Sunum yükleniyor. Lütfen bekleyiniz

Sunum yükleniyor. Lütfen bekleyiniz

YAŞADIĞI TOPLUMDAKİ YOZLAŞMANIN DIŞINDA KALABİLEN BİREYLERİN YETİŞMESİ

Benzer bir sunumlar


... konulu sunumlar: "YAŞADIĞI TOPLUMDAKİ YOZLAŞMANIN DIŞINDA KALABİLEN BİREYLERİN YETİŞMESİ"— Sunum transkripti:

1 YAŞADIĞI TOPLUMDAKİ YOZLAŞMANIN DIŞINDA KALABİLEN BİREYLERİN YETİŞMESİ
Kalem 4"Ve sen yüce bir ahlâka sahipsin.« Seçkin peygamber hakkındaki bu eşsiz övgü varlıklar aleminin dört bir yanında yankılanıyor; yüceler aleminden gelen bu övgü varlıklar aleminin temel planına yerleştiriyor. Hz. Muhammed'in -salât ve selâm üzerine olsun- yüceliğine ilişkin bu yüce sözün anlamı değişik açılardan bakıldığında son derece belirgindir, açıktır. Yüce Allah'ın söylediği, evrenin vicdanının tescil ettiği, varlıklar aleminin özünün pekiştirildiği, ayrıca Allah'ın dilediği bir zamana kadar yüceler aleminde yankılanan bir söz olması bakımından önemlidir.

2 Hz. Muhammed'in -salât ve selâm üzerine olsun- bu sözü, hem de bu yüce kaynaktan algılaması, buna rağmen sarsılmaması, -bir övgü bile olsa- bu sözün dehşet verici ağırlığı altında ezilmemesi, baskısı altında kişiliğini yitirmemesi, kendini kaybetmemesi... Bu sözü derin bir güven duygusu, sağlam bir iradeyle ve dengeli bir kişilikle karşılaması... Bütün deliller bir yana, bu durum bile başlı başına O'nun kişiliğinin yüceliğinin kanıtıdır.

3 Siyer kitaplarında O'nun ahlâkının yüceliği anlatılmış, bu hususta birçok arkadaşın sözleri aktarılmıştır. Bununla beraber onun hayatının ortaya koyduğu realite, onunla ilgili olarak aktarılan tüm rivayetlerden daha etkili bir tanıktır. Fakat bu söz ifade ettiği anlam bakımından öbürlerinden daha yüce, daha etkileyicidir. Ulu ve büyük Allah'tan kaynaklanması bakımından yücedir.

4 Hz. Muhammed'in -salât ve selâm üzerine olsun- bu sözü söyleyen ulu ve büyük Rabbinin kim olduğunu bildiği halde algılayabilmesi, buna rağmen derin bir güvenle, sağlam bir ifadeyle ayakta kalabilmesi, yüce Allah'tan böyle bir söz dinlemiş olmasına rağmen Allah'ın kullarına karşı büyüklük kompleksine kapılmaması, kibirlenmemesi, üstünlük taslamaması bakımından da bu söz son derece önemlidir.

5 Hiç kuşkusuz yüce Allah Peygamberlik görevini kime vereceğini herkesten iyi bilir. Bütün evrensel büyüklüğü ile bu son peygamberlik misyonunu (bu yüce kişiliği ile) Hz. Muhammed'den başkası taşıyamazdı. Ondan başkası bu olağanüstü misyonun üstesinden gelemezdi. O'na denk olamazdı, onun canlı bir tablosu olamazdı. Güzelliğin, kusursuzluğun, büyüklüğün, evrenselliğin, doğruluk ve gerçekliğin doruklarında olan bir misyonu, ancak yüce Allah'ın bu övgüsüne muhatap olan biri taşıyabilirdi.

6 Bu ruhun gerçekliği, taşıdığı peygamberlik misyonunun gerçekliğinden
kaynaklanıyordu. Bu ruhun büyüklüğü, omuzladığı peygamberlik görevinin büyüklüğünden ileri geliyordu. Peygamber Efendimiz bazen arkadaşlarından birini övdüğü olurdu. Bunun üzerine onun yüce övgüsüne muhatap olan arkadaşı kendilerinden geçercesine sarsılır, bütün arkadaşları titrerlerdi

