Sunum yükleniyor. Lütfen bekleyiniz

Sunum yükleniyor. Lütfen bekleyiniz

ESKİ ÇAĞDAN OSMANLIYA KADAR ANTAKYA

Benzer bir sunumlar


... konulu sunumlar: "ESKİ ÇAĞDAN OSMANLIYA KADAR ANTAKYA"— Sunum transkripti:

1 ESKİ ÇAĞDAN OSMANLIYA KADAR ANTAKYA

2 Seleucoslardan önceki çağ antakya
Yapılan arkeolojik kazılar kuzey Suriye'de İÖ 4.binde ve 3. bin başlangıcında birbirine bitişik kültür çevrelerinin oluştuğunu ve İÖ 3. bin dolaylarında bu bölgede küçük kentler (kent devletleri) halinde bir yerleşmenin başladığını göstermektedir.          Amik Ovası'nın doğusunda Antakya-Halep yolu yakınında bulunan Tell-Tayinat ve  özellikle Tell-Açana'da (Alalah), 1934 yılından bu yana yapılan kazılarda ortaya çıkarılmış olan avlulu, dikdörtgen planlı ve çok odalı evler ile tapınaklar, ön avlulu saraylar ve savunma yapıları, İÖ XVIII-XII. yüzyıllar arasında inşa edilmiş binalardır. Ayrıca Tell-Açana yerleşme höyüğündeki kazılarda ele geçirilen parçalar, buranın Kalkolitik Çağdan beri (İÖ ) bir yerleşim bölgesi olduğunu göstermektedir.         Buluntulardın ortaya çıkardığı bir diğer sonuç da, İÖ 3. binde, Anadolu'dan Amik Ovası kanalıyla Filistin'e doğru bazı kavimlerin hareket ederek, Mısır'a kadar uzanan, güney-kuzey doğrultusunda bir ticaret aksını meydana getirmiş olduklarıdır.

3   Filistin ve Suriye sahillerini takriben güney Anadolu'ya gelen yollar ile bu yöne dik olan ve Mezopotamya'dan gelerek  Akdeniz'e ulaşan yollar, bu bölgeden geçmek zorunda idi. Grekler, Makedonlar'ın bölgeyi istilasına kadar aynı ticaret yollarını kullanmışlardır. Ticari trafiğin zaman içinde giderek gelişmesi, bölgenin askeri yönden kontrol altında bulundurulması zorunluluğunu her dönemde gündemde tutmuştur.

4   İÖ. XVII. yüzyılın sonlarına kadar Mısır hakimiyetinde  kalan bölge,  bu tarihten itibaren Hurriler ve Hititler tarafından istila edilmiştir. Hitit İmparatorluğu'nun İÖ 1200 yıllarında parçalanmasından sonra güneyde kurulan Sam'al Prensliği'nin iki yüzyıl kadar bağımsızlığını koruması ve İÖ 700 tarihinde Asur egemenliğini kabul etmesi ile bölge Asur yönetimine geçmiştir.

5 Daha sonra Babil egemenliğine giren bölgede, büyük ünvanı ile  bilinen Pers Hükümdarı II. Kuras'ın İÖ 539'da Babil İmparatorluğu'na son vererek Mezopotamya ve Suriye'yi alması ile başlayan Pers hakimiyeti, bir satraplık halinde Makedon istilasına kadar devam etmiştir. Büyük İskender ile başlayan Makedon istilasından önce Grek tacirler tarafından Antakya'nın bulunduğu yerin bir durak noktası olarak kullanılmış olması ihtimal dahilindedir.  Antik Çağdaki  adı Orontes olan Asi Nehri'nin o çağlarda küçük gemiler için seyrüsefere uygun olması ve Antakya'nın nehir yolu ile Akdeniz'e bir günlük mesafede oluşu bu ihtimali kuvvetlendiren faktörlerdir

6   Antakya kurulmadan önce civarda kent olarak var olan Grek yerleşmeleri hakkında, Malalas ve Libanius'un naklettikleri menkıbeler içinde üç isim geçer. Birincisi Silpius'da (Bugünkü Habib Neccar Dağı) Iopolis, diğeri Antakya'nın yakınındaki Daphne (bugünkü Harbiye) civarında Herakleia ve Silpius'un tepesinde Kasiotis.

7 Büyük İskender ve Antakyanın Kuruluşu
Antakya'nın Seleucuslar tarafından kurulduğu bilinmekle beraber Libanius, kentin kurucusunun Büyük İskenderun olduğundan bahseder. İÖ. 333 yılı Ekim ayında Arbela (Erbil) yöresinde Gavgamela Ovası'nda Pers hükümdarı Dara'yı (Büyük Dairus) mağlup eden Büyük İskender, fetihlerine devam etmek  üzere güneye, Fenike'ye doğru ilerlerken, Antakya'nın doğusunda suyu çok tatlı olan bir pınarın başında durur ve kaynaktan çıkan suyun annesinin sütü kadar tatlı olduğunu söyleyerek pınara annesinin ismini verir: Olympias.

8 Orada bir çeşme yaptıran İskender, yörenin güzelliğine hayran olur ve bu yerde bir kent kurmayı arzular. Fakat fetihlerine devam etmek zorunda olduğu gerçeği karşısında buna vakit bulamaz ve sadece bir mabed ile bir hisarın inşasına başlanır. Bu rivayeti, Büyük İskender'in (başka yerlerde benzer şekilde yaptığı gibi) stratejik önemi olan bir bölgede, Makedonlar'dan oluşan bir garnizon teşkil etmiş olduğu şeklide düşünmek, dana gerçekçi bir yaklaşım olacaktır. Büyük İskender

9 Antakya'nın Seleucus I. Nicator (İÖ
Antakya'nın Seleucus I. Nicator (İÖ ) tarafından kuruluşuna ait Libanius ve Malalas'ın rivayet şeklinde naklettikleri olaylar birbirinden farklıdır.        Büyük İskender'in İÖ 323'te ölümünden sonra imrapatorluğun yönetimini ve topraklarını paylaşan generallerinden Antigonos ve Seleucus I. Nicator arasındaki iktidar mücadelesinde, bu  iki kumandanın, İÖ. 301 yılı Ağustos ayında İpsus'da (Puhut yöresinde bir düzlük) yaptıkları savaş Antigonos'un mağlubiyeti ile sonuçlanınca, Suriye ve Mezopotamya, Seleucus  yönetimine geçti. Bu savaş  sırasında Seleucus'un yönetim merkezi Tigris (Dicle) kenarındaki Seleucia, Antigonos'un yönetim merkezi ise Antakya'nın 5 km. kadar kuzeyindeki Antigonia isimli kentlerdi.

10 İpsus savaşından sonra Mezopotamya'dan Akdeniz'e kadar  uzanan çok geniş bir bölgenin kontrol altında tutulmasının getirdiği zorunluluk, Seleucia'nın yeri bakımından çok içerilerde olması nedeniyle artık krallığın yönetim merkezi olarak kalmasını imkansız hale getirmişti.       Büyük İskender

11 Bu durum Seleucus'un, krallığın merkezini daha batıya taşımasını, kendine oralarda uygun bir yerde yeni bir başkent kurmasını gerekli kıldı. Bu amaçla Akdeniz'in en güzel limanlarından biri olan Seleucia Pieria'nun bulunduğu yer, topoğrafyası, deniz ulaşımına açık  oluşu, zapt edilmesi zor bir akrepole sahip olması gibi özellikleri nedeniyle uygun bulundu ve İÖ 300 yılı Nisan ayında Seleucia Pieria (bugün Antakya'nın kazası olan Samandağ, daha eski ismi ile Süveydiye) başkent olarak kuruldu. Krallığın yönetimi Tigris kenarındaki Seleucia'dan, deniz kenarındaki Seleucia'ya taşındı.         Makedonlar'ın Grek mirasını, iç kısımlara kıyasla sahillerde daha iyi koruyup kontrol edebilmeleri ve buralardan yayılmaları, yönetim merkezinin sahilde yer almasının nedenleri arasındadır.

12 Seleucos, mağlup ettiği Antigonos'un yönetim merkezi olan Antakya yakınındaki Antigonia'yı tahrip ederek halkını kendi adına kurduğu bu yeni başkente naklettirdi. Ancak kısa bir süre sonra yeni başkentin Seleucus krallığı için sahip olması gereken bazı niteliklerden yoksun olduğu gerçeği  ortaya çıktı. Krallığın egemenliği altında bulunan Küçük Asya, Fırat Havzası, merkezi ve güney Suriye  ile  Amik Gölü civarının kontrol altında tutulmasında, Seleucia Pieria'nın bu hakimiyetin sağlanması için başkent olarak uygun yerde olmaması ve denizden gelecek saldırılara açık bulunması, daha içeride bir kent kurulmasını zorunlu hale getirdi. Bu kentin Antakya sahasında olmasına karar veren Seleucus'un, yeni bir kent kurmak veya bu civarda bulunan Antigonos'un başkenti Antigonia'yı ihya etmek seçeneklerinden, yeni bin kent kurma fikrini benimsemesinde, mağlup ettiği bir kumandanın tahrip ederek ahalisini de Seleucia Pieria'ya naklettiği başkentini yeniden canlandırmasının prestij açısından uygun olmayacağı düşüncesinin ağır  basmış olduğu kuvvetli bir ihtimaldir.

13 Antigonia'ya kıyasla su kaynakları açısından son derece zengin olan Daphne'ye (Harbiye) 6 km. mesafede bulunan müstakbel Antakya kentinin bulunduğu alan, Orontes (Asi Nehri) kıyısında olup denizden 22 km. mesafede, bir günlük nehir yolculuğundan sonra Akdeniz'e ulaşılabilen bir bölgede idi. Ayrıca denizden gelecek saldırılara karşı emniyet açısından yeteri kadar içeride bulunuşu yanında Seleucia Pieria ile arasındaki mesafenin, bir askeri birlik için bir günde kattedilebilir oluşu yer seçimini etkileyen diğer avantajlar arasındaydı. Seleucos1. Nikator

14 ANTAKYA'NIN KURULUŞU Kentin kuruluş merasimleri İÖ 300 yılının Mayıs ayının 22'sinde, Seleucus hükümdarlığının 12. yılında, Seleucia  Pieria'nun kuruluşundan tam  bir ay sonra yapılmış ve kentin inşasında tahrip  edilmiş olan Antigonia kentinin taşları yapı malzemesi olarak yeniden kullanılmıştır.          Antik kentlerin bir çoğunda olduğu gibi, kuruluşunda dini bir  temele dayanıldığı  görüşü dikkate alınırsa Antakya'nın kuruluşu  Malalas'a göre şöyle olmuştur: İÖ 300 yılı 23 Nisanında Casius Dağı'na çıkan Seleucus I. Nicator yeni kuracağı kentin yerini göstererek bir işaret vermesi dileği ile Zeus'a bir kurban keser. Bir kartal kurban etini kapar ve bir süre  uçtuktan sonra eti bırakır. Böylece Seleucia Pieria'nın kurulacağı yeri Zeus'un  gösterdiğine inanılır.

15 Aynı inanç ile Antakya için de bir işaret arayan Seleucus, Antigonia'ya giderek, Antigonos'un yaptırdığı mabedde Zeus'a bir kurban daha keser ve ondan kendisine yol  göstermesini diler. Yeni bir kent mi kurmalıdır, yoksa Antigonia'yı yeniden imar ederek ismini değiştirmekle mi yetinmelidir? Kartal kurban etini kaparak uçar ve Antigonia'dan başka bir yere konar. Zeus'un yeni kurulmasını istediği kentin yerinin burası olduğuna inanılır ve İÖ  300 senesi 22 Mayısında Iopolis'in karşısında Silpius eteğinde kentin temelleri atılır ve  yeni kente Seleucus'un babası (ya da oğlu) Antiochus'un adı verilir: Antiocheia.

16 Hemen Zeus için bir mabed inşasına başlanır ve kentin himayesi (Seleucia Pieria'da olduğu gibi) Zeus'a verilir. İkinci koruyucu tanrı Apollo'dur. Seleucus I Nicator'un Apollo'nun oğlu  olduğuna  inanılır ve bu tanrı için Harbiye'de bin mabed inşa edilir. Kentin Kurulusunda Uygulanan Şehir Nizamı  

17 Krallığı, Suriye'den Hindistan'a kadar uzanan topraklar üzerine yayılmış  olan Seleucus I Nicador tarafından 16 tane Antiocheia, 5 tane Laodiceia, 9 tane Seleucia, 3 tane Apameia kurulmuştur. Seleucia,  kendi adı Antiocheia, babasının adı Apameia, karısının adı Laodiceia ve annesinin adı  verilerek kurulan kentlerdir. )

18 Şehircilik ilkeleri ve Seleucos dönemindeki gelişmeler
Antakya'da ilk Seleucus yerleşmesi, bugunkü kentin kuzey kısmında, Asi Nehri boyunca, Seleucia Pieria'dan gelen yol ile kolay bağlantı kurabilecek bir alanda yer almakta idi.          Kuruluşunda uygulanan şehircilik nizamı ile Antakya, Helenistik çağ kentlerinin tipik bir örneğidir. Miletos'da doğmuş mimar ve şehirci Hippodamos'un geliştirdiği şehircilik nizamı olduğu için şehircilik tarihinde Hippodamos tarzı plan olarak isimlendirilen ve Helesnistik Çağ'da kurulan bir çok kentte uygulanmış olan bu nizam, belirli bir disiplin içinde birbirine dik ve paralel cadde ve sokakların meydana getirdiği yapı adalarından oluşan ızgara plandır.

19 Bu disiplin içinde kurulan kentlerde sokaklar kuzey-güney ve doğu-batı doğrultusunda gelişmekte idi. Ancak bu yönlendirme sabit bir kural olarak uygulanmamıştır. Topografyanın getirdiği zorlamalar karşısında sokaklar bazen başka yöne açılabilirdi. Her türlü arazide uygulanan ızgara plan bu nedenle düz arazilerde çok sade bir şema halinde oluşurken, arızalı arazilerde kurulan kentlerde ise hareketli bir çözüme kavuşurdu.

20 Hippokrates, kentlerin sıhhi olabilmeleri için  batıya, Aristoteles ise doğuya, eğer buna imkan yoksa güneye dönük olmaları gerektiğini söyler. Bunun yanında ilkçağ yazanlarının bazılarına göre, rüzgarların sabit bir yönden estiğine ve rüzgar ilahlarının işlerini kolaylaştırmak amacıyla sokakların rüzgar yönlerine uygun şekilde düzenlenmesi gerektiğine inanılırdı.

21 Antakya'nın kuruluş çalışmalarında Seleucus I
Antakya'nın kuruluş çalışmalarında Seleucus I. Nicator tarafından yapıların süpervizyonu ile görevlendirilen üç kişi, Attaeus, Perittas ve Anaxicratis aynı zamanda kuruluş ile ilgili kayıtlar da tuttular. Surların yapılması görevi mimar Xenarius'a verildi. Kent planının uygulanmasında kulelerin yerlerinin belirlenmesi için fillerden yararlanıldığı ve sokak istikametlerinin işaretlenmesinde buğday kullanıldığı, Libanius'un verdiği bilgiler arasındadır.       Agora, bugünkü çarşılar bölgesinde kurulmuştu ve boyutu Douro-Europus'da olduğu gibi takriben 160 m x  147  m idi. Belli başlı sivil yapılar Agora etrafında toplanmıştı. 

22 Helenestik Çağda kurulan diğer kentlerle yapılacak benzetmeye göre Zeus adına bir mabedden başka diğer tanrılar için mabedler, sivil yapılar (Özellikle hamamlar gibi) inşa edilmiş olması  gerekmektedir. Bunlar arasında Bouleuterion (şehir idare meclis binası) ve bir tiyatronun inşa edildiği hakkında herhangi bir bilgi yoktur. Helenistik Çağda kralın oturduğu yerin  (saray), kendine özgü bir planı yoktu. Biraz büyük bir ev (konak denebilir) bu görevi yapardı. O nedenle kuruluş çağında Antakya'da bir saraydan bahsetmemek gerekir.

23 En az Antakya kadar ünlü olan ve Antakya için bazen Daphne yakınındaki Antakya olarak tarif edilen banliyösü Daphne'den su getiren bir su kemeri ile Silpius eteklerinde sarnıçlar inşa edildiği, yapılan kanalizasyon tesisatı ile pis suların Orontes'e akıtıldığı bilinmektedir. Libanius, bahçeleri çiçek ve kuşlarla dolu evlerin, tepeciklerin eteklerinde eğimi takip ederek Orontes'e doğru yayıldıkları bir Antakya tarif eder.

24 Seleucus I. Nicator tarafından kente dikilen çok sayıda anıt arasında en ünlü olanı, günümüze kadar gelmiş kopyaları bulunan Antakya Tyche'sidir. Kentin talihinin koruyucusu, bolluk ve refahın simgesi olan bu ilahe (Roma çağında Fortuna ismi ile anılır) Silpius'u temsil eden bir kaya üzerine oturmuş, sol eli ile bu dağa dayanmaktadır. Sağ elinde tuttuğu buğday başağı kentin zirai zenginliğini, başındaki taç şehir surlarını ve tepedeki kaleyi simgelemektedir. Sağ ayağını bastığı nehir tanrısı şeklindeki çocuk figürü  Orontes'i (Asi çocuk) temsil etmektedir. Helenistik Çağın ünlü ressamı Lysippus'un öğrencisi  olan Sycyon'lu Eutychides'in eseri olan bu dev bronz heykel, İÖ 300'den biraz sonraki yıllarda dikildi. Kralın koruyucusu olduğuna da inanılan Antakya ilahesinin bir çok mermer ve bronz kopyaları yapılmış, Antakya darphanesinde basılan paralarda sembol olarak kullanılmıştır.

25 Antakya Tychesi 83.5 cm yüksekliğindedir ve Vatikan müzesindedir

26 Antakya'nın ilk sakinleri yerli Suriyeliler, Makedonlar, Atinalılar, Giritliler, Kıbrıslılar,  Antigonia'nın eski sakinleri, Argiveler ve  Haraclidler (ki bunlar Silpius  ile  Daphe civarının eski sakinleri idiler) bir kısım yahudi ve emekli askerden oluşan heterojen bir topluluktu. Avrupa  kökenli olanlar ile yerli halk, ayrı ayrı mahallelere yerleştirilmişti. Malalas, Atinalı ve Makedonların toplamının kişi olduğunu  söylerken, bu sayının sadece yetişkin erkekleri  ifade  edip etmediğine dair bir  açıklama vermemiştir. Bu rakamın,  aile reisi sayısını göstermesi halinde Antakya nüfusunun o çağda (esirler hariç olmak üzere) civarında olduğu tahmin edilebilir.

27 Seleucus I. Nicator'dan (İÖ ) sonraki Seleucus kralları döneminde kent,  yeni yerleşmeler ve yapılar ile giderek daha büyük ve daha mamur bir görünüm kazanmaya başlamıştır. Antakya'nın kuruluş yıllarında Seleucus Krallığı'nın yönetim merkezi Seleucia Pieria idi. Seleucus I. Nicator'un ölümünden sonra hükümdar olan oğlu Antiochus I. Soter (İÖ ) döneminde, yönetim merkezi Seleucia Pieria'dan Antakya'ya taşınmış ve bundan böyle Antakya, Seleucus İmparatorluğu'nun yeni ve son başkenti olmuştur.

