Sunum yükleniyor. Lütfen bekleyiniz

Sunum yükleniyor. Lütfen bekleyiniz

Neoanalitik Yaklaşımlar

Benzer bir sunumlar


... konulu sunumlar: "Neoanalitik Yaklaşımlar"— Sunum transkripti:

1 Neoanalitik Yaklaşımlar

2 Neoanalitik Yaklaşımlar...
Neoanalitik yaklaşımlar, kendisini psikanalist olarak tanımlayan terapistlerin kendi içlerinde kamplara ayrılmasıyla oluşmuştur. Bunlar: Analitik Psikoloji Ego Psikolojisi Nesne İlişkileri: Lego Yaklaşımı Kendilik Psikolojisi İlişkisel Psikanaliz

3 Psikanalitik kuramcı ya da terapistlerin hepsi kendilerlinin doğrudan Freud’a bağlı olduğunu düşünmektedirler. Freud’un kuramını ya değiştirmekte ya geliştirmekte ya da direkt olarak onun kuramını desteklemektedirler. Bu kuramcıların hepsi neoanalitik çerçeveyi oluşturmaktadır.

4 Bu kuramlar arasındaki temel anlaşmazlık, insanların motivasyonu konusuna dayanmaktadır.
Geleneksel Freudyen yaklaşım “dürtü kuramı” üzerinde durur. Neoanalitik çevre ise dürtü kuramını bir dereceye kadar kabul etmekle birlikte sosyo-kültüre belirleyiciler, ilişkiler üzerinde durmuşlardır.

5 Dürtü mü yoksa ilişki mi tartışmasının yanı sıra bu kuramcıların hepsi en önemli ilişkinin anne-çocuk ilişkisi olduğunu savunmaktadırlar. Bu noktada tıpkı Freud gibi neoanlitik kuramcılar içinde yaşamın ilk yılları önemlidir fakat sadece biyolojik açıdan değil ilişkisel açıdan da önemlidir.

6 Dürtü ve ilişki kuramcılarını biribirinden ayıran bir diğer nokta; bilinçdışının içeriğidir. Dürtü kuramcıları biliçdışının içeriğini kabul edilmeyen cinsel ve saldırgan itilimlerle oluştuğunu söylemektedir. İlişki kuramcıları ise, bilinçdışının benlikle ve başkalarıyla ilgili olsun,aynı şekilde reddedilmiş olan belirli bazı imajları içerdiğini ifade ederler.

7 Freud, psikanalizin aynen bir doğa bilimi gibi objektif olmasını, somut malzemelerle uğraşmasını ve doğanın kanununu keşfetmesini istemiştir. Ona göre; psikanalizdeki analist de danışanın malzemelerini doğru olarak yorumlamaktan sorumlu olan bir bilim adamıdır.

8 Freud’un bazı izleyicileri bu yolu izlemektedir ancak günümüz analistleri özellikle de kendilik ve ilişkisel kuramcılar; gerçeğin gözlemcinin kendisinden ayrıştırılamayacağını düşünmektedirler. Onlara göre bir kimsenin gerçeği bir başkasına göre farklı olabilir. Bir terapötik ilişkide yer alan “gerçek” danışan ve danışman tarafından birlikte oluşturulan bir şeydir.

9 Neoanalitik yaklaşımlar, daha önce Freud’un kullandığı tekniklere bir şey eklememişlerdir. Yalnızca klasik tekniklerin etkilerini yeni bir bakış açısıyla ele almışlardır.

10 Analitik Psikoloji-Carl Jung
Jung, Freud’un öğrencilerinden biriydi, ancak zamanla insan davranışının temel yönlendiricisinin cinsellik olduğu konusundaki anlaşmazlıkları yüzünden Freud ile yolları ayrılmıştır. Freud’ a göre libido cinsel ağırlıklı bir kavramken Jung’a göre libido genelleştirilmiş hayat enerjisidir.

