Sunum yükleniyor. Lütfen bekleyiniz

Sunum yükleniyor. Lütfen bekleyiniz

Fedakâr: Feda eden, kıymet ve ehemmiyet verilen bir şey uğrunda her şeyini gözden çıkaran kişi. Fedakar; Her türlü zahmetlere göğüs gererek davası uğruna.

Benzer bir sunumlar


... konulu sunumlar: "Fedakâr: Feda eden, kıymet ve ehemmiyet verilen bir şey uğrunda her şeyini gözden çıkaran kişi. Fedakar; Her türlü zahmetlere göğüs gererek davası uğruna."— Sunum transkripti:

1

2 Fedakâr: Feda eden, kıymet ve ehemmiyet verilen bir şey uğrunda her şeyini gözden çıkaran kişi. Fedakar; Her türlü zahmetlere göğüs gererek davası uğruna sebat eden kimse. Ey müşrikler! Siz hacılara su vermeyi ve Mescid-i Haram'ı onarmayı, Allah'a ve ahiret gününe iman edip de Allah yolunda cihat edenlerin imanı ile bir mi tutuyorsunuz? Hâlbuki onlar Allah katında eşit değillerdir. Allah zalimler topluluğunu hidayete erdirmez. Kur’an-ı Kerim Tövbe Suresi 19. Ayet.

3 Fedakârlık her şeyden evvel, nefsin sefil arzularına karşı koymakla başlar ve topluluğun mutluluğu adına, kendi saadet ve hazlarını unutmakla kemale erer. M.F. Gülen’in “Buhranlar Anaforunda İnsan” Kitabından Alınmıştır. Halk, dinlerinin selameti için, dünyalarından eksik olana tamah etmedikçe, 'La ilahe illallah' onlardan Allah'ın gazabını uzaklaştırır. Ne zaman ki, dünyalarından, dinlerinin selameti için, fedakârlık yapmazlarsa; 'La ilahe illallah' deseler bile Allah Teala onlara şöyle der: 'Yalan söylediniz. Siz 'La ilahe illallah' derken doğru değildiniz!‘ ] İmam-ı Gazali “İhya-ı ulum id Din” ]

4 Günümüzün irşad ve tebliğ erleri de.. Hemen her sahada hep bir zirve toplumu sayılan Ashab-ı Kiram tarafından temsil edilmiş bu fedakarlık anlayışını hayatlarına tatbikle aynı performansı göstermek zorundadırlar. Aksi halde, bu kişilerin tebliğ çalışmalarında başarılı olmaları düşünülemez. M.F. Gülen’in “İrşad Ekseni” Kitabından Alınmıştır

5 Baştan fedakarlığı göze almayan, alamayan insanlar, asla dava insanı olamazlar. Dava insanı olmayan kimselerin başarılı olmaları da söz konusu değildir. Gerektiği yerde mal, gerektiği yerde can, hatta evlad ü iyal, makam, mansıp, şöhret.. vs. gibi çoklarının dil beste olduğu, gaye-i hayal bildiği şeyleri, bir çırpıda terk etmeye hazır olanlar ve bunların sahip çıktıkları dava neticede varıp zirvelere oturması muhakkak ve mukadderdir. %

6 Hz. Hatice (r.anha), Nebiler Serveri'nin ilk eşi, dünya ve ahiretin sultanı, Hz. Muhammed (s.a.v.)'e daha isteme sıkıntısını bile yaşatmadan, varını-yoğunu inandığı o kudsi dava uğruna harcamıştır. Mekke müşriklerine İslam'ı anlatmaya yönelik verilen ziyafetlerin tüm masraflarını O karşılamıştır.. İslam öncesi Mekke'nin en zenginlerinden biri olan bu şanlı kadın, vefat ettiğinde her halde kefen bezi alacak kadar bile olsa imkanı kalmamıştı.%

7 O devrin insanının, malik olduğu maddi imkanları sarf etmesinin yanında, doğup büyüdüğü çevreyi. yine sadece dinini, düşüncesini, hürriyetini, insanlığını daha iyi duyup yaşayabilmesi için icabında terk etmesi de, yani onun hicreti de, fedakarlığın ayrı bir buududur. Bakın, başta Hz. Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali (r.anhüm) olmak üzere zengin-fakir, genç-yaşlı, kadın-erkek.. hemen hepsi hicret etmişlerdir. Hicret edip ata yurtlarını, ana yurtlarını terk ederken, bütün mal varlıklarını da, Mekke'nin zalim ve cebbar insanlarına bırakmışlar ve ancak yol azığı olabilecek miktarda çok az bir şeyi beraberlerinde götürebilmişlerdir. M.F. Gülen’in “Günümüzün Kara Sevdalıları” Kitabından Alınmıştır

