Sunum yükleniyor. Lütfen bekleyiniz

Sunum yükleniyor. Lütfen bekleyiniz

İdeoloji; mevcut iktidar ilişkileri sistemini korumayı, değiştirmeyi veya yıkmayı amaçlayan ve örgütlü bir siyasi eylem için temel teşkil eden, az veya.

Benzer bir sunumlar


... konulu sunumlar: "İdeoloji; mevcut iktidar ilişkileri sistemini korumayı, değiştirmeyi veya yıkmayı amaçlayan ve örgütlü bir siyasi eylem için temel teşkil eden, az veya."— Sunum transkripti:

1 İdeoloji; mevcut iktidar ilişkileri sistemini korumayı, değiştirmeyi veya yıkmayı amaçlayan ve örgütlü bir siyasi eylem için temel teşkil eden, az veya çok tutarlı bir fikirler bütünüdür. Bu anlamda ideolojiler; Genellikle bir “dünya görüşü” şeklinde mevcut düzene ilişkin bir değerlemede bulunur ve sunarlar. Bir iyi toplum vizyonu çerçevesinde arzulanan bir gelecek modeli sağlarlar. Siyasal değişimin nasıl olabileceği ve nasıl olması gerektiği konusunda bir çerçeve çizerler. İdeolojiler, değişmez düşünce sistemleri değildir. Birçok noktada bir diğeriyle çakışan değişken fikirler bütünüdür.

2 İdeoloji kavramı ilk olarak 1796 da Fransız düşünürü Destutt de Tracy tarafından ortaya atıldı. “Bilinçli düşünce” – “Fikirlerin kaynağı” – Fikirlerin Bilimi” anlamında kullanılmak istendi. LİBERALİZM; Uzun bir tarihi geçmişe dayanır. Feodolizmin yıkılışının ve onun yıkıldığı yerde bir piyasanın veya kapitalist toplumun varolup, gelişmesinin ürünüdür. Başlangıçta, Liberalizm siyasi bir doktrindi; mutlakiyete ve feodal imtiyazlara saldırıyordu. 19.y.y. başlarından itibaren ekonomide Laissez faire (bırakınız yapsınlar) kapitalizmi sonucu her çeşit hükümetin iktisadi hayata müdahelesine karşı bir iktisadi düşünce gelişti. İşte bu yaklaşım klasik Liberalizmin merkezi teması oldu. Daha sonraları refah devleti reformları ile devletin iktisadi hayata müdahelesini daha uygun hale getiren durumlar ve görüşler ortaya çıktı ve buna uygun yaklaşımlar 20.y.y. da Liberalizmin kendine özgü temasını oluşturdu.

3 Bireycilik, Liberal ideolojinin merkezi ilkesidir
Bireycilik, Liberal ideolojinin merkezi ilkesidir. Bireyin herhangi bir toplumsal gruba veya topluma karşı en yüksek derecede öneme sahip olduğu inancına dayanır ve bu inancını yansıtır. Beşeri varlıklar her şeyden önce birey olarak görülür. Özgürlük de Liberalizmin merkezi önemde bir değeridir. Bu ideolojide özgürlüğe eşitlik, adalet veya otoriteye göre öncelik tanınır. Bu durum doğal olarak bireye duyulan inançtan ve herkesin kendi seçtiği veya hoşlandığı şekilde davranmasını sağlama arzusundan gelir.

4 Muhafazakârlık Muhafazakâr düşüncenin merkezi teması “muhafaza arzusu”dur. Geleneğin kabul edilen erdemlerine ve zaman içinde varlığını devam ettirebilmiş kurumlarına duyulan saygı ile yakından ilgilidir. Zamanın testinden geçmiş kurum ve uygulamalar ile ‘düzen’in yaşayan ve gelecek nesiller tarafından korunmalarını önerir. Bireylere toplumsal ve tarihsel bir aidiyet duygusu vererek istikrar ve güvenliği geliştirmek ister.

5 Muhafazakâr fikirler ve doktrinler ilk olarak ‘1789 Fransız Devrimi’nin büyük ölçekteki siyasi ve ekonomik değişimlerine karşı bir tepki olarak ortaya çıktılar. Bu anlamda muhafazakârlık eski rejimin korunması ve eski rejime dönmeye ilişkin bir eğilim anlamındaydı. Bir süre sonra Muhafazakârlık, Liberalizmin, sosyalizmin ve milliyetçiliğin gelişimine direnmeye çalışarak güç duruma düşen geleneksel yapıyı savunmaya geçti ve bu anlamı taşıdı. ABD ve İngilterede Muhafazakârlığın yeni bir türü ortaya çıktı. “Muhafaza etmek için değişim” fikri esasına dayanan daha ihtiyatlı ve esnek ve sonuçta daha başarılı bir muhafazakârlık türü.

6 Muhafazakâr düşünce yapısının esasları;
Pragmatizm: Soyut ilkelere ve düşünce sistemlerine güvenilmez. Onların yerine deneyime, tarihe ve alınan sonuçlara inanılır. Eylemin pratik şartlar ve hedefler tarafından şekillenmesi gerekir. İnsan doğası anlayışı; önemli ölçüde karamsardır. Bu yaklaşımla insanlar, aşina olunana ve test edilmiş bulunana yönelen, istikrarlı ve güvenli topluluklar içinde yaşama hisseden, bağımlılık ve güvenlik arayan varlıklardır. Ayrıca, ahlaki bakımdan bozuk, bencil, açgözlü, iktidar hırsıyla lekelenmişlerdir. Suç ve düzensizliğin kökleri bireylerdedir ve düzenin devamı için güçlü devletin, sağlam kanunların, katı cezaların varlığına ihtiyaç vardır.

7 Muhafazakârlar toplumu bireyin yaratıcılığının bir ürünü olarak görmezler. Onlara göre toplum geleneksel olarak organik bir bütün veya yaşayan bir varlıktır. Toplum çeşitli kurumlarıyla ve onların istikrarına katkıda bulunan aile, yerel cemaatler, millet... gibi doğal ve gerekli olanlarla inşa edilmiştir. Toplum bu parçaların toplamından ayrı birşeydir. Genellikle geleneksel değerler ile ortak kültür toplumun devamı ve uyumu için hayati önemi vardır. Muhafazakâr yaklaşımda sosyal konum ve statülerin derecelendirilmesi doğaldır ve kaçınılmazdır. Bunlar, memurların, işçilerin, öğretmenlerin-öğrencilerin, ailelerin ve yönetenlerin rollerini ve sorumluluklarını yansıtır.

