Sunum yükleniyor. Lütfen bekleyiniz

Sunum yükleniyor. Lütfen bekleyiniz

AŞK KÖPRÜSÜ Ö y k ü c ü.

Benzer bir sunumlar


... konulu sunumlar: "AŞK KÖPRÜSÜ Ö y k ü c ü."— Sunum transkripti:

1 AŞK KÖPRÜSÜ Ö y k ü c ü

2 Kır saçlı adam, Concorde Meydanı’ndan geçerken adımlarını hızlandırdı
Kır saçlı adam, Concorde Meydanı’ndan geçerken adımlarını hızlandırdı. Saatlerdir yürüyordu Paris sokaklarında… Yorulduğunu hissetti. Heykelleri fıskiyeli havuzun önünde bir an soluklanmak için durdu; gözlerini kapadı. O an Isabel’i gördü hayalinde… Havuzun yanındaki elektrik direğine yaslanmış bakıyordu masum masum…

3 Tekrar yola koyuldu. Zamanından erken orada olmak, sözleştikleri yerde onunla buluşamasa bile hiç değilse bıraktıkları anının hâlâ yerinde olup olmadığını görmek istiyordu. Seine Nehri’ne yaklaşırken heyecanı iyice artmıştı.

4 Birazdan köprüyü uzaktan gördü
Birazdan köprüyü uzaktan gördü. Güneşin son ışıklarının köprünün korkuluklarında garip parıltılar yansıttığını fark etti. Adımlarını tekrar sıklaştırdı. Kalbinde tatlı bir heyecanla yorgun argın köprüye vardığındaysa birden şaşırıp kaldı.

5 Köprü korkuluğuna yıllar önce aşklarının anısına Isabel’le birlikte astıkları üzerinde isimleri yazılı kilit, yüzlercesinin arasında kaybolmuştu. Sanki o tohumdan zamanla bir anı tarlası oluşmuş, Pont Des Arts Köprüsü bir aşk köprüsü olmuştu. Nefes nefese o hiç unutamadığı özel anısını aramaya koyuldu. * * *

6 “John sevgilim, Paris’i karış karış dolaşmak istiyorum son günümüzde… Seninle elele sokaklarda dolaşmak, yorulunca bir kafede oturmak, sokak müzisyenlerini dinlemek, Seine kıyısında öpüşmek ve ilk karşılaştığımız köprüde veda etmek istiyorum sana bu gece…” “Olur, tabii sen ne istersen yaparız bu gün.” “Ama eve tekrar uğrayacağız köprüye gitmeden önce, çellomu alacağım yanıma…” “Tamam, ne istersen yaparız. Paris kazan biz kepçe dolaşırız bütün gün.”

7 Sabah kalkar kalkmaz yaktığı filtresiz Gitanes’dan derin bir nefes çekip ciğerlerini yakacak kadar içinde beklettikten sonra ağır ağır dumanı havaya üflüyordu John. New York’tan geldiğinden beri bir haftadır birlikteydiler. 28 Mayıs 1975 sabahı Saint Germain Bulvarı 40 numaralı binanın çatı dairesinde çan sesleriyle uyanmışlardı. Isabel’i Pont Des Arts Köprüsü’nden nehre bakarken gördüğü andan beri ona âşıktı John. Gözlerini ondan hiç ayıramamıştı. Genç kız onun ısrarlı bakışlarına ve masum gülümsemesine karşılık verince yanına gidip konuşmaya cesaret edebilmişti.