8 Bir davaya dil beste olmuş ve ona adanmış bir ruh hem maddi hem de manevi füyuzat hislerinden el çeker.. Onları gaye ve hedef yapmaz. Bu, insanın maddi- manevi zevk ve lezzetleri davasına kurban etmesi, vermesi gerekli olan şeyler bir yana, verme mecburiyetinde olmadığı şeyleri bile bağlandığı o dava hatırına gözden çıkarması ve terk etmesi demektir.. Bu davranış adanmış olmanın bir gereğidir. M.F. Gülen’in “Ümit Burcu” Kitabından Alınmıştır

9 Allah'a iman etme ve marifetullaha ermenin ruhi ve kalbi hayat itibariyle çok derin bir zevki vardır. Allah'a imanla başlayan ve O'nun sevgisine doğru devam eden yolun her adımında ayrı bir sürprizle karşılaşılır. İşte, bu yolda yürüyen bir insanın tattığı zevk ve lezzetler manevi füyuzat hisleridir. Maddi ve manevi füyuzat hislerinden fedakarlık deyince, bu zevk ve lezzetlerin her iki çeşidini de davası uğrunda feda eden adanmışlar akla gelir. M.F. Gülen’in “Ümit Burcu” Kitabından Alınmıştır

10 Nakşibendi hazretlerinin yolunda dört şeyi terk etmek lazımdır.. "Der tarik-i Nakşibendi lazım amed çar terk, Terk-i dünya, terk-i ukba, terk-i hesti, terk-i terk" Rıza-yı ilahiye vasıl olabilmek için terk edilmesi gereken dört şeyden ilki dünyadır. Dünyayı terk etmenin ölçüsü verilirken, “dünya hayatına ait işlerden kazandığına sevinmeme, kaybettiği şeye de üzülmeme” esası zikredilmektedir. Yani, dünyayı terk etmeyi başaran bir insan, bütün yeryüzü onun olsa, dünya kadar mal-mülk edinse de çok sevinmeyecek, nimete şükretmekle beraber, “Bu kazancım önemli değil Allah’ım; çünkü benim için Sen ve Senin rızan önemlidir.” diyecek; bütün dünyayı kaybetse de sabırla mukabelede bulunacak ve mahzun, mükedder olmayacaktır.%

11 Dünyayı terk etme mevzuuna en güzel misallerden biri Hazreti Eyyüb A.S.'ın halidir: Hazreti Eyyüb'un sabır ve tevekkülünü sadece yakalandığı hastalıklarda, maruz kaldığı yara-berede değil, hayatının ve geçirdiği imtihanların tamamında görmeye çalışmak lazım. Allah Teala, onu çok çeşitli şekillerde imtihan etmişti. Eyyüb A.S. bir gün, koyunlarının kurtlar tarafından telef edildiğini; diğer bir gün, ekinlerinin rüzgar ve fırtınayla mahvolduğunu öğrenmiş, bu haberler karşısında hiç şikayette bulunmadığı gibi tam bir teslimiyet içinde eşine "Üzülme! O malı-mülkü bana Rabbim vermişti; şimdi de aldı. %

12 Hamd olsun, onları bana verip istifade ettirene ve sonra da emanetini geri alana!.." demişti. Bir başka gün de, bir zelzele sonrasında çocuklarının öldüğünü haber almış, onlara olan şefkatinden dolayı gözlerinden yaşlar gelse de, yine aynı sabır, tevekkül ve teslimiyetle “Bana emanet çocuklar verip sonra da geri alan Allah'a hamd olsun” demişti. Her felaket sonrasında Şeytan, Hazreti Eyyüb'un yanına koşup “Sen ibadet ediyorsun, kendini bütün bütün kulluğa veriyorsun ama Allah çocuklarının canını aldı, malını-mülkünü telef etti. Dahası, hastalığın da gün geçtikçe şiddetleniyor; hala mı ibadet u taat diyeceksin?” sözleriyle onu isyana sürüklemeye çalışıyordu ama boşuna uğraşıyordu.%