11 Jung, klasik Freudyen bir kavram olan bilinçdışının insan potansiyeline olan katkısını dile getirmiştir. Jung’a göre biliçdışı yalnızca olımsuz duyguları içermemektedir, ayrıca insanların potansiyelinin, yaratıcılığının ve varoluşsal anlamının kaynağını da içermektedir.

12 Freud insanları geçmiş yaşantılarının kurbanı olarak görürken, Jung insan kişiliğinin oluşumunun geçmişleri kadar geleceğe yönelik hedef ve ümitlerinin etkisi altında oluştuğunu söylemiştir. Jung, Ödipal süreci reddederek çocuğun anneye olan düşkünlüğünü annenin yiyecek sağlayıcılığı işlevine bağlı bir doyum olarak ele almıştır.

13 Jung’ın üzerinde durduğu önemli kavamlar...
Jung’un kişilik yapısının merkezinde yer alan yapı “ego”dur. Ego, kişinin kişiliğinin farkında olduğu yönlerini kapsar. Persona kişinin bilinçlilik halidir. Onun kişiliğinin bir yöndür ve dışardaki dünyaya gösterdikleridir. Dışarıdaki kişilere kişiliğin sosyal olarak kabul edilebilir yönünü göstererek, sosyal olarak uygun görülen bir ego olarak hareket eder.

14 Jung, bilinçli egoyu dengeleyebilmek için kişisel gölge unsurunun olduğunu öne sürmüştür. Kişisel gölge, kişinin bilinçli olduğu yönüdür ve onun olumsuz, zararlı veya acı verici olarak gördüğü yönlerini kapsamaktadır. Kollektif bilinç dışı, tüm insanlar tarafından paylaşılan bir dizi bilgi, inanç ve yaşantıyı içermektedi. Kollektif bilinçdışının en önmeli unsuru arketipler olarak bilinen örüntülerdir.

15 Jung, bu arketiplerin belli özelliklerinin zamanla değişebildiğine, kültürler bakımından farklılıklar gösterebildiğine ancak görüntü ve kültüre özgü olarak bazı değişiklikler gösterebilmekle beraber arketipin temel özelliği hiçbir zaman değişmemektedir. Ayrıca Jung, danışanın arketip imajını doğru olarak belirleyebilmek için danışanın kültürünü nasıl anladığının anlaşılması gerektiğini söylemiştir.

16 Önemli arketipleri Anima ve Animus’tur.
Anima kişinin kadınsı yönünü, animus erkeksi yönünü temsil etmektededir. Jung herkesin anima ve animusunun olduğuna ve herkesin bu iki yönünü anlamaya çalışmasının gerektiğine inanmıştır. Bu arketipleri anlamak, kişinin kendini daha iyi anlamasıne ve karşı cinsle daha iyi ilişkiler kurmasına yardımcı olacaktır.

17 Jung’un kişilik tipolojisi
Jung kişiliğin üç temel yönünün olduğunu öne sürmüştür. Bu yönlerin her birinde birbirini zıddı olan iki kavram yer almaktadır. Bunlar: İçe dönüklük-dışa dönüklük Duygu-düşünce Duyum-sezgi Ona göre; içe dönüklük dışa dönüklükle, duyguları hissetmek düşünmekle ve duyuları kullanmak sezgilerle dengelenmelidir.

18 İçe dönüklük, bir kimsenin kendi içini araştırma eğilimini göstermektedir. İçe dönük insanlar bu araştırmalarını yapabilemek için yalnız kalma ihtiyacı içerisindedirler. Bir içe dönüğün az arkadaşı vardır ama bu arkadaşlarıyla yakın ilişkileri vardır çünkü içe dönük karşısındaki kişinin de iç dünyasına yönelme eğilimindedir.

19 Dışa dönük bir insan, dışsal nesneler ve ilişkiler aracılığıyla yaşamına anlam vermektedir.
Düşünme ve duygularını hissetme, kişiliğin bir diğer yönüdür. Düşünen bir insan var olan seçeneklerinin tüm ayrıntılarını anlamak ister, bu değerlendirmenin sonucunda akılcı bir karar verir. Bir duygu insanı için ise neşe, depresyon, arzular ve doyum onun için yaşantısal bir oyun alanıdır seçimlerini duyguları doğrultusunda yapar.