28 Seleucus II Callinicus
   Seleucus II Callinicus devrinde (İÖ ) Asi üzerindeki adada bir yerleşme hareketi başlatılarak kente köprülerle bağlanırken, Antiochus III (Büyük Antiochus İÖ ) zamanında bu yerleşme işlemini tamamlamış ve kentte bir kütüphane inşa edilmiştir. Seleucus IV Philopator (İÖ ) döneminde, babası Antiochus III tarafından başlatılmış olan kentin büyütülmesi ve güzelleştirilmesi çalışmalarına devam edilmiştir. Seleucus II Callinicus

29 Kentin ikinci kurucusu sayılan Antiochus IV Epiphanes (İÖ ) Epiphania olarak anılan ve Romalı mimar Cossutius tarafından planlanan yeni bir yerleşme, bir bouleuterion, yeni bir  agora ve bazı mabedler inşa ettirmiştir. Böylece Antakya, Miletos,  Bergama ve Pire'de  olduğu gibi iki agoralı kent  modeline uymuştur. Aristo'nun tavsiyesine uygun olan bu şekilde, birinci agora ticari, ikinci agora ise politik faaliyetler için kullanılacaktır. Antiochus IV zamanından günümüze gelmiş yegane eser, bir kayaya oyulmuş Charonion'a (Yunan mitolojisinde Cehennem Kayıkçısı) ait dev büsttür. Hükümdarlığı sırasında kente yayılan veba salgınını durdurması için ilahlara yakanmak amacıyla yontulmaya başlanmış olan büst, salgının sönmesi sonucu tamamlanmadan yarım bırakılmıştır.  IV Epiphanes

30 Seleucus kralları tarafından kurulmuş olan bu dört büyük yerleşmeden oluşması nedeniyle Antakya'nın bir zamanlar Tetrapolis adıyla anıldığı, Pococke'un seyahatnamesinden öğrenmekteyiz.         İÖ 148 yılındaki depremde harap olan kent büyük oranda restore edilmiştir. Seleucus Çağı sonunda kentin Roma hakimiyetine girmesinden biraz önce İÖ 83 yılında Suriye'yi ve bu arada  Antakya'yı 14 yıl süre ile işgal eden Ermeni kralı Tigranes I (İÖ 83-69) zamanında ilk olarak Antakya isminin kullanıldığı ve arka yüzünde Antakya Tychesi bulunan paralar basılmıştır.

31 Güney ilimiz Hatay'ın en büyük düzlüğü olan Amik Ovası, gerek sahip olduğu zirai potansiyeli ve gerekse ticaret yolları üzerinde bir kavşak konumunda olması nedeniyle Anadolu ve kuzey Mezopotamya tarihinin her devrinde önemini korumuş, zengin su kaynakları ile verimli topraklara sahip olan ova, göçebe ve yerleşik kavimler için her zaman cazip bir bölge olmuştur. Antakya Tyche'li para

32 Antiochus IV zamanından günümüze gelmiş yegane eser, bir kayaya oyulmuş Charonion'a (Yunan mitolojisinde Cehennem Kayıkçısı) ait dev büsttür. KONULAR

33 Roma Dönemi Antakya'nın Altın Çağı
  İ.Ö. 64 yılında kentin Roma egemenliğine resmen girmesi ile Antakya tarihinin altın çağı başlamış oldu. Bu tarihten hemen önce İ.Ö. 67 yılında Asi üzerindeki adada inşa edilen bir saray ve bir circus, Roma medeniyetinin Antakya'daki ilk işaretleridir.            İ.Ö. 47'de Antakya'ya gelerek kente bağımsızlığını veren Ceaser, Caisarion (Caesareum) adıyla anılan büyük bir mabet ile Silpius eteklerinde bir amfitiyatro, bir su kemeri ve bir umumi hamam inşa ettirdi.

34 Augutos dönemindeki (İ. Ö
Augutos dönemindeki (İ.Ö. 31-İS 14) en önemli olay, bundan sonra her dört yılda bir tekrar edilecek olan olimpiyat oyunlarına başlanmasıdır. Bu imparator zamanında kent, birçok  yeni toplumsal binanın inşa edilmesi ile daha mamur hale getirilmiş ve bunun sonucu olarak nüfus artmıştır. Antakya'nın bu yüzyıldaki nüfusu ile arasındaki bir rakam idi.Bu dönemin en önemli imar faaliyeti kenti boydan boya geçen ve 2 Roma mili ( 1 Roma Mili=1.478 m.) uzunluğunda olduğu Malalas'tan öğrenilen, ünlü kolonadlı caddenin inşasıdır. Helenistik Çağ  kentlerinde bir yenilik ortala çıkan, ancak doğu orjinli bir fikir gibi görünen kolonadlı caddeler, Yunan ve  Roma dünyasında  pek rağbet görmüştür. Döşemesi mermer kaplı olan bu caddenin kolonadları Tiberius  Claudius  zamanında ( İS 12-37) tamamlanmıştır. Birini dik olarak kesen iki ana aksın kesişme noktasına üzerinde imparator Tiberius'un heykeli bulunan Tetrapyla dikildi. Cadde bronz heykellerle, kolonadlar da mozaiklerle süslendi. Caddenin yol kısmının genişliği 9.60 m., iki tarafında yer alan kolonadlar ise 10'ar m. genişliğinde idi. Bu caddenin inşasından sonra, caddenin  iki tarafında gelişen mahalleler sayesinde kent büyüdü ve nüfusu arttı.

35 Jupiter ve Dionşsus adına inşa edilen mabetler yanında, Ceaser'ın yaptırdığı amfitiyatro büyütüldü Silpius'dan gelen sel sularını Orontes'e kaanlize ederek kenti su baskınlarından koruyacak tedbirler alındı. Malalas'tan öğrenildiğine göre, kentin içinden geçen nehrin ismi (asi Nehri), İmparator Tiberius tarafından doğudan anlamında Orentes olarak  değiştirilmiştir. Daha önceleri Typlon, Drakon veya Ophites adları  ile  anılan bu nehre Asurlular Arantu derlerdi. Gene Tiberius zamanında, üstünde bir dişi kurdu emen Romulus  ve Romus heykelleri ile süslenen Beroea (Halep) kapısı inşa  edildi. Etnik ve dini yapı bakımından karışık nüfusu, her yöne giden yolların kesişme noktasında önemli bir ticaret merkezi oluşu, doğu ve batı kültürlerinin birleşme noktasında bulunması, Antakya'nın Hıristiyanlığın yayılmasında bir propoganda merkezi haline gelmesine neden olan faktörlerdir. İsa'nın ölümünden sonra, Hıristiyanlığı yayma çalışmaları içinde önce Pavlos (Havari Aziz Pavlos) ve Barnabas, daha sonra Antakya Kilisesinin kurucusu ve ilk rahibi sayılan Petrus (Havari Aziz Petrus) Antakya'ya geldiler.

36 AUGUSTUS Tiberius Claudius

37 İncil'de Antakya'nın adı Hıristiyanlığın yayılma döneminde bir diğer önemli merkez olan Pisidia'daki Antakya (bugünkü Yalvaç) ile beraber muhtelif vesilelerle bir çok kez geçmektedir. Pavlos ve Barnabas'ın yaptıkları haber gezilerinde (1., 2. ve 3. haber gezileri) bir öğreti merkezi haline getirdikleri Antakya'da, İsa-Mesih'e inanmış kişilere verdikleri vaazlarda; "Rab İsa'nın sevindirici haberini" bildirdiklerini, İncil'in  mesih topluluğunun başlangıcı ve bir çok yere yayılmasını anlatan 'Habercilerin İşleri' bölümünde; "İkisi bir yıl süreyle kilisede bir  araya gelerek o büyük topluluğa  öğrettiler. Öğrencilere ilk kez Antakya'da Hıristiyan adı verildi" cümleleriyle ifade edilmiştir.

38 İsa-Mesih öğretisini Anadolu'da ve Yunanistan'da yaymak amacıyla havarilerin yapmış oldukları haber gezilerinde Antakya, her zaman önemli bir merkez olmuştur. Birinci haber gezisinde Pavlos, Barnabas ile beraber Antakya'dan hareketle Anadolu'yu gezmiş ve orada sevindirici haberi yaymışlardır. Dönüşte, ".... Pavlos'la Barnabas ise bir süre Antakya'da kaldılar. Bir çoklarıyla birlikte Rab'bın sözünü öğrettiler ve sevindirici haberi müjdelediler". İkinci ve üçüncü haber gezilerinde de Antakya, Hıristiyan cemaatin bir toplama ve  öğreti merkezi olarak önemini korumuştur.

39 Antakya'da Hıristiyan cemaatinin örgütlenmesi Tiberius'un hükümdarlığının son yılları ile Caligula'nın hükümdarlığının ilk yıllarına rastlar. İncil'in dört yazarlarından biri olan Matta'nın İsa'nın yaşamına, birinci yüzyıl ortalarında Antakya'da kaleme almış olduğu da bilinmektedir.Hıristiyan aleminde Roma, İskenderiye ve Antakya, en çok hürmet edilen dini merkezlerdir.

40 VII. yüzyılda Hıristiyan cemaatın bağlı olduğu beş patriklik merkezinden biri Antakya idi. Diğerleri Roma, İskenderiye, Kudüs ve İstanbul'daydı.IV. yüzyıldan itibaren Yeni Roma adı ile anılan İstanbul'un Hıristiyan camiası içindeki şöhreti giderek yükseldi ve Roma'dan sonra ikinci büyük dini merkezi durumuna geldi.

41 Hıristiyan alemi için, Kudüs ve Roma gibi kutsal bir yer olması nedeniyle Papalık tarafından 1963 yılında bir hac yeri olarak kabul edilen ve Petrus'un Antakya'ya geldiğinde vaaz  verdiği yer olarak Hıristiyanlığın ilk mabetlerinden biri sayılan, Antakya-Reyhanlı yolundaki bugünkü adıyla St. Piyer Kilisesi'nde (Aziz Petrus Grottosu) her yıl 29 Haziran günü İstanbul'dan ve çevre illerden gelen çok sayıda din adamı ve Hıristiyan cemaatin katıldığı ayin  yapılır.Büyük bir kaya oyuğundan ibaret doğal bir mabet olan kilisenin cephesini oluşturan duvar, Haçlılar döneminden kalma olup, son zamanlarda restore edilmiştir. İçinde Hıristiyanların bir baskın anında kaçarak saklanacakları geçitler bulunan St. Piyer Kilisesi'nin harap mozaik V. yüzyıla aittir

42 Roma Çağındaki nüfusu yüz binleri bulan bir kent olarak imparatorların gözdesi haline gelmiş ve IV. yüzyılda yaşamış olan ünlü tarihçi Ammianus Marcelleinus'un "..dünyada hiçbir kent, ne topraklarının bereketi ne de ticaretteki zenginliği bakamından bu kenti geçemezdi" dediği Antakya, Antik Çağda Doğunun Kraliçesi (Orientis Apicem Pulcrum) lakabıyla anılmıştır.              Roma ve Bizans imparatorlarının Antakya'ya, doğunun bu ünlü ve önemli kentine göstermiş oldukları ilgi, kentin çok sayıda yeni yapılarla donatılmasına ve bu sayede güzelliğinin  ve  ihtişamının bir kat daha artmasına neden olmuştur.

43 İmparator Vespasian (69-79) Daphne'de içinde kendi heykeli olan bir tiyatro, İmparator Domitian (81-96) ise Afrodit ve Asclepus mabetlerini inşa ettirmişlerdir. II. yüzyıla doğru Antakya, Roma ve İskenderiye'den sonra kişilik nüfusu ile imparatorluğun üçüncü büyük metropolisi durumunda idi. İmparator Trajan İmparator Vespasian

44 İmparator Trajan (98-117) Harbiye'den kente su getiren ve kalıntıları günümüze  kadar gelmiş olan su kemeri ile büyük bir hamamın inşasını başlatmıştır. Bu imparator zamanında 115 yılında vukubulan şiddetli bir deprem Antakya ve Daphne'de büyük ölçüde tahribata neden olmuş, çok sayıda  insan ölmüştür. Bu felaketten Hıristiyanlar sorumlu tutulmuş ve piskopos Ignatius tutuklanarak Roma'ya gönderilmiş ve  orada vahşi hayvanlara parçalatılmıştır. Depremden hasar gören kolonadlı cadde onarılırken, Daphne'de Zeus ve Artemis adına mabetler inşa edilmiştir

45 Memekli Köprü denilen Trajan su kemeri‘
nin eski bir kartpostaldaki resmi Memekli Köprü denilen Trajan su kemeri' nin bugünkü hali İmparator Hadrian ( ) Trajan zamanında başlamış yapı faaliyetlerini sürdürürken, özellikle Daphne'deki su kaynakları ile ilgilenmiş, cephesi bir tiyatro binasını andıran Theatron isimli büyük bir sarnıç inşa  ettirmiştir.             İmparator Antoninus Pius ( ) döneminde, kentin hemen hemen tamamını tahrip eden büyük bir yangın çıkmıştır. İmparatorun şahsi bütçesinden yapılan masraflarla, kolonadlı cadde ve diğer sokakların granit ile kaplandığı kesin olmayan bir bilgidir.

46   İmparator Marcus Aurelius ( ) 115 yılındaki depremde yıkılan Centenarium isimli  büyük hamamı yeniden inşa ettirirken, İmparator Commodus ( ) kendi  adına bir hamam, bir mabet ile sporcuların çalışması  için üstü örtülü bir yapı (Xystos) İmparator Didius Julianus (193) ise ortalama 900 m2 boyutunda, dikdörtgen şeklinde kapalı bir güreş alanı (Plethrion)  inşa ettirmiştir. Bu yapıda seyirciler, taş sıralar üzerine oturarak müsabakaları seyrederlerdi.

47  İmparator Septimius Severus ( ) imparatorluk mücadelesinde rakibi Niger'i destekleriği için Antakya'yı cezalandırmış, özellikle tiyatrolar ve diğer toplumsal yapıları yerle bir ederek kenti köy haline getirmiş, kentin unvanlarını geri almış, yönetimini Suriye'nin metropolisi haline getirdiği Laodiceia'ya bağlamıştır. Bir süre sonra, tekrar imparatorun sevgisini kazanan kentte, Severianum ve Livianum adlı hamamlar inşa edilmiş, üzerinde Antakya ilahesi bulunan paralar basılmıştır.            İmparator Caracalla ( ) hükümdarlığı döneminde iki defa Antakya'ya gelmiş, olimpiyat oyunlarının  tekrar Antakya'da yapılmasını sağlamış ve kolonadlı cadde ile sokakların granit ile kaplanması işi de bu imparator döneminde gerçekleşmiştir.

48 Bu dönemde imparatorluğun doğu illerini tehdit ile başlayan Pers tehlikesi, İmparator Valerian'ın ( ) esir düştüğü 260 yılındaki savaştan sonra ciddi boyutlara ulaşmış ve nihayet 256 yılında kent ilk defa Şapur I  (Sapor I) tarafından işgal edilmiştir. 260 yılı Haziran ayı sonlarında kenti ikinci kere ele geçiren Persler, Antakya'yı yağma ederek yakıp yıktılar ve bir harabe haline getirdiler. Suriyeli esirleri İran'a götüren Şapur, orada kendi adına yaptırdığı Cünd-i Şapur kentine yerleştirdi. Suriyeliler'in İran'a götürülmelerinde, Romalı sanatkarlar ve  Suriyeli yapı ustalarından, İran'da istifade edilmesi amacı da yer almakta idi.

49 Perslere karşı kazanılan bir kaç başarı üzerine bağımsızlığını ilan eden Palmura Kraliçesi Zenobia, 268 yılında Antakya'yı işgal etti. Ancak bir kaç yıl sonra İmparator Aurelianus ile girişilen ve Zenobia'nın esir düşmesi ile sonuçlanan mücadeleyi takiben Antakya eski günlerine döndürülmesi ve bu olaylarda uğramış olduğu tahribatın giderilmesi amacıyla İmparator Probus ( ) döneminde özel ilgi altına alındı.Antakya'yı bir kaç kere ziyaret etmiş olan İmparator Diocletian ( ) döneminde, ada üzerindeki  hipodroma bitişik (İstanbul ve Selanik'te olduğu gibi) muhteşem bir saray inşa edildi. 

50 Konrad Celtes in vasiyeti gereği 1508 yılında dostu Konrad Peutinger e intikal etmiş olan Peutinger levhaları onbir levhadan oluşan bir haritadır çok ünlü üç şehir : Roma Antakya ve İstanbul birer figürle sembolize edilmiştir

51   Başkent Roma'dan bu kadar uzaktaki bir kentte imparator için bir saray inşa edilmesi,  imparatorluğun doğu sınırlarının korunmasında Antakya'ya ne kadar önem verdiğini göstermesi bakımından ilginçtir. Bu dönemde ayrıca kentte beş yeni hamam ile bir savaş araçları fabrikası ve zahire ambarları inşa edildi.          İmparator Büyük Konstantin'in (Constantinus Magnus, ) Antakya'da inşa ettirdiği en önemli yapı, 327 yılında başlayıp 341'de tamamlanmış olan sekizgen planlı, iki katlı büyük kilisedir (Domus Aurea). Üst katı kadınlara ait olan, zemini taş döşeli kilisenin, ahşap olan kubbesinin iç yüzü altın yaldızla tezyin  edilmiş, içi  heykellerle süslenmiş, sütunları parlak mermerlerden yapılmıştı. Altın Kilise adıyla anılan bu mabed muhtemelen ada üzerinde, imparator sarayına yakın bir yerde inşa edilmişti. İmparator yeni başkenti Constantinople'a konmak üzere, Antakya'dan bazı hayvan heykelleri götürmüştür. Büyük Konstantin dönemi  imparatorluktaki eyaletler asarı ticaret yanında Hint ve Uzak Doğu ile ticaretin geliştiği, bu nedenle Antakya'da ve diğer Suriye kentlerinde refah seviyesinin yükseldiği yıllardır.

52 Pers hükümdarı Şapur II
   Pers hükümdarı Şapur II.'nin 337 yılında Mezopotamya'ya saldırması ile yeniden alevlenen Pers tehdidi karşısında Antakya, İmparator Constantius II ( ) ve sonra İmparator Julian ( ) tarafından İran'a yapılan seferlerde bir üs olarak kullanılmıştır. Büyük Konstantin döneminde 327 yılında yapımı başlamış olan sekizgen kilise 341 yılında ibadete açılmıştır.          Antakya'nın yerini suyunu ve havasını çok seven Valens'in imparatorluğu döneminde ( ), 365 tarihindeki zelzeleden zarar  gören kentler arasında Antakya'da vergiden muaf tutulurken, kolonadlı caddelerin kesiştiği yerde Valers Forumu olarak bilinen meydan inşa edildi. Bir kısmı örtülü olan meydanın üstü açık bölümünü çevreleyen portiklerin sütunları salona mermerleri ile yapılmış, döşemesi mozaiklerle kaplanmış, meydanın ortasındaki sütunun üzerine imparatorun heykeli konmuştu. Ayrıca ada üzerindeki hipodrom civarında Valens adına bir de hamam inşa edilmiştir.