7 Oysa o, bir insandı. Arkadaşı da O'nun bir insan olduğunu biliyordu
Oysa o, bir insandı. Arkadaşı da O'nun bir insan olduğunu biliyordu. Arkadaşları onun bir insan olduğunun bilincindeydi. Evet O, bir peygamberdi ama, sınırları belirlenmiş bir dairede; sınırlı insanlık dairesinde hareket eden bir peygamberdi. Ama O'nun yüce Allah'tan gelen böyle bir övgüye muhatap olması... Üstelik O, Allah'ın kim olduğunu da biliyor... Özellikle O, Allah'ın kim olduğunu herkesten çok iyi biliyor... Çünkü O, başkasının bilmesine imkan olmayan şeyleri Allah'tan öğreniyordu... Buna rağmen O'nun bu övgünün ağırlığına katlanabilmesi, sağlam bir iradeyle ayakta durabilmesi, bu övgüyü karşılaması ve normal hayatına devam etmesi her türlü düşüncenin, her türlü değerlendirmenin üstünde bir olgudur.

8 Sadece Hz. Muhammed -salât ve selâm üzerine olsun- bu yüce ufka yükselebildi... Yalnızca Hz. Muhammed insanın içine üflenmiş Allah'ın ruhu ile aynı cinsten olan insani kusursuzluk zirvesine ulaşabildi. Sadece Hz. Muhammed tüm insanlığa hitap eden, bütün dünyaya yönelik bu evrensel peygamberlik misyonunun hakkından gelebilirdi, yeryüzünde dolaşan bir insan kılığında onun canlı bir temsilcisi olurdu Kuşkusuz yüce Allah, sadece Hz. Muhammed'in bu makama layık olduğunu biliyordu. Çünkü yüce Allah, peygamberlik görevini kime vereceğini herkesten iyi bilir

9 Ve O bu surede peygamberinin yüce bir ahlaka sahip olduğunu duyurmuştur. Bir başka surede de, O'nun şanının yüce, zatının ve sıfatlarının ulu olduğunu, hem kendisinin hem de meleklerin ona esenlik dilediğini duyurmuştur: `Şüphesiz Allah ve melekleri peygamberi överler."(Ahzab suresi 56) Sadece yüce Allah kullarından birine bu büyük lütfu bahşedebilir... Bu inanç sistemine bakan biri, tıpkı bu inanç sisteminin peygamberinin hayatına bakan birisi gibi ahlâk unsurunun çok belirgin ve köklü olduğunu görür. Bu inanç sisteminde hem yasal düzenlemelere ilişkin temeller hem de ruhsal arınmaya ilişkin temeller ahlak unsuruna dayanır.

10 Bu inanç sisteminde en büyük çağrı, arınmaya, temizliğe, güvenliliğe, doğruluğa, adalete, merhamete, verilen sözü tutmaya, söz ile davranışın birbirini tutmasına, her ikisinin niyet ve vicdan ile uyuşmasına, zorbalığın, zulmün, hile ve aldatmanın, insanların mallarını haksız yere yemenin, dokunulması yasak olan başkalarının ırz ve namusuna tecavüz etmenin, her türlü kötülüğün ve fuhşun önlenmesine ilişkindir... Bu inanç sisteminin öngördüğü yasal düzenlemeler, bu temellerin, duygu ve davranışta, vicdanın derinliklerinde ve toplumun pratik hayatında, bireysel, toplumsal ve uluslararası ilişkilerde ahlâk unsurunun korunması amacına yöneliktir.

11 Allah'ın seçkin peygamberi şöyle buyuruyor: "Ben ancak güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim: ' Böylece peygamberlik görevini bu soylu hedefle özetliyor. Güzel ahlâka teşvik edici bir çok hadisi dilden dile dolaşmaktadır. O'nun kişisel hayatı da yüce Allah'ın ölümsüz kitabında "Sen yüce bir ahlâka sahipsin." övgüsünü hakkedecek canlı bir örnek, tertemiz bir sayfa ve yüce bir tablo olarak gözler önünde duruyor Yüce Allah bu sözle peygamberini övdüğü gibi, seçkin peygamberinin getirdiği hayat sistemindeki ahlâk unsurunu da övüyor. Bununla yeri göğe bağlıyor. Kendisini arayan, arzulayan gönülleri bu unsura yöneltiyor. Sevdiği ve hoşnut olduğu yüce ahlâkın ne olduğunu gösteriyor.