20 Duyularını kullanma ve sezgi, üçüncü yönü oluşturmaktadır
Duyularını kullanma ve sezgi, üçüncü yönü oluşturmaktadır. Duyularını kullanmayı yeğleyen biri, yalnızca ne gördüğü, kokladığı, tattığı, dokunduğu ve bu gibi şeyleri önemser. Öte yandan sezgisel bir insan, kimsenin açıkça görmediği gizemli şeyleri anlamaya çalışır. Görünenden yola çıkarak görünmeyeni hesap edermeye çalışır.

21 Jung, bu üç temel yönden yola çıkarak 8 kişilik tipi tanımlamıştır:
Düşünen içe dönük Düşünen dışa dönük Duygusal içe dönük Duygusal dışa dönük Duyusal içe dönük Duyusal dışa dönük Sezgisel içe dönük Sezgisel dışa dönük

22 Terapinin Amacı Analitik psikoterapiyi kısaca yeni bir kişilik sentezi oluşturmaya yönelik terapist- danışan ilişkisi olarak tarif edebiliriz. Jung bu ilişkide psikoterapistin karakteri, eğitimi, gelişmesi, bireyselleşmesi, kendini keşfetmesi gibi bireysel özelliklerinin yanı sıra hastayı değerlendirdiği sosyokültürel bakış açısının, danışana duyduğu saygı, değerlerine gösterdiği sıcaklık ve yakınlığın psikoterapötik etkide çok önemli olduğunu söyleyerek aktarım ve karşıt aktarım konusuna odaklanan ilk psikanalistlerden olmuştur.

23 Jung, psikoterapide sözlü yorumlamanın önemi yanında, danışanın duygulanımı, hisleri, vücut farkındalığı ve vücut diline de vurgu yapmıştır. Jung, psikoterapinin temel amacı olarak sadece danışanı tedavi etmek ve mutsuzluğunu gidermek yanında özsaygı gelişimine ve danışanların kendileri hakkında daha çok şeyleri bilmelerini sağlamayı da hedefleyen bir yol izlemiştir.

24 Analitik psikoterapi genel hayattaki günlük sorunlar, stres, kaygı, depresyon, düşük özsaygı problemleri, kişilik bozuklukları, ve psikozlar gibi bir çok ruhsal ve psikiyatrik sorunda faydalı olmaktadır.

25 Terapi süreci Jung, insanların kendi gelişimlerinin bir parçası olarak komplaksler geliştirme eğiliminde olduklarını söylemiştir. Kompleks, kişiliğin hassas olduğu bir yönüdür. Bir kimse yaşamında olan bir olayı anlamadığında veya bu olaylar çok acı verici olduğunda, bunu egosunda dahil edemediğinde kompleks geliştirir, böylece oluşturulan kompleks bilinçdışına atılır. Kompleksler sınırlayıcı, üzücü veya rahatsız edici olabildikleri gibi önemli konuları bilince taşıyarak faydalı da olurlar. Kompleksler bireyi gelişmeye ve yüzleşmeye motive eder. Kompleksler bireyi yönetmeye başlarsa ruh sağlığı bozulacaktır.

26 Örneğin, olumsuz bir anne kompleksine sahip yetişkin bir erkek, tüm kadınları kötü algılayarak duygusal ilişkilere giremezken, olumsuz bir anne kompleksine sahip bir kadın tüm dişilik özelliklerini bastırma yolunu seçebilir ya da başka bir kadın tüm doğallığından uzaklaşarak tabiat ana rolüne soyunabilir. Kompleks, kişiyi tamamen yönetmeye başlarsa psikotik bir durum söz konusu olabilir. Terapi sürecinde de üzerinde durulması gereken önemli noktalardan biri budur. Kişi komplekslerini bilinçli hale getirmeli ve egosuna dahil etmelidir.