53 İmparator Theodosius I ( ) döneminde kentin yerleşim alanı büyütülmüş, adayı kente bağlayan köprü genişletilerek üstü örtülü hale  getirilmiş, Commodus döneminde yapılmış olan güreş alanı (Plethrion) genişletilmiş, Daphne'de bir saray inşa edilirken, suları ve yeşillikleri ile ünlü  Antakya'nın bu güzel sayfiye yerindeki selvi ağaçlarının kesimi yasaklanmıştır. Pagan mabetlerinin yıkımı kampanyası sonucu elde edilen malzeme ile köprüler, yollar ve su kemerleri onarılmıştır.           Theodosius I'in ölümünden hemen sonra, Kafkaslar üzerinden gelerek Anadolu'yu istila eden Batı Hunlarının doğu bölümüne ait  olan, Kursık ve Basık komutasındaki Hun atlıları Çukurova'yı  istila ettikten sonra, Ortadoğu'nun en sağlam surları ile korunan Urfa ve Antakya kalelerini kuşatmışlar ancak bu kentleri zaptetmeden güneye inmişlerdir.

54   İmparator Theodosius II ( ) Antakya'nın imarına çok ilgi göstermiş  bir imparatordu. İmparatoriçe Eudocia'nın Mudüs'e giderken Antakya'yı ziyaret etmesi şerefine heykeller dikilmiş, kentin büyümüş olması nedeniyle surlar, güney yönünde bir Roma mili kadar genişletilerek tahkim edilmiştir. Daphne'ye giden yolda Altın Kapı adı ile yeni bir kapı kent içinde inşa edilen bazilikalar (ki 439'da inşa edilenin içi altın mozaiklerle kaplı idi) bir stoa ve Hıristiyanlığın ilk yıllarında, Trajan döneminde Roma'ya gönderilerek orada vahşi hayvanlara parçalatılan piskopos Ighatius adına St Ignatius Kilisesi bu devirde yapılmış belli başlı yapılardır.

55 Antakya'nın Kapılarından demir kapı (Bab-ı Hadid)
Hacı Kürüş deresi (Antik Çağda Parmenius) üzerinde o çağlardan kalma Demir Kapı (Bab-ı Hadid)

56 İmparaton Justinus I ( ) dönemi ile bunu takip eden dönemler 458 depreminin arkasından kısa aralıklarla bir zincir halinde devam ederek Antakya'nın ikbal döneminin sonunu belirleyen büyük felaketlerin cereyan ettiği yıllardır.          525 yılı  Ekim ayında kentte çıkan büyük bir yangın çok sayıda binanın kül olmasına ve çok sayıda insanın ölmesine neden olmuştur. Bundan bir yıl sonra, 526 senesi Mayıs ayının 29. günü akşama doğru vukubulan deprem, Malalas'a göre , Procopius'a göre kişinin ölümüne neden olurken, kentin hemen tamamı tahrip olmuş, ayakta kalabilen yapılar da depremden sonra çıkan yangında kül olmuştur. Bu felaketin yol açtığı kargaşada halk kenti yağma etmiş, birbirlerini öldürmüş ve korkarak kenti terk etmiştir. Daphane ve Seleucia Pieria da bu depremden büyük ölçüde zarar görmüştür.

57 İmparator tarafından kentin süratle imarı, su kemerleri, hamamlar ve köprülerin onarımı için büyük meblağlar gönderilmiştir. Müstakbel imparator Justinianus I ve Thedora bu felaket üzerine Antakya'da kiliseler, hamamlar, sarnıçlar ve imarethaneler yaptırarak kente olan ilgilerini ifade etmişlerdir. Theodora'nın yaptırdığı Archangel Kilisesi'nin sütunları, İstanbul'dan  gönderilmiştir.          İmparator Justinianus I (Büyük Justiniyen ) döneminde felaketler arka arkaya devam ederek Antakya'nın sonunu hazırlamıştır. 21 Kasım 528'de başlayan depremde hemen hemen bütün yapılar ile surlar yıkılırken, 526 depreminden yıkılarak onarıma alınan bütün binalar da yerle bir  olmuştur. Tanrının gazabının üzerlerinde olduğuna inanan halk kenti terk ederek dağlara kaçmıştır

58 İmparator ve İmpardtirice Theodora, 526 depreminden sonra yaptıkları gibi, bu kere de kente armağanlar göndermişlerdir kişinin öldüğü bu felakette tanrının gazabına teskin etmek ümidiyle kentin ismi  Theoupolis olarak değiştirilmiştir.          Bu tarihlerde Perslerin imparatorluk sınırlarını tehdit eden akınlara başlamaları karşısında son depremlerin surlar üzerinde yaptığı büyük tahribat nedeniyle savunmanın zayıflamış olması Antakya halkının kenti terk ederek kıyılara doğru çekilmesine neden olmuştur.

59 Nihayet, Suriye toprakları 540 yılı Haziran ayında Husrev I (Chosroes ) orduları tarafından Akdeniz kıyısına kadar istila edilirken,Haleb ve Apameia ile birlikte imparatorluğun doğudaki en önemli askeri ve kültürel merkezi olan Antakya'da işgal edilmiştir. Husrev'in kenti işgalden vazgeçmesi karşılığı istemiş olduğu fidyenin verilmemiş olması nedeniyle kent yağma edilmiş, yağma bittikten  sonra yakılmış, hayatta kalanlar esir edilerek İran'a götürülmüştür. Daha fazla tahribat yapmaması ve  bölgeden çekilmesi karşılığı bir fidye ödenmesi neticesinde İran'a dönen Husrev, Antakya'dan elde ettiği ganimet ve aldığı fidye ile yeni bir kent kurmuş ve  getirdiği esirleri buraya yerleştirmiştir.

60   Son yıl içinde kentin başına gelen bu zincirleme felaketler sonucu, kentin nüfusu bir hayli azaldığından, İmparator Justinianus tarafından imparatorluğun prestijinin tekrar kazanılması amacını hedef alan, kentin yeniden imarı da o ölçüde lyavaşlamıştır. Örneğin, kolonadlı caddenin genişliği yarıya  inerken, uzunluğu azaltılmış olan surların başka yönlere yapılan ilaveler ile savunma gücü  arttırılmıştır. İmparator Justin II

61 Bunun yanında kente su getiren sistem ile kanalizasyon tesisatı elden geçirilirken,harap olan kiliseler ve umumi yapılar onarılmış, yenilerinin inşaasına başlanmıştır. Şiddetli yağmurlar sonucu gerek Parmenius Inmağı'ndan (Bugünkü adı Hacı Kürüş) gelen sel sularının ve molozların yaptığı zararı önlemek, gerekse Antakya'nın su sorununa çare olmak amacıyla bu ırmak üzerinde bir bent yaptırılarak suların kontrol altına alınması, eskiden beri kentin önemli dertlerinden biriydi. Bu  görevi yapmakta olan Bab-ı Hadid (Demir Kapı) civarındaki surlarda Justinian devri örgü tekniğine rastlaması, bu imparator zamanında Bab-ı Hadid'de bazı çalışmalar yapıldığını göstermektedir.

62 Pers istilasından iki yıl sonra Antakya'nın onarım faaliyeti devam  ederken Mısır'da ortaya çıkan ve 542'de Antakya'ya ulaşan veba salgını, 551 Temmuz ayında vukubulan bir dizi deprem, 557 yılındaki bir başka deprem ve 560 yılındaki ikinci veba salgını, felaketler zincirinin diğer halkalarını  oluşturmuştur.          561 yılında, Perslerle dana önce yapılmış olan barış antlaşması gereğinde verilmesi gereken yıllık verginin İmparator Justin II ( )  döneminde ödenmemesi üzerine, 573 yılında Antakya varoşlarının Pers suvarileri tarafından yakılmasının ardından, 577 yılındaki depremde Daphne  yerle bir olmuştur.

63 İmparator Maurice Tiberius
İmparator Maurice Tiberius ( ) döneminde, talihi tekrar parlamaya başlayan Antakya'da 588 yılı Ekim ayının son günü saat 21.00'de başlayan bir dizi depremden kişi hayatını kaybederken çok sayıda yapı, bazılarının temelleri toprak üzerine çıkacak kadar ağır tahribata uğramış, Büyük Kilise ile aşağı surların üstündeki kulelerin tamamı yıkılırken, depremin neden olduğu yangınlar felaketi daha da arttırmıştır. Bu felaket sonunda kentin onarılması için, imparator para yardımı yapmıştır. İmparator Maurice Tiberius

64 yıllarında Persler'in Suriye ve Ön Asya'ya yaptığı hücumlar, İmparator Heraclius ( ) dönemine rastlayan 613 yılında imparatorluk ordusunun Antakya yakınında büyük bir yenilgiye uğraması ile devam etmiş ve kent tekrar Persler'in işgaline uğramıştır. Bu işgal içinde Suriye'nin de bulunduğu imparatorluğun doğu topraklarının 628 yılında Bizans'a iade edilmesine kadar devam etmiştir.

65

66 Arap İstilası ve yeni bir dönem
Hz. Muhammed'in ölümünden bir kaç yıl sonra başlayan Arap fütuhatı, on yıl içinde İran'ın yanısıra Bizans'ın doğu eyaletlerini de Arap hakimiyeti altına aldı.  Halife Ömer yönetimindeki Araplar'ın 634 yılından itibaren Bizans topraklarına girmesi ile başlayan Suriye ve Filistin'in istilası, Heraclius döneminde 20 Ağustos 636'da yapılan Yermük savaşında, Bizans kuvvetlerine karşı kazanılan zafer sonucu Kudüs'e kadar uzanırken, bu arada  Antakya hicretin 17. yılında (Miladi Mart 638) Ebü Ubeyde bin Cerrah kuvvetlerine karşı kısa bir direnmeden sonra teslim oldu.          Bu olay ile 9 asırdan bu yana devam  eden ve Roma İmparatorluğu döneminde Doğunun Kraliçesi olarak  anılan imparatorluğun doğu sınırında önemli bir askeri üs, bir kültür ve ticaret merkezi olan Antakya'nın tarihinde bir dönem kapanmış, asırlar boyu Roma ve Bizans kültürü yanında Hıristiyanlık ile yoğrulmuş  olan mahalli özelliklerin İslam medeniyeti ile karışmasından meydana gelen bugünkü İslam kenti karakterinin oluşmasına neden olacak yeni ve  uzun bir dönem açılmıştır.

67   Antakya, bundan sonraki yüzyıllarda da, Hıristiyan alemi için cazibisini daima korumuş, tekrar ele geçirilerek eski günlere dönmesi, her zaman gerçekleşmesi arzulanan bir rüya olmuştur. Bu rüya bir asır  tekrar Bizans ve iki sıra yakın bir süre  Haçlı Prensliği hakimiyeti  sayesinde kısmen de olsa hakikat haline gelmiştir.         Araplar ile Bizans  arasındaki ilişkilerde Antakya, tıpkı Roma-Pers ilişkilerinde olduğu gibi bir  uç şehir olarak askeri önemini sürdürmüştür. Sugur adı ile anılan Arap-Bizans sınır kentleri arasında Antakya, Adana, Tarsus, Misis, Anazarba kent ve kaleleri, Arap topraklarının Suriye ucunu diğer adıyla Sugurü'ş-Şammiyye'yi oluşturmakta idiler.

68 BİZANS VE ARAP HAKİMİYETİ DÖNEMİNDE TİCARİ HAYAT     
    Antakya'nın son parlak yıllarını yaşadığı Bizans tarihinin en kudretli imparatorlarından biri olan İmparator Justinianus döneminde özellikle Suriye ve Filistin'de zanaat ve ticaret hayatında büyük bir canlılık yaşandı.  Bu dönemde Avrupa ile Asya  arasındaki mal akışında Akdeniz ticareti, Grek ve Suriyeli tüccarların elinde olup, ilişkilerindeki esas ağırlığı, Hindistan ve Çin ile yapılan ticaret teşkil ediyordu. Persler'in, Suriye ve Önasya'ya hakimiyetleri bu ticari faaliyetin büyük oranda aksamasına neden olmuştur.

69   Doğunun lüks tüketim malları içinde ipek, Bizans'ın özellikle   ihtiyaç duyduğu bir meta idi. Bizanslı  casusların ipeğin üretim biçimini ve  ipek böceğini gizlice Bizans'a getirmeleri, ipek üretiminin kısa sürede özellikle Antakya ve  İstanbul'da parlak bir seviyeye ulaşmasına ve devletin en büyük gelir kaynağı haline gelmesine imkan vermiştir.          Roma Çağında Suriye'nin siyasi ve kültür merkezi durumunda olan Antakya'nın bu görevini Arap hakimiyeti süresince Şam  yüklendi. Hatta bu dönemde Arap fütuhatında kurulan ikinci derece önemi olan bazı askeri  karargahlar bile (Cabiiye ve Dabık gibi) zaman içinde gelişerek birer kent haline gelirken, merkez durumundaki eski şehirleri geride bıraktılar.          IX-X. yüzyıllarda Şam ile beraber Harran ve Bağdat yanında, Halife Ömer zamanında inşa edilmiş olan Basra ve Küfe, Arap alemindeki ilim hayatının merkezleri haline gelirken Antakya eski ihtişamını kaybetti ve giderek islam  aleminin küçük ve önemsiz bir kenti haline geldi.

70 Bu çağda kentte inşa edilen yapılan, yeni kurulan mahalleler açılan sokaklar gibi imar faaliyeti olarak ifade edilebilecek çalışmalar hakkında Roma dönemindekine benzer şekilde detaylı bilgilere hemen hemen hiçbir kaynakta rastlanmamakta, askeri ve siyasi olaylar içinde Antakya, yeri geldikçe sadece isminden bahsedilen bir kent olarak yer almaktadır. Bunun sebebi, yüzyıllar içinde değişmiş olan koşullar nedeni ile kentin artık askeri, siyasi ve ekonomik bir merkez olma niteliğini eskiye nazaran bir hayli yitirmiş olmasıdır.          Roma ve onu takip eden Bizans döneminde, asırlarca devam eden huzur ve emniyeti, tüccarların denizden ve karadan korkusuzca ticaret yapmalarına imkan verirken, VII. yüzyıldan itibaren başlayan Bizans-Pers mücadelesi ve hemen sonrasındaki Arap fütuhatı, bu bölgede yer alan kentlerdeki huzur ve emniyetin kalkmasına ve bunun tabi bir sonucu olarak ticari hayattaki canlılığın azalmasına neden olmuştur.

71 Halbuki VII. yüzyılda Hindistan ve Çin'den gelen malları pazarlayan Suriyeli tüccarlara Akdeniz'in hemen her limanında İstanbul'da,  İskenderiye'de ve hatta Marsilya ve Napoli'de rastlamak mümkündü.  Batılı tacirler de doğunun cazip ürünlerini İskenderiye, Sur,  Beyrut ve Antakya  gibi Doğu Akdeniz kentlerinde kurulan pazarlarda kolaylıkla bulunabilmekte idiler.         Bizans döneminde imparatorluğun en mamur ve zengin eyaletlerinden  biri olan Suriye'nin merkezi Antakya'dan bahseden Procopius, kentin zenginliği, yüzölçümü, nüfusu, güzelliği  ve  anıtları ile doğudaki Roma kentlerinin başında geldiğinden bahseder. Antakya'nın 570 seneleri civarındaki lüksü ve ihtişamı karşısında S. Antonin Martyr, hayretler içinde kaldığını ifade etmiştir.

72 X. yüzyılda doğudan gelerek Suriye'nin ticari merkezi durumunda olan Haleb'e varan  emtianın bir kısmının Akdeniz'e ulaştırılmasında Antakya adeta bir antrepo görevi yapıyordu. Bu yüzyılda Arap tacirler ile batılı tacirler arasında mal değiş-tokuşunun yapıldığı  önemli pazarlar arasında Antakya,  Trabzon ve İskenderun yer almakta idi.  Arap, Bizanslı ve Vedenikli tacirlerin yanısıra Yahudi tacirleri de Asi'nin denize kavuştuğu yerden Asya topraklarına girip Antakya ve Haleb'i geçerek Fırat yatağını Bağdat'a kadar izledikleri ve  oradan Basra Körfezi yoluyla Hind Denizi'ne çıktıkları bilinmektedir. Bu seferlerde batıdan doğuya hadımlar, kadın ve erkek esirler, Bizans'tan ipek ve ipekli mamuller, kürkler ve kılıçlar, doğudan batıya misk, sarısabır, kafur, tarçın ve buna benzer ürünler sevketmekte idi.

73 Abbasi Halifeliği hakimiyetindeki Antakya'da Halife Mutasım devrine rastlayan 840 yılında Bizanslıların, deniz yoluyla kenti basarak tacirleri soymaları ve halkı esir etmeleri üzerine Mutasım'ın emri ile bir kale inşa  olundu. 865 yılında vukubulan büyük zelzele, Lazkiye ile birlikte Antakya'da da büyük zarara neden olurken, 1500 bina tahrip oldu ve surlar üzerindeki 90 kule yıkıldı

74 Yeniden Bizans Dönemi İslamlık ile savaşmayı bir nevi kutsal görev sayan ve hükümdarlığı dönemi, Bizans'ın askeri bakımdan en parlak devri sayılan Bizans imparatoru Nikephorus Phokas ( ), 966 yılında Antakya surları önüne geldi, fakat bir şey yapamadan geri çekildi. 968 yılında ikinci kez Antakya üzerine yürüyen imparator, kenti kuşattı. Güçlü bir savunma karşısında kuşatmanın uzaması üzerine kendisi İstanbul'a döndü. Harekatı devam ettiren ordu kumandanları Petros Phocas ve Mikhail Burtzes, 28 Ekim 968'de Antakya'yı ele geçirdiler. Haleb'in de düşmesi ile üç asırdan fazla bir süredir müslüman hakimiyetinde kalan ve doğudaki patriklik merkezlerinin en önemlilerinden biri olan Antakya tekrar Bizans hakimiyetine girdi. kentin işgali sırasında geniş ölçüde kan döküldü. Esir alınan kadar genç erkek ve kadın Bizans'a gönderildi.

75 1084 yılına kadar bir asırdan fazla süre devam edecek bu dönemdi Antakya, tekrar eski günlere döndürülme özlemi ve gayreti içinde büyük ilgi  gördü. Aralarında bir ok atımı mesafe bulunan 400 kulenin yer aldığı muhteşem surlar, tamir ve takviye edildi. Kentin Halep çıkışındaki St. Paul kapısı ile Lazkiye yolu üzerinde Daphne çıkışındaki St. George kapısı ve Asi'yi geçen köprü ile bu yol üzerindeki St. Simeon kapısı onarıldı. Antakya Kalesi

76 Hıristiyan tacirlere, özellikle Venedikliler'e tanınan imtiyazlar sayesinde de ticari hayat eskiye oranla biraz canlandı. 971 yılında, Halife Muiz-Lidinillah döneminde kişilik bir ordu ile Antakya'yı kuşatan Fatımiler'in kenti ele geçirme teşebbüsleri başarısızlıkla sonuçlanmıştır.          İmparator Basileios II döneminde 994 yılında tekrar Suriye'ye giren Fatımiler, Bizans ordusunu Asi kenarındaki bozguna uğrayarak Antakya'yı bir kez daha tehdit etmişlerdir.         Bizans'ın üç muzaffer imparatoru: Nikephoros Phokas ( ), Ionnes Çimiskes ( ) ve Basileios II ( ) zamanlarında yapılan fetihler ile arazisi genişleyen imparatorluk içinde Antakya Thema'lığı sınır bölgesinde bulunan nedeni ile  önem kazandı ve Dux'luk ünvanını aldı. 997 yılında Dukas Domasticus ile Arablar arasında Bizans Ordusunun mağlubiyeti ve Domasticus'un ölümüyle sonuçlanan savaştan sonra Antakya'yı zapteden Araplar kenti yağma ederek ahalisini öldürdüler ve civardaki köyleri yakarak çekildiler. 8 Mart 1058 tarihindeki şiddetli deprem bütün kenti sarstı. St. Peter Kilisesi ile berber şehirdeki diğer büyük yapılar hasar görürken kadar insan öldü.