12 Hiç kuşkusuz bu, İslam ahlâkına özgü eşsiz bir anlayıştır
Hiç kuşkusuz bu, İslam ahlâkına özgü eşsiz bir anlayıştır. Bu ahlâk toplumdan, çevreden doğmamıştır. Kesinlikle yeryüzü değerlerinden kaynaklanmamıştır. İslam ahlâkı herhangi bir geleneksel anlayışa veya çıkara yahut herhangi bir kuşakta geçerli olan insanlar arası ilişkilere dayanmaz, onlardan kaynaklanmaz. İslam ahlâkı gökten kaynaklanır, göğe dayanır. İnsanlar yüce ufuklara yönelsinler diye gökten yere yöneltilen çağrıdan kaynaklanır.

13 İnsanlar güçleri oranında gerçekleştirsinler, istenen yüce insanlığı yaşasınlar, yüce Allah'ın kendilerine biçtiği değere ve yeryüzü halifeliğine layık olsunlar ve "Güçlü padişahın huzurunda doğruluk koltuklarında"(Kalem suresi 55) ahiretteki üstün hayatı hakketsinler diye vurgulanan Allah'ın sınırsız, sonsuz sıfatlarına dayanır. Bu yüzden İslam ahlâkı yeryüzünde geçerli olan herhangi bir anlayışla sınırlı değildir, hiçbir bağla kayıtlı değildir.

14 İslam ahlâkı sınırsızdır, insanı ulaşabildiği en yüksek zirveye çıkarır. İnsanı yüce Allah'ın her türlü bağdan, her türlü sınırlandırmadan uzak sıfatlarını gerçekleştirmeye, yaşamaya yöneltir. Öte yandan İslam ahlâkı sadece, doğruluk, güvenirlilik, adalet, merhamet ve iyilik gibi bireysel üstün niteliklerden ibaret değildir. İslam ahlâkı kusursuz ve insanın her türlü ihtiyacına cevap veren yeterli bir hayat sistemidir.

15 İşte bu İslam ahlâkı, bütün kusursuzluğu ile, bütün güzelliği ile, bütün dengeliliği ile, bütün doğruluğu ile, bütün sürekliliği ile ve bütün kalıcılığı ile Hz. Muhammed'in kişiliğinde somutlaşmıştı. Yüce Allah'ın şu yüce övgüsünde ifadesini bulmuştu: "Ve sen yüce bir ahlâka sahipsin."

16 Ben ancak güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderildim
Ahlâk; huy, tabiat, seciye, insanın manevî nitelikleri, tutum ve davranışları gibi manalara gelir. İnsan denilince akılda iki kavram birlikte canlanır: Beden ve ruh Yaratılış itibariyle insanın sureti de güzeldir, sîreti de. Ne bedeninde noksan yahut fazla bir organ vardır, ne de ruhunda gereksiz bir sıfat, bir lâtife, bir his... Organları arasında tam bir uygunluk olduğu gibi, hissiyatı arasında da mükemmel bir âhenk mevcuttur.

17 Öyle ise, güzel ahlâk yahut kötü ahlak derken neyi kastediyoruz
Öyle ise, güzel ahlâk yahut kötü ahlak derken neyi kastediyoruz? Bu soru ile beraber karşımıza insan ruhunun en belirgin bir özelliği olan “cüz’î irade” çıkıyor. İnsan kendi iradesini doğru yahut yanlış kullanmakla, iç âlemini ya daha da güzelleştirebiliyor, yahut büsbütün bozup mahvedebiliyor. Dış güzelliğe özenmekte hemen herkes müşterek. Bunun ölçüsü de insandan insana pek fazla farklılık göstermiyor. Aynanın karşısına geçildiğinde, yüzün herhangi bir yerinde bir is, bir karartı varsa bunun güzelliği bozduğunu herkes biliyor.

18 Ruh güzelliğinde, ruhu güzelleştirmede ise, bu hassasiyeti, bu görüş birliğini göremiyoruz. Niçin mi? Çünkü tercih edilen aynalar farklı “Ben, ancak güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim.” hadisine gelince: Bilindiği gibi, her peygamber (a.s.) kendi ümmetine güzel ahlâk dersi vermiş, onları Allah’ın râzı olacağı ahlâk modeline göre yetiştirmeye çalışmıştı. Peygamberimiz (asm.) ise, bu güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildi. Yâni, Âdem aleyhisselam ile başlayan bir dersin, en mükemmel tarzını göstermek, en ileri seviyesini vermek için vazifelendirildi. Zira en büyük ilâhi ferman Ona (a.s.m.) nazil olmuştu.