8 SOSYALİZM; uzun bir geçmişi olmasına rağmen 19. y. y
SOSYALİZM; uzun bir geçmişi olmasına rağmen 19.y.y. başlarına kadar siyasi bir düşünce sistemi olarak şekillenmiş değildi. Sosyalizm, “sanayi kapitalizmi”ne karşı bir tepki olarak gelişti. Başlangıçta fabrika üretiminin yaygınlaşmasının tehdit ettiği esnaf ve sanatkârların çıkarlarını dile getirdi. Daha sonra büyüyen sanayinin işçi sınıfıyla bağlantılı hale geldi. Emeğin hakkı’nı esas aldı. Sosyalizmin ilk biçimleri köktenci, ütopya ve devrimci karakter taşıma eğilimindeydi. Hedefi, piyasa müdahelesine dayalı kapitalist ekonomiyi ortadan kaldırmak ve yerine nitelik bakımından ondan farklı olan ve genellikle ortak mülkiyet ilkesi üzerine bina edilen sosyalist toplum yapısını koymaktı.

9 İDEOLOJİ VE EKONOMİ Siyaset (Politika), ekonomi, hukuk ve kültür, gerek ayrı ayrı, gerekse de topluca toplumsal oluşumlar ve eylemlerdir. Aralarında sürekli iletişim ve etkileşim vardır. Bu durum toplumsal yaşamın doğal zorunluluğudur. Siyaset (Politika) her aşamada ekonomi ve toplumla iç içe geçer. İdeolojiler, ekonomik hayatı doğrudan etkiler, şekillendirir ve yönlendirir. Geleneksel olarak görüşler ve tartışmalar birbirine rakip iki ekonomik felsefe (ideoloji) olan kapitalizm ve sosyalizm arasındaki mücadeleler etrafında döner. 

10 Siyasi hayatın en önemli unsur ve göstergelerinden biri olan oy kullanma davranışı ve parti sistemleri büyük ölçüde açıklanan ekonomik farklılıkların ve toplumda bunların meydana getirdiği bölünmeler ile çatışmaların etkisi altındadır. Partiler iktidarı elde etmek için ekonomik hayatla ilgili görüş ve düşüncelerini kullanırlar. Ekonomik büyümeyi artırmak, enflasyonu düşürmek, yoksulluğu ortadan kaldırmak gibi sözler vererek birbirleriyle yarışırlar. Genel olarak seçim sonuçlarının ekonominin içinde bulunduğu durumun belirlediği görüşleri vardır. Ekonomi bir düzelme ve patlama yaşadığında hükümet seçimi kazanır. Ekonominin kötü performans gösterdiği bir ortamda ise hükümet kaybeder.

11 Gerçekte siyasi partileri birbirinden ayıran kabul ettikleri ideoloji ve izlemekte oldukları iktisadi düşünce, görüş ve yollardır. Sağ- Sol; Merkez; Merkezi sağ- solu gibi kavram ve değimlerde bu nedenlerle ortaya çıkar. İktisadi sistem; mal ve hizmetmerin üretildiği, dağıtımının yapıldığı ve değiş-tokuş (mübadele) edildiği bir organizasyon biçimidir. İktisadi sistemleri savunmak ve eleştirmek için kullanılan fikirler ve doktrinler arasında tarihi bir çekişme vardır. Marksistler iktisadi sistemleri “Üretim biçimi” olarak tanımlarlar. Kapitalizm; bazan sadece bir iktisadi sistem olarak değil aynı zamanda özel mülkiyeti savunan, rekabetin erdemi üzerinde duran ve genel refahın kişisel çıkarların takip edilmesi sonucunda oluşabileceğini savunan başlı başına bir ideoloji olarak tanımlanır.  Sosyalizm; hem belirli bir değerler, inançlar ve teoriler toplamı olarak hem de bu değerlerin sosyalizm vasıtasıyla gerçekleştirileceği kabul edilen bir organizasyon olarak tanımlanır. Son 200 yıldır iktisadi örgütlenme üzerinde gerçekleşen tartışmalar iki rakip sistemi ortaya çıkardı.

12 Kapitalist Ekonominin İlkeleri:
-Kapitalist ekonomide genelleştirilen bir meta üretimi vardır. Meta, mübadele etmek için üretilen mal ve hizmetlerdir ve piyasa değerine sahiptir. -Üretici servet (üretim araçları) çoğunlukla özel sektörün elinde bulunur. İktisadi hayat piyasa ilkelerine göre düzenlenir. Arz ve talep güçleri piyasayı belirler. -Maddi anlamda kişisel çıkarlar ve kâr maksimizasyonu, teşebbüs ve sıkı çalışma için motivasyonu sağlar. Sosyalist Ekonominin İlkeleri: -İnsan ihtiyaçlarının tatmini için düzenlenen kullanıma yönelik bir üretim sistemi vardır. -Çoğunlukla, ekonominin “erişebileceği yüksekliği” de dahil olmak üzere, üretken servet üzerinde devlet veya ortak mülkiyet vardır. -İktisadi örgütlenme, kaynak dağıtımının rasyonel süreci olduğu varsayılan planlamaya dayanır. -Çalışma, genel refahı artırma yönündeki isteğin sonucunda ortaya çıkan işbirliğine dayanır.

13 Piyasa; mal ve hizmet satın almak isteyen alıcıları, aynı şeyleri satmak için pazara arz eden satıcılarla buluşturan ticari mübadele sistemidir.  Piyasalar, kişilere bağlı olmayan mekanizmalardır. Piyasa güçleri arz ve taleptir. Piyasalar arz ve talep arasındaki dengeyi yansıtan fiyat dalgalanmaları tarafından idare edilir. Piyasayı savunan görüşler: Kâr elde etme güdüsünün sağladığı disiplin aracılığı ile piyasa, verimi artırır. Piyasa, yeni ürünleri ve daha iyi üretim süreçlerini ortaya çıkaran yenilikleri özendirir. Piyasa, üreticilerin ve tüketicilerin kendi çıkarları peşinde koşmalarına ve tercih etme özgürlüğünü yaşamalarına izin verir. Piyasa, bireylerin sonsuz sayıdaki tercihlerinin ve kararlarının koordinasyonu aracılığı ile bir denge yaratır. Piyasayı eleştiren görüşler: Piyasa güvensiz bir ortam yaratır, çünkü insanların hayatı kontrol edemedikleri güçler tarafından şekillenir. Piyasa maddi anlamda eşitsizliği derinleştirir ve yoksulluğu artırır. Piyasa hırs ve bencilliği artırır ve toplumun genelinin ihtiyaçlarını gözardı eder. Piyasa, periyodik olarak fiyatlarda yaşanan ani yükseliş ve düşüşler nedeniyle istikrarsızlığı artırır.

