Sunum yükleniyor. Lütfen bekleyiniz

Sunum yükleniyor. Lütfen bekleyiniz

Osmanlı Basın Tarihi V.

Benzer bir sunumlar


... konulu sunumlar: "Osmanlı Basın Tarihi V."— Sunum transkripti:

1 Osmanlı Basın Tarihi V

2 Yeni Osmanlılar 1860’larda başlayan Yeni Osmanlılar Hareketi, Osmanlı siyasal hayatı için yeni bir dönemdir. Bu akıma güç veren ve öncülük eden bahsi geçen vakaların yanında, fikrî alt yapısını dönemin edebiyatçıları ve gazetecileri gibi kalem erbabı oluşturmuştur. Bu kalem erbabı, Tanzimat devrinin aynı anda edebiyatçısı, gazetecisi ya da siyasetçisidir (Can, : ). Bunun yanı sıra 1850’lerden itibaren Osmanlı aydını üzerinde etki bırakmaya başlayan batı bilimi ve pozitif düşünce, 1860’tan itibaren dönemin dergi ve gazetelerinde kendisini gösteren örneğin Spinoza, Darwin gibi düşünürlerin teorileri, Osmanlı matbuatında belirmeye başlamıştır. Bir süre sonra en muhafazakâr dergilerde bile dikkat çeken bu tartışmalar, içinde bilim (science), özgürlük (liberty) gibi terimleri barındıran yeni bir terminolojiyi beraberinde getirmiştir. Bu tartışmalar Osmanlı aydınları arasında “terakki-i cedîde” adıyla somutlaşarak düşünce hayatının her sahasında kendisini göstermiştir (Hanioğlu, 1995:10-13). Yeni terminoloji içerisinden belki de algılaması en kolay olan terimlerden “hürriyet”, bahsedilen elit içerisinde en çok ilgi uyandıranı ve heyecan vereni olmuştur. Bu yeni tabirleri Osmanlı okur-yazarına sunan başlıca isim ise Şinasî idi. Her ne kadar Yeni Osmanlılar arasında genel olarak bir liderlik hırsı, arzusu ya da tartışması olmasa da Namık Kemal belki de onun bu çabalarından ötürü Şinasî’yi “erkân-ı serbestâneyi haiz erbâb-ı şebâbın reisi” olarak tanımlıyordu (Göçmen, 1995:59). Şinasî bu eylemlerine ilk özel Türk gazetesi Tercümân-ı Ahvâl’de Agâh Efendi ile beraber başladı. Tercümân-ı Ahvâl, daha önce devlet eliyle kurulan Cerîde-i Havâdis ve Takvîm-i Vakayi’de olmayan türden, Avrupa gazetelerinden haberler, siyasî makaleler ve ansiklopedik değerlendirmeleri basın dünyası ile tanıştırdı. Bu gazetenin yirmi dört sayısını birlikte çıkaran ikili, daha sonra yollarını ayırdılar, Agâh Efendi bazı devlet memuriyetleri ile gazeteciliği bir süre bir arada yürütmeye devam etti. Agâh Efendi ve Şinasî’nin yolları daha sonra Yeni Osmanlılar hareketi içinde Avrupa’da yeniden kesişecektir Agâh Efendi ve Tercümân-ı Ahvâl için bkz. (İskit, 1952: )