27 Sonuç olarak Jung, bilinçdışını, temizlenmesi ve bilinçlenmesi gereken bir şey gibi görmez. Bireyin bütünlüğe doğru ilerlemesinin zihnin bilinçdışı ve bilinçli kısımlarının uyum içinde çalışmasıyla olacağını söyler. Bundan dolayı Jung'cı psikoterapistler her zaman dengeyi, ilerlemeyi, gelişmeyi ve bütünleşmeyi teşvik ederler.

28 Jung’ın psikoterepi sisteminin özellikleri:
Psişenin (psikolojik yapı) kendi kendini düzenleyen bir yapıdır. Danışan iyileşmek ve komplekslerini çözmek için neye ihtiyacı olduğunu bilmektedir. Bilinçdışının kişi için koruyucu bir görevi vardır. Egoyu acı veren duygulardan ve düşüncelerden korumaktadır.

29 Başarılı bir terapide danışan ve danışman arasındaki ilişkide önemlidir.
Kişisel gelişim yaşam boyu devam etmektedir. Bu sebeple insan yaşam boyu kompleksler oluşturabilir ve çözebilir. Bu görüşüyle de yaşam boyu gelişim ekolünün doğmasına öncülük etmiştir.

30 Terapi Aşamaları İtiraf etme: Bu aşamada terapist, danışanın geçmişini, egosunu ve bilinçdışını araştırır. Danışman, danışanın kişiliğini ve geçmişini yargılayıcı olmadan araştırır. Danışanını bu şekilde kabul ediliyor olması, onun egosunu gizliyor olmaktan dolayı yaşadığı suçluluğunu ve utancını rahatlatmaya yarayacaktır. Daha sonra bu süreç Rogers tarafından koşulsuz olumlu kabul olarak adlandırılacaktır. Jung, itiraf aşamasında aktarımın güçlü ve baskın olcağını belirtmektedir. Danışan, danışmana o anda araştırılmakta olan pek çok yönünü projekte etmektedir.

31 Aktarımın netleştirilmesi ya da araştırılması: Bu aşamda danışman danışana aktarımını gösterir ve bunun nereden kaynaklandığı araştırılır. Danışanın erken dönem yaşantıları araştırılır. Eğitim: Bu aşamada danışan ve danışman, danışma sırasında birlikte yaşadıklarından yola çıkarak, kazanılan iç görüyü netleştirerek yorumlamaya çalışırlar.

32 Dönüşüm: Bu aşamaya her danışan ulaşamamaktadır
Dönüşüm: Bu aşamaya her danışan ulaşamamaktadır. Bu aşamada danışan kendini gerçekleştirmeye doğru yol almaktadır. Jung’a göre kendini gerçekleştiren bir insan hem bilinç hem de biliçdışı yaşantılarına değer verir. Bilinci ve bilinçdışı arasında bir denge kurmuştur. “Bilinçdışı bizi bizden daha iyi bilir.” Carl JUNG

33 Terapinin aşamaları birbiriyle iç içe olarak gerçekleşir
Terapinin aşamaları birbiriyle iç içe olarak gerçekleşir. Bazı danışanlar terapinin bir aşamasına iken bazıları ikinci ve üçüncü aşamalarda aynı anda bulunurlar.

34 KENDİLİK PSİKOLOJİSİ-HER ŞEY BENİMLE İLGİLİ
-Heinz Kohut ( ), Avustuya Viyana’da dünyaya gelmiş, genç bir yaşta Nazilerden kaçmayı başararak Şikago’ya yerleşmiştir. -Freud ve çevresiyle tanışarak uzun bir zaman geleneksel bir psikianalist olarak çalışmıştır. Daha çok narsistik kişilere odaklanmıştır. -Kendi düşüncesini yaşamının sonuna doğru oluşturmuştur. -KP’nin alt başlığı ‘her şey benimle ilgili’ şeklinde olabilir, çünkü Kohut çalışmalarını daha çok narsistik olarak tanılanan kişilerle yaptığı çalışmalarıyla geliştirmiştir.