14 Planlama; açıkça belirlenmiş hedefler doğrultusunda gereken rasyonel kaynak tahsisine bağlı olarak üretim, dağıtım ve mübadelelerin kısmi veya tam koordinasyonu vasıtasıyla gerçekleştirilen ekonomik örgütlenme sistemidir. Planlamayı savunan görüşler: Ekonomiyi, kişilere bağlı olmayan ve kimi zaman geçici hevesleri içinde barındıran piyasanın işleyişine teslim etmek yerine insan denetimine bırakır. Ekonomiyi, kişisel kazancı maksimize etmek yönünde değil, insan ihtiyaçlarını tatmin etmek yönünde düzenler. Değişkenliğe ve krizlere karşı piyasadan daha dirençlidir. Maddi anlamda yüksek seviyede eşitliği sağlar Planlama karşıtı görüşler: Planlama, modern sanayi ekonomisinin karmaşıklığıyla başa çıkamaz. Merkezi aktörlerin ekonomiyi kontrol etmesine izin vermesi sebebiyle, doğrudan ve dolaylı olarak otoriter bir uygulamadır. Tüketicilerin taleplerine cevap vermek yerine, toplum içindeki elit grupların görüşlerini kitlelere empoze eder. Yatırımı ödüllendirmez veya özendirmez. Bürokratik durgunluğa yol açar.

15 ‘KAPİTALİZM’İN DOĞUŞU
Kapitalizmin gelişmesine engel oluşturan tarihsel unsurların (feodal devlet yapısı, Katolik Kilisesi’nin sosyo-ekonomik gücü...) çoğu yanlarının değişmesi gerekiyordu ve bu değişimlerin gerçekleşmesi birkaç yüzyıl sürdü. Deniz-aşırı ticaretin (kimi zaman emperyalist hedeflerle gerçekleşen) artması ve kullanım için değil de alış-veriş (mübadele) için üretim mantığının oluşmasıyla “merkantil kapitalizm” adı verilen kapitalizmin ilk evresi oluştu.

16 Toplumun toprakla ilişkisinin de büyük ölçüde değişmesi kapitalist sistemin gelişebilmesi için önemli bir olguydu. Örneğin, yeni gelişen endüstriler için gereken ‘işgücü’nün oluşabilmesi için küçük ölçekli tarım topluluklarının sona erdirilmesi ve büyük ölçekli üretime kullanabileceği yeni topraklar kazandırılması gerekiyordu. Bu dönüşüm nüfus akımlarına ve geleneksel tarım topluluklarının şehirlere göç ederek, yaşamlarını sürdürebilmek için emeklerini satmalarına neden oldu. Bu yeni sınıf ilerleyen yıllarda sosyal bilimciler tarafından “proletarya” adıyla anılacaktı.

17 Büyük toprak sahiplerinden biri olan Katolik Kilisesi “Protestan Reformu” ile topraklarının büyük bölümünü kaybetti. Ancak, kapitalist düzenin gelişmesinde büyük etkisi olan bu gelişmeye göz yuman dönemin hükümetleri ve feodal elitleri de çıkarılan “kapatma yasaları” ile yeni topraklar edinerek kendilerini bu yeni sistemde de koruma altına aldılar. Avrupa kıtasındaki feodal elitler kapatma yasaları ile Kapitalizm’e ayak uydururken, Amerika’da (ABD) ise özgürlük sonrası ‘kongre’nin belli bir zümreye bağışladığı toprak ve sermaye vasıtası ile kapitalist düzene ayak uyduruldu. (bkz. Rockefeller)

18 Kapitalist sistemde iyi zamanlarda bile büyük yoksulluk durumlarına rastlanmasının nedeni de sistemin en başından itibaren toplumsal sınıflara adalet açısından farklı standartlarla yaklaşması ve bu sınıfların devlet ile olan ekonomik ilişkilerini ise düzenleme (veya planlama) gayreti göstermemesidir. Sorunun kaynağı, genelde aşırı üretim krizi veya yetersiz tüketim krizi diye adlandırılmaktadır. Mal veya hizmetin maliyeti ile satış fiyatı arasındaki farka artık değer denir. Ancak, satış gerçekleşmedikce artık değer oluşamaz. (İşçi sınıfı gibi bazı kesimlerin üretilen mal ve hizmetlerin tümünü satın alamaması!!)

19 Talep her zaman üretimden az olduğundan dolayı periyodik olarak kötüleşen ve büyük sosyo-ekonomik sorunlara yol açan bir aşırı üretim krizi mevcuttur. EMPERYALİZM; Her durumda, kapitalizmin periyodik krizleri, daha fazla pazar ve kâr arayışı ve işsizlerle yoksulların yarattığı baskıyı hafifletmek için bir çıkış yolu ihtiyacı dünyadaki az gelişmiş ülkelerden faydalanma eğlimini artırmıştır. -Bu, yalnızca dünya ticaretinin gelişmesi değil; gelişmiş kapitalist ülkelerin çeşitli ulusları ekonomik, politik ve askeri hâkimiyetleri altına almaları demektir.

20 Büyük Bunalım ve Devletin Ekonomi’deki Rolü;
Adam Smith’in laissez-faire (devletin ekonomiye müdahale etmemesi) ilkesi uzun zaman önce çöktü. 1929’da başlayan Büyük Bunalım’dan sonra serbest piyasanın yetersiz bir güç olduğnu ve dolayısıyla devlet müdahalesine ihtiyaç duyulduğu kabul edildi. Devlet müdahalesinin arkasındaki teorisyen John Maynard Keynes, etkin talebi ayakta tutabilmek için özellikle para kaynağının devletin kontrolünde olmasını ve böylece iş döngüsüne doğrudan müdahaleyi savundu.