3 Efkar-ı Umumiye Başta Şinasî olmak üzere Ali Suavi, Ziya Paşa ve Namık Kemal’in muhalefeti, Ali ve Fuat Paşa’ya atfedilebilecek olan, devletin yönetme mekanizmasının sadece belli başlı isimlere özgü bir hak olduğu yönündeki “Hikmet-i Hükümet” anlayışına karşı gelişmiştir. Adı geçen bu üç ismin etrafında olgunlaşan söylem ise “Hikmet-i Hükümet” yerine, bugün anladığımız manada bir kamuoyunun, “Efkâr-ı Umumiye”nin yerleştirilmesine matuftur (Öztürk, 1998: ). Cevdet Paşa, Tezâkir’de Âli Paşa’nın dünya görüşünü özetleyen bir anekdota yer verir, burada Âli Paşa, devleti yönetme lütfunun Tanrı tarafından beş-altı kişiye bağışlanmış olunduğunu, çok milletli bir meclis siteminin işlemeyeceğini savunur. Âli Paşa’nın bu akımına karşı artan istibdadı, bu ulvî karizmaya ve seçilmişlik psikolojisine büyük ölçüde inandığına delalet edebilir (Cevdet Paşa, 1991:21). Ortaya çıkan bu zümre “Yeni Osmanlılar” hareketinin kurucuları ve destekçileridir. İttifak-ı Hamiyet, iki yıl kadar sonra kurucu bazı üyelerinin tutuklanması ile cemiyetin son bulmasının ardından, yeni bir adlandırma ile biraz da zorunlu olarak “Yeni Osmanlılar”a dönüştü. Osmanlı Devleti’nde muhalif aydın kesimin bu yeni ismi benimsemelerinde Mustafa Fazıl Paşa’nın bir mektubu etkili olmuştur. Mustafa Fazıl Paşa ayrıca, Osmanlı Devleti içinde yeni fikirler benimseyen gençlerin varlığından söz ediyordu, bunların kaynağını da Avrupa’yı son elli yıl zarfında sarmış bir akım olan “Jeune” akımına bağlıyordu. Metinde geçen “Jeune Turquie” tabiri 21 Şubat 1867’de Muhbir’de yayımlanan Türkçesinde “Türkistan’ın Erbâb-ı Şebâbı” şeklinde yer almıştı. Ali Suavi ve Namık Kemal “Jeune Turquie” tabirine karşılık olarak düşündükleri farklı adlar içinden “Yeni Osmanlılar”ı, bu ismi Fransızca kullandıklarında ise “Jeune Turcs”ü benimsediler.

4 Matbuat Kanunu 1864 Doğrudan doğruya basınla ilgili olmamakla birlikte basını da içine alan ilk düzenleme 1857 yılında çıkarılan “Matbaalar Nizamnamesi” olmuştur. Genel olarak kitap ve broşürlere, basılmadan önce sansür getiren bu nizamnameyi, 1858 yılında Ceza Kanununa eklenen üç madde izlemiştir. Buna göre herhangi bir millet aleyhine yapılan yayınlar, genel adaba aykırı yayınlar ve başkalarına yapılan asılsız isnatlar suç kapsamına alınmıştır yılında ise basına hukukî bir düzen vermek amacıyla Matbuat Nizamnamesi hazırlanmıştır. Bu dönemde ilk kez basın üzerine bir takım sınırlamalar getirme ihtiyacı kendisini gösterdi Ocağında Matbuat Kanunu ilan edildi ve kanunun uygulanması için bir matbuat dairesi kuruldu. Matbuat Kanunu’nun çok geçmeden ihtilalcı yayınların ve devlet adamlarına yönelik saldırı boyutundaki eleştirilerin üstesinden gelemediği görüldü. Daha sonra ise Türk idari sisteminin ezelden beri özelliği olan bir adım atıldı. Hükümet, “kamu düzenini muhafaza etmek amacıyla, devlet menfaatlerinin gerektirdiği ölçüde tüm devlet organları ve mevcut matbuat kanununa aykırı yayın yapan gazetelerin gözetim altında tutulmasının milli matbuat için gerekli olduğu yolunda hareket etmeye” karar verdi. Bu düzenleme büyük ölçüde özgür basını askıya aldı ve basın aleyhinde keyfi uygulamaların önünü açtı. Takip edilen üç aşama vardı, istenmeyen gazete önce uyarılıyor, sonra yayın hakkı askıya alınıyor ve son olarak da yasaklanıyordu. Türkiye’de önce liberal bir yasanın kabul edilmesi daha sonra ise sıra dışı tedbirlere başvurularak bu yasanın askıya alınması sonraki devirlerde mutat hale geldi.