19 Hadis-i şerifteki “tamamlama” kelimesi üzerinde dikkatle durmak gerekiyor. Bilindiği gibi yarım olan, eksik olan şey tamamlanır. Hiç varlığından söz edilmeyen bir şeyin tamamlanması da bahis konusu olmaz. O halde, ortada güzel ahlâkın bazı esasları mevcut, ama noksan demektir. Semavî dinlerin tesiriyle, birçok cemiyette yalan ayıplanır, zina yasaklanır, hırsızlık cezayı gerektirir, dedikodu hoş görülmez. Bütün bunlar İlâhî iradeye uygundur ve bütün bunlar Kur’an ahlâkından bazı şubelerdir. Ama bu kadarı kâfi değil.

20 Kur’an-ı Kerim’deki bütün emir ve yasakları, bütün teşvik ve tehditleri birlikte nazara almamız ve güzel ahlâkın ancak bütün emirlere uyma ve bütün yasaklardan sakınma ile tahakkuk edebileceğini kabul etmemiz gerekiyor. “Allah, şirki (kendisine ortak koşulmasını) elbette bağışlamaz. Ondan başka günahları, dilediği kimse için bağışlar.” (Nisâ, 4/48) Güzel ahlakın en önemli şubeleri iman ve tevhittir, Allah’a inanmak ve Onun birliğini kabul etmektir.

21 Allah’ın hukukuna en büyük tecavüz şirktir, yani Allah’a ortak koşmaktır. Bu suçu işleyen bir insan, dünyada tövbe edip bu batıl yoldan dönmedikçe, ahirette kesinlikle affedilmiyor. Bir başka ifadeyle, cennete kesinlikle giremiyor. Burada çok önemli bir İslâmî kuralı birlikte hatırlayalım: “Allah için muhabbet ediniz. Allah için buğz ediniz.” Bu prensipten alacağımız dersle, biz de Allah’ın sevdiği kimseleri sevecek, ancak onlara “iyi”, “güzel”, “ahlâklı” diyebileceğiz... Ona karşı en büyük ahlâksızlığı yapan kimseleri, hoşumuza giden bazı sıfatlarının hatırına, ahlâklı kabul etmeyeceğiz.

22 O müspet sıfatların hakkını vereceğiz, ama, o kimselerin ahlâkının kemâle ermemiş olduğunu, “güzel ahlâkı tamamlamak” üzere gönderilen Peygamberimizin (sa.) terbiyesi altına girmedikleri sürece, bunun mümkün de olamayacağını çok iyi bileceğiz... Bütün müminlerin annesi Hz. Ayşe’ye (r.a.) sorarlar: Resûlullah’ın (sa.) ahlâkı nasıldı? Aldıkları cevap şu olur: “Siz Kur’anı okumadınız mı? Resûlullah’ın (asm.) ahlâkı Kuran’dı.”

23 Bu ibretli sözlerle, Müslüman’ın hangi aynanın karşısına geçip, ruhuna çekidüzen vereceği, huylarını ayarlayacağı, sıfatlarını, kabiliyetlerini tanzim edeceği ortaya konulmuş oluyordu. Bu ayine Kur'an’dı ve Cenâb-ı Hakk’ın kullarında görmek istediği ahlâk da Kur’an ahlâkıydı. Kur’an-ı Kerim’de bize bu ahlâkı ders veren birçok âyet mevcut.

24 “Allah muhsinleri sever
“Allah muhsinleri sever.” âyetini okuyan bir mü’min, düşkünleri korumaya, açları doyurmaya, mânen gıdasız kalmışların imdadına ilim ve irfanla koşmaya çalışır. “Yeryüzünde kibir ve azametle yürüme. Çünkü sen asla arzı (yer küreyi) yaramazsın. Ve boyca da dağlara erişemezsin.” fermanını okuyan ve “Allah mütekebbirleri sevmez.” âyetini dinleyen bir insan kibri bırakır, tevazua yapışır. “Allah tevekkül edenleri sever.” âyetinden ders alan bir mü’min, şikâyeti, itirazı, hırsı bir yana atar. Sebeplere teşebbüs ettikten sonra, artık, “elbette, mutlaka, illâ” demez; “İnşallah, nasipse, hayırlısıyla” der. Kalbi kararsızlıktan ve endişeden kurtulur; rıza ve teslimiyetle dolar. musab


"YAŞADIĞI TOPLUMDAKİ YOZLAŞMANIN DIŞINDA KALABİLEN BİREYLERİN YETİŞMESİ" indir ppt

Benzer bir sunumlar


Google Reklamları