35 -Önceleri narsistik sendromlarla çalışırken, geleneksel psikianalizi kullanmıştır. Ancak yaşamının sonuna doğru, çalışmasının Freud’a PARALEL olduğunu, ama ondan ayrı bir çalışma olarak katkı getirdiğini ve kendi çalışmasının Freud’ unkinden daha kapsamlı olduğunu dile getirdi. -Hem kendi açıklamalarını hem de Freud’un açıklamalarını kullandığından dolayı, araştırmacılar Kohut’un modelini karma bir model olarak nitelemişlerdir. Psikianalistler tarafından ‘analitik olmadığı’ damgasını yemekten kurtulamamıştır. Bunun nedeni de Kohut’un modelinin radikal olarak görülmesidir.

36 TEMEL KAVRAMLAR 1-Kendilikobjeleri: Benliğin değişik kısımlarını ve de kişinin etrafındaki insanlara kendisiyle ilgili olarak yöneldiğini ifade etmek üzere kullanılmaktadır. Kendilikobjeleri, ilk olarak kendiliğin hiç olmadığı ilkel durumla başlar ve bir kişi olarak kendiliği geliştirmek üzere gelişir. Kendilikobjeleri kendiliğin olmadığı sırada bebeği sakinleştirmek ve ona destek olmak üzere belirir, ama kendilikobjelerine olan ihtiyacımızda hiçbir zaman ortadan kalkmaz.

37 Bizim için en önemli kendilikobjelerimiz ebeveynlerimizdir, ebeveynler iyi kendilik objeleri olmalıdırlar ama arada sırada bebek için rahatsız edici olurlar, ama bu da bebeğin gelişimini hızlandırmaya yaramaktadır. Eğer bebek ebeveyn ilişkileri yeterince doyurucu olursa, bebeğin benliği o zaman sağlıklı bir şekilde gelişecektir. Örnek Olay(1)

38 2-Çözülemeyen Kaygı: Kohut, analitik kurama çözülemeyen(bir türlü birleştirilemeyen) kaygı kavramını eklemiştir. Bu kavramında insanların yaşadığı en temel kaygı olduğunu iddia etmiştir. Kohut, çözülemeyen kaygı terimini ‘ölümden korkmak’ olarak tanımlanabileceğini söylemiştir. Sağlıklı(tutarlı) benliği olan insanların bile bir miktar parçalanma tehdidini hissettiğini, tüm psişik savunmalarında aslında bu ilkel ve derinde yer alan kaygıyı uzaklaştırmaya çalıştığını belirtmektedir. Örnek Olay(2)

39 -Kendilik, kendilik objeleriyle olan ilişkiler aracılığıyla oluşur.
KİŞİLİK KURAMI VE BİREYİN GELİŞİMİ -Kendilik, kendilik objeleriyle olan ilişkiler aracılığıyla oluşur. -Sağlıklı kendiliğin oluşumunda aynalama ve idealleştirme şeklindeki iki süreç önemli olmaktadır, ayrıca grandör-teşhirci kendilik ile idealleştirilmiş ebeveyn imajı, bunlar iki ayrı kendilik objesi olarak geliştirilmiş olmalıdır. -Küçük çocukların ‘‘ bana bak, ne şahaneyim değil mi?’’ işte buna grandör teşhircilik denir. -Bu onların ebeveynlerinin onlara aynalama yapmasına ihtiyaçları var demektir ki ebeveynlerde tutarlı olarak onları onaylayarak ve hayranlık duyarak bunu onlara sağlayabilirler.

40 -Ebeveyn imajının gelişmesi içinde yüceltmenin(idealleştirmenin) olması, yani ebeveyn çocuğun kendini mükemmel olarak görmesine izin vermesidir. -Kohut’un empati kavramı içinde yüceltme ve aynalama vardır. Kohut empatide aksaklığın yaşanmasına optimal engellenmişlik adını vermiştir.