5 Muhbir 1860’lı yıllarda yayınlanan önemli gazetelerden birisi de Muhbir’dir. Gazetenin sahibi, gerekli sermayeyi koyan Filip Efendi olmasına rağmen, idare bütünüyle Ali Suavi’nin elindeydi. Zaten Muhbir’i önemli kılan da devrimci bir ruh ve batılı bir düşünceye sahip olan atılgan ve tartışmacı bir yazar olan Ali Suavi’nin varlığı olmuştur. 1 Ocak 1867 (25 Şaban 1283) günü ilk sayısı çıkan Muhbir’in imzasız mukaddimesi Ali Suavi tarafından yazılmıştır. Burada gazetenin önemi ve maksadı derinlemesine bir tahlille ortaya konulmaya çalışılmıştır. Saadet, gayret, medeniyet ve ihtiyaç gibi kavramlar üzerinden hareket eden Ali Suavi, yazının sonunda gazetelerin çıkarılma amacına ulaşmıştır. Ali Suavi, yazısında arzu edilen hedef olarak “saadet”i göstermiştir. Ona göre, herkesin isteği olan saadete ulaşmak, faydalı ve hayırlı işleri yapmakla, buna karşılık kötülükleri uzaklaştırmakla mümkün olur. Saadet için gerekli olan şeyleri medeniyet bildirir ve kişiyi gayret ve çalışmaya sevk eder. Gayret, ihtiyaçları karşılamaya yarar. Ali Suavi, bu durumu basit bir örnekle izah etmeye çalışmıştır: Kaya kovuklarında yaşamaya alışmış bir vahşi adam, dört duvar ve bir kapıdan ibaret bir odaya konsa buraya kanaat eder ve daha başka nelere ihtiyacı olduğunu bilemez. Dolayısıyla ihtiyaç duymadığı şeyler için gayret ve çaba sarf etmez. Gayret olmadığı için de faydalı şeyleri bulmak zararlıları da uzaklaştırmaktan yani saadetten mahrumdur. Fakat öte yandan saadetten haberdar olan bir köylü veya bir başka kimse bahsedilen boş odaya konsa ateş, ateş için baca, kapıya kanat, pencere, oturmak için kilim ve başka lüzumlu şeyleri bilir ve tedariki için gayret eder. Bu gayretler sonrası ihtiyaçlarını karşılayınca da saadete erişir. Bütün arayışlar ve gayretler bu mesken örneği üzerinden gösterilebilir. Bu nedenle medeniyeti bir ihtiyaç olarak bilip gayret edenler daha çok çaba sarf edip yoruluyor gibi görünse de emniyet, refah ve lezzet gibi faydalı şeyleri temin edip zararlı olanları kendinden uzaklaştırdığından bunlar saadet ehli olmuştur. Bu da demek oluyor ki saadet gayret etmekle olur ve ihtiyaçlar ne kadar çoğalırsa gayret de o derece çoğalır. Yaşanılan çağda ilim ve amelde görülen artış ihtiyaçların artışıyla ilgilidir.

6 Ali Suavi, yeni yayınlanmaya başlayan gazetede iki nokta üzerinde durmuştur. Bunlardan ilki gazetede kullanılacak dil meselesidir. Muhbir’i, “söylenmesi caiz olan her şeyi söylemeye talip olan gazete” diye tanıtan Ali Suavi, her şeyden önce anlaşılır olmanın önemine değinerek gazetede, herkesin anlayabileceği biçimde İstanbul’da kullanılan basit Türkçe’nin tercih edileceğini ifade etmiştir. Üzerinde durulan ikinci husus, gazetenin aynı zamanda bir eğitim aracı olmasıdır. Muhbir’in okullarda okunmaya elverişli bir gazete olduğunu belirten Ali Suavi, bu nedenle eğitime destek vermek amacıyla İstanbul’da on beş kadar okula ücretsiz olarak gazete gönderileceğini belirtmiştir. Hatta yazısında, hayır sahiplerine seslenerek daha fazla okula gazete ulaştırılabilmesi için yardım talebinde bulunmuştur. Devletin izlediği dış politikayı beğenmeyen Ali Suavi, bir yandan gazetesinde hükümete şiddetli eleştiriler yöneltirken diğer yandan Şehzadebaşı Camii kürsüsünde yenilikçi fikirler ortaya atıyordu.Özellikle Girit meselesi sırasında hükümetin tutumunu yetersiz bulan Ali Suavi, bir yandan Girit’te ezilen Türkler için kampanya düzenleyerek para toplarken, diğer yandan okuyucu mektuplarına yer verdiği bölümde hükümete sorular yöneltiyor ve sert eleştiriler getiriyordu. Nitekim Belgrat Kalesi’nin elden çıkışı ve Mısır Valisi İsmail Paşa ile ilgili yazdığı iki yazı nedeniyle Muhbir bir ay süreyle kapatılmış ve Ali Suavi Kastamonu‟ya sürülmüştür. Gazetesini kaybeden Ali Suavi, Mustafa Fazıl Paşa’nın daveti üzerine gizlice Paris’e kaçmıştır.