13 Eyyüb A.S. bütün dert ve belalar karşısında sabrını muhafaza ediyor, Allah'tan gelen musibetleri gönül hoşnutluğuyla karşılıyor ve “Hamdolsun Allah'a; O vermişti, yine O aldı.” diyordu. Bunu söylerken de, “O'nun verdikleri bir emanet, ben de bir emanetçiydim; beni emanet yükünden kurtardı.” diyecek kadar inşirah içinde bulunuyordu. Tabii ki, bu vakanın da rivayet edildiği şekliyle cereyan edip etmemesinden ziyade faslı ve anlatmak istediği önemlidir.%

14 İşte insan, dünya işlerinden kazandığı şeyleri bu anlayış içinde karşılar; onların bazılarını ya da hepsini kaybedince de yine aynı hal ve tavrını korursa, o, dünyayı terk etmiş demektir. Dünyayı terk etmek demek, hiç kazanmamak, mal-mülk sahibi olmamak demek değildir. Öyle olsaydı, inanan insanları ortak işler kurmaya, daha çok kazanmaya ve zengin olmaya teşvik etmenin de bir manası kalmazdı. Hayır, mü'min bir insan da çok çalışmalı, çok kazanmalı; ama çalışıp kazanmasını sadece kendi rahatına, yeme-içmesine, yat, kat, villa ve yazlık sahibi olmasına bağlamamalı.%

15 Bir mü'min, Karun kadar dahi zengin olabilir; meşru dairede dünyanın bütün zevklerinden istifade edecek imkanları elde edebilir.. Bunda bir problem yoktur. Asıl problem.. İmkanlarını tamamıyla kendi nefsi adına kullanmasında, fedakarlıkta bulunması gereken yerlerde infakta bulunamamasında, zamanla şımarması, küstahlaşması ve nihayet servetinin altında ezilip kalmasındadır. M.F. Gülen’in “Ümit Burcu” Kitabından Alınmıştır

16 Melekler Cenab-ı Hakk'ın, İbrahim A.S.’a “Halilim” demesindeki hikmeti sorarak samimi sevgi ve dostluğun servetle bağdaşıp bağdaşmayacağını öğrenmek isterler. Evet, Allah ona “Halil” demişti. Peygamber Efendimiz kendisine “Allah'ın dostu” diyenlere karşı; “O, Hazreti İbrahim'di” buyurmuştu. Gerçi, Kendisi de Habibullah'tı ve Habib, Halil'den üç kadem ilerdeydi. Fakat, Efendimiz “Halil, Hazreti İbrahim'dir” diyerek dedesini işaret ediyordu.%

17 İşte, Hak dostluğuyla servetin aynı çizgide buluşup buluşamayacağını soran melekler, Allah'ın izniyle, Hazreti İbrahim'i ziyaret ederler. Melekler, uzun bir yoldan gelmiş, saçı- sakalı dağınık, üstü-başı perişan bir misafir edasıyla İbrahim Nebi'nin yanına gelip aç olduklarını söylerler. O da bir koyun kesip, pişirir ve ikram eder. Melekler, yemeğe başlarken "Bismillah" yerine, kendilerine has bir zikir sayılan "Subbuhun Kuddusün Rabbu'l-melaiketi ve'r-ruh" derler. Bu tesbih, vahiyle yunup yıkanmış o pak gönle öyle tesir eder ki, “Aman, bu ne güzel bir söz” der ve koyunlarının dörtte biri karşılığında o sözü tekrar etmelerini yalvarırcasına ister. %

18 Allah'la alakası açısından tesbih u tazime ve vahye aşina olan Halilürrahman çok iyi anlıyor.. Anlıyor ve “koyunlarımın yarısı sizin olsun, ne olur bu sözü bir kere daha tekrar edin.." diyor. Melekler, kendilerine has bir ses ve eda ile söyleyince, o tesbih Hazreti İbrahim'in letaifinde öyle bir tesir icra ediyor ki, dünyayı kesben değilse de kalben terk etmiş olan o büyük Nebi.. Bir kere daha aynı tesbihi duymak için malının tamamını vermeye de razı oluyor. Servetin başında böyle iğreti durma, Halik-ı kainat adına veya O'nun adını yüceltme ve O'nun rızasına ulaşma uğrunda hemen her şeyi çok rahatlıkla elinin tersiyle itecek kadar dünyayı kalben terk etme çok önemlidir. M.F. Gülen’in “Ümit Burcu” Kitabından Alınmıştır