8 O yıl edebiyat fakültesinden mezun olmuştu New York’ta… Isabel ise Paris Konservatuarında son sınıf öğrencisiydi; çello çalıyordu. Zarif parmakları çellonun sapında şiir gibi dolaşır, hüzünlü melodiler çalardı. Seine Nehri kıyısında John onu ilk kez kollarının arasına aldığında sanki avuçlarının arasındaki bir serçenin kalp atışları gibiydi Isabel’in heyecanı; dudaklarıysa yumuşak ve hiç tatmadığı bir meyve tadında… John sigarasını içerken Isabel önce ona çello çalmış sonra küçücük odalarında şirin bir kahvaltı sofrası hazırlanmaya koyulmuştu. O gün John’un Paris’te son günüydü. Bir daha ne zaman gelebilir hiç bilmiyordu ama mutlaka geri dönecekti. * * *

9 .. Kır saçlı adam gün batımına doğru onun uzaktan geldiğini gördüğünde gözlerine inanamadı. Kızıl saçları yürürken ardında dalgalanıyordu. Genç kız Pont Des Arts Köprüsü’nün ahşap zemininde, parıltılar arasından tüy hafifliğinde adımlarla yürüyüp ona yakın bir yere geldiğinde durdu. Köprünün demir tel kafes korkuluğunda, üzerlerine aşk sözcükleri, kalp işaretleri, isimler yazılmış yüzlerce asma kilit vardı. Kız çello kutusunu yere koyup küçük katlanabilir taburesini açtı. Asma kilitlerin arasında duran paslanmış, ayı kafası şeklindeki eski bir kilidi bulup parmak uçlarıyla ona dokundu… Sanki kilidi sevgiyle okşar gibiydi. Sonra çellosunu çıkardı. Yüzü nehre dönük olarak taburesine oturdu. Etrafla hiç ilgilenmiyordu. Notre Dame Katedrali yönündeki ufka dalıp gitmişti. İleride aydınlatılmış kemerli taş köprüden yansıyan altın rengi parıltılar Seine Nehri üzerinde hafif hafif kıpırdıyordu. Etraf dingin ve huzurluydu. Genç kız yanında getirdiği küçük bir şişe şampanyayı açtı, kadehini doldurdu ve bir yudum içip yerde yanına koydu. Enstrümanının akordunu kontrol etti. Bir an sessizliği dinledikten sonra huşu içinde “Ma Solitude” u çalmaya başladı. Müzik, çevrenin dingin atmosferine yayılmaya başladığında biraz ötesinden bir heykel sessizliğiyle kendisine bakan kır saçlı adamı hiç fark etmedi. Genç kız çocukluğundan beri her yıl tekrarladığı ritüeline odaklanmış, etrafla ilgisini kesmişti. Kır saçlı adamınsa yüreği onu gördüğünden beri göğüs kafesinden çıkacakmış gibi atmaya başlamış, vücudu çakılıp kalmıştı olduğu yere. Çok tuhaf hissediyordu kendini… “Rüyada mıyım? Yoksa zaman mı durdu?” diye düşünüyor ve gözlerinde büyük bir hayret ifadesiyle kıza bakıyordu. Başının biraz dönmeye başladığını hissetti. Kuvvet almak için köprünün korkuluğuna tutundu. * * *

10 Orly’nin pistine uçağın tekerlekleri değdiğinde, yüreğinde bir zamanlardan kalma gençlik heyecanını ve yirmi dört yıl önce Paris’e geri dönmek üzere ona verdiği sözü tutamamış olmanın burukluğunu hissetmişti. Oysa ne büyük bir aşk yaşamış, nasıl ölesiye sevmişti Isabel’i… O bir hafta yetmişti, yaşadıkları her şeyin hiç unutulmamak üzere zihninde saklı kalmasına… O yedi gün yetmişti; yirmi dört yıl boyunca çok uzakta, geri dönememiş olmanın pişmanlığıyla yüreğine kilit vurup yalnız yaşamasına…

11 Sonunda saçlarına kır düştüğünde tekrar gelebilmişti Paris’e… En sevdiği semt olan Saint Germain des Prés’de bulvarın arka tarafındaki daracık Rue des Canettes’de uygun fiyatlı bir butik otele yerleşmişti. Eski anılarını tazelemek için can atıyordu. Bavulunu bile açmadan dışarı atmıştı kendini…