7 Muhbir (Le Mukhbir) Muhbir’in ilk sayısı 31 Ağustos 1867 günü Londra’da yayınlandı. Paris yerine Londra’nın tercih edilmesinin altında, III. Napolyon’un basına uyguladığı baskı ve ağır cezalara karşılık Londra’da gösterilen müsamahanın etkisi vardı. Londra’da, haftada bir kere olmak üzere yayın hayatına başlayan Muhbir (Le Mukhbir)’in idaresi Ali Suavi’ye bırakılmıĢtı. İlk sayı ile birlikte dağıtılan “Umûm” başlıklı ilanda, gazetenin yayınlanmasına ilişkin iki amaca işaret edilmiştir. Bunlardan ilki eğitim ve medeniyetin gelişmesini sağlayacak yeni fikirlerin ortaya çıkmasına cesaret vermek, ikincisi de Avrupalıların zihnindeki Osmanlı toplumuna ilişkin olumsuz fikirleri düzeltmekti. Gazetelerin birinci sayfasında içeriğe ilişkin kısa bir tanıtıcı cümleye yer verilmesi adettendi. Genel olarak, “maarif, edebi veya siyasi haberlere yer verilecektir” türünde bilgi verilirdi. Muhbir’de de bu gelenek devam ettirilmiştir. Fakat geleneğin aksine Ali Suavi, burada bilgi vermek yerine, “neden bahsedeceği içinden anlaşılır” demeyi tercih etmiştir. Ardından da iki sütun üzerine basılı gazetenin ilk cümlesini İstanbul’da bulunan hükümete mesaj verir nitelikte şu şekilde yazmıştır: “(Muhbir) doğru söylemek yasak olmayan bir memleket bulur yine çıkar.” Muhbir’in ilk sayısında, her ne kadar “mukaddime” başlığı altında ifade edilmese de, gazetenin yayın amaçlarını anlatan bir kısım yer almaktadır. Bu kısmı, gazeteyi neredeyse tek başına çıkaran Ali Suavi’nin yazdığına şüphe yoktur. Geçici olarak Avrupa’da ikamet edildiğine değinen Ali Suavi, kendilerini “Yeni Osmanlılar” olarak ifade eden ve bizzat içinde bulunduğu grubu “Cemiyet-i İslâmiye” olarak adlandırmış ve amaçlarını, Osmanlı topraklarındaki eğitimin gelişmesine çalışmak şeklinde özetlemiştir. Hedeflerinin, okullarda okutulması lazım gelen kitapları kısa ve faydalı bir şekilde yazmak olduğuna değinen Ali Suavi, medreselerin eski usul veya Hint’te uygulanan modele göre tekrar düzene sokulmasını tavsiye ederek, okullarda okutulabilecek uygun kitapları yayınlayacaklarını belirtmiştir. Gayelerini millete hizmet etmek olarak ifade eden Ali Suavi, haklarında kimlerin ne diyeceğini umursamadan millete hizmet etmekten geri durmayacaklarını dile getirmiştir.

8 Hürriyet Yeni Osmanlılarla Ali Suavi arasında istenen uyum bir türlü yakalanamadığı gibi Mustafa Fazıl Paşa’nın Fuat Paşa tarafından ikna edildikten sonra İstanbul’a dönmesi cemiyet üyeleri arasında belli bir hoşnutsuzluğa neden olmuştu. Muhbir’in bir türlü arzu edilen çizgiye gelememesi ve Ali Suavi’nin kendisini beğenmiş hali, işi başka bir gazete ile yola devam edilmesi noktasına getirdi. Muhbir’in yayınları Mustafa Fazıl Paşa’yı da rahatsız ediyordu. Bu nedenle Paşa, Namık Kemal’e bir mektup göndererek başka bir gazetenin çıkarılması talimatını verdi. Yeni Osmanlılar Cemiyeti, Muhbir’i kendi yayın organı olarak görmüyordu. Hatta gazetenin sonunda yer alan cemiyet mührünün kaldırılması için Ali Suavi’ye defalarca uyarıda bulunmuşlardı. Bu nedenle Mustafa Fazıl Paşa’nın da desteği ile “Hürriyet” adıyla yeni bir gazetenin çıkarılmasına karar verilmişti. Yapılan hazırlıklar neticesinde 29 Haziran 1868 günü Hürriyet, Londra’da yayın hayatına başlamıştır. Üzerinde Yeni Osmanlılar Cemiyeti’nin yayın organı olduğu yazılan Hürriyet’in, millet ve devlet menfaatini gözetir nitelikte yayın yapacağı ifade edilmiştir. Hürriyet’in ilk nüshasında diğer pek çok gazetedeki gibi görülen “mukaddime” başlığı yer almaz. Fakat Namık Kemal’in kaleme aldığı “Hubbü‟l-Vatan Mine‟l-iman”,adlı başmakalede gazetenin amaçlarına ve izleyeceği yayın politikasına dair bilgiler yer almaktadır. Namık Kemal, yazısına vatan sevgisi ve bunun nedenleri üzerinde durarak başlamıştır. Vatanın dünyada her şeyden daha fazla sevgiye layık olduğunu belirten Namık Kemal, vatanın sunduğu nimetler karşısında kişinin onu kendi varlığından bile aziz tutması gerektiğini ifade etmiştir. Vatan sevgisi ve vatana hizmet etmeyi Osmanlıların herkesten daha fazla bilmesi gerektiğini belirten Namık Kemal: “Allah tarafından bir nimet olarak verilen bu vatan, verilen canlar ve dökülen kanların eseridir. Bu uğurda şehit olan ecdadımızın kemikleri topraktan çıkarılsa ülkenin her tarafında nice ehramlar, belki de hürriyetimizi düşman taarruzundan koruyacak istihkâmlar yapılabilir” diyerek vatanın niçin değerli olduğunu izah etmiştir.