21 ABD ve Avrupa’da 2008’den itibaren etkili olan finansal kriz zaman zaman Büyük Buhran ile karşılaştırılmaktadır. Hâlihazırdaki ekonomik kriz de aynen 1930’lardaki gibi devletin ekonomiye yönelik düzenleyici rolünü artırmıştır (Başta ABD olmak üzere birçok gelişmiş ülkede kimi kuruluşların kurtarılması için paketler hazırlanmıştır). Bu kapsamda G-20 merkez bankaları ve başlıca düzenleyici kuruluşların katılımı ile oluşturulan Finansal İstikrar Kurulu (Financial Stability Board) oluşturulmuştur.

22 Krizin ulusal ekonomilere getireceği zararın asgariye indirilmesi için ülkeler çeşitli önlemler almaktadır. Bunların en dikkat çekeni, özellikle gelişmiş ülkelerde, iflası kaçınılmaz olan finans kurumlarının kurtarılması için hazırlanan ekonomik paketlerdir. Bu gelişme, kapitalist düzenin kamu desteğinden bağımsız bir sistem olmadığını göstermesi açısından önemlidir. Bu bağlamda devletin küreselleşmeye şüphe ile yaklaşması ve kamulaştırma oranında da artış olması beklenebilir. Fakat, krizin ardından tepkisel politikalardan geri adımlar atılması olasıdır.

23 Ülkeler arasında üretim, ticaret, hammadde, teknoloji, sermaye ve bilgi alanlarında tesis edilmiş olan karşılıklı bağımlılık ilişkisi, kriz döneminde baş göstermekte olan “korumacılığın” uzun vadede terk edileceğini işaret etmektedir. Finansal Ekonomik Kriz’in etkilerinin hafifletilmesi uluslararası finansal düzenlemelerin ve kurumların denetlenmesinin sıklaştırılmasına ve uygulama alanlarının genişletilmesine bağlı olabilir. Fakat, bunun nasıl yapılacağı konusunda büyük belirsizlikler mevcuttur.

24 Farklı ülkelerdeki farklı ideolojik alt-yapıya sahip hükümetler uluslararası platformdaki çözüm arayışlarına çeşitli bakıç açılarıyla yaklaşmaktadırlar. Bu yüzden de küresel ekonominin bu sorunlu günlerini atlatması ülkelerin kendi iç politikaları temelinde yapılacak düzenlemelere bağlıdır. İşte bu noktada, dersimizin başında esas öğelerini ve ilkelerini öğrendiğimiz Muhafazakar, Liberal, ve Sosyalist ideolojilerin etkisindeki çeşitli bakış açılarının dünya ekonomisindeki gelişmeleri nasıl okudukları büyük önem kazanmaktadır. (Örnek; “Uluslararasıcılık”)

25 Küresel ekonominin altyapısını teşkil eden serbest-piyasa ve devletler arası işbirliğinin gereği olarak ortaya çıkan ‘uluslararasıcılık’ farklı ideolojik bakış açılarıyla değerlendirilmektedir. Liberal perspektif uluslararasıcılık mantığına kriz döneminde bile güvenmeye ve gerekliliğini savunmaya devam ederken, Muhafazakar bakış daha kötümser ve çıkar odaklı bir yaklaşım sergilemektedir. Sosyalist bakış açısıyla düşünüldüğünde ise sistemin zaten en başından arızalı olduğu ve “uluslararasıcılık” fikrinin sermayeyi serbest kılarken, iş gücü için benzer bir özgürlüğü ön-görmediği vurgulanabilir.

26 Önceki örnekteki gibi ideoloji temelindeki farklı bakış açılarının yanısıra, dünya genelindeki ekonomik politikalar da farklı zaman ve aktörler bağlamında büyük değişiklikler göstermiştir. Örneğin, daha önce (özellikle 90’lar) finans krizlerine maruz kalan gelişmekte olan ülkeler, şimdi krizle boğuşan gelişmiş ülkelerin aksine, müdahaleci ve planlayıcı ekonomik tedbirler alamamışlardı. Geçmişteki kriz dönemlerinde, gelişmekte olan ülkelerin ekonomileri IMF ve Dünya Bankası vasıtasıyla açık ve devlet müdahalesinden yoksun bırakılmıştı.

27 Bu kapsamda, gelişmiş ülkelerin şimdiye kadar sürdürmüş oldukları serbest piyasa ve ticaret düzenlemeleri eksiklik olarak nitelendirilmektedir. Küreselleşme’nin kapitalist düzenlemelerle birlikte zengin-fakir arasındaki farkı daha da açtığına dair şüpheler artmaktadır. Ciddi sosyal maliyetler yaratan ticaret ve sermaye ile birlikte dünyadaki hâkim para politikasının artan biçimde gündeme gelmesi beklenmektedir. Devletin işleyen ve rekabetçi bir bir ekonomiye sahip olması artık ulusal güvenliğin bir parçası haline gelecektir (“ekonomik güvenlik”).

28 Küresel Finansal Kriz’in etkisiyle ilk olarak mercek altına alınması muhtemel olanlar küresel ekonomik kurumlardır. Uluslararası Para Fonu, Dünya Bankası ve Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) halihazırda küresel ekonomi yönetiminde söz sahibi olan aktörlerdir ve işleyiş ilkeleri ikinci dünya savaşının sonrasına dayanmaktadır. Bu kurumlar mevcut halleriyle küresel sorunları aşmakta yetersizdirler. Anılan kurumlar halen özelde ABD dış politikasının genelde ise gelişmiş ülkelerin küresel çıkarlarına hizmet eder bir görüntü taşımaktadır.

29 Bu nedenle, örneğin, DTÖ kapsamında tarım ürünleri ticaretinin serbestleştirilmesi konusunda bir ilerleme sağlanamamıştır. Zira dünyanın önemli tarım ürünü ihracatçılarından olan gelişmiş ülkeler ile tarımın ulusal ekonomilerindeki payı yüksek olan gelişmekte olan ülkeler arasında dengeli bir rekabet ve dolayısı ile bir ticaret anlaşması oluşturulamamıştır. Diğer yandan, başta Avrupa ekonomilerine mali yardım sağlanması amacıyla kurulmuş olan IMF daha sonra genellikle gelişmekte olan ülkelerdeki krizlere karşı önlem alma konusuna yönelmiş, ancak küresel ölçekli bir kriz karşısında etkisiz kalmıştır.