19 Hârûn Reşîd zamanında bir zâbıta âmiri vardı. Hızır A.S. ile her gün görüşüp sohbet ederlerdi. Zâbıta âmiri bir gün vazifesinden istifâ etti. Zâhid olup insanlardan ayrı yaşamaya, kimseyle görüşmeyip tek başına ibâdet yapmaya başladı.... Fakat istifâ ettikten sonra Hızır A.S. kendisine bir gün dahî uğramaz oldu. Bu duruma zâbıta âmiri çok üzüldü. Her gün sabahlara kadar Cenâb-ı Hakk'a yalvarıp, gözyaşı döktü, tevbe-istiğfâr etti. Bir gece rü'yasında Hızır A.S.’ı görüp yalvardı.%

20 "Ey vefâlı dost..! Ben seninle devamlı olarak sohbet etmek maksadıyla dünya makamlarından istifâ ettim. Uzlete çekilip, yalnız başıma devamlı ibâdet etmeye başladım. Böylece sana kavuşurum sandım. Halbuki tam tersine seninle artık hiç görüşemedim. Beni, mübârek cemâlinize hasret bıraktınız. Acaba bunun hikmeti nedir? Yoksa bir kusûr mu işledim? Bu şekilde daha ne kadar hasretinizle yanacağım?.." gibi sözlerle yanıp yakılarak ağladı. Zâbıta âmirinin bu acınacak durumuna dayanamayan Hızır A.S. buyurdu ki: "Ey azîz dostum..! Benim sana görünüp sohbet etmemin sebebi, yaptığın ibâdetler, hayır hasenâtlar değildi. Senin o mühim vazifede Müslümanların işlerini, hak ve adâlet ile idâre ettiğin için sana gelip sohbet ediyordum. Hâlbuki, sen bu kıymetli vazifeyi bırakıp, Müslümanlara hizmeti terk ettin.%

21 Hattâ onları adâletli olmayan birisiyle baş başa bıraktın. Sadece kendi şahsî kemâlâtın için bir köşeye çekildin. Kendi mânevî menfaatini Müslümanlara tercih ettin. Şimdi o adâletsiz kimse, oradaki Müslümanlara zulüm ve gayr-i meşrû işler ile elem vermektedir. Şu anda onlar sıkıntı ve üzüntü içindeler. Bunlara hep sen sebep oldun. Elbette senin şahsî menfaatinin, Müslümanların umûmî menfaatleri yanında kıymeti yoktur. Çünkü uzlete çekilip abdest almayı, namaz kılmayı, oruç tutmayı, zikir etmeyi herkes yapabilir. Fakat makâmı ile Müslümanlara hizmet etmeyi herkes yapamaz. İşte bunun için artık senin yanına gelemiyorum." Zâbıta âmiri bunları dinledikçe gözyaşları sel oluyor, bir taraftan da: "Çok doğru... Çok doğru..." diyordu. Uyanınca, istifâ etmekle ne büyük bir hatâ yaptığını anladı. Sabah olunca derhal hükümdârın huzûruna çıkıp, eski vazifesini yeniden istedi. Hükümdâr anlayışla karşılayıp, onu tekrar eski vazifesine tâyin etti. Memba’dan alınma.

22 Elinde lahmacun arabası lahmacun satan birisi var. İki sene evvel bana geliyor diyor ki, “hocam siz talebelere yer arıyor, onları barındırmak için gayret gösteriyorsunuz. Ben şu arabacığımla lahmacun sata sata iki kulübecik yaptım. Bu iki kulübecikten bir tanesi bana yeter.... Ben Rabbimin rızası istikametinde samimi olarak getirilen bu teklife hayır demedim. Olur dedim. Çünkü, benim olur dememle belki, affedilmeye liyakati olmayan beni de Rabbim belki affeder. Onu böyle bir hizmete vesile olduğumdan dolayı belki de beni de afv eder. Olur dedim.%

23 Fakat bununla doymadı bu. Hayra aç olan bu insan bununla doymadı. Allah’a gönül vermiş bu insan bununla doymadı. Aradan altı ay yedi ay geçti. Dedi ki, “hocam evimin kapısının önünde bir bahçe var ya ben bu bahçeyi yurt yapıp yüz talebeyi barındırmak istiyorum.” Ben evvela şaşkın şaşkın sokaklarda küçük el arabasıyla lahmacun satan bu adamın yüzüne baktım. Bu işi nasıl yapacaksın. Burada hizmeti tekeffül eden arkadaşlar beş altı inşaat yürütüyorlar. Bin talebeye üniversite hazırlık kursu açıp sahip çıkalım. Bin talebeyi üniversiteye imtihana geldiğinde barındıralım, sahip çıkalım. Binlerce talebeye kurslarla sahip çıkalım ve çeşitli okullara dağıtalım, sahip çıkalım diye yüz yerde yurt yapalım diye taalluk gösteren bu cemaat zaten dopdolu nasıl yapacağız bunu.%