9

10 Paşalara Muhalefet Yapılmakta olan muhalefet genel hatlarıyla kaynaklarda “Âli Paşa Muhalefeti” olarak tanımlanır. Âli Paşa’ya yönelen muhalefet, katline çıkarılan şu fermandan da rahatlıkla anlaşılabilir: “İslam'ın fıkıh kitapları zalimin ve zalime muavin olanların katline fetva verdiler ve billahi’l-Kerim katli farz olan kâfir ve zalim Âli Paşadır” (Hürriyet, 20 Aralık 1869:1). Yeni Osmanlılar, açıkça tavır aldıkları Ali ve Fuat Paşaların savunduğu “aydın despotizmi” ve iyi yönetimin, giderek artan ayrılıkçı Hıristiyan eğilimlerini durdurmaya yetmeyeceği görüşündeydiler. Çözüm önerileri batıdan ilham almış bir modernleşmenin İslamîleştirilmesi yönündeydi. Bunun için de meşrutî yönetim ve anayasa talebi ön plâna alındı. Batı modelinde yasalaşma önerilmekte ancak yapılacak kanunların şerî hükümlere uygunluğu temel kaygı olarak göze çarpmaktaydı. Muhalefetin hedefinde Tanzimat döneminin bürokrasisi ve Babıâli yer almaktaydı. Namık Kemal’e göre sorunun düğümlendiği yer, hem kanun yapan, hem onları uygulayan, hem de icraatı denetleyen Babıâli’ydi. (Namık Kemal, Hasta Adam, Hürriyet, 7 Ekim 1868). Yeni Osmanlılar Babıâli paşalarını, Osmanlı halkının en hassas olduğu konu olan din üzerinden yıpratma yolunu seçmişlerdi. Ali ve Fuat Paşalar için çizdikleri portre dinsiz ya da dinden uzaklaşmış devlet yöneticileri şeklindeydi. Hürriyet bu durumu, “Rical-i devlet beyninde dinsizlik modası muteber oldu” cümlesiyle özetliyordu (Hürriyet, 5 Nisan 1869:1). Bu konuda Muhbir’in yorumu da bir o kadar sertti. Gazete’nin satırlarında 10 Ocak 1868’de: “İslam hükümetinin zayıflamasının sebebi nedir? İcmalen cevap veririz: Dinsizliktir. Şeriatın terk edilmesidir. Babıâli Şeriatı terk eden zalimler güruhudur. Zalimin şer’an def’i lazımdır. Yedi sekiz kişinin def’ine koca bir memleketin halkının iktidarı ise müsellemdir. İşte dinimizin ahkâmı böyle” ifadesi yer almaktaydı (Muhbir, 10 Ocak 1868:2).