77 Selçuklular dönemi (1084-1098)
XI. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Bizans topraklarına yaptıkları akınlar ile bazı yöreleri ele geçirmiş olan Türkmenler, Selçuklu Devleti kanadı altında olmalarına rağmen devletçe belirlenmiş bir programa göre hareket etmemekte idiler. Büyük Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey ( ) döneminde, 1054'den  itibaren düzenli ordular ile yapılan akınlar sonucunda Kızılırmak'a kadar uzanan bir alan içinde, Bizans'a ait bir çok kale ve askeri mevki ele geçirerek tahrip edilmiştir.          Sultan Alparslan ( ) döneminde de sürdürülen bu fetih harekatında Bekçioğlu Emir Afşin, yılları arasında Bizans topraklarına yaptığı akınlarla, Antakya yörelerini istila ve yağma etmiş ve 1068'de Antakya'nın Bizans valisinden 100 bin altın, değerli giysiler ve savaş aletleri almıştır.

78 Bizans ile Selçuklu Devleti arasındaki mücadelenin bir dönem noktası olan ve Anadolu'daki Selçuklu hakimiyetini kesin olarak sona erdirmek amacı ile hareket eden İmparator Romanos Diogenes komutasındaki Bizans ordusu ile Mısır'ı fethetmek üzere 1070 yılı ortalarında Anadolu'ya giren Sultan Alparslan komutasındaki Selçuklu ordusu arasında, 19 Ağustos 1071'de Malazgirt'te yapılan savaşta kendisi de esir düşmek suretiyle yenilen Bizans imparatoruyla  aktedilen barış antlaşması içinde aralarında Antakya kalesinin de bulunduğu bir kaç askeri noktanın Selçuklulara bırakılması  koşulu da yer almakta idi. Ancak Romanos Diogenes yerine seçilen yeni imparator Mikhail VII Dukas'ın ( ) antlaşma şartlarını tanımaması üzerine, Antakya kısa bir süre daha Bizans hakimiyetinde kaldı. Bu yıllarda (1072), St. Peter  Kilisesi'nin yakılmasından sonra Antakya'da büyük bir deprem olduğu, Rum Patriği ile beraber bin kişinin toprağa gömüldüğü, Müverrih Vardan'ın verdigi bilgiler arasındadır.

79 Malazgirt zaferinden sonra, bir program dahilinde Anadolu'nun fethine başlanmış  olan Sultan Melikşah döneminde ( ) Kutalmışoğlu Süleyman Bey, 1074 yılında Antakya'yı kuşattı. Kentin Bizans Valisi Isaakios Komnenos'un yenilgisi ile sonuçlanan savaştan sonra yapılan anlaşma gereği, Antakya ve yöresinin yağma akınlarından korunması karşılığı olarak Bizans'ın her yıl 20 bin altın verilmesi şartı ile kuşatma kaldırıldı.          Selçuklu birliklerinin yaptığı akınlar yanında, yöreye yerleşmiş olan Türkmenler de yaptıkları akınlarla Bizans topraklarını taciz etmekte idiler yılında Ahmedşah isimli Türkmen Beyi Haleb emirliğine bağlı  güçlerle Antakya'yı kuşatmış ve 5 bin altın karşılığı kuşatmaya son vermiştir.

80 1084 yılında Vali Philaretos, türk asıllı olması muhtemel İsmail isimli müslüman birini yerine bırakarak Antakya'dan Urfa'ya gitti. Çok sert mizaçlı ve zalim bir vali olan Philaretos'un kentten ayrılmasını fırsat bilen halk, askerler ve bu bahane ile İsmail tarafından hapisten kurtarılan Philaretos'un oğlu Barsama'nın desteği ile İznik'te bulunan Kutalmışoğlu Süleyman Bey'e Antakya'nın kendisine teslim edileceğine dair bir mesaj gönderdiler. Bu mesaj  üzerine, 1084 yılında hareket ederek Kuzey Suriye'ye yeni bir sefer düzenleyen Kutalmışoğlu Süleyman Bey, 300 atlı ile Antakya surları önüne geldi.

81 Mencekoğlu adlı bir Türkmen beyinin atlı kuvvetlerinin de katıldığı kuşatmada Süleyman Bey, İsmail ile yaptığı işbirliği sonucu, 12 Aralık 1084 Cumartesi günü bir kısım askerini gizlice kente sokarak hazırlıksız ve savunmasız olan Antakya'yı kolayca ele geçerdi. Kente yayılan atlılardan kaçan halkın bir kısmı Habi Neccar Dağı'na çıkarken, bir kısmı iç kaleye sığınmış, bir kısmı da kenti terk etmiştir.         Bu harekatta Süleyman Bey, askerlerinin bir bölümünü Asi Nehri mansabından gemilere bindirilerek surlar önüne getirmiş ve kentte Faris Kapısı (Halep kapısı)dan girmiştir. İç kale dışında kente hakim olan Süleyman Bey, Hıristiyanlara dokunulmaması, Hıristiyan kızlarla evlenilmemesi, evlere girilmemesi, halktan birşey alınmaması, esirlerin salıverilmesi, ele geçirilen ganimetlerin kent dışına çıkarılmayıp düşük bedelle de olsa içerde satılması konularında buyruk çıkarmıştır.

82 Kentteki en büyük mabed olan Kawsyana yani Mar Cassianus Kilisesi içindeki altın, gümüş ve değerli eşyalar alındıktan sonra camiye çevrilmiş, 17 Aralık 1084'de 110 müezzinin okuduğu ezandan sonra Süleyman Bey'in de katıldığı cuma namazı kılınmıştır. Bu gelişmeler üzerine iç kalede direnmekte olan Bizans birliği de 12 Ocak 1085'de teslim olmuştur. Hıristiyan halkın ibadet edebilmeleri için Meryem Ana ve St. George (Aziz Cercis) adlı iki kilisenin inşasına izin verilirken savaş sırasında yıkılan yerler onarıldı.         Hristiyan  aleminin en kutsal yerlerinden biri olan Antakya'nın fethi, Sultan Melikşah'a bildirilmiş ve Isfahan'da kutlama törenleri yapılmıştır. Antakya'nın fethi ile ilgili olarak kentin valisi Filaretos (Ermeni asıllı olduğunu söyleyen Philaretos Brachamios) ile oğlunun kenti Süleyman Bey'e teslim etmiş olduklarına dair rivayetler muhtelif kaynaklarda birbirinden çok az farkla aşağı yukarı aynı şekilde anlatılmaktadır. Urfalı Mateos, kuşatma sırasında Filartos'un (Filaretos) Urfa'da olduğunu söyler. Abu'l Rarac Tarihi'nde ise Pilardos'un (Filaretos) kenti bırakarak İstanbul'a gittiği sırada İranlı Vali İsmail'in yardımı ile kentin ele geçirildiği  anlatılır.

83 Claude Cahen,  Antakya'daki yeri halktan Süleyman'a çağrı  geldiğini yazarken, Osman Turan İslamiyeti kabul eden Filaretos'a  kızan halkın oğlu da dahil olmak üzere  Süleyman'ı davet ettiklerini söyler.         Anadolu ile Suriye'yi birbirine bağlayan önemli bir ticaret yolu üzerindeki Antakya'nın fethi sonucu, sınırları Haleb'e dayanan Kutalmışoğlu Süleyman Bey ile Sultan Melikşah'un kardeşi Dımışk Meliki Sultan Tutuş arasında bölgeye hakim olma konusundaki mücadele nihayet birbirleriyle akraba olan bu iki Selçuklu kumandanını karşı karşıya getirdi. 5 Haziran 1086'da Haleb yakınında yapılan savaş bir başka Selçuklu Meliki, Sultan Tutuş'un hakimiyetine girdi.

84 Bu kanlı mücadeleden bir süre sonra 1086 yılı Aralık ayında Haleb'e gelen büyük Selçuklu Sultanı Melikşah, Tutuş'u sadece Dımışk (Şam) meliki olarak bırakıp Antakya'ya Yağı-Sıyan'ı vali tayin etmek suretiyle kenti doğrudan doğruya imparatorluğa bağladı.         1091 yılı eylül ayındaki şiddetli depreminin Antakya'da büyük tahribat yaptığını, surların büyük bir kısmı yıkılırken, kulelerin devrildiğini, bir çok insanın yıkılan  evler altında can verdiğini Urfalı Mateos'dan öğrenmekteyiz.

85 Haçlılar Dönemi 1071 Malazgirt zaferinden sonra büyük bir hızla hakimiyet altına aldıkları Anadolu'yu, Türkler'den temizleyerek Bizans'a geri vermek, mukaddes toprakları tekrar Hıristiyan alemine kazandırmak, Hıristiyan hacıların ve seyyahların Kudüs'e gidişlerindeki Selçuklu engelini kaldırmak ve Türklerin kontrolü altına girmiş olan ticaret yollarınıda tekrar eski Hıristiyan hakimiyetini sağlamak gibi çeşitli amaçlar güden ve Papa Urbanus II'nin 27 Kasım 1095 tarihinde Clermont Konsil'inde yaptığı çağrı üzerine organize edilen Haçlı Seferlerinin birincisinde, binlerce atlı ve piyadeden oluşan büyük bir haçlı ordusu, 1096 yazı ile 1097 sohbaharı arasında Anadolu'yu geçti.

86    Haçlılar, 1097 yılı Ekim ayında Antakya Valisi Yağı Siyan'ın hakimiyet bölgesine girerek, 20 Ekim 1097'de Maraş ve Haleb'ten gelen yolların birleştiği  Asi Irmağı üzerinde iki muhteşem kule ile korunan Demir Köprü'yü ge çtiler. Ertesi gün, Haçlı liderlerinden Bohemond komutasındaki 4000 atlıdan oluşan öncü Haçlı birliği, 21 Ekim 1097'de Antakya surları önüne gelerek, St. Paul Kapısı karşısına yerleşti. Altın sarısı, yeşil, kırmızı ve diğer renkteki kalkanların erguvan ve altın sarısı bayrakları altında, çelik pulları parlayan zırhlar ve miğferler giymiş silahlı olmak üzere, toplam olarak yaklaşık kişiden oluşan muazzam ordu, 22 Ekim 1097'de Antakya surları önünde çadırlarını kurdular

87 Haçlılar zamanında Antakya Kuşatması
Haçlıların Antakya kuşatması Haçlılar zamanında Antakya Kuşatması

88 Ortalama 5 km. uzunlukta ve bir buçuk kilometre genişlikteki bir düzlüğü baştan başa kaplayan büyüklüğü içinde evleri, çarşıları, Silpius Dağı eteklerindeki zengin villaları ve sarayları ile Seleucoslar zamanında yapılıp Bizans döneminde onarılarak tahkim edilen ve tepelerin zirvelerini takip ederek Asi'ye kadar inen, 360 kule ile desteklenmiş 12 km. uzunluğunda bir zincir gibi kenti çepeçevre saran muazzam surları ile zaptedilmesi imkansız gibi görünen Doğunun  Kraliçesi Antakya, Haçlıların hayranlık ve saygı duydukları bir şehir olarak önlerinde durmakta idi. Kentin bu muhteşem görünümü, Haçlıların dini duygularını bir kez daha coşturdu. Hz. İsa'ya inananlara ilk kez Hıristiyan adının verildiği bu kent, Hıristiyanlığa hizmet etmiş çok sayıda şehit, aziz ve alemi bağrına basmış ve  bu inanç uğruna çok sayıda mucizeye sahne olmuştu

89 Kentin ana giriş kapıları, Halep yönünde St
Kentin ana giriş kapıları, Halep yönünde St. Paul Kapısı, Daphne (Harbiye) ve Lazkiye yönünde St. George Kapısı, İskenderun ve St. Simeon (Samandağ veya Süveydiye) yönünde Asi üzerindeki tahkim edilmiş bir köprüden sonra geçilen Köprü Kapısı idi. Köprü Kapısının kuzeydoğusunda yer alan Dük Kapısı ile bunun doğusundaki Köpek Kapısı, kente  açılan diğer kapılardı. Haçlılar, St. Paul Kapısı ile Dük ve Köpek kapılarının karşısına yenleşip, kenti önceleri sadece kuzey ve kuzeydoğu yönünden kuşatacak şekilde dağıldılar.

90 Bu dağılımda Tarento Kontu Bohemond St
    Bu dağılımda Tarento Kontu Bohemond St. Paul Kapısı'nın karşısındaki alana yerleşirken, Normandie dükü Robert ile Flandre kontu Robert onun sağında yer aldılar. Toulouse kontu Raymond ile Le Puy Piskoposu Adhmar  de Monteil ve Lorraine dükü Godfroi de Bouillon, Köpek Kapısı ile Dük Kapısı karşısından, Asi'nin batıya dönerek surlara yaklaştığı alanda birliklerini konuşlandırlar. Haçlı ordusunun geri kalan bölümü, Bohemond'un arkasında ihtiyat kuvvet olarak beklemekteydi.

91 Şimdilik, Köprü Kapısı ile St
Şimdilik, Köprü Kapısı ile St. George Kapısı'nı serbest bırakan Haçlılar, kendilerine takviye gelecek şekilde olan İskenderun ve St. Simeon limanına bağlantı sağlayan ve Türklerin, Asi'nin karşı tarafı ile ilişkisini kontrol altında tutacak bir Sal Köprü inşa ettiler ve Türklerin hurüc hareketleri ile zaman zaman sur dışına çıkarak Haçlı kampına verebilecekleri zararı azaltacak tedbirleri almaya başladılar.          Bu ciddi tehdit karşısında, elindeki piyade ve atlı ile Antakya'yı savunma durumunda olan kentin valisi Yağı-Siyan bir yandan surları tamir ve tahkim ettirip nüfuzlu Hıristiyanları kent dışına çıkarırken, diğer yandan, başta metbuu Büyük Selçuklu Devleti Sultanı Berkyaruk olmak üzere Haleb Meliki Rıdvan, Şam Meliki Dukak, Diyarbekin Artuklularından Sökmen, Sumeysat Emiri İlgazioğlu Süleyman ile civarlardaki diğer melik, emir ve Türkmen beylerine Antakya'ya yardıma  gelmeleri için çağrıda bulundu.

92 Aralık 1097 ortalarında, Şam Meliki Dukak, Atabeğ Tuğtekin ve  Yağı-Siyan'ın oğlu Şems üd-devle'nin  katılımıyla oluşan bir ordu, Antakya'ya yardıma gelirken  Haçlılar tarfından bozguna uğratıldı ve Hama'ya geri çekilmeye mecbur kaldı. Şubat 1098'de Diyarbekir Artuklularından Sökmen ve Hama emiri komutasındaki ikinci bir kurtarma ordusu da Haçlılar tarafından geri püskürtüldü.          Yağı-Siyan'ın yardım çağrısına en güçlü cevabı Musul Emiri Kerboğa vermiş ve daha sonraları (Mayıs 1098 başında) büyük bir kuvvet ile Antakya'ya doğru hareket etmiş ve kenti, Haçlıların eline geçmesinden sonra kuşatmıştır.

93   Antakya kuşatması sırasında, gerek birliklerin yorgun olması ve gerekse son derece iyi tahkim edilmiş surlara saldırmak için yeterli malzeme ve techizata sahip olmamaları nedeniyle ağır kayıplar verebilecekleri ihtimali karşısında kente hücum etmekte tereddüt eden Haçlılar'ın bu kararsızlığını değerlendiren Yağı-Siyan'ın zaman zaman yaptığı hurüc hareketlerinde verdikleri zayiat yanında hızlı tükettikleri erzakın bitmesi ile başlayan açlıkla mücadele ederek geçirdikleri zor günlerde ağır kayıplar verdiler. Bu  olaylar sonucu Haçlı mevcudunun yedide biri açlıktan  öldü.

94 Kuşatmanın ilk günlerinde kendileri ve hayvanları için aylarca yetecek kadar yiyecek stokları bulunan Haçlılar, akılsızca tükettikleri bu erzakın kısa süre içinde bitmesi ile büyük bir kıtlık  içine düştüler. Kuşatmanın üçüncü ayından sonra açlığın pençesinde kıvranmaya başlayan Haçlılar, bitki kökleri, çeşitli otlar, sürüngenler, at, eşek, deve, köpek ve fareleri yiyerek açlıklarını bastırmaya  çalışırken, giderek artan kıtlık karşısında  ölü  Müslüman askerlerin gömülü naaşlarını çıkarıp yemişlerdir.

95 Açlık ve yoksulluk bütün acımasızlığı ile Haçlı kampını kasıp kavururken, Haçlılar arasında bulunan ve her gün kente giderek Haçlıların planları, sıkıntıları ve ümitsizlikleri hakkında bilgiler veren Suriyelilere göz dağı  vermek amacıyla, Haçlıların yaptıkları akıl almaz vahşetin hangi noktaya vardığı, Guillaume de Tyr'den naklen öğrenilen bilgilere göre özet olarak şöyledir: "Bir akşam üzeri Bohemond'un emri ile hapisten çıkarılan esir Türklerden birkaçı kazığa  geçirilerek, hemen orada yakılan büyük bir ateşte akşam yemeği için hazırlanan bir et gibi kızartılmış ve  Haçlı liderlerinin ortak kararı gereğince bundan sonra kampta yakalanacak Türklere ve casuslara bu şekilde davranılarak, Haçlı liderlerine ve askerlere yenecek et olarak  kullanılacağı, aynı akibete uğramak istemeyenlerin kamptan uzak durmaları ihtarı yapılmıştır. Bu tüyler ürpertici olaya şahit olanların anlattıkları kısa sürede doğunun bütün kentlerine yayılmış ve  oralardaki halkı dehşet içinde bırakmıştır.

96 1097 yılının son günlerinde artık dayanılmaz hale  gelmiş olan açlığa bir çözüm  bulmak için toplanan Haçlı liderleri konseyinde, Bohemond ve Flandre kontu Robert'in komutasında kişilik bir birliğin yiyecek tedarik etmek üzere  müslüman topraklarına gitmesine karar verilmiştir. 29 Aralık 1097'de Hama istikametine hareket eden bu birlik,  rastladıkları bütün köyleri yağmalayarak yakıp yıktılar ve  Müslüman ahalisini öldürdüler.         Büyük bir Haçlı birliğinin kamptan ayrılmasını fırsat bilen Yağı-Siyan, Köprü Kapısı'ndan çıkarak ani bir hücumla Haçlılara saldırdı. Raymond'un uyanıklığı ve zamanında müdahalesi sayesinde geri püskürtülen Türkler'in zayiatı büyük olurken, Haçlılar'a da ağır kayıplar verdiler.