30 Benzer biçimde, Dünya Bankası da gelişmekte olan ülkelerin kalkınma politikalarına odaklanmıştır. Gerek IMF, gerekse de Dünya Bankası gelişmekte olan ülkelerin denetlenmesine yardımcı olmuştur. Fakat söz konusu uluslararası ekonomik kurumların gelişmekte olan ülkelere yönelik tavsiyeler ve programlar ile küresel finansal kriz sırasınde gelişmiş ülkelerde uygulanan politikalar tezat teşkil etmektedir.

31 Dünya Bankası verilerine göre  dünya nüfusunun yaklaşık % 15’ ini oluşturan yüksek gelirli ülkeler, dünya gelirinden yaklaşık % 78 oranında pay alırken buna karşılık dünya nüfusunun yaklaşık % 40’nı oluşturan düşük gelirli ülkeler dünya gelirinden ancak % 4 oranında pay almaktadırlar. Bu rakamlar dünyada  büyük bir gelir dengesizliği bulunduğunu ve bu dengesizliğin düşük gelirli ülkeler aleyhine arttığını göstermektedir. KALKINMIŞLIK GÖSTERGESİ: Az gelişmiş (gelişmekte olan) ülkelerin özellikleri ekonomik, demografik, kültürel, siyasal ve teknolojik özellikleri bakımından ayrı ayrı incelendiğinde; nüfusun büyük bir kısmının tarım sektöründe istihdam edilmesinden toprak bakımın hemen hemen hiç bilinmemesine;

32 yüksek doğum artış oranından yetersiz beslenmeye;
eğitim seviyesinin düşük olması sebebiyle okuma-yazma bilmeyenlerin oranının nüfus içinde önemli bir yer tutmasından, toplum davranışlarında geleneklerin hakim olmasına; tarımda dönüm başına üretimin düşük olmasından, mevcut teknolojinin ilkel olmasına kadar bir çok alanda bir çok sorunla karşı karşıya oldukları görülmektedir.

33 II. Dünya Savaşı’nın ardından Avrupa ekonomisinin ayaklanması ve Soğuk Savaş süresince sosyalist ülkelere karşı bir ekonomik savaş verilmesi hem Dünya Bankası hem de IMF’nin ilk küresel rolleriydi. Ancak günümüzde bu iki kurum az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeleri olası bir gelişme sermayesi ile buluşturabilecek acentelere dönüşmüştürler ve bu rol onlara büyük (kimi zaman haddinden fazla) manevra alanları sağlamaktadır. Söz konusu durum “borç köprüsü” terimi ile açıklanabilir.

34 ELİTLER, SINIFLAR VE ÇIKAR GRUPLARI
Borç köprüsü terimine göre; çoğu ülke borcunu ödeyemeyecek bir konumdadır ve prensipte hakkı olan indirime gidilmeden IMF, Dünya Bankası ya da gelişmiş ülkelere kesintisiz bir şekilde borç ödemek zorundadır. Örnek; Meksika... ELİTLER, SINIFLAR VE ÇIKAR GRUPLARI Modern toplumlarda siyaset, ekonomi ve diğer toplumsal tabanlarda karar alma ve iktidar şemaları çeşitli teoremler vasıtasıyla açıklanabilir. Bu teoremlerden en önemlileri; – çoğulcu teorem – işlevsel elit teoremi – kritik elit teoremi ve – yapısalcı teoremdir.

35 Çoğulcu Teorem; özel çıkar gruplarının hükümetin çeşitli konularda karar alma mekanizmasını etkilediğini ve devletin bütün bileşenlerinin onu etkilemeye çalışan bu gruplardan herhangi birini diğerlerinden üstün göremeyeceğini savunur. Çeşitli çıkar gruplarından gelen girdiler, meselenin her bir tarafında yer alan insanların sayısal oranına göre değerlendirilerek politika belirlenir. Örneğin, ABD, çoğulcu bir devlet yapısı olarak belirtilmesine rağmen oradaki girdiler siyasi sistem tarafından tartılırken çoğulcudan çok güç odaklı bir eğilim vardır.

36 İşlevsel Elit Teoremi; gerek sınıf, gerekse de eğitim bakımından nüfusun çoğunluğunu temsil etmeyen birey ve grupların, devletin ekonomi, dış politika ve benzeri önemli politikalarının oluşmasında söz sahibi olmasının faydalı ve işlevsel olabileceğini öne sürmektedir. Özde söz konusu teorem; toplumlar gün geçtikçe karmaşık ve çok-bileşenli bir hal alırken önemli liderlik mevkilerini dolduracak özel vasıflara sahip bireylere ihtiyacımızın olduğunu savunmaktadır. Güçlü elitler halkı ve kurumları kaynaştıracak şekilde toplumu yönlendirmek için gereklidir.

37 Kritik Elit Teoremi ve Araççılık; iktidarın, onu çoğunlukla kendi çıkarları için kullanan nispeten küçük bir kesimi oluşturan insanların elinde olduğunu savunur. Örneğin, C. Wright Mills “The Power Elit” adlı kitabında, iktidarın başlıca üç sosyal kurumda toplandığını savunur, bunlar: Çok sayıda insanı etkileyen pek çok ekonomik kararın altında imzası bulunan çok-uluslu büyük şirketlerin hakim olduğu ekonomi, aşırı yetkiyle donatılmış siyasi düzen, ve en pahalı kurum olan ordu.

38 Mills, bu iktidar alanlarının çakıştığını ve bu alanlardaki görevlilerin giderek daha fazla yer değiştirdiğini vurgular. William Domhoff ise “The Powers That Be” adlı kitabında, sınıf hakimiyetini sağlayan başlıca dört elit etkinliğinin altını çizer; Özel Çıkar Edinme Etkinliği Politika Oluşturma Etkinliği Aday Seçme Etkinliği İdeolojik Etkinlik

39 Yapısalcı Teorem; devletin toplumsal ilişkilerin ürünü olduğunu belirtir. Devlet toplumsal güçler kümesinin bir ürünüdür ve özerk şekilde hareket eder. Yapısalcı teoremin anahtar kavramı devletin “göreceli özerkliği”dir. Devlet merkezli teorem (yaklaşım) devlet yapısının her türlü sınıf ve sektörden bağımsız hareket edebileceğini savunurken, kapitalist-devlet teoremi bu özerklik ve bağımsız hareket edebilme yetisinin kapitalist ekonominin gerekleriyle sınırlandığını vurgular.