41 -Kendilik, birbirinden farklı iki tip kendilik objesini temel eden iki kutup bakımından gelişir. Kişilik tipleri, Kohut’a göre bunlardan hangisinin dominant olduğuna göre belirginleşir. -Eğer grandör-teşhirci yön baskınsa, bu kimse atak ve hırslı olacaktır. Eğer idealleştirilmiş kendilik objesi dominantsa, bu kimsenin güçlü idealleri ve değerleri olacaktır. ÖRNEK OLAY-3

42 SAĞLIK VE FONKSİYONSUZLUK
-Kohut, geleneksel Freudiyen görüşteki sağlıklığın en belirgin göstergesinin odipal aşamayı sağlıklı bir şekilde atlatan heteroseksüel bir insan olduğu şeklinde anlayışı reddetmiştir. -Şöyle demektedir: ‘‘içlerinde bazıları yazılı tarihte yer almış kimselerde dahil olmak üzere başka pek çok iyi yaşantı daha söz konusudur; ve bu kimselerin psikoseksüel organizasyonu hetereseksüel-genital değildi ya da temel sevgi objeleri bakımından kararlı değildir.’’

43 -Kohut, kendilik objelerine olan ihtiyacın yaşam boyu olduğuna inanmaktadır. Sağlıklı bir insanı fonksiyonda bulunmayan insandan ayıran husus ise bu onların kendilik objelerini ararken ve ayrıştırırken bunu nasıl yaptığına dayalıdır. -KP’ye göre sağlıksızlığın asıl nedeni kendilikle ilgilidir ve bu erken dönemdeki yaşantılar sırasında bakım veren kişiyle olan yaşanan yetersiz yaşantılara bağlı olarak ortaya çıkmaktadır.

44 TERAPİNİN DOĞASI Değerlendirme: KP terapistleri formel değerlendirmeler yapmaktan pek hoşlanmaz. Bunun yerine, bir KP danışmanı danışanla ilgili olarak yaptığı kendi gözlemlerine güvenir, özellikle de kendiliği ile ilgili eksiklerin neler olduğunu görebilmek için onun seans sırasındaki davranışlarını gözler.

45 Danışman-danışan rolü:
-KP terapideki ilişkinin geleneksel psikianalistlerin ilişkisinden çok farklı olarak sıcak ve samimi bir ilişki olduğunu ifade etmektedir. -Bir KP terapisti, geleneksel bir analistten çok daha fazla olarak danışanına duygusal olarak yakın olur. -Bir KP terapisti danışanın çaresiz ve yardıma muhtaç olmasını, danışanın erken dönemdeki bastırılmış duygularını ona göstermek amacıyla başlar.

46 -KP, samimi ve rahat bir ortamda yapılmaya çalışılmakla beraber, bu yaklaşımda danışanına yine bir hasta imiş gibi bakıldığı görülmektedir. -Terapistin danışanla empati kurması ama aynı zamanda da danışanının aktarım belirtilerini doğru olarak yorumlayabilmesi beklenmektedir. Amaçlar: KP müdahalelerinde amaç, kendilik yapısındaki eksiklikleri düzeltmektir ya da kendiliğinin yeniden kurulmasıdır.

47 TERAPİ SÜRECİ -KP modelindeki terapi, pek çok bakımdan psikianalitik terapi ile aynıdır. -Yorumlama, özellikle de aktarımın yorumlanması, bu yaklaşımın anahtarı olan kelimelerdir. -KP terapide, rüya analizleri de yapılır. Ancak terapinin nihai amacı, diğer pisikianalitik yaklaşımlardan oldukça farklıdır. İç görü kazanmak yerine kendiliğinin oluşması ve ya egonun kapasitesinin genişletilmesi vardır.

48 -KP’deki terapinin özü empatidir.
-KP terapi, danışanın erken dönemde engellemiş olan kendilik objesi ihtiyaçlarını tekrar harekete geçirmektedir. -KP modelinde direnç, danışanın kendiliğinin özüne erken dönemde yapılmış olan saldırıların tekrarlanmasından kaçınma çabası olarak görülmektedir.