12 Bulvar’ın bildik yerlerini dolaştıktan sonra Les Deux Magots’da şampanyasını yudumlarken derin düşüncelere dalmış, gelip geçene boş gözlerle saatlerce bakıp dururken hayalinde eski günlerin anıları dans etmeye başlamıştı. Orada otururken sanki Isabel aniden gülümseyerek köşe başında belirecekmiş gibi düşler kurmaya başlamıştı. Onunla ne çok oturmuşlardı bu kafede…

13 Akşamüzerine doğru Montmartre’a gitti
Akşamüzerine doğru Montmartre’a gitti. Sokak ressamlarını seyretti dakikalarca; Isabel’in portresini yapan ressam nasıl da benzetmişti resmini birebir… Keşke onda bırakmasaydım o resmi diye hayıflandı.

14 Sokakta palyaço kılıklı, kırmızı ponpon burunlu hokkabazın kollarının üstünde, ensesinde yere düşürmeden yuvarladığı kristal küreyle fal baktığını hatırladı.

15 Bir restorana girip akordeon eşliğinde yemeklerini yerlerken akordeoncuyla yaptıkları sohbeti ve adamın onlara kırkbeşlik bir plağını hediye etmesini anımsadı. Yıllar sonra yine o restoranda geç saatlere kadar şarap içti o gece... Ertesi gün 28 Mayıs’tı ve yıllar önceden verilmiş bir randevusu vardı. Bir taksiye atlayıp oteline döndü.

16 Isabel’le 24 yıl önce 28 Mayıs akşamüzeri ayrılırlarken son kez Pont Des Arts Köprüsü’ne gitmişlerdi. Orada sevgilisine çello çalarak veda ederken, Isabel o anı ölümsüzleştirmek istemişti. Çello kutusundan ayıcık kafası şeklinde bir asma kilit çıkarmış, üstüne ikisinin ismini yazıp bir kalp çizmişti isimlerin etrafına ve kilidi köprünün demir tel kafesine astıktan sonra anahtarını Seine Nehri’ne atmışlardı birlikte…

17 “Biz kalplerimize kilit vurduk, birbirimizden uzak da kalsak aşkımızı unutmayacağız. En kısa zamanda tekrar buluşacağız. Eğer bir aksilik olur da birbirimizin izini kaybedersek, bu yerde, yılın bu gününde ve günün bu saatinde yeniden buluşacağız,” diyerek sözleşmiştiler. Yirmi dört yıl sonra artık saçları kırlaşmış olan adam, 28 Mayıs günü akşamüzeri sözleştikleri o yerde duruyordu.

18 Üzerinden yazıları silinmiş olan ayıcık başı şeklindeki paslı kilidin biraz ötesindeydi. Ve sanki zaman durmuş gibi Isabel hiç değişmemiş, orada yanında, 24 sene önce vedalaşırlarken çaldığı “Ma Solitude” ile başlayıp çellosuyla en sevdiği şarkıları çalıyor fakat kendisini fark etmiyordu. * * *

19 Genç kız çocukluğundan beri her yıl Mayıs’ın 28’inde annesiyle beraber Pont Des Arts Köprüsü’ne gelirdi. Anne kız köprüde hep aynı noktada durur, korkuluğa asılı ayıcık kafası şeklindeki paslı kilidi okşarlar sonra taburelerine oturup yanlarında getirdikleri şampanyayı cam kadehlere koyup içmeye başlarlardı. Annesi akşam gün batımına doğru Seine Nehri’ndeki kıpırtılara, yansımalara bakarak çellosunu çalmaya başlardı. Hava iyice karardıktan sonra ve her yıl bekledikleri mucize gerçekleşmeyince gitmek üzere toparlanırlarken annesi küçük bir kâğıda yazdığı notu orada birlikte içip bitirdikleri şampanya şişesine koyar, şişenin ağzını mantarla sıkıca kapattıktan sonra Seine Nehri’ne atardı. İki yıl önce köprüye son kez birlikte geldiklerinde annesi kızına bir sonraki yıl tekrar buraya gelemeyeceğini hissettiğini söyleyip, şişenin içine koyduğu notu o yıl kızına ilk kez okudu. Kısacık mektupta şunlar yazılıydı:

20 Biricik aşkım, Bu yıl tam 22 sene sonra seninle buluşmak üzere sözleştiğimiz yerdeyim yine… Seni hiç unutmadım, çok uzaklardasın biliyorum ama senin de beni unutmadığını, bir gün dönüp geleceğini hissediyorum. Fakat ne yazık ki ben o zaman burada olamayacağım. Artık ne o aşk yuvamız kaldı, ne de beni sorup bulabileceğin bir tanıdık bu şehirde… Tek bir yadigâr var senden bana kalan, o da kızımız… Senin varlığından dahi haberin olamadığın kızımız… O da benim gibi çello çalıyor ve o bu yıl tam benim seni tanıdığım yaşa girdi. Ona vasiyetim sözleştiğimiz buluşma yerinde her yıl 28 Mayıs’ta gelip yalnızlığımın şarkılarını benim yerime çalması… Belki günün birinde ayıcık kafalı asma kilidimizi okşayıp seven babasına rastlar orada ya da onu bırakıp gitmeyecek bir sevgiliye… Senin Isabel’in…

21 Genç kız havanın kararmasıyla birlikte toparlanmaya başladı
Genç kız havanın kararmasıyla birlikte toparlanmaya başladı. Yanında getirdiği küçük şişe şampanyayı çello çalarken parça aralarında durup gün batımını seyrederek içip bitirmişti. Boş şişenin içine cebinden çıkardığı katlanmış bir kâğıdı özenle koyup şişenin ağzını sıkıca kapattı ve Seine Nehri’ne attı. Sonra yavaşça yerinden kalktı, taburesini katladı, arkasını dönüp ağır adımlarla uzaklaşmaya başladı. Kır saçlı adam o an onunla konuşmaya can atıyordu. Fakat yerinden kıpırdayamadı, aniden midesinin bulandığını ve soğuk soğuk terlemeye başladığını fark etti. Uzaklaşmakta olan kıza seslenmek istedi fakat ağzından boğuk anlaşılmaz bir ses çıktı sadece… Korkuluğa tutunan sol kolunda birden elektrik çarpmış gibi bir ağrı hissetti. Dizlerinin bağı çözülmeye başlamıştı. Ağır çekim bir filmin karelerini andıran bir görüntüyle köprünün korkuluğuna yaslanarak yere çöktü.

22 O anda göğüs kafesinin üstünde sanki bir fil ayağıyla basıyormuş gibi korkunç bir ağırlık hissetti. Bir şeyler söylemek yardım çağırmak istedi; yapamadı. Kısık bir sesle “Isabel,” diye seslenebildi fakat genç kız o ana kadar epey uzaklaşmıştı. Köprü ise tenha sayılmazdı. Gelip geçenler adamın o gün içmeye biraz erken başladığını düşünen bakışlarla yanından geçip gidiyorlardı. Aniden nefes alamadığını hissetti. Boğuluyordu insanların gözünün önünde ama dönüp bakan yoktu. Elini kaldırıp yardım istemeye çalıştı. Parmağını dahi kıpırdatamadı. Bakışları köprünün karşı korkuluğu üzerindeki asma kilitler arasında sabit bir noktaya takılıp kalır gibi oldu. Tam o sırada kızıl saçlı bir meleğin başını ellerinin arasına almış, endişe dolu gözlerle kendisine baktığını ve yaklaşmakta olan bir cankurtaranın alarm sesini duydu… İstanbul, Ağustos 2014

23 Öykü, fotoğraf ve sunum : Can Özoğuz


"AŞK KÖPRÜSÜ Ö y k ü c ü." indir ppt

Benzer bir sunumlar


Google Reklamları