40 DEVLET – KAPİTALİST EKONOMİ (p. 168)
Devlet ve kapitalist ekonomi arasındaki ilişkide, devlet devamlılığını garanti altına almak için belli koşulları yerine getirmek durumundadır; Birikim özel sektörde gerçekleştiğinden devlet üretimi sınırlı ölçüde kontrol edebilir. Vergi geliri özel sektöre bağlıdır ve birikimi engelleyecek politikalar sürdürülemez. Devlet birikim sürecini hızlandırdığı sürece siyasi sistem destek görür Devlet personeli kendi başına bir güce sahip değildir ve desteğe ihtiyaç duyduğu için kimi çıkarları temsil etmektedir.

41 GELİŞMİŞ ÜLKELERE KARŞILAŞTIRMALI BAKIŞ
Ülkelerin yoksulluk, sağlık sistemi, suç ve çevre gibi konuları nasıl ele aldıklarını incelemek eko-politik sınıflandırma ve analizler yapabilmek için önemlidir. Uluslararası Gelir Karşılaştırmaları: Gelir eşitsizliğini özetlemenin en etkin yolu, nüfusun gelir açısından en alt düzeydeki %10’luk kesimi ile en üst düzeydeki %10’luk kesimi karşılaştırmaktır. (Tablo 6.3 Sy. 211)

42 Gini İndeksi; ise eşitsizliği ölçmenin bir başka yoludur
Gini İndeksi; ise eşitsizliği ölçmenin bir başka yoludur. Gini indeksi, gelir dağılımının tamamen eşit bir dağılımdan ne kadar saptığını gösteren “0” ile “100” arasındaki bir sayıdır. Sıfır Gini indeksi tamamen eşit bir gelir dağılımını temsil ederken, “100” sayısı tam eşitsizlik anlamına gelir. En yüksek Gini indeksi ABD’de, ikincisi de İngiltere’dedir.(Şekil 6.1, Sy. 211) OECD (Ekonomik İşbirliği ve Kalknma Örgütü) gelişmiş ülkelerde birçok yoksulluk, sosyal hizmet ve gelir dağılımı araştırması yapmaktadır. Örnek. Lüksemburg Gelir Araş. (Tablo 6.4 & 6.5)

43 Uluslararası Vergi Yükü Karşılaştırmaları
Devlet harcamaları ve vergi yükü konuları ile ilgili birçok farklı görüş savunulmaktadır. Çünkü ticari ve ekonomik yapının yanında birey-devlet ilişkisi de sözkonusu konulardan etkilenmektedir. Örneğin, sağlık hizmetinin ucuz, toplu taşımanın ise daha gelişmiş olduğu AB ülkelerinde vergi oranları ve ekonomik üretkenlik yüksek bir durumdayken, bireyler vergilere karşı hoşgörülü ve siyasi alanda daha katılımcıdırlar.

44 Fakat vergilerin üretkenliği artırmadığı ve sosyal hizmetlerin özlleştirilmesinden dolayı vergi yükünün azaldığı ABD’de bireyler hem olası vergilere karşı çok daha kuşkucu, hem de siyasi alanda çok daha az katılımcıdırlar. YOKSULLUK VE İŞSİZLİK Vergiler ve gelir aktarım veya dağıtım programlarının yoksulluk ile boğuşan halk kesimlerini hedef alması gerekir. Bu konuda Washington Birleşik Politik ve Ekonomik Araştırmalar Merkezi’nin sekiz farklı gelişmiş ülkede yaptığı araştırma hangi ülkelerin yoksulluğa karşı daha başarılı tedbirler aldıklarını gösterir.

45 BKZ. Tablo 6.7 & 6.8 (Sy. 217) İŞ VE DİNLENME Kapitalizm’in sosyal hayata soktuğu ilk değişikliklerden biri çalışma ve dinlenme zamanlarındaki karşılıklı artış ve azalmadır. Kapitalizm’in merkez noktası olan ABD, vergi ve sosyal hizmetler konularında olduğu gibi iş hayatı ile ilgili de Avrupa’lı gelişmiş müttefiklerine kıyasla daha vasat bir durumdadır. Örneğin; Tablo 6.16, 6.4, 6.3 Sy

46 CİNSİYET EŞİTLİĞİ Dünyanın tüm ülkelerinde kadınlar erkeklerden daha uzun süre çalışmaktadırlar. Gelişen ülkelerde kadınlar iş hayatının %53’lük aktivitesini gerçekleştirirken, gelişmiş ülkelerde bu oran %51’e düşer. Fakat maaş oranı bu yüzdeliği kesinlikle karşılamamaktadır. (Bkz. Tablo 6.17) Kadınların konumuna ilişkin doğru bir değerlendirme yapabilmek için BM Cinsiyeti Güçlendirme Örgütü’nün (CGÖ) belirlediği alanlar gör önünde tutulmaktadır.

47 ALTERNATİF GELİŞİM İNDEKSLERİ
Ekonomik Katılım ve Karar Alma Politik Katılım ve Karar Alma Ekonomik Kaynaklar Üzerindeki Güç ALTERNATİF GELİŞİM İNDEKSLERİ BM tarafından kullanılan İnsani Gelişim İndeksi gelirle, ortalama ömrü ve eğitimi birleştirerek ülkeleri karşılaştırmaktadır. (Bkz Tablo 6.19) Cinsiyetle İlgili Gelişim İndeksi ise kadınların ortalama ömürlerini, eğitime katılım oranlarını ve gelirlerini göz önünde tutarak ülkeleri karşılaştırmaktadır. (Bkz. Tablo 6.20)

48 Gelişme, Modernleşme, Bağımlılık ve Emperyalizm
Bugün 3. Dünya’daki geri kalmışlık gelişmiş ülkelerde var olan ekonomik kalkınma modelleri, siyasi iktidar ve ulusal sınırların ötesine geçen çeşitli kararlardan yakından etkilenir. Küresel kutuplaşmanın (gelişmiş ve az gelişmiş ülkeler arasındaki) fiziksel, coğrafi, kültürel, ekonomik ve politik temelleri bulunmaktadır. Örneğin, Jared Diamond; “Guns, Germs and Steel” adlı kitabında çevre faktörlerine değinir (Syf. 250).