97 Hüküm süren kıtlık nedeniyle Haçlılar, zaman zaman küçük gruplar halinde kamptan ayrılarak civardaki köyleri yağmalıyor, tedarik ettikleri erzakı kampa getiriyorlardı. Geri  dönüşlerinde surlardan dışarı çıkarak birliklerinden ayrılmış olan haçlı askerlerini pusuya düşüren Türklerin yapacakları baskınları önceden görüp tedbir alabilecek amacıyla, kentin doğusunda Malregard (Kemgöz) adını verdikleri  bir kuleyi kısa sürede inşa ettiler.         Türklerin gerek hurüc hareketlerinde ve gerekse St Simeon (Samandağ) limanı yoluyla Kıbrıs'tan gelen yardım malzemelerini kampa taşıyan konvoyları pusuya düşürmek için kullandıkları müstahkem köprüye giriş-çıkışı kontrol etmek ve St. Simeon yolunu  emniyet altında tutmak amacılma, Asi'nin kuzeyinde müslüman mezarlığındaki  cami yakınında olduğu için La Mahomerie adını verdikleri bir kule inşa ettiler. Böyle bir kulenin gerekli olduğunu fark ederek inşa tekniğini yapmış olan, Toulouse Kontu Raymond'a izafeten Raymond Kulesi olarak da anılan Kuleyi malzeme ve teçhizat yokluğu nedeniyle ancak İngiliz donanması ile gelen yardımdan sonra 19 Mart 1098'de tamamlayabildiler ve komutasını Raymond'a verdiler.

98 Benzer amaçlarla, St. George Kapısı'nı da kontrol ederek bir başka kuleyi de kapının karşısındaki dağın sırtını inşa ettiler ve kulenin yönetimini Tancred'e bıraktılar. 5 Nisan 1098 tarihinde tamamlanan bu kule Tancred Kulesi kulenin yer aldığı tepe de Tancred Dağı  olarak anılır.          1097 Kasım ayı ortalarında St. Simeon limanına 13 gemi halinde gelen Ceneviz ve Pisalılar'dan sonra, 4 Mart 1098'de Edgar Atheling komutasındaki İngiliz gemileri ile  getirilmiş olan erzak, silah, teçhizat ve kuşatma cihazları desteği alan Haçlılar, kentin etrafında yaptıkları tahkimatla kuşatmanın şiddetini arttırdılar. Kuşatmanın başında gelmiş olan Ceneviz gemileri, daha sonra Haçlıların maneviyatını yükseltmişken kuşatmanın ortasında ve kıtlığın bütün şiddetiyle hüküm sürdüğü bir zamanda, erzak, adam ve malzeme yükü ile gelen İngiliz donanması Haçlıların sıkıntısını bir az  olsun giderecek gibi idi. Gelen malzemeyi, sağ salim Antakya'ya getirmek üzere St. Simeon Limanına giden Bohemond ve Raymond komutasındaki birlik, dönüşte Türklerin hücumuna uğradı. Kamptan yetişenlerin yardımıyla savuşturulan bu baskın, Türklerin ağır kayıplar  vererek Köprü Kapısı'ndan içeri çekilmeleriyle sonuçlanırken, atlı ve yaya bin kişi kaybeden Haçlılar, yardım malzemesini Türklerin elinden kurtarıp kampa ulaştırmayı başardılar. La Mahomerie Kulesi'nin inşası bu olaydan sonra zorunlu hale gelmiştir.

99 30 Aralık 1097'de vukubulan büyük depremin ardından yağan şiddetli yağmurlar ve korkunç soğuk, Haçlılar için tahammül sınırını aşmış olan zor şartların, daha da ağırlaşmasına neden olmuştur. Açlıkla  mücadelede Toroslar ve Amanoslar'daki Ermeni keşişler ve Süryaniler'in getirerek yüksek fiyatlarla sattıkları yiyecek maddeleri yanında Urfa Kontluğundan Sakız, Rodos ve Kıbrıs'tan sağlanan yiyecek ve  şarap, Haçlıların morallerini biraz yükselttiyse de ihtiyacı karşılayacak ölçüde değildi. Açlığın baskısına dayanamayan bazı Haçlılar, memleketlerine dönmek ya da daha zengin yörelere iltica etmek amacıyla kamptan kaçıyorlardı.

100 Ocak 1098'de Pierre I'Hermite adında bir keşiş ile Melun vikontu Guillaume de  Charpertier kamptan gizlice kaçtılar. Tancred'in takibi sonucunda yakalanan  kaçaklar, aşağılanmış bir şekilde kampa  geri getirildiler. Etienne de Blois isimli bir Haçlı liderinin önderliğindeki büyük grubun da Antakya'nın Haçlılar eline düşmesinden bir gün önce 2 Haziran 1098'de kampı terk ederek İskenderun'a doğru gitmeleri çekilen sıkıntıların ve acıların ne boyutlara vardığını gösteren bir diğer olaydır.

101 Mayıs 1098 başında Musul Emiri Kerboğa, kendi kuvvetlerine katılmış olan Bağdat ve İran'dan gelen güçler ile Artukoğulları ve Şam Emiri Dukak'ın birliklerinden oluşan büyük bir orduyu komuta ederek, Haçlı kuşatmasını kırmak üzere Antakya'ya hareket etti. Seferin ve ordunun emniyetini sağlamak amacıyla, Urfa'yı (ki oraya, Haçlılar tarafından yeni kurulmuş olan Urfa Kontluğu hakimdi) üç hafta süreyle kuşattı. Bu uğraşın, güç ve zaman kaybına neden olduğunu anlaması üzerine kuşatmayı kaldırarak Antakya'ya doğru yola koyuldu. Kerboğa'nın Antakya'ya yönelmesi, Haçlılar arasında büyük telaşa neden oldu. Bu durumda ya kuşatmadan vazgeçip ülkelerine dönme çareleri aramak ya Kerboğa ile Yağı-Siyan arasında kalarak Antakya surları önünde ölüp gitmek ya da ne yapıp yapıp kenti ele geçirmek arasında bir tercih yapmak zorunda  idiler.

102 Yedi ay 13 gün süren ve büyük bir bölümü açlık, yokluk, sefalet ve özellikle son günleri, Kerboğa komutasında, Antakya'ya gelmekte olan büyük bir ordunun verdiği ölüm korkusu ile geçen kuşatma sonunda Haçlılar, kahramanlık, sabır ve askeri güçle yapamadıkları işi kurnazlıkla hallettiler ve kenti bir ihanet ile ele geçirme planını başarı ile uygulayarak, 3 Haziran 1098 sabahı kente girdiler. İhanet planının tasarlanması, hazırlanması ve uygulanması sırasında cereyan eden olaylar, komplonun oluşumunda rol alan kişiler arasında yapılmış konuşmalara varıncaya kadar, bütün ayrıntıları ile bilinmektedir. Antakya'nın Haçlılar tarafından zaptedilmesi, değişik kaynaklarda birbirinden çok az farklarla benzer şekilde anlatılır.

103 Antakya hakimi Yağı-Siyan'ın güvenini kazanmış Ermeni asıllı bir muhtedi olan Firuz adında bir komandan ile ilişki kurmayı başaran Bohemond, surlardaki üç kulenin savunulmasından sorumlu bu kişiye tekrar Hıristiyanlığı kabul etmek ve kentin ele geçirilmesinde işbirliği yapmanın karşılığı olarak çok büyük vaadlerde bulundu. Bohemond'un  son güne kadar diğer Haçlı liderlerine dahi duyurmadan yaptığı bu çok gizli haberleşme sonucunda Firuz, Bohemond ile anlaşarak kenti satmayı kabul etti ve rehin olarak oğlunu Bohemond'a gönderdi. 2 Haziran'ı 3 Haziran'a bağlayan gece gerçekleştirilmesi karalaştırılan ve taktiği Firuz tarafından  verilmiş olan  ihanet planına göre, 2 Haziran'da bütün Haçlılar başlarında Bohemond  olduğu halde, Müslüman topraklarının istila etmeye (ya da Kerboğa  ile savaşmaya) gider gibi hareket ederek kamptan uzaklaşacak, gece yarısından sonra sessizce geriye dönerek kendisinin koruduğu İki Kızkardeş Kulesi altına geleceklerdi. Firuz onları kulenin üstünde bekleyecek ve yukarıya tırmanmalarına yardım ederek surları aşıp kente girmelerini sağlayacaktı.

104 Bohemond, bu planı ancak o gün Haçlı liderlerine açıkladı ve Kerboğa'nın güçlü bir ordu ile yaklaşmakta olduğundan bahsederek, kuşatmayı kaldırmanın utanç verici ve tehlikeli olacağını, kenti zaptetmekten başka çareleri kalmadığını ve savaşın sadece silahla kazanılamayacağını söyleyerek, Firuz ile vardığı mutabakatı nakletti. Bazı Haçlı liderlerinin böyle bir yolun Haçlılara yaraşmayan şerefsiz bir çözüm olacağı şeklindeki itirazlarına rağmen, plan aynen uygulandı ve kararlaştırılan zamanda İki Kızkardeş Kulesi'nden Firuz'un sarkıttığı bir ip merdivenle kulenin üstüne tırmanan küçük bir Haçlı birliği, yakındaki kuleleri de ele geçirdikten sonra o civarda bulunan bir kapıyı açarak, dışarıda beklemekte olan kalabalık Haçlı grubunun içeriye bir sel gibi akmasını sağladı. 3 Haziran 1098 sabahı gün ağarırken sesler ve gürültülerle  uyanan Antakya halkı, sokaklarda Haçlı askerleri ile karşılaştı.

105 Haçlıların surların içine girmesi ile herşeyin bitmiş ve kentin düşmüş olduğunu fark eden Yağı-Siyan, yanında birkaç kişi olduğu halde, iç kalenin dağ tarafındaki çıkışı olan Demir Kapı'dan dağlara doğru kaçtı. Atları dinlendirmek için verdiği bir mola sırasında, kendisini teşhis eden Ermeni köylüler tarafından yakalanarak öldürüldü ve kesilen başı yüklüce bir mükafat karşılığında Bohemond'a  getirildi.          Bu sırada oğlu Şems Üd-devle, bir grup Türk askeri ile birlikte, kente girmiş olan Haçlılar yetişmeden iç kaleye (citadel) ulaşarak  oraya sığınmayı başardı. Haçlılar, iç kaleyi ele geçirmek için bir kaç başarısız hücumdan sonra şimdilik bundan vazgeçerek kentin yağmasına ve katliama giriştiler.          Bohemond, surların üzerinde ulaşabildiği en yüksek noktaya erguvani renkte bayrağını dikti. Kentin dışındaki Haçlı kampını korumak için orada kalan ve olan biteni uzaktan seyreden Haçlılar, Bohemond'un surlarda dalgalanan bayrağını görünce sevinç çığlıkları atarak kente doldular.

106 Haçlılar, Rum ve Ermeniler'in yardımı ile ele geçirdikleri bütün Türkleri, kadın ve çocuk ayrımı yapmadan öldürdüler. Kargaşada bir çok Hıristiyan da hayatı kaybetti. Bu arada Firuz'un kardeşi de ölenler arasındaydı. Bir gece içinde  onbinden fazla Antakyalı katledildi. Kentteki büyük evler, ister müslüman, ister Hıristiyan evi olsun yağmalanıp tahrip edildi. Yapılan katliam sonucunda 3 Haziran 1098 akşam olurken Antakya'da hiçbir canlı Türk kalmamıştı. Seller gibi kan akan sokaklarda ve meydanlarda ancak cesetler üzerinden atlayarak yürünebiliyordu.          Bu sırada Antakya'ya yardım amacıyla yaklaşmakta olan ve  Haçlılara korkulu rüyalar gördüren Musul  Emiri  Kerboğa'ya karşı kenti ve kendilerini savunma, Haçlıların şimdi en önemli meselesi idi. İç kale henüz ele geçmemişti. Bu nedenle Haçlılar, eğlenceyi ve yağmayı bırakıp bu hayati tehlikelere karşı tedbirler almaya koyuldular.

107 Surların savunulması dükler ve kontlara arasında paylaşılırken, çıkabilecek bir salgın hastalığa engel olmak amacıyla yaz sıcağında hemen kokmaya başlayan cesetler askerler tarafından toplandı ve süratle gömüldü. Yağı-Siyan tarafından hapsedilmiş olan St. Peter Kadetrali ve diğer kiliseler temizlendikten sonra mukadderasatları iade edilerek ibadete açıldı. Yağı-Siyan tarafından hapsedilmiş olan patrik Ioannes kurtarılarak tekrar patriklik tahtına oturduldu.         Yağı-Siyan'ın yardım çağrısına uyarak, Mayıs ayı başında Antakya'ya hareket etmiş ancak, üç haftayı, Urfa kuşatmasında boşu boşuna harcıyarak geç kalmış  olan Musul Emiri Kerboğa, Şam Emiri Dukak, Atabeg  Tuğtekin, Vessab bin Mahmud ve Cenah üd-devle Hüseyin  komutasındaki kişilik büyük bir müslüman kuvveti, kent haçlıların eline geçtikten dört gün sonra, 7 Haziran 1098'de Antakya önlerine geldiler ve hala Şens üd-devle'nin kontrolündeki iç kale ile daha iyi ilişki kurabilecek olan dağ tarafına ve Asi kenarlarına yerleşerek, 10 Haziran'da kenti çepeçevre kuşattılar. Böylece birkaç gün öncesine varıncaya kadar aylardır Antakya'yı kuşatmış olan Haçlılar, kenti ele geçirdikten bir kaç gün sonra kuşatılmış duruma düştüler.

108 İçkaleden gelen yardım çağrılarına cevap veren Kerboğa, Şems üd-devle'in ısrarla karşı çıkmasına rağmen iç kaleye kendi ordusundan Ahmet bin Mervan'ı ve adamlarını  yerleştirdi. Çünkü Kerboğa, iç kaleden kente sızmayı planlıyordu. Kerboğa'nın bu niyetini sezen Haçlılar, kalın bir duvar örerek iç kaleyi tecrid ettiler.           Kenti kuşatan Müslüman birliklerin yaptığı saldırılarla Haçlılara büyük zararlar vermesi ve hatta 12 Haziran'daki saldırıda, güneybatı surlarında bir kulenin nerede  ise Müslümanlar eline geçecek duruma düşerken Haçlılar tarafından kurtarılması, surun buraya yakın kısmındaki bir çok mahallenin, birliklerin hareketini kolaylaştırmak amacıyla, Bohemond tarafından yaktırılmasına neden oldu.

109 Kerboğa'nın giderek artan baskıları karşısında iyice sıkışan ve kenti ele geçirdiklerinde, ümit ettikleri kadar bol miktarda erzak bulamadıkları için kısa bir aradan sonra, ikinci kez çektikleri yiyecek sıkıntısı nedeniyle ağaç yaprakları, eşek, at eti ve  asma kütükleri ile sıcak suda yumuşattıkları ayakkabıları ve kalkanlarının derilerini  yiyerek ve atların kanını içerek hayatta kalmaya çalışan Haçlıların birçoğu açlıktan öldü.          Bazıları, St. Simeon Kapısı'ndan yiyecek aramak için çıktıklarında Türkler tarafından öldürülürken, bazıları da ölüm korkusuna dayanamayıp, binbir tehlikeyi göze alarak, surların deniz tarafından St. Simeon Limanına doğru kaçtılar. Ülkelerinde refah ve debdebe içinde yaşayan soylu Haçlılar dahi, bir dilim ekmeğe muhtaç vaziyette, açlık ve sefalet içinde acı çektiler. Bu hayata dayanamayan, savaş alanlarının kahramanı melun vikontu Guillaume le Charpantier ikinci kez kaçtı. Kalanların da ölüm kenti olarak gördükleri bu yerde moralleri tamamiyle bozulmuştu.

110 Kutsal Mızrağın St. Pierre de bulunması
Açlığın, ümitsizliğin ve karamsarlığın dayanılmaz boyutlara geldiği o  günlerde, 10 Haziran 1098'de Marsilyalı bir papaz olan Pierre Bartholomaenus, Raymond'a giderek gördüğü rüyalarda St. Andreas'ın kendisine İsa  Peygamber'in göğsünü yaralayan mızrağın St. Peter Katedrali'nde mihraba yakın bir yerde gömülü olduğunu söylemesi üzerine sözü geçen yerde 14 Haziran 1098'de yapılan kazıda bir demir parçası bulan Haçlıların bozulan morallerini yükseldi, açlık ve düşmanın ezici baskısı bir anda unutuldu. Kutsal Mızrağın St. Pierre de bulunması

111 Bir mucize niteliği taşıyan bu  olaydan sonra artık tanrının kendilerini koruyacağına ihali bir coşku içinde inanan Haçlılar, 27 Haziran 1098'de Kerboğa'ya Pierre I'Hermite ile Arapça ve Farsça bilen Herlouin adlı bir Frank'ı elçi olarak göndererek, kuşatmayı kaldırmasını istediler. Bu talebi reddeden Kerboğa, Haçlıların nasıl olsa bu zor koşullara daha gazla dayanamayarak er veya geç teslim olacaklarından emindi.

112 Kutsal Mızrak'ın bulunması sonucu, yüreklenen ve kazandıkları yüksek moralle canlanarak, artık savaşmaktan başka çare kalmadığına inanan Haçlılar ertesi gün (28 Haziran 1098 sabahı) Asi  üzerindeki  müstahkem köprüden on iki havariyi hatırlatırcasına on iki kısma ayrılmış halde çıkarak, bir hurüc hareketiyle Kerboğa'ya saldırdılar. Bunların öncü birlikler olduğunu, asıl Haçlı ordusunun bunların arkasından geleceğini zannederek bu hücuma zamanında ve yeteri şiddette cevap vermeyen Kerboğa, geç kalan tedbirlere rağmen Haçlıların ilerleyişini önleyemedi.

113 Kutsal Mızrağın St. Pierre Katedralinde Bulunması üzerine moralleri yükselen Haçlıların Kerboğa üzerine yürümeleri

114 Müslüman ordusunu perişan ederek Demir Köprü'ye kadar kovalayan ve büyük bir kısmını kılıçtan geçiren Haçlılar, ihtişam ve lüksüne hayran kaldıkları müslüman çadırlarından büyük bir ganimet elde ettiler. Bundan arasında içinde uzun sokakları ve yüksek kuleleri ile bir kente benzeyen Kerboğa'nın muhteşem çadırını hayretler içinde dolaştılar.         Savaşı dağın tepesinden seyreden iç kale komutanı Ahmed bin Mervan, Kerboğa'nın yenilgisi üzerine Haçlılara bir arabulucu göndererek, kentten serbestçe çıkıp girme izni karşılığında  iç kaleyi Bohemond'a teslim etti. Daha sonra Ahmed'in de içinde bulunduğu bir grup Hıristiyanlığı kabul ederek Bohemond'un ordusuna katıldılar. Bu yenilgi üzerine Musul'a dönen Kerboğa'nın  Antakya' yı kurtarma teşebbüsü böylece başarısızlıkla sonuçlanırken, Antakya'daki Haçlı hakimiyeti de kesinleşmiş oldu. Eğer Antakya'ya yardıma gelen müslüman güçler, Urfa kuşatmasında vakit kaybetmeden ve biraz çabuk hareket ederek Antakya surları önündeki Haçlıları kent düşmeden önce bastırabilselerdi, Haçlı Seferinin bundan sonrası belki de başarısızlıkla sonuçlanacak ve Antakya ile Kudüs'ün alınması ve oralarda Haçlı Devletilerinin kurulması hiçbir zaman gerçekleşmeyecekti.