24 “Hocam Allah’ın lütfuyla bu arabayla bu işi yaparım. Bu arabayla ben bu işi yaparım” diyor. Ve ondan sonra, her ay yurdun inşaatını yapan arkadaşlara sen kendi ellerinle ver diye bana kazandığı paraları getirdi.. Elli bin lira kazanırsa kırk beş bin lirasını getirir. Beşi bana yeter hocam der. Kırk beş bin lirasını hizmete verelim. Kırk bin lira kazanırsa otuz beş bin getirir. Hiç otuz beş bin getirdiğine şahit olmadım. Aradan sekiz ay dokuz ay geçti o yurdu yaptı. Şimdi boyasını yaptırıyor ve camlarını taktırıyor. İşi bitirdi, ferih ve fahur keyfi yerinde. Ancak fedakarlığa bakın ki; yurt yapımı esnasında bir gün, yanımda kalan bir arkadaşa gelip diyor ki.. “Kardeş hocama söylesen acaba giyip kullandığı eski ayakkabılardan var mı. Ayağımda hiç ayakkabı kalmadı verse de giysem” diyor. M.F. Gülen’in “Afyon Vaazından” alınma.

25 Bu davayı yüklenenler, bir yerde kendi rahatını, rehavetini terk etmesini bilmezlerse; kendilerinden beklene vazifeyi yapmamış olurlar. Bol bol yemeler, içmeler, gece ibadet-ü taatı terk etmeler, Kuran’ı anlamayı bir tarafa bırakmalar, sünneti yaşamamalarla bu iş olmaz.. Çok defa iş ile namaz karşı karşıya gelir. Ezan okunduğunda işinizi bırakıp camiye gidebiliyor musunuz? M.F. Gülen’in “Hitap Çiçekleri” Kitabından Alınmıştır

26 Nefsinize hoş gelen ücretin peşin alındığı işlerdir. Din konusunda gösterilecek fedakarlıklar ücreti ahirette verilecek. Dolaysıyla nefse rağmen insan kendisini zorlaması gerekir. Bu kadar felaket ve helaketlerin üstesinden gelebilecek insanın çok fedakar, maddi manevi her şeyi aşmış, fedakarlık hisleriyle dopdolu bulunması gerekir.. Derin bir kulluk şuuru içinde insanımızın dertlerine şefkatli bir tabip gibi eğilmesi lazım.%

27 Her dava kendi çapı oranında fedakarlık ister. Bu dava Allah davası, Peygamber davası, yeryüzünde sahipsiz kalan Kuran’a sahip çıkılma davasıdır. Normalin çok üstünde, Sahabenin gösterdiği fedakarlığı gösterdiğinizde ancak vazife yapılmış olunur.. Uzun zamandan beri insanımız içinden zor çıkabileceği ciddi bir çukurun içine düştü ve düşürüldü. Durumun farkında da değil. Yirminci asır, insanımızın Rabbisinden uzaklaştığı, Peygamberinden habersiz yaşadığı, Kur’an’a yabancı olduğu bir felaket ve helaket asrıdır. M.F. Gülen’in “Afyon Vaazından” alınma.

28 Adamın biri, adil halife Ömer b. Abdulaziz'e 'Ben ne zaman konuşayım?' dedi. Ömer şöyle dedi: 'Nefsin konuşmayı istediği zaman sus! İmam-ı Gazali “İhya –ı Ulum id Din Hz. Ali (r.a) şöyle demiştir: "Cennete müştak olan bir kimse mutlaka dünyada şehvetlerinden fedakârlık etmelidir". İmam-ı Gazali “İhya –ı Ulum id Din Malik b. Dinar pazarda gezerken nefsinin çektiği birşey gördüğü zaman, ona şöyle hitap ediyordu: 'Sabret! Allah'a yemin ederim, bu şeyi nezdimde şerefli olduğun için sana yedirmiyorum'. ] İmam-ı Gazali “İhya –ı Ulum id Din ]


"Fedakâr: Feda eden, kıymet ve ehemmiyet verilen bir şey uğrunda her şeyini gözden çıkaran kişi. Fedakar; Her türlü zahmetlere göğüs gererek davası uğruna." indir ppt

Benzer bir sunumlar


Google Reklamları