49 Diamond’un kitabı, ilk uygarlıkların gelişmesine değinse de günümüzde gelişme ve küresel eko-politik ilişkiler yumağı daha karmaşık gelişme biçimleri ve bunları açıklayan teoremler bulunmaktadır. MODERNLEŞME TEOREMİ; toplumun bir dizi evreden geçerek geliştiğini savunmaktadır. (Walt Rostow) Geleneksel Toplum Kalkışa Geçiş Aşaması Kalkış Aşaması Olgunlaşma Aşaması Yoğun Toplu Tüketim Evresi

50 Gelişme Nasıl Ölçülür? Gelişim analizcileri geleneksel olarak ekonomik istatistiğe başvururlar, özellikle de GSMH’ya (Gayri Safi Milli Hasıla)... Fakat bu noktada dört temel sorun vardır; GSMH rakamlarının yaşam kalitesini göstermemesi, Ödenek bulunmayan ekonomik aktiviteleri içermemesi, Ülkelerdeki eşitsizlik ve yoksulluğu net olarak göstermemesi, Okur-yazarlık, siyasi özgürlük ve benzeri toplumsal olgulara değinmemesidir.

51 Gelişmeyi anlamaya yarayan en iyi kuramsal çatı, dünya ticareti ve politikasına gelişmiş ülkelerin hakim olduğu ve ülkeler arasındaki ilişkiler sisteminin eşitlikten çok uzak olduğu anlayışından yola çıkan çatıdır. Emperyalizm Teoremi; kapitalist birikimin devamının tek yolunun deniz aşırı ülkelere açılmak ve sömürü ilişkileri kurmaktan geçtiğini vurgulamaktadır. Bu görüşün temelinde, doymuş pazarlardan ve azalan kâr oranlarından dolayı sermaye ihraç edilir ve yeni pazarlarda yeni kaynaklar ve daha ucuz iş gücü bulmaya çalışılır.

52 Bağımlılık Teoremi; 3. Dünya’daki mevcut yoksulluğun gelişmiş ülkelerin ekonomik ve politik etkilerinden kaynaklandığını savunmaktadır. Bağımlılık teoreminin özü, emperyalizmin ilk evrelerinde, gelişmiş ülkelerin ihtiyaçlarına uygun şekilde düzenlenmiş uzun vadeli üretim biçimini doğuran ilişkilerin kurulduğu temeline dayanmaktadır. Gelişmiş ülkelere olan bu bağımlılıktan kurtulmak zordur. (Bkz. Komprador sınıf ve dünya yoksulluğunun yaratılması, Sy. 263)

53 Dünya Sistemi Teoremi; tek bir dünya ekonomi sisteminin bulunduğunu savunmaktadır. Immanuel Wallerstein, eski “1. 2. ve 3. Dünya” kavramlarının yerine bu teoremde yeni kavramlar getirmektedir; merkez, çevre ve yarı çevre ülkeler. (Bkz. Sy. 264) 3. Dünya (Çevre) Ülkeleri Gelişiyor mu ? Modern teknoloji ve üretim tekniklerinin yaygınlaşmasına rağmen dünyanın bir çok yerinde yoksulluk ve açlık vardır. Merkez ülkelerle az gelişmiş ülkelerin etkileşiminin üretkenlik ve yaşam standartlarında düşüşe yol açtığı söylenebilir. Örneğin, ABD-Orta Amerika ilişkisi (Bkz. Sy. 266).

54 SÖMÜRGECİLİĞİN MİRASI
Bugün dünyanın çoğunda var olan gelişme sorunlarının başlıca nedeni, yerli toplumsal ilişkilerin ve üretken faliyetlerin ortadan kaldırılmasını sağlayan sömürgecilik dönemidir. Sömürgecilik; bir ülkenin diğerini resmen siyasi ve ekonomik hâkimiyeti altına alması olarak tanımlanabilir. Modern sömürgecilik dönemi küresel kıta keşiflerinin başlamasıyla başlamış ve 19. y.y.’da doruk noktasına ulaşmıştır.

55 DÜNYA BANKASI VE ULUS. PARA FONU
NEOLİBERALİZM (Sy. 289) Friedrich Von. Hayek Karşılaştırmalı Üstünlük DÜNYA BANKASI VE ULUS. PARA FONU Hiçbir kurum 3. Dünya’nın veya çevre ülkelerinin ekonomik stratejilerinin gelişmesi üzerine Dünya Bankası ve Ulus. Para Fonu kadar etki yapmamıştır. Başlangıçta gerek IMF, gerekse Dün. Bank. Sosyalist ülkelere karşı işleyen güçlü ideolojik ilkelere sahipti.

56 3. Dünya veya çevre ülkeler için gelişme sermayesi stoğunun anahtarı bu kurumların elindeydi ve bu durum manevra kapasitelerini artırmaktaydı. IMF ve Dünya Bankası’na olan borçlarını ödeyemeyeceğini ilan eden ilk ülke Meksika’dır (1982). Bu kurumlar, “Borç köprüsü” durumundan kaynaklanan gücü 3. Dünya’da birçok yaptırımlar ve ulusal programlar uygulayarak kullanmışlardır. (Sy. 292) Örneğin; yerli üretimin ihracat odaklı yapılandırılması, paranın değerinin düşürülmesi ve sosyal harcamaların azaltılması...

57 UNICEF ve ona bağlı Afrika Ekonomi Komisyonu, Dünya Bankası ve IMF’nin dayattığı yapısal uyum programları sonucu 1980’lerin başından beri her yıl 5 yaşın altında en az 6 milyon çocuğun öldüğünü açıklamıştır. Borç ödemeleri yoluyla sermaye aktarımının yanı sıra, Dünya Bankası ve IMF’nin kalkınma projelerinin genelde 1. Dünya merkezli şirketlere yaradığı vurgulanmaktadır. IMF’nin klasik koşullarından yabancı para üzerindeki sınırlandırmaların kaldırılması, komprador sınıfın sermayesini yurt dışına kaçırmasını kolaylaşıtrmaktadır.

58 Örneğin, eski Meksika Başbakanı Carlos Salinas’ın ailesi 80 Milyon dolar üzerinde parayı İsveç bankalarına kaçırmışlardır. Dünyanın büyük bir kısmındaki acımasız sömürüyü hızlandırmalarının yanı sıra, IMF ve Bünya Bankası insan hakları ve demokratik ilkelere karşı birçok hareketin de arkasında durmuşlardır. Örneğin, Birleşmiş Milletler’in mali yarım yapılmamasını istedği Güney Afrika’daki ırkçı rejime destek veren Dünya Bankası... Dünya Bankası’nın çoğu projesinin başarısız olmasına rağmen bankanın bonolarını satın alan özel yatırımcılar kaybetmemektedirler.

