkezcilik" veya "Bio-merkezcilik" akımları da, endüstrileşen, teknikleşen, kentlerde yaşayan, insanların, yeşile ve doğaya olan özlemini öne çıkarır ve "doğaya dönme" ve geleneksel koruma yöntemleri ile ekolojik perspektif arasında bağlantı kurmayı amaçlar. Yine "Ekodindarlık (Ecopiety- Sinizm)", derin ekolojinin Sinitik (Uzakdoğu Çin öğretileri ile ilgili) bir görünüşüdür. Tüm bunların yanında farklı nitelik taşıyan bir akımdan, "Ekoçıkarcılar (Ecoopportunizm)"dan da bahsedebiliriz ki, bunda beliren amaç, çevresel sorunları, bir amaç ve çıkar için insanlığın gündemine sokmaktır

36 Bir Başka Tasnif… Deep ecology (derin ekoloji) mekanik dünya görüşünü eleştirerek, çözümün organik dünya görüşüne dönüşte olduğunu savunur. Spiritual Ecology (mistik ekoloji) metafiziğin önemini vurgulayan bir söylem kullanılır. Social Ecology (toplumsal ekoloji) ise, ekolojik sorunların temel kaynağı olarak kapitalizmi gösterir

37 Akımların Görüşlerinin Temelleri
"Reformistler“ tüketim sorunlarını kabul ederler ancak tüketim şartlarının da sorunların kaynağı olduğunu, dolayısıyla yeniden düzenlenmesi gerektiğini ileri sürerler. "Radikaller” ekolojik sorunun, çağdaş dünyanın bilim, teknoloji ve kaynaklandığını ileri sürerler. Bu manada, refah devletinin çevre korumacılığı, doğalarının yanında kapitalist/sosyalist ekonomik ve kültürel pratikten göz boyamadan ibaret olduğunu ileri sürerler.

38 Düşünceden Eyleme Ekoloji Hareketi
1968’lerde Batı dünyasında özellikle üniversite öğrencileri güçlü bir karşı-kültür geliştirmişlerdir. Daha sonra meydana gelecek çoğu radikal hareketlere öncülük eden bu girişime zemin hazırlayan unsurlar çeşitliydi: Vietnam Savaşı karşıtlığı, Federal Almanya’daki politik muhalefetin yokluğu, De Gaulle Fransa’sındaki vesayetçi yönetimine muhalefet, İtalya’da üniversitelerin ve tüm toplumun otoriter atmosfere direnci. Batı’da gençlerin öncülüğünde başlayan ve gittikçe yayılan bu hareket, bir devrim yaratmamışsa da, ekolojik hareketlerin hızlanmasını ve cesaretlenmesini sağlamıştır. Öyle ki, bugün kendini ispat etmiş çoğu ekolojik hareket fikirleri ve öncüleri, 1968 hareketinin içinden çıkmıştır.

39 Daha önceki bazı düşünürlerin altyapısını oluşturduğu ekolojik hareketlere, 1968 sonrası oluşumlar da eklendiği zaman, ekolojik akımın geniş bir yelpazede oluştuğu görülür. Bunlardan bazıları; Yaşammerkezcilik, Hayvanmerkezcilik, Derin Ekoloji, Toprak Etiği, Can Kurtaran Sandalı Etiği gibi akımlar yanında Ekodindarlık, Ortodoks Çevrecilik, Çevreci Sofuluk ve Köktenci Çevrecilik olarak sıralanabilir.

40 Bu dönemde iki temel yaklaşım baskındır: Ecocentrism ve technocentrism.

41 Ekosentrizm Ecocentrism (çevre merkezcilik)’e göre çevre sorunlarının kaynağını, doğayla kurduğumuz yanlış ilişkilerin yönlendirdiği yanlış bakış açısı oluşturmaktadır. Sorunun çözümü için, halihazırda doğayla kurduğumuz ilişkilere ait kavramları, fikirleri, duyguları ve yaşantıları, kültürel değerleri derinliğine ele alıp incelemek, eleştirmek ve onlara alternatifler geliştirmek gerekliliği savunulur. Bu anlamda yeni evren, doğa, insan ve toplum anlayışı geliştirmeye çalışılır ve anlayışın özüne “doğa” yerleştirilir. Buna göre, insanlar doğa karşısında rasyonel davranmak yerine duygusal davranmalıdırlar. Kropotkin, Thoreau ve Godwin ile L. Mumford, P. Goodman gibi düşünürlerce savunulan bu görüş, bugünkü endüstriyel sistemin karşısındadır; güncel krizin bir teknolojik durumun diğerinin yerini almasıyla çözülebileceği düşüncesini tamamen reddederler

42 Teknosentrizm Diğer yandan Technocentrism akımına göre ise teknokratik yaklaşımlara dayanan temel kavramlar, rasyonalizm, yönetimde etkinlik ve nesnellik esastır. Bu bakış açısıyla, doğa “yararcı” şekilde ele alınır ve kaynakların kullanılmasında akılcılığı esas alarak, savurganlığın önlenmesi öngörülür. Böyle bir tutum, olabildiğince çok insana, uzunca bir süre en fazla yararın sağlanmasını amaçlar

43 Radikal Hareketler Radikal ekolojik hareketler, yukarıdaki sınıflandırmaları yanında, “politik ve sosyal etkinlikler” konusunda da iki grupta incelenebilir:

44 İlk grupta yer alanlar, politik aygıtları ve kitle iletişim araçları yoluyla devlete karşı eylem yapmayı savunurlar. Hareketin ılımlı yandaşları tarafından savunulan bu eğilim, daha çok apolitik gruplar ve çeşitli kitle araçlarından yararlananların, kullanıcıların oluşturduğu dernekler tarafından ifade edilir. Bunlar, ekolojik otonomiyle etkili olmak ve acil gereksinmeler adına politik güç olmayı önerirler ve güçlü bir yapıya sahip hareket ararlar. Özellikle Almanya’da ve Fransa’da başarılı olan partileşmiş örnekleri vardır.

45 Diğer grupta yer alanlar “devletsiz olma” tezini savunur.
Bunlar, her türlü klasik politik eylemi reddederek, yerel eylemi öne çıkarırlar. Ulusal boyuttaki eylemleri benimsemeyip, yerine tabandan eylemi öne süren bu eğilim, özellikle anarşist gruplar tarafından savunulur.

46 Ders bitmiştir


"EKOLOJİ DÜŞÜNCESİNİN VE ÇEVRE KORUMACILIĞIN ORTAYA ÇIKIŞI" indir ppt

Benzer bir sunumlar


Google Reklamları