115 Bir süre Antakya'da kalarak kendilerine çeki düzen veren ve Kudüs seferi için hazırlıklarını tamamladıktan sonra Kasım 1098'de Antakya'dan hareket ederek Antakya'yı ele geçirdikten yaklaşık bir yıl sonra 14 Temmuz 1099'da mukaddes kent Kudüs'ü de alarak büyük hedeflerine ulaşan Haçlılar, İstanbul'da Bizans İmparatoru Alexius'a yemin etmek suretiyle vermiş oldukları söze rağmen Antakya'yı imparatora teslim etmediler ve Bohemond'un ilk hakimi  olduğu Antakya Prensliği'ni kurdular. Bu arada ihanetinin ödülü olarak büyük zenginliklere kavuşan Firuz, terketmiş olduğu Hıristiyanlığa yeniden dönerek, Haçlılar ile birlikte Kudüs'e gitti. İki yıl sonra tekrar müslüman olan Firuz, iki tarafça da sevilmeyen bir insan olarak öldü.

116 3 Haziran 1098 ve 18 Mayıs 1268 tarihleri arasında yaklaşık yüzyetmiş yıl Antakya ve civarına hükmetmiş olan Antakya Prensliği, biri prenses olan (Constance ) ve Antakya Prensi ünvanını taşıyan hükümdarlar tarafından yönetilmiştir. Zaman zaman naiblikle idare edilmiş olan Antakya Presliğinde hükümdarlık sırası şöyledir:

117 Bohamond Tancred (naib) Bohemond I (tekrar) Tancred (naib) Roger (de Salerne, naib) Baldwin II (naib, Kudüs Kralı) Bohemond II Contance Baldwin II (naib)1131 Fulk (naib, Kudüs Kralı) Raymond (de Poiters) Renaud (de Chatillon) Bohemond III Bohemond IV Raymond (Roupen) Bohemond IV (tekrar) Bohemond V Bohemond VI 

118 Antakya prenslerini meşgul eden meseleler arasında kaybedilmiş olan toprakları (Antakya Prensliği yanında Haçlılar tarafından kurulan Kudüs Krallığı, Urfa Kontluğu ve Trablusşam Kontluğu da bu hedefler içindeydi) tekrar İslam hakimiyetine almak amacını güden Danişmendoğulları, Artukoğulları, Dulkadiroğulları, Zengiler, Anadolu Selçukluları yanında İranlılar ve zaman zaman Türkmenler ve Ermeni kralları ile yapılan savaşlar, Bizans hakimiyetine direnme, diğer Haçlı devletleri ile münasebetler ve prensiliğin kendi içindeki iktidar çekişmeleri kayda değer olanlardır.         Bu mücadeleler sırasında bazı Haçlı prensleri esir düşüp fidye karşılığı serbest kalırken, bazıları hayatlarını kaybettiler. Örneğin, 1101 yılında Sıvas Emiri Danışmendoğlu Melik Gazi Gümüştekin ile yaptığı savaşta Bohemond, yeğeni Richard de Salerne ile birlikte esir düşmüş ve yüzbin altın fidye karşılığı kurtulmuştur. 1149'da Haleb Atabegi nureddin Zengi ile yapılan mücadelede ise Antakya Prensi Raymond ölmüştür.

119 Bizans'ın prenslik üzerindeki hakimiyet baskısı, Antakya prenslerinin zaman zaman güç duruma düştükleri bir diğer konudur. Örneğin, 1138 yılında İmparator Ioannes II ve 1159 yılında İmparator Manuel Antakya'ya girerek surlara imparatorluk bayrağını çektirmek suretiyle prenslerin bağlılıklarını kılıç zoru ile kabul ettirmişlerdir.         Bu olaylar içinde en etkileyici olanı 1159'da imharator Manuel'in Antakya'ya girişinde, Antakya Hükümdarı  Renaud'un  imparatorunun atının yanında üzengisini tutarak yürümesidir.         Kentteki en eski yapılardan olan St. Peter Kilisesi'nin 1112 yılında da  ayakta olduğunu, aynı yıl ölen Tancrede'nin bu kiliseye gömülmüş olmasından anlamaktayız.

120 Abü'l Farac Tarihi'nde 1157 yılında vukubulan şiddetli depremler sonucunda bir çok Suriye kenti ile beraber Antakya'nın büyük bir kısmının harap olduğu yazılıdır. Aynı kaynakta, 1169 yılında 25 gün devam eden ve "Yeryüzü  deniz üzerinde bir  gemi  gibi sallandı" ifadesi kullanılan bir seri çok şiddetli depremin, Antakya'da büyük tahribata neden olduğu, bu olayda Büyük Rum Kilisesi (St. Peter Kilisesi olsa gerek)  ile Franklar'a ait Kusyana Kilisesi'nin hasar gördüğü, bu felaketten Meryemana Kilisesi ile George ve Mar Sawma oğlu kiliselerinin yıkılmadan kurtulduğu anlatılır. Bu depremde patrik ve rahiplerin bir çoğu hayatlarını kaybetmiştir.

121 14 Temmuz 1098'de Bohemond, Antakya'nın Haçlılar'ın eline geçmesine yardım etmiş olan Cenevizliler'e, kentin içinde otuz ev (mağaza), St. Jean Kilisesi, bir pazar ve bir de çeşme verdi. Haçlılar döneminde batılı tüccarların kendilerini, artık Latinler'in hakim olduğu, yabancı olmayan topraklarda hissetmeleri, Haçlı soyluları ile yurttaş hatta silah arkadaşı olmalarından ötürü elde ettikleri huzur ve kolaylıklar sayesinde doğu-batı ticareti ilk başta çok  gelişti. Ancak Roupen'in 1216 yılında Ceneviz ve Pizzalı tüccarlar için koyduğu ağır vergiler ticari  aktivitenin sonradan yavaşlamasına neden olmuştur.

122 Bu dönemde doğudan batıya gelen ticaret yolları Haleb'te ikiye ayrılır
  Bu dönemde doğudan batıya gelen ticaret yolları Haleb'te ikiye ayrılır. Bir yol Antakya üzerinden denize ulaşırken, diğer yol Lazkiye'de nihayetlenirdi. Ticareti ellerinde tutan imtiyazlı Cenevizli tüccarlar ile Venedikli ve Pizzalı tüccarlar, doğunun cazip tüketim mallarının hemen her çeşidini, Asya'nın içlerine kadar gitmeden bu sahillerde bulabiliyordu.          Suriye, doğudan gelen malların batıya aktarıldığı bir bölge olması yanında, kendi ziraat ve zanaat potansiyeli ile batının ihtiyacı olan  bir çok malı üretebiliyordu. Antakya, Sür ve Trablusşam, öteden beri ipek üretiminin belli başlı merkezleri idi. Antakya'da Haçlılar döneminde de çok güzel kumaşlar dokunduğu bilinmektedir. Bunlar kızılkök gibi tabii boyalarla renk verildikten sonra batıya sevk edilirdi. Musul'da işlenen sırmalı ve ipekli kumaşlara, Marco Polo zamanında Müslin (Musul işi) denmiştir. Batıya gönderilen mallar arasında Lübnan bağlarından elde edilen şaraplar, narenciye, incir, badem ve susam yanında Haçlılar'ın ilk defa bu topraklarda görüp tanıdıkları ve özsuyundan şeker yapmayı öğrendikleri şeker kamışı gibi tarım ürünleri de bulunuyordu.

123 Anadolu'yu  ellerinde bulunduran Anadolu Selçuklu sultanlarının batımı tacirlere, özellikle Venediklilere tanıdığı imtiyazlar ve ticaretin canlı tutulması için gösterdikleri çabalar, Suriye'nin karayolu ile de İstanbul'a ve batıya bağlanmasına imkan vermekte idi. Antakya'dan yolculuğa başlayan kervanlar Belen Boğazını geçer, İskenderun Körfezi'ni dolaşır, Hıristiyan kralların elinde bulunan Kilikya'dan sonra  Konya üzerinden yollarına devam ederlerdi. Bu yollar üzerinde inşa  edilmiş  olan Kervansaraylar, Anadolu Selçuklularının ticaret hayatına verdikleri önemi gösteren delillerdir.          XIII. Yüzyılda Haçlı devletlerinin yıkılmasından sonra Suriye, batılı tüccarlar için eski cazibesini kaybetti. Ticari ilişkilerde Şam ve Haleb eski  önemlerini korurken Beyrut, Venedikli tacirlerin en çok ziyaret ettiği limanlardan biri olmuştur.

124   Haçlı seferleri ile başlayan ve sonra devam eden Ortodoks ve Katolik mücadelesi, doğu Hıristiyanlarının  İslam hakimiyetini tercih etmelerine neden olmuştur. Çünkü İslam hakimiyeti, her mezhebin kendi kuralları içinde ibadetini serbest bırakmakta, Hıristiyanlar üzerinde herhangi bir mezhep baskısı yapmamakta  idi.         Hıristiyan alemindeki dört Ortodoks patriklik merkezinden biri Antakya'daydı. Diğerleri Kudüs ve İskenderiye'de bulunuyordu. İstanbul, cihan patrikliği olarak hepsinin üstünde idi. Rusya'daki beşinci patriklik daha sonra 1590 yılında kurulmuştur.          Mısır, Filistin ve Suriye'nin Arap hakimiyetine girerek islam ülkeleri olmasından sonra, İskenderiye, Kudüs ve Antakya'nın tabi olarak Hıristiyan camiası içindeki önemleri azalırken, Roma ve İstanbul'un camia içindeki etkileri ve durumları giderek yükseldi. Antakya Osmanlı İmparatorluğu içinde yaşayan Hıristiyanların bağlı oldukları dokuz patriklik merkezinden biri idi. Günümüzde de Ortodoks Kilisesi'ne bağlı dokuz patriklik merkezinden bir Antakya'daydı.

125 En Geniş Sınırlara ulaştığı 1118-1119 Yıllarında Antakya Prensliği egemenliği

126 Memluklar Dönemi 1268 yılı başında, Mısır'dan yola çıkan Memluk Sultanı Melik Zahir Baybars ( ), önce Yafa'yı, daha sonra da önemli bir Haçlı üssü olan Beafort Kalesi'ni zapttettikten sonra 1 Mayıs 1268'de Trabulus (Tripoli) önlerine geldi. Kentin kuvvetli bir birlik tarafından savunulması,  Baybars'ın kente hücumdan vazgeçerek kuzeye doğru harekete devam etmesine neden oldu. St. Simeon (Samandağ) Limanı'nın zaptedilmesinden  sonra büyük bir ordu ile H. 666 yılının Ramazan ayının ilk günü (15 Mayıs 1268) Antakya surları önüne geldi ve kenti kuşattı.

127    Bu sırada Antakya Prensi Bohemond VI, Trabulus'ta bulunmaktaydı ve kent Bohemond'un karısı ile akrabaları olan Antakya konnetablı  (valisi) Simon Mansel'in yönetimindeydi.           Haçlılar tarafından onarımı ve takviyesi yapılmış olan surlar, daha önce Tripoli Kontluğu'nu desteklemek amacıyla bazı birliklerin  gönderilmiş olması nedeniyle az sayıda Haçlı tarafından savunulmaktaydı. Kuşatmaya engel olmak amacıyla yapılan bir hüruc hareketi başarısızlıkla sonuçlandı ve Mansel, Memluklere esir düştü.

128 Melik Zahir Baybars Sikkesi
18 Mayıs 1268'de saldırıya geçen Memluk ordusu, Antakya'nın uzun süre direnmesine imkan  vermedi ve surların Silpius'a yükselmeye başladığı bir noktadan kente girmeyi başardı. Böylece yüzyetmişbeş yıldan beri süren Antakya Prensliği halindeki son Hıristiyan hakimiyeki nihayet buldu ve Antakya bir daha el değiştirmemek üzere İslam hakimiyetine geçti. Melik Zahir Baybars Sikkesi

129 Kente giren Memluk askerleri surların kapılarının ahaliden hiçbir kimsenin kaçmasına imkan vermeyecek şekilde kapatılmasından sonra bütün erkekleri öldürerek büyük katliam yaptılar. Öldürülen kişinin yanısıra, içlerinde soyluların da bulunduğu kadınlar, erkek ve kız çocuklarından oluşan kişiyi esir aldılar.         Bunların bir kısmını esir pazarlarında yok pahasına satarken, bir kısmını da götürdüler. Antakya, Frank şehirleri içinde en zengin olanıydı. Yağmalanan altın ve gümüş ziynet eşyaları tepeler oluştururken, altın paralar Memluk askerleri arasında taslar dolusu olarak paylaşıldı. Uzunluğu itibariyle İstanbul surlarından sonra ikinci sırayı alan muhteşem surlar tahrip edildi. Kent acımasızca yağma edilirken, başta St. Paul Kilisesi Katedrali olmak üzere bütün kiliseler, saraylar, şatolar ve bütün güzel yapılar yakılıp yıkılarak, kent adeta harabe yığınlarından ve çölden ibaret bir hale getirildi. Antakya'nın düşmesi  Hıristiyan alemi için çok büyük bir darbe oldu ve Kuzey Suriye'deki Hıristiyanlığın çöküşünde hızlandırıcı rol oynadı. Ticaretin başka bölgeye kayması nedeniyle kentin ekonomik gücü kalmadı. Suriyede'ki Ortodoks ve Jacoben Kiliseleri Şam'a taşındı. Antakya bir daha hiçbir zaman Antik çağdaki eski parlak günlerine dönemedi.

130 Önceleri bir Roma mabedi iken, daha sonra kilise ve nihayet islam hakimiyeti döneminde cami haline dönüştürüldüğü konusunda kaynaklarda birbirinden farklı bilgiler bulunan Habib Neccar Camii'nin medrese duvarlarında, üzerinde Baybars'ın adı (El Melik üz-Zahir) bulunan bir kitabenin varlığı, buranın en azından Memluklar döneminden beri bir cami yeri olduğunu göstermektedir. Depremlerden zarar gören cami ve minaresi bir çok kez yenilenmiştir. Asi üzerindeki değirmenlerin bir kısmının dahi Memluklu döneminden kalma olduğu rivayet edildiği gibi, ayrıca Baybars'ın bir vakfiye düzenlediği bugün dahi mevcut olan Cündi Hamamı ile ilk Osmanlı tahrirlerinde yer alan camilerin de Memlukler zamanına ait olmaları mümkündür. Memlukler devrinde Gaziantep gibi Antakya da sadece Türklerle meskun olup, Sultan Baybars devrinde ( ) Antakya ile Gazze arasında yaşamakta olan ve kırk bin haneden fazla olan bir nüfus oluşturan Türkmenler, Antakya Prensliği'nin sona erdirilmesinde Baybar'a yardım etmişlerdir.

131 XI. yüzyılın ilk yarısında kenti ziyaret etmiş olan Bertrandon de la Broquiere, Antakya'nın 300 haneden fazla olmayan ve hemen tamamı Türkmen ve Araplardan ibaret hayvancılıkla  geçinen bir nüfusa sahip bulunduğunu söyler. Memluk devleti idari taksimatında Antakya, Suriye (Şam) eyaletinin adı naibliğinden, Haleb  naibliğine bağlı bir küçük naiblik olarak yönetilmiştir. Haleb Naibliği, devletin kuzey sınırında olması nedeniyle Moğollar, Türkmen ve daha sonra Osmanlılar ile olan ilişkilerde önemli bir merkez görevi yapmıştır.

132   Memluklerin kuzey komşusu olan Dulkadirli  Beyliği, güneydoğu Anadolu'nun bir kısmını kontrolü  altında tutmasına rağmen genellikle Memlukler'i metbuu  olarak tanımış, zaman zaman Memluk topraklarını istilaya kalkışmış ve Kudüs'e kadar uzanan bir alanda söz sahibi olmuştur.  XV, yüzyılın ilk yıllarında Anadolu ve Suriye'nin istilası programı içinde Sıvas'ın fethinden sonra güneye yönelerek Malatya, Haleb, Hama, Humus, Baalbek ve Şam'ı istila eden Timur'un Suriye'den çekilmesi sırasında, bu bölgede yağma ve talan yapan Dulkadırlı Türkmenleri ile Köpeklu Türkmenlerini cezalandırmak amacıyla kişilik bir kuvvet Antakya tarafına yollanmıştı.

133 Asi Nehri boyunca hareket ederek Antakya yakınlarına kadar gelmiş olan Timur'un  birlikleri bölgedeki Türkmen aşiretlerini şiddetli bir şekilde cezalandırırken yağma ve talan olaylarında da neden olmuşlar ve kısa bir süre sürdürdükleri bu harekattan sonra bölgeden ayrılarak Haleb'teki ana birliklere katılmışlardır.        Dulkadıroğulları Beyliği'nde, 1480 ile 1515  yılları arasında beylik yapmış olan Alaüddüvle  Bozkurt'un,  beylik merkezi Kahramanmaraş ile Gaziantep, Bahçe, Kadirli, Elbistan ve Bozok'tan başka Antakya'da da cami, medrese, imaret, türbe ve zaviye gibi tesisler inşa ettirdiği İ. Hakkı Uzunçarşılı tarafından belirtilmekte ise de bu eserlerden Antakya'da bulunanlar hakkında bir açıklama mevcut değil.

134 Osmanlılar Dönemi ( ) Birinci Dünya Savaşı sonuna kadar, dört asır Osmanlı hakimiyetinde kalan Antakya, bu süre içinde Haleb  vilayetinin, Haleb Merkez Sancağına bağlı bir kaza merkezi olarak yönetildi. XIX. yüzyılın ikinci yarısı ile XX, yüzyıla ait umumi salnamelerle Haleb Vilayeti salnamelerdeki kayıtlara göre, imparatorluğun çöküşüne kadar, herhangi bir değişiklik olmadan bu statüyü muhafaza ettiği  anlaşılmaktadır. İstanbul'a uzak oluşu yanında Mısır'ın fethinden sonra bölgedeki askeri önemini yitirmiş olmasına ilaveten Ortadoğu'daki büyük geçiş  yolları dışında kalmış olması gibi zaman içinde değişen koşullar nedeniyle Osmanlı Devleti için önemsiz ve bu sebeple ihmal edilmiş küçük bir kasaba olarak asırlarca  kendi halinde yaşamıştır.

135 XX. Yüzyıla ait bir kartpostal Müslüman mezarlığından şehrin
görünüşü

136 Seleucus krallarına başkentlik yapmış, Roma çağındaki ihtişamı dillere destan olmuş, imparatorluğun üç büyük metropolünden biri olarak imparatorların gözdesi olan ve bir zamanlar 'Doğunun Kraliçesi' lakabıyla anılmış olan Antakya'ya, Kanuni Sultan Süleyman, İran'a yapmış olduğu birinci sefer (Sefer-i Irakeyn) dönüşünde uğramıştır. 24 Kasım 1536'da vardığı  Haleb'de sekiz gün kalarak kentteki cami, kale ve türbe gibi yerleri ziyaret eden Kanuni, Aralık  ayının beşinci günü Antakya'ya gelmiş ve burada bir gece kaldıktan sonra ertesi gün İstanbul'a dönüş yolunda, İskenderun üzerinden Adana istikametinde yoluna devam etmiştir.

137 Mısır'ın Osmanlı hakimiyetine girmesinden sonra bu ülkeye giden her kafile muhakkak surette Antakya'da konaklar, ondan sonra yoluna devam ederdi. Ayrıca Hac yolunda olması nedeniyle hacılar için de bir uğrak yeri idi. Sadrazam Moralı Hasan Paşa H. 1115/M   yılında hacılar için Antakya'da bir cami, bir imaret, bir mektep ve bir de hamam vakfetmiştir.          Türkiye Diyanet Vakfı yayını olan İslam Ansiklopedisi'nin Antakya maddesinde kentin özellikle XVI. yüzyül olmak üzere Osmanlı dönemindeki nüfusu, mahalleleri, umumi yapıları, ekonomik hayatı ve esnafı hakkında ayrıntılı bilgiler bulunmaktadır.