59 SONUÇ Sürgit yoksulluk ve açlık için zemin yaratılması.
İnsan haklarıın sınırlanması ve otoriter devlet yapılarına dolaylı destek. Endüstrileşmenin gerekleri doğrultusunda hammaddelerin çıkarılması ve çevresel felaketler.

60 YENİ BİR DÜNYA DÜZENİ Mİ ?
1989’da Soğuk Savaş’ın bitmesiyle birlikte ABD, 3. Dünya müdahaleciliğinin bahanelerinden en önemlisini yitirdi. II. Dünya Savaşı sonrası dönemde, askeri harcama ABD ekonomisinin işleyişinin vazgeçilmez bir parçası oldu. Daha önemlisi, şirket elitleri açısından “savunma” endüstrisindeki kazançlar da diğer sektörlerin çok üstünde yer aldılar. 1930’lardaki Büyük Bunalım’dan sonra ABD kapitalizminin refahı önce Dünya savaşına sonra da Soğuk Savaşa bağlıydı.

61 Daha sonra gerek savunma endüstrisini gerekse de yan kazançları küçültmemek adına kamuoyunun önüne çıkarılabilecek düşmanlar bulundu; Irak’ın Saddam Hüseyin’i, İran’ın Ayetullah Humeyni’si, Panama’nın Manuel Noriega’sı, Nikaragua’nın Sandinist’leri vb.. 1991 Körfez Savaşı Irak’ın Kuveyt’i işgali sonrası ABD öncülüğündeki müdahale... (Sy. 371) Nedenler; Sömürge güçlerinin belirlediği sınırların bölgesel güçleri tatmin etmemesi, petrol çıkarma anlaşmazlıkları, Kuveyt’in batı yanlısı petrol ihraç anlayışı.

62 OPEC (Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü)
Irak-Kuveyt anlaşmazlığını çözmek için askeri opsiyondan önce gerçekleşebilecek birçok alternatif oluşturulmasına rağmen ABD bu alternatifler yerine kendi yolunu benimsemeleri için birçok gelişmemiş ve gelişmekte olan ülkeye ticari teşvikler uygulamıştır. Örneğin, BM Güvenlik Konseyi’nde Çin’in olası bir vetosunu engellemek için Dünya Bankası aracılığı ile 100 Milyon dolarlık bir yardım paketi açıklandı. (Sy. 376) Irak’ın İşgali (2003), 1991’deki müdahaleye nazaran daha az sebep varken gerçekleşmiştir.

63 Şimdiye dek gördüğümüz gibi başta ABD olmak üzere Kapitalist ülkeler, özellikle 3. Dünya’da, Sovyet yayılmacılığını durdurma değil kapitalizmi yayma amacını taşıyordu. Bu amacın üzerini örtecek herhangi bir bahane veya sistemsel bir risk kalmadığına göre, Kapitalizmin dünya çapındaki tek ekonomik sistem olarak yükseldiği düzende yeni fırsatlar içeren coğrafyalar oluştu. Haiti; batılı merkez ülkeler tarafından desteklenen Doc Duvalier ve oğlu Doc Duvalier döneminde ucuz iş gücünü, kahvesini, şekerini, pamuk ve kerestesini yağmalatmak durumunda kalmıştır.

64 1980’lerin ortasında Haiti, ABD piyasasındaki ürünlerin dünyadaki dokuzuncu büyük montajcısı oldu, ancak bu montaj fabrikalarının halkın refahına katkı sağladığı söylenemez. 1990’da Bertrand Aristide, ABD destekli eski Dünya Bankası yetkilisi Marc Bazin’i ülkenin ilk demokratik seçimlerinde mağlup etti fakat hükümet 1 yıl sonra ordu tarafından devrilerek Aristide ülkeden sürüldü. Darbe sonrası Haiti, başta BM olmak üzere birçok uluslararası kurumdan izolasyon ve ambargo gibi tepkiler aldıysa da ABD bu ülke ile ticaretini sürdürdü.

65 Doğu Avrupa: Canlanan Kapitalizm
’in muazzam değişimlerinden sonra Doğu Avrupa ve eski Sovyetler Birliği halklarının kaderi Liberal demokrasi ve Kapitalizm vasıtası ile değişmeye başlamıştır. Önce Polonya’da başlayan reformlar diğer Doğu Avrupa ülkelerinde de benimsendi. İlk etapta küçülme ve işsizlik getiren bu reformlar uzun vadede bu bölgede kapitalist bir ekonomik anlayışın gelişmesini engellemedi. 1989’dan itibaren Doğu Avrupa’yı küresel ekonomiye katmak isteyen gelişmiş ülkeler katı planlar hazırlayıp, uyguladılar. Jeffrey Sachs’ın değişim reçetesi de bu planların merkezinde yer almaktaydı.

66 Bu reçete bir dizi önemli reformu kapsıyordu;
Hükümetin fiyat ve maaşlara müdahalesinin sona erdirilmesi, Batı ile ticaretin serbestleştirilmesi, Yabancıların ticaret yapabilmesi için tahvil edilebilir paranın kullanılması (döviz), Batı’nın Doğu Avrupa’ya daha fazla yatırım yapması, Özelleştirme Bu önlemler Doğu Avrupa’yı bir üretim bölgesinden ziyade Batılı mal ve hizmetlerin yeni pazarı haline getirmiştir.

67 Örneğin, Polonya ve Macaristan’da çok sayıda firma özelleştirme sürecinden geçerek yabancı yatırımcılara satıldı. En büyük 10 özelleştirme satışının 9’u Batı merkezli çok-uluslu şirketlere yapıldı. Kısacası, Batı Avrupa ve diğer merkez kapitalist ülkeler Doğu Avrupa’da serbest piyasa ve liberal ekonomik reformları destekleyen her kesimi demokratik ilan ettiler ve bu olay farklı bölgelerde izledikleri eko-politik çizgilerle tezat bir durum oluşturdu. (Haiti örneğinde Demokratikleşme peşindeki seçimle gelen ilk liderin darbe ile devrilmesi)


"İdeoloji; mevcut iktidar ilişkileri sistemini korumayı, değiştirmeyi veya yıkmayı amaçlayan ve örgütlü bir siyasi eylem için temel teşkil eden, az veya." indir ppt

Benzer bir sunumlar


Google Reklamları