11 Savunulan Fikirlerin Türü, Tonu, Sonu
Yeni Osmanlıların savundukları düşüncelerden bir tanesi de Hıristiyanlar karşısında Müslüman halkın sürekli ezildiği, aşağılandığı yönündeki görüştü ve bunun sorumlusu “şüphesiz” üst düzey devlet ricaliydi. Muhbir’in sert üslubuyla, vakanın kendisi ve çözümü şöyledir: “Padişahın memurlarından biri Hıristiyanlara ziyade riayet edip Müslümanları tahkir ve zulüm ederse Müslümanların padişah hakkındaki zannını bozmuş olmaz mı? Devleti, dini ve milleti mahveden bir memura kısas gerekmez mi? Millet bu mesuliyetten kurtulmak için hilâfetin, dinin ve milletin hukukunu talep etmeyecek mi? Şer’an Paşa’yı kısas etmeyecek mi?” (Muhbir, 14 Mart 1868). Osmanlı’nın muhalif aydınlarının Avrupa’da geçirdikleri yıllar boyunca kesintisiz bir birliktelik yaşadıklarından da söz edilemez. Bu topluluktan ilk önemli ayrılık haberi Mustafa Fazıl Paşa’dan gelmiş; Sultan Abdülaziz’in Avrupa seyahati esnasında Paşa İstanbul’a dönmesine imkân veren affı elde etmeye mazhar olmuştu. Paşa’nın gerekli tahsisatı Yeni Osmanlılar’a bıraktıktan sonra İstanbul’a dönmesi Avrupa’daki Yeni Osmanlıların Paşanın “meşrutiyet sadrazamı” olacağı ümidini artırmıştı. Çok kısa bir süre sonra Mustafa Fazıl Paşa’nın böyle bir eğilimin çok uzağında olduğu anlaşıldı. Yeni Osmanlılar bu hayal kırıklığına rağmen yayınlarına ve Âli Paşa’ya şiddetli muhalefete bir süre daha devam ettilerse de artık hareketleri içindeki bütünlük büyük ölçüde son buldu (Çelik, 1994: ). Bunun doğal sonucunda Yeni Osmanlılar, büyük umutlarla çıktıkları Avrupa seyahatinden dönüş hazırlıklarına başladılar. Ortaya çıkardıkları yüzlerce nüshalık gazete külliyatı, ülke içinde daha bilinçli bir kamuoyu ve Osmanlı yönetim elitlerinde yarattıkları tedirginlik dışında hedefledikleri kimi reformları elde edemeden yurda döndüler.

12 Hürriyet 20 Aralık “İslam'ın fıkıh kitapları zalimin ve zalime muavin olanların katline fetva verdiler ve billahi’l-Kerim katli farz olan kafir ve zalim Ali Paşadır.”

13 Tanpınar der ki: Cemiyet’e ve ortaya koyduğu muhalefete Ebuzziya Tevfik gibi birçok isim büyük bir önem atfederken, Ahmet Hamdi Tanpınar: “…muayyen bir şahsa bağlı, küçük ve tenasüdsüz bir teşekkül, hatta siyasî bir cemiyetten ziyade, bir fikir hareketi, birkaç muharririn açtığı bir mücadele olarak Avrupa’da devam edecek, Âli Paşa’nın ölümünden sonra ise sadece Namık Kemal’in etrafına toplananların neşriyatına inhisar edecektir. Her iki safhasında da bazı taraftarların teveccühlerini görecekse de, bu hiçbir zaman şahsî ve bazı fikirlere ısınmanın verdiği alakadan öteye geçmeyecektir” diyerek bu hareketi küçümser (Tanpınar, 1956:226).

14 1870 yılında yayın hayatına başlayan gazetenin adı iki yıllık çalkantılı bir dönem geçirdikten sonra Ahmet Mithat Efendi tarafından kiralanır ve 1872′den başlayarak Namık Kemal, Ebüzziya Tevfik gibi ünlü adların bulunduğu kadrosuyla çıkmaya başlar. Başyazarı Namık Kemal’dir. Özellikle Namık Kemal’in yazıları nedeniyle ilgi gören gazete, yine Namık Kemal yüzünden 1873′te kapatılır. Sebebi de yazarın “Vatan yahut Silistre” adlı oyunudur. Oyunu beğenen ve tezahüratlarla İbret gazetesi önünde toplanan halkın heyecanı, Osmanlı Sarayı’nı ayağa kaldırınca gazete 1873 yılı Nisan ayında kapatılır. Ebüzziya Tevfik ile Ahmet Mithat Efendi Rodos Adası’na gönderilir. Gazete ancak 132 sayı yayımlanabilmiştir. Namık Kemal bu gazetede, özgürlükçü fikirleri savunmuş, basının işlevlerini ve önemini vurgulamıştır.


"Osmanlı Basın Tarihi V." indir ppt

Benzer bir sunumlar


Google Reklamları