138 XVI. yüzyılda Haleb vilayeti sayımları içinde Antakya: 1527'de 1006 hane (evli), 131 mücerret (bekar), 1537'de 1196 (evli), 265 mücerret (bekar), 1552'de 1087 hane (evli), 395 mücerret (bekar, 1570'de 1074 hane (evli), 287 mücerret (bekar(x), 1589'da 1064 hane (evli), 511 mücerret (bekar) nüfusa sahipti. Bu nüfus yirmi iki ile yirmi dört mahallede oturmakta idi. Bunlar arasında Debbüs (dörtayak), Haraccı Bekir ve Hallabünnemle (Basaliye) mahalleleri Osmanlı fethinden sonra kurulanlardır. sur içinde yer alan mahalleler içinde XVI. yüzyılda en kalabalık olanları Habibünneccar (Keşkekoğlu), Cülahan, Dörtayak, Kanavat ve 1552'den sonra ismine rastlanmayan Haraccı Bekir mahalleleriydi.

139 XVI. yüzyılda Antakya'da Meydan Hamamı, Beyseri Hamamı ve  Mehmed Paşa Vakfı olan bir diğer hamam ile içinde 101, dışında iki dükkanı  olan bir berdesten, Dörtayak mahallesinde alt katında yirmi sekiz, üst katında yirmi iki oda ve iki dükkan bulunan bir han vardı. Cafer Ağa Vakfı olan han-ı Sebil, yolcu ve devlet görevlilerinin kaldığı o devir içinde oldukça lüks bir konaklama yeri idi.          XVII. yüzyılın sonlarında Antakya'da vakıfları yirmi sekize ulaşan cami ve mescidler arasında Habib Neccar Cami ve zaviyesi ile Cami-i Kebir, en büyük yapılardı. Diğerleri mahalle ismini taşıyan mescidlerdi. Ayrıca Kapıağası Cafer Ağa Muallimhanesi, Farisiye Medresesi, Mağribiye Zaviyesi vardı yılında yapılan bir sayımda çeşitli mesleklere mensup 1161 esnaf ve buna ilaveten 2332 erkek nüfus tespit edilmiştir. 1838'de Antakya'nın nüfusu idi.

140 XIX. yüzyılın ilk yarısında, Osmanlı Devleti'ne başkaldıran Mısırlı Mehmed Ali Paşa'nın Suriye ve Anadolu'daki yayılma hareketinin başarıya ulaşması üzerine, yılları arasında Mehmed Ali Paşa kontrolünde kalan Antakya'ya bu yayılma hareketini bastırmak amacıyla gönderilen ve Osmanlı ordularına karşı başarılar kazanmış olan Mehmed Paşa'nın oğlu İbrahim Paşa tarafından H.1248/M yılında bir kışla ile Asi Nehri yakınında bir saray inşa ettirilmiştir. Kentte Roma, Bizans ve Haçlılar dönemlerinden ayakta kalabilmiş son yapılar ile surlardan adeta işlenmiş hazır taş malzemenin elde edildiği bir ocak gibi istifade edilmiş, buralardan sökülen taşlar, kışlanın ve sarayın yapımında kullanılmıştır.

141 Antakya Askeri Kışlası
1835 yılında İbrahim Paşa'nın yaptırdığı bir sayımda Antakya'da Mısır askeri, sivil ve büyük bölümü Suriyeli Ortodokslardan oluşan bir nüfus yaşamakta idi. Antakya Askeri Kışlası

142   XIX. yüzyılın ikinci yarısında, Antakya kazası hakkında bilgi aldığımız kaynaklardan biri olan Cevdet Paşa'nın Tezakir'inde, 1867 yılında Antakya kazası nüfusunun 9904 haneden oluştuğu belirtilmektedir. Ayrıca bunların 8775'inde Müslümanların, 1129'unda ise gayri müslimlerin oturduğu ve Müslüman olmayan hanelerin 33'ünün Yahudilere ait olduğu yazılıdır. Antakya'yı büyük bir kasaba  olarak niteleyen Cevdet Paşa, kentte çok sayıda cami, mescid ve mektep ile bin kadar dükkan ve sekiz han ile diğer binaların bulunduğunu kaydeder. O tarihlerde, Antakya'daki ticaretin zeytinyağı, sabun ve bir miktar ipekten ibaret olduğu, Tezakir'de verilen diğer bilgiler arasındadır.

143 XIX. yy. Genel Görünüm

144           Tanzimat ile başlayan ve Osmanlı toplumunun sosyal yapısında değişimlere neden olan batı tarzı yaşam modeli ve kent yönetimindeki yeniliklere paralel olarak kentin Harbiye tarafından Hıristiyan mahallesinin bittiği yerde bir hükümet konağının inşası ve kaza kaymakamlığı teşkilatının kurulmasından sonra XIX. yüzyılın  ikinci yarısından itibaren memur aileleri gelip, Antakya'ya yerleşmeye başladılar.          Kışladan yeni inşa edilen Hükümet Konağına  giden yol zaman içinde genişleyerek Saray Caddesi adını aldı  ve bu cadde üstünde inşa edilen yeni binalar ve bunların altındaki mağazalar, gazinolar ve lokantalar ile bu mahalle, Antakya'nın en modern semti haline geldi.

145 Sultan Albulhamid'e izafeten Hamidiye Mahallesi adı ile bilinen bu mahallede yeni inşa edilen modern yapılar nedeniyle doğu kentlerine özgü karakterin kaybolduğunu söyleyen Weulerse, "... Avrupa stili, demir, tuğla ile inşa edilmiş, büyük açıklıklı binalar, eski Antakya stiline ihanet ediyorlar" derken, yeni oluşan bu mahalledeki yapıları, mimari karakterleri bakımından yadırgandığını ifade eder.          XIX. yüzyılın ikinci ikinci yarısına kadar surlar dışında bir mahalle bulunmayan Antakya'da, 1876 Osmanlı-Rus Harbi'nden sonra topraklarından atılan Çerkez göçmenleri için, Asi'nin karşı tarafında, Muhacirin Osmaniye ya da daha sonra ki adı ile Yeni Mahalle adı altında yeni bir yerleşme kurulmuştur.

146 Sultan Albulhamid'e izafeten Hamidiye Mahallesi adı ile bilinen bu mahallede yeni inşa edilen modern yapılar nedeniyle doğu kentlerine özgü karakterin kaybolduğunu söyleyen Weulerse, "... Avrupa stili, demir, tuğla ile inşa edilmiş, büyük açıklıklı binalar, eski Antakya stiline ihanet ediyorlar" derken, yeni oluşan bu mahalledeki yapıları, mimari karakterleri bakımından yadırgandığını ifade eder.          XIX. yüzyılın ikinci ikinci yarısına kadar surlar dışında bir mahalle bulunmayan Antakya'da, 1876 Osmanlı-Rus Harbi'nden sonra topraklarından atılan Çerkez göçmenleri için, Asi'nin karşı tarafında, Muhacirin Osmaniye ya da daha sonra ki adı ile Yeni Mahalle adı altında yeni bir yerleşme kurulmuştur.

147 Gerek geniş düzlüklerden oluşan topografik yapısı, gerekse kent dışında olmasından ötürü arsa fiyatlarının düşük olması nedeniyle, ileriki yıllarda hızla yayılan bu yeni yerleşme (ki sonradan, Cumhuriyet, Akevler ve Cebrail mahalleleri adını  almıştır) modern yapıları ile, Eski Antakya'nın karşısında, Asi'nin öbür yakasındaki Yeni  Antakya'yı  oluşturmaktadır.1822 tarihli Lugat-ı Tarihiyye ve Coğrafiyye'de Antakya nüfusunun olduğu yazılırken, eski çağda 'den fazla insanın yaşadığı  büyük bir kent olan Antakya'nın o zamanlar Haleb'den daha mamur olduğu belirtilir. Ancak zaman içinde uğradığı hücumlar ve depremler nedeniyle harab olan Antakya'nın önceki haline nispetle şimdi bir köy halinde olduğu ve kentte çok miktarda ipek, zeytinyağı ve sabun ticaretinin yapıldığı yazılıdır.

148 Osmanlı döneminde Antakya'da vukubulan çok sayıda deprem arasında 1615, 1822 ve  1872 yıllarındaki depremler en önemli olanlarıdır. Son zamanların en etkili depremi 9 Nisan 1872 sabahı vukubulmuş sarsıntının şiddetinden surların bir kısmı çökerken, Asi üzerindeki köprü çatlamıştır. Kentin üçte ikisinde çok ciddi hasar yapan bu depremde kişi hayatını yitirmiştir depreminde hasar gören yapılar arasında yer alan ve ahşap olan eski kilise, yeniden fakat taş malzeme ile inşa edilmiştir. Bu yapı Antakya'nın en önemli yapılarından biri olmuştur.

149 Bab-il cısir 1972 yılına kadar varlığını sürdürmüştür

150 1889 tarihli Kamus-ül A'lam'da Antakya hakkında şu bilgiler yer alır: "Haleb Vilayeti, Haleb Merkez Sancağı'na bağlı kaza merkezi olan bir kenttir. Eski zamanda çok mamur ve büyük bir kentti. Şimdiki kasabanın etrafını çevreleyen surlar eski Antakya'nın büyüklüğünün bir delilidir. Hicretin 16. senesinde ve Hz. Ömer'in halifeliği döneminde, Hazret-i ebu Ubeyde tarafından feth edilerek müslüman ülkesi olmuştur. Daha sonra Bizans, Selçuklular, Haçlılar ve Memluklar'ın eline geçen Antakya, son olarak 921 tarihinde Yavuz Sultan Selim Han tarafından fethedilmiştir.

151 Antakya kenti, bir taraftan birbirini takip eren şiddetli depremler ve diğer taraftan uğradığı istilalar nedeniyle bir kaç kere tahrip olmuş, eski büyüklüğü ve  ihtişamını kaybetmiştir. Kentte saray, tiyatro, mabed ve su yolu gibi eski yapıların kalıntıları meşhurdur.          Bugün eski yerinin yalnız bir kısmını işgal eden Antakya'nın nüfusu 'dir. Bunun 3.000'e yakın miktarını Hıristiyan ve Yahudiler oluşturmaktadır. Geri kalanı tamamiyle Müslümandır. Bulunduğu yer gayet güzel ve hoş olan Antakya'da 14 cami, bir kaç medrese, rüşdiye  mektebi ve bir kaç hamam vardır.

152 Münbit ovaları, limon, portakal, dut, zeytin ve çeşitli meyve ağaçları ile dolu  olan Antakya'da Antakya'da ipek, zeytinyağı  üretimi büyük miktarlara ulaşır. Bunun yanında pamuk da yetiştirilir. Sabun üretimi ve ihracı yapılan kazada, ipek gömlek, bez, çarşaf, Trablus kuşağı ve maşlah gibi dokunan ürünleri yanında ağaç oymacılığı, kuyumculuk ve demircilik de bir hayli ilerlemiştir." Asiden bir görünüş

153 1891 yılında Antakya'yı  ziyaret etmiş olan ve kent hakkında ayrıntılı bilgiler veren Fransız Seyyahı Cuinet'e göre kentin nüfusu kişi olup, bunun 'inin müslümanlar, geri kalanını da Hıristiyan ve Yahudiler oluşturmakta idi. Bu nüfus içinde Türkler, Suriyeliler, Araplar ve Ensariler Müslüman grubu teşkil ederken, Rumlar ile Katolik ve Gregorien Ermeniler, Hıristiyan grubu oluşturmakta idiler. Kazanın tümünde yaşayan nüfus ise çeşitli etnik kökene bağlı çeşitli mezheplere mensup müslüman ve Hıristiyan cemaatten  oluşan çok daha heterojen bir yapıya sahipti.

154 XVII. yüzyıla kadar hiç Hıristiyan bulunmayan Antakya'da, XVIII
XVII. yüzyıla kadar hiç Hıristiyan bulunmayan Antakya'da, XVIII. yüzyıldan itibaren Hıristiyan  aileler yeniden yerleşmeye başladılar yılında bir İtalyan papazın başlattığımisyon, 1851'de Hıristiyanların tekrar örgütlenmesini sağladı ve misyonerler 1860'da Antakya'da kendi evlerini  inşa ettiler.           Gene Cuinet'in verdiği bilgilere göre, 1891 yılında Antakya'da 1 kışla, 24 cami, 28 mescit, 2 tekke, muhtelif seviyede toplam 42 okul, 3 kilise, 5 hamam, 117 çeşme, hane, dükkan, 35 toptancı mağazası, 20 han, 3 otel, 14 kahvehane, 1 eczane, 25 fırın, 5 su değirmeni, 9 sabunhane, 13 ipek atelyesi ile kaymakamın resmi ikametgahı olan bir konak bulunmaktaydı.

155 1893 tarihinde çıkan kolera salgınında 4
1893 tarihinde çıkan kolera salgınında Hıristiyan kenti terk ederken bir çok kişi de hayatını yitirdi.          XIX. yüzyılın ikinci yarısında Suriye'nin ekonomik hayatı içinde buğday, arpa, yulaf, mısır, darı, baklagiller, yağ bitkileri, narenciye, kayısı, üzüm, incir, pamuk ve tütün  gibi tarım ürünleri yanında, başta ipekçilik, dokumacılık, sabun imalatı ve dericilik olmak üzere, bakırcılık, demircilik, silah yapımı, halıcılık, halat yapımı ve ağaç işlemeciliği gibi imalat kolları da faaliyet göstermekte idi. Özellikle dokumacılık sektöründe Şam, Haleb, Beyrut, Hama ve Humus'da dokunan düz ve desenli  ipekli kumaşlar ile elbiselik kumaşlar, masa örtüleri, perdelik kumaşlar, tafta ve kadifeler, iparatorluk içinde dağıtılan ve Avrupa'ya ihraç edilen sanayi ürünlerinin başlıcalarını oluşturmaktaydı.

156 Asi yatağı eski bir gravür
Antakya eski çarşısı Asi yatağı eski bir gravür

157 Süveyş Kanalı'nın açılmasına kadar, Mezopotamya'dan  Akdeniz'e gelen yollar ile Mısır'dan kuzeye çıkan yolların kesişme noktasında  olan Antakya, bu tarihten sonra kanalın yeni bir ticari güzergah oluşturması ve Bağdat demiryolu hattının çok güneyinde kalmış olması nedeniyle Suriye'deki diğer önemli merkezler gibi, ticari önemini giderek kaybetmeye başladı. Ancak Suriye toprakları, sahip olduğu zengin hammadde potansiyeli nedeniyle önceki yüzyıllarda olduğu gibi batılılar için daima cazip bir ülke vasfını korumuştur.

158 Ali Cevat Bey'in, tarihli Tarih ve Coğrafya Lugatı'nda, 4 nahiye ve 310 köyden oluşan Antakya Kazasının olan toplam nüfusunun 'nin müslüman olduğu yazılıdır. Kazada yetişen tahılın ihtiyacı kafi gelmemesi nedeniyle, Haleb Sancağı'ndan çok miktarda  hububat ithal edildiği, buna mukabil kazada, dut, pamuk, meyan kökü, zeytin, zeytinyağı ve sabun üretiminin çok olduğu, yılda milyon kilo Sabun üretilen Antakya kazasında dokunan çarşaf, kefiye, maşlah ile diğer elbiselik kumaşların pek makbul olduğu kayıtlıdır. Asi'den  elde edilen yıllık 250 bin yılan balığı tuzlanıp Kıbrıs, Mısır ve  Beyrut'a ihraç  edilmekteydi.

159 Lugatta verilen bilgilere göre, kaza merkezi olan Antakya'nın kent nüfusu 'dir. Kentte ev, dükkan, 38 mağaza, 20 han, 3 otel, 14 kahve, 1 eczane, 25 fırın, 5 su değirmeni, 9 sabun imalathanesi, 14 ipek fabrikası, 1 kışla, 24 cami, 28 mescid, 2 dergah, 10 medrese, 3 kilise, 5 hamam ve sair binalar vardır. Habib-i Neccar Hazretlerinin kent içinde ziyaretgahı olan bir de türbesi vardır.

160 Karl Baedeker'in 1906 tarihli Seyahat Rehberi ile  Meyers'in 1913 tarihli Seyahat Rehberi'nde verilen bilgilere göre, kaymakamlık merkezi olan Antakya'da ortalama kişi yaşamaktaydı. Bu nüfus içinde Hıristiyan ve birkaç Yahudi vardı ve resmi dil Türkçe idi. Önemli bir ticari faaliyet bulunmayan Antakya'dan, özellikle Amerika'ya kereste ve meyankökü, Avrupa'ya da mısır ihraç edilirdi. Bir çok sabunhane bulunan kentte, ayakkabıcılık ve bıçakcılık ünlü idi. Asi kenarındaki  su dolapları bahçelerin sulanmasında kullanılırdı.          Surlarla çevrili eski Antakya'nın ancak 1/10'unu kaplayan bugünkü kent, ortalarında  bir su kanalı bulunan dar sokakları, kiremik örtülü ve tüm pencereleri dışarıya kapalı evleri ile mütevazi bir görünüme sahipti. Kentin Harbiye çıkışında İbrahim Paşa'nın sarayı, kışla, Alman Konsolosluk Acentası ve  Rıfat Bereket  Ağa'nın evi görülmeye değer yapılardı.

161 1872 depreminde hemen hemen tamamı yıkılmış ve sadece izleri kalmış olan surlar yanında, Antakya'nın kapılarından Harbiye tarafındaki St. George Kapısı'nın (Cherubim Kapısı  ya da Daphnetica) izleri durmakta  idi. Demir kapı (Ba'el Hadid ya da Porte de Fer) 18 m. yüksekliğindeki muhteşem kitlesi ile ayakta idi. Aynı depremde tamamiyle yıkılan St. Paul Kapısı'ndan (Bab-Boulous) hiçbir şey kalmamıştı ve bahçe Kapısı (Dük Kapısı ya da Bab-ed Djeneine) ise meyve bahçeleri altındaydı.          H. 1320/M , H. 1321/M , H. 1322/M , H. 1324/M , H. 1326/M senelerine ait salnamelerde Antakya, Haleb Vilayeti'ne bağlı bir kaza olarak geçmektedir. Kazaya Kuseyr, Harbiye, Karamurt ve Süveydiye olamk üzere 4 nahiyenin ve bu nahiyelere de 175 köyün bağlı olduğu kayıtlıdır. Kaza kaymakamlığı, H ve H senelerinde Mahmud Bey, H. 1322'de Cavit  Bey, H ve H senelerinde ise Rauf  Paşa tarafından yürütülmüştür.

162 Birinci Cihan Savaşı'ndan sonra Fransız işgali ve bunun takiben manda yönetimine giren Antakya'da kuzey-güney doğrultusunda kenti ikey ayıran büyük cadde (bugünkü Kurtuluş Caddesi) açılmış, inşa edilen konforlu oteller ve sayfiyelerdeki köşkler ile kent oldukça genişlemiştir.          1931 yılında nüfusu olan Antakya'da müslüman ve Hıristiyan yaşamakta idi. O tarihte kentte 6 otel, cuma pazarında 170 dükkan, 1 lise, 4 kız-erkek karışık okul, 7 ilkokul, PTT, 42 cami, 1 sinegog, 4 kilise, biri özel olmak üzere 2 müze, 1 banka, ikisi özel olmak üzere 3 hastane, 4 dernek, 1 kitaplık, 6 doktor, 4 eczacı, 6 dişçi vardı.

163 1932 yılında yapılan resmi nüfus sayımında Antakya'da 24
1932 yılında yapılan resmi nüfus sayımında Antakya'da Müslüman, Hıristiyan ve 270 Yahudi yaşamakta idi.          1935 yılında Weulerss'in yaptığı incelemede, Antakya nüfusunun temel öğesini oluşturan Türkler, kentin merkezinde oturmakta ve 45 mahalleden oluşan kentin 27 mahallesini işgal etmekte ve toplam olan kent nüfusunun 'ini oluşturmakta idiler. Antakya çevresindeki büyük zeytinliklerden kaynaklanan sabun endüstrisi ve sabun ticareti, kentin belli baştı ticari faaliyetini  teşkil etmekteydi. Antakya'da 16 sabunhane olduğunu söyleyen Weulersse, bu imalethanelerden çıkan ürünlerin Ankara, Amasya, Diyarbekir, Mardin, Musul ve Van'a sevkedildiğini, sabun ticareti ve az da olsa ipek alışverişi yanında batı ile olan bütün ticaretin gayri müslimlerin elinde olduğunu yazar.

164 Antakya'da Osmanlılar'dan kalan hanların pek çoğu bugün sabunhane olarak kullanıldığından, mimari karakterlerini büyük ölçüde kaybetmişlerdir. Osmanlı hanları içinde en önemlileri, Uzun Çarşı ile Yemeniciler arasında, depo ve rükkan olarak kullanılan Kurşunlu Han ile Yeni Han ve Hüsnü Sabuncu Kervansarayı'dır. Cuma Pazarı'ndaki Kurşunlu Han, Antakya'daki 15 hanın en eskisi olup 1660 yıllarına doğru Köprülü Mehmet Paşa tarafından sürre alayının ağırlanması için inşa ettirilmiştir.

165 1936 yılında, Antakya'daki zanaatkar sınıfının sosyal ve ekonomik yapısı hakkında detaylı bilgiler veren Pierre Bazantay, o tarihte belediyelerin, büyük hanların karşılıklı kapılarını sürekli açık tutarak bu hanların avlularını yol haline getirmek istediğini yazmaktadır. Çarşıda sokakların büyük taşlarla döşeli olduğunu ve sokakların ortasında yağmur suları ile pis suları toplayan açık kanallar bulunduğunu belirten Bazantay bu kanallardan akan suların, çok eskiden beri görev yapmakta  olan lağımlar aracılığı ile Asi'ye akıtıldığını söyler. Bazantay'ın verdiği bilgiler arasında,  Asi nehri kenarında 9 adet su dolabı bulunduğunu ve Antakyalı ustalar tarafından çapı 10 m.'ye ulaşan devasa dolapların yapılabileceği yazılıdır. Antakya'da 5 tane hamamın varlığından söz eden Bazantay, bunların içinde  en eski olanının Yeni Hamam olduğunu söyler.

166 Tarihlerde, Osmanlı Antakyası hakkında geniş ve detaylı bilgilere rastlanmayışının  nedeni, Seleucus'lar döneminde başkent, Roma döneminde imparatorluğun doğu sınırlarını koruyan bir serhad kenti. Roma ve İskenderiye'den sonra imparatorluğun üçüncü büyük metropolu  olan Doğunun Kraliçesi'nin çağlar içinde değişen koşullar nedeniyle Osmanlılar döneminde askeri ve ekonomik açıdan eski önemini kaybetmiş, nüfusu azalmış, netice  olarak eski dönemlerdeki ihtişamını yitiren görmüş geçirmiş büyük bir kentten küçük bir kasaba haline gelmiş olmasındandır.

167 Kentin Planı

168 Hatay meselesi   1. Dünya Savaşı'nı kaybetmiş olmamızdan ötürü, bütün cephelerde olduğu gibi  Filistin ve Suriye'de dövüşen Osmanlı Ordusu da, 1918 Eylül ayı sonlarına doğru görev bölgesinden çekilmeye başladı. Suriye'de, VII. Yıldırım Ordusu'nun yöreden ayrılmasından sonra İtilaf Devletleri'nin desteği ile, Hicaz Emiri Faysal'ın başkanı olduğu bir Arap-Suriye hükümeti kuruldu. İngilizler, 30 Ekim 1918 tarihinde imzalanan Mondros Antlaşması hükümlerine dayanarak 25 Kasım 1918'de İskenderun Sancağı'na bir miktar asker çıkardılar. Aynı Antlaşma  hükümlerine göre, Osmanlı yönetimine bırakılmış  olmasına rağmen İskenderun Sancağı'nı işgal eden İngiliz birlikleri, 5-6 gün kentte kaldıktan sonra çekilerek 7 Aralık 1918 tarihinde, Antakya'ya giren Fransız askerlerine  işgali devrettiler.

169 Mondros Antlaşması ile bu toraklarda görevi bitmiş olan VII
Mondros Antlaşması ile bu toraklarda görevi bitmiş olan VII. Yıldırım Ordusu Kumantanı Mustafa Kemal Paşa geri geldiği Adana'da bu işgal hareketini müttefik orduları kumandanı Mareşal Allanby nezdinde protesto ederken, ilerde Hatay Meselesi haline gelecek olan bu konuya, o tarihten itibaren ilgi duymaya başlamıştı.

170   Yerli halkın ileri gelenlerinden bir grubun Fransız yönetimine karşı mücadele kararı alması ile sancakta ilk direniş hareketinin çekirdeği kurulmuş oldu. Bu grubun liderliğinde hareket eden mücahitler, zaman zaman Fransız işgalcileri ile silahlı çatışmaya da girdiler. 13 Temmuz 1919'da İskenderun Sancağı'na gelerek halka Fransız yönetiminden memnun  olup olmadıklarını soran Amerikan heyetine büyük çoğunluğun Türk idaresini istedikleri şeklindeki beyanı, Fransız yönetimine karşı başlatılan direniş hareketinin haklılığını göstermekte idi.            Sivas Kongresi'nde ilk esasları meydana çıkmış olan Misak-ı Milli kavramı ile ilgili olarak bu direniş hareketinin önde gelen isimlerinden Tayfur Ata Bey (Sökmen) ile Ankara arasında yapılan yazışmalarda, İskenderun Sancağı ve havalisinin de (Hatay) bu hudutlar içerisinde olduğunun Mustafa  Kemal tarafından belirtilmiş olması, bir süredir Misak-ı Milli hududu dışında kaldıkları kuşkusu içinde olan bölge halkının maneviyatını yükseltti.

171 Güneydoğu Anadolu ve İskenderun Sancağı'nda iki yıldır süregelen ve Fransız hükümetini huzursuz eden direniş hareketinin ve çatışmaların sona erdirilmesi amacıyla, Ankara Hükümeti ile 9 Haziran 1921 tarihinde başlanan görüşmelerin, 20 Ekim 1921 tarihinde imzalanan Ankara Antlaşması ile bir uzlaşma  ortamına girmesi üzerine, Antakya'da Fransız yönetimine karşı sürdürülen direniş faaliyetine bir süre ara verildi. Ancak, antlaşmanın imzalanmasından kısa bir süre önce, 26 Ağustos 1921 tarihinde, Fransızlar bütün Suriye'yi işgal ederek, daha önce kurmuş oldukları Faysal başkanlığındaki Suriye Hükümeti'ne son vermiş ve  ülkede manda yönetimini uygulamaya başlamışlardı.

172 Gene Ankara Antlaşması hükümlerine göre Fransızlar, Adana, Mersin, Osmaniye, Kilis ve Anteb'i boşaltırken, İskenderun, Antakya, Kırıkhan, Reyhanlı, Altınözü ve Samandağ'dan çekilmeyip bu beldeleri İskenderun Sancağı adı altında ve özel bir statü içinde, Fransız mandası olarak  yöneltilmekte olan Suriye Devleti'ne bağladılar. Bu  uygulamaları ile Ankara Antlaşması, sancağın kurtuluş ümitlerini gelecekte belirsiz bir zamana bırakmış olması nedeniyle Hatay'da yaşayan Türkler arasında üzüntü yarattı.

173 Milli mücadele yıllarında Tayfur Sökmen

174 Ankara Antlaşması hükümleri içinde sancak dahilindeki okullarda Türkçe'nin okutulması, Arapça'nın yanında Türkçe'nin de resmi mahiyette bir dil olması, Türk kültürünün yayılması, sancak bayrağının Türk bayrağına benzer bir bayrak olması gibi maddeler bulunmasına rağmen Fransızlar bu maddeleri hiçbir zaman uygulamadılar. Özellikle eğitim ve sağlık hizmetlerinde, Hıristiyan nüfusu, Türk nüfusa yeğ tutan bir davranış içine girdiler. Bu tutum, sancakta   yaşayan farklı etnik grupların, farklı dili konuşanların ve farklı siyasi akımlara mensup olanların çatıştığı karışık bir ortam yarattı.          Fransızların,, İskenderun Sancağından çekilmemeleri ve sancak içindeki Türk nüfusa karşı davranışlarındaki eşitsizlik üzerine tekrar faaliyete geçen direniş örgütü, merkezi Adana'da olan, Tayfur Ata Bey (Sökmen) başkanlığında, İskenderun ve Havalisi Müdafaa-ı Hukuk Cemiyeti'ni kurarak, Ankara ile ilişkilerini devam ettirdiler ve bir heyet halinde Ankara'ya giderek, Mustafa Kemal'den bölge ile  ilgilenmesini istediler.

175 1922'de Fransızlar tarafından Suriye Devletleri Federasyonu kuruldu ve İskenderun Sancağı, Federasyona bağlı olan Haleb Devleti içinde yer aldı. Ülkenin bağımsızlığını ve bütünlüğünü garanti altına alan ve yeni Türkiye Devleti'nin sınırlarını çizen Lozan Antlaşmasında esaslı bir şekilde ele alınmayan ve bu nedenle yöre halkının umutsuzluğa sevk eden Hatay Meselesi, Atatürk'ün 15 Mart 1923 günü Adana'da yaptığı konuşmada, "... kırk asırlık Türk yurdu düşman elinde esir kalamaz" sözü ile yeni bir dinamizm kazandı ve Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti'nin gündemine ciddi olarak girdi.

176 Gelişen olaylar karşısında bölgede yaşayan diğer etnik gruplara karşı da örgütlenme ihtiyacı duyan Türk nüfus, Türkiye ile birleşme temasını işleyen Altın-Özü isimli bir gazete ile faaliyeti çok kısa süren Antakya Halk Fıkrası adlı bir de parti kurdular.

177 Bölgedeki huzursuzlukların Milletler Cemiyeti'nde yaptığı etkiler sonucu 1926 yılında Fransızlar, İskenderun'da bir hükümet kurulması teklifini gündeme getirdiler. Teklife göre, Beyrut'taki yüksek komiserliğe bağlı olarak çalışacak bu hükümetin kendi anayasası, kendi meclisi ve seçilmiş bir başkanı bulunacaktı. Hükümet merkezi olarak İskenderun öngörülmekteydi. Bu hükümetin teşkili amacıyla yapılan seçimler sonucunda, Arapların çoğunlukta olduğu bir meclis oluştu. Başkanlığına da Ahmet Türkmen'in adaylığına karşılık, İskenderun Sancağında Fransız olağanüstü komiserinin delegeliğini yapan H. Duriex'in getirildiği Bağımsız İskenderun hükümeti, gördüğü tepkiler karşısında kısa bir süre sonra ismini, Kuzey Suriye Hükümeti olarak değiştirme kararı aldı.

178 Anayasaları gereği sancağın bağımsızlığı  için yemin etmiş olan Kuzey Suriye Meclisi  milletvekilleri bu karardan dört gün sonra, Şam'daki Merkezi Suriye Hükümeti'ne bağlanma kararı aldı.          Ortaya  çıkan bu yeni durum üzerine Fransa'nın Suriye üzerindeki manda yönetiminin sona ereceği 1935 yılından sonra, İskenderun Sancağının geleceğini, Türk nüfusun çıkarlarına uygun bir neticeye ulaştırmak amacında olan Türkler, Fransızların engelleme gayretlerine rağmen hedeflerine ulaşmak için yoğun bir propaganda faaliyetine girdiler.

179   Bu faaliyet içinde, özellikle anavatanda gerçekleştirilmiş olan Atatürk ilke ve inkılapları örnek alındı. Örneğin, Latin harflerini öğreten kurslar açıldı, fes yerine şapka giyilmeye başlandı ve herhangi bir faaliyet gösteremeyerek, sembolik bir kuruluş halinde kalan Halk Partisi kuruldu. Türk nüfusun yaptığı bu gayretli ve ısrarlı çalışmalar meyvelerini verdi ve bir süre sonra Fransızlar, İskenderun Sancağında Türk hakimiyeti kavramına sıcak bakmaya başladılar.          Sancakta yaşayan Türkler, Ankara'ya gönderdikleri heyetler ile zamanın başbakanı İsmet İnönü ve  Mareşal Fevzi Çakmak aracılığı ile Atatürk'e  bir kere daha aktardıkları davaları için Ulu Önder'den daha yakın ilgi ve destek istediler. Türk hükümeti, 1936 Eylül ayında Cenevre'de yapılan  Milletler Meclisi toplantısında konuyu gündeme getirerek, İskenderun sancağının bağımsızlık talebini Fransız Hükümeti'ne resmen bildirdi.

180 Merkez-i ahval-i medeniyye zabıtası mührü

181 Atatürk, 1936 yılı TBMM'nin açış konuşmasında, "
Atatürk, 1936 yılı TBMM'nin açış konuşmasında, "... Fransızlar ile aramızda senelerdir sürüp giden davanın neticelenmesinin zamanı gelmiştir" diyerek sancağın bulunduğu bölgeye Hatay ismini verdi. Bu davranışı ile Hatay Meselesine ciddi olarak el konduğunu ifade etmiş olan Atatürk, o sırada faaliyette olan Antakya-İskenderun Yurdu cemiyetinin adını da Hatay Egemenlik Cemiyeti olarak değiştirdi. Bu cemiyetin merkezi İstanbul'da idi.           Olayların hızlı bir gelişme içine girdiği bugünlerde, Fransız başbakanı Leon Blum'un, Suriye'ye bağımsızlık verileceği şeklinde beyanı, Hatay'ın Suriye'ye geçmeden anavatana katılması için yapılacak çalışmaların hızlandırılmasını gerekli kıldı. Bu sırada Türk nüfusun aleyhine gelişeceği sezilen, Kasım 1936 genel seçimlerine Türkler katılmayarak seçimi boykot ettiler yılı başında, Hatay'daki huzursuzluğu gündemine alarak görüşen Milletler cemiyeti, "...her Hataylı dilediği cemaat listesine yazılmak ve rey vermek hakkına sahiptir" maddesini içeren Türk tezini kabul etti ve yapılacak halk oylaması  için Antakya'ya bir gözlemci heyeti gönderdi.

182 Heyetin halk oylaması konusunda olumlu bir kanı ile Cenevre'ye dönmesinden ve raporlarını 27 Ocak 1937'de Milletler Cemiyeti'ne vermelerinden sonra, İskenderun Sancağı için yeni bir statü ve anayasa taslağı hazırlanarak sancakta, Millet Meclisi seçimi yapılması kararı alındı. Türkiye adına Numan Menemencioğlu'nun katıldığı anayasa taslağı hazırlama komisyonu, Fransız, İngiliz, Belçikalı ve Hollandalı diplomatlardan oluşmaktaydı. Komisyon tarafından 15 Mayıs 1937'de tamamlanan tasarı Milletler Cemiyeti'nce 29 Mayıs 1937'de kabul edildi. Bu  taslağa göre sancak, içişlerinde bağımsız, dışişleri, maliye, gümrük işlerinde Suriye'ye bağlı kalacaktı. Sancağın toprak bütünlüğü, Türkiye ve Fransa'nın garantörlüğü altındaydı.

183 Milletler Cemiyeti'nce kabul edilen tasarı esasları çerçevesinde Ekim 1937'de Antakya ve İskenderun'da Türk konsoloslukları açıldı. 15 Nisan 1938'de başlayan ve ileride yapılacak Millet Meclisi seçimine esas olacak sayım işleminde, adilane hareket edilmeyip, Türkler aleyhine bir tavır takınılması üzerine durum, Türkiye Cumhuriyeti'ne, Fransız Hükümetine ve Milletler Cemiyeti'ne duyuruldu. Hatay Devleti bayrağı

184 Sayım sırasında yer yer kanlı olayların da çıkması üzerine örfi idare ilan edildi ve toplum düzenini sağlamak amacıyla Fransız milislerinden oluşan Albay Collet komutasında bir birlik Antakya'ya geldi. Türk partizanı bir asker olan Albay Collet tarafından düzen sağlanıncaya kadar, sayım işlerine beş gün ara verildi. Askeri tedbirlere rağmen olayların devam etmesi üzerine Fransız delegesi Carreaux, Hatay'ın yönetimini Türkler'e bırakmayı teklif etti.          Bu teklif üzerine Ankara'nın görüşü ve oluru alınarak, İçişleri Müdürlüğü mahiyetinde olan İskenderun Sancağı Valisi görevine Dr. Abdurrahman Melek atandı ve vali 6 Haziran 1938 tarihinde göreve başladı.          Bu tedbirlere rağmen etnik gruplar arasında sürüp giden gergin ortamda bazen  ölümle sonuçlanan olayların devam etmesi  üzerine, sayım  işleri tamamen durduruldu ve seçim komisyonu 26 Haziran 1983'de Sancak'tan ayrıldı.

185   Duruma bir hal çaresi bulmak amacıyla Türkiye ve  Türkiye ve Fransız heyetleri arasında Antakya'da yapılan ve bir hafta süren görüşmeler sonunda, 2500 Türk ve 2500 Fransız askerinden oluşacak birliklerin Hatay'a girmeleri ve sayımın bu birliklerin denetimi  altında yapılması kararı alındı. Bu karar gereğince, 5 Temmuz 1938'de Kurmay Albay Şükrü Kanatlı komutasındaki Türk alayı  törenle Antakya'ya  girdi. Alınan tedbirler ile sayım işlerine 22 Temmuz 1938 tarihinde yeniden başlandı ve sayım işlemi 1 Ağustos 1938 tarihinde tamamlandı. Sayım sonucunda seçmen sayısı: Türkler , Aleviler , Ermeniler 5.504, Araplar 1.845, Ortodoks Rumlar 2.098, diğerleri ise 395 kişi olarak tespit edildi. Bu sayılara göre Millet Meclisi için: Türklerden 22, Alevilerden  9, Ermenilerden 5, Araplardan 2, Ortodoks Rumlardan 2 olmak üzere toplam 40 milletvekilleri adayları, seçilecek milletvekili sayısı  kadar olduğundan, bunlar için seçim yapılmadı ve bu adayların tümü milletvekili olarak meclise girdiler.

186 2 Eylül 1938 günü toplanan Hatay millet Meclisi, daha önce Atatürk tarafından aday gösterilen Tayfur Sökmen'i Hatay Devleti Cumhurbaşkanı seçti. Dr. Abdurrahman Melek başbakanlığa atanırken, Abdülgani Türkmen meclis başkanı oldu. Beş bakandan oluşan Hatay Devleti Hükümeti, Hatay Millet Meclisi'nin 6 Eylül 1938'deki oturumunda güven oyu aldı.


"ESKİ ÇAĞDAN OSMANLIYA KADAR ANTAKYA" indir ppt

Benzer bir sunumlar


Google Reklamları