49 TERAPÖTİK TEKNİKLER Bir yorumlamanın etkili olabilmesi için önce anlama ve açıklama olmak üzere bu iki unsur gerçekleştirilmiş olmalıdır. -Anlamış olmak, optimal engellenmenin olmasını sağlar, bu da yeni bir benlik saygısına yol açar.

50 -Bu süreçte empatik bağın kurulmuş ya da yeniden kurulmuş olması, danışanın karşılanmamış ihtiyaçlarının karşılanmasının yerine geçer ve de bu ilişkinin bağlamı şekil değiştirerek içselleştirmelerin yapılmasıyla yeni bir kendiliğin oluşumunu hazırlar.

51 NESNE İLİŞKİLERİ KURAMI:LEGO YAKLAŞIMI
Nesne ilişkileri kuramı psikanaliz ekollerinden biridir. Kuram Melanie Klein tarafından ortaya atılmıştır, daha sonra D. Fairbain, W. Winnicott tarafından tekrar gözden geçirilmiştir. Melanie Klein ve Anna Freud psikanalize en çok katkıda bulunan kadınlardır. Klein, psikanaliz üzerinde çok büyük bir etki yaratmıştır ancak Anna Freud ile çocuk analizi konusunda ters düşmüştür.

52 Melanie Klein’in görüşü Gelişim kuramında bir değişiklik yaparak yetişkinler için kullanılan analitik teknikleri çocuklar için kullanma yolunu seçmiştir. Klein analizlerine dayanarak süperegonun daha önce ortaya çıktığını ve ödipal kompleksin değil anne ile olan ilişkinin bu yapının gelişiminde temel olduğunu açıklamıştır. Klein, çocuğun oral ve anal dönemde yaşamış olduğu agresif eğilimlerinin, onun sadistik fantezilerinin bir kanıtı olduğunu, bunun anneye yansıtıldığını ve düşmanca olan nesnelerin içe alındığını düşünüyordu. Projektif özdeşleşme yoluyla da bu nesneler süperegoya dönüşüyordu. Klein ayrıca analiz sırasında çocuk ile analist arasında aktarımın oluştuğuna inanıyordu. Anna Freud’un Görüşü Anna Freud yetişkinlere uygulanan geleneksel analitik tekniklerin çocuklara uygulanamayacağını düşünmüştür. Klein’in agresif fantezileri analiz etme yöntemini tehlikeli buldu, çocukların bu agresif yitimleriyle baş edebilecek kadar gelişmiş bir egosunun olmadığını ileri sürüyordu.

53 Nesne sözcüğünü Freud içgüdülerin hedefi anlamında kullanmıştır
Nesne sözcüğünü Freud içgüdülerin hedefi anlamında kullanmıştır. Geleneksel olarak, bu kuramda en önemli nesneler bizim libidinal ve agresif ihtiyaçlarımızı karşılayan insanlardır. Genelde nesne ilişkileri kuramcıları klasik dürtü kuramını( çocuk dünyaya geldiği andan itibaren libidonun gücü ile davranışta bulunur, içgüdüler doğuştan vardır) reddederler. Freud’un dediği gibi içgüdüsel isteklerimizi doyurmak için değil nesneler için (çoğunlukla diğer insanlar için) bir arayış içinde olduğumuzu iddia ederler. Nesne arayışı süreci çok erken bir yaşta başladığından, bu konuda yazan yazarlar ilk gelişim aşamalarına ve anne çocuk ilişkisine odaklanmışlardır. Temel Kavramlar Nesneler, Yansıtma, İçe alma, Projektif özdeşleşme Nesneler Dışsal nesneler: Çevredeki eşyalar, insanlar gibi İçsel nesneler: Yaşamın erken dönemlerinde önemli olan kişilerle yaşanan ilişkiler sırasında oluşmuş psikolojik yapılar. İçselleştirilen nesneler çocuğun kendilik yapısının temel taşlarını oluşturur. Erken nesne ilişkilerimiz sonraki ilişkilerimizde belirleyici olur. Nesne ilişkilerinin içselleştirilmesi, benlik-üstbenlik gelişimindeki en önemli basamaktır.

54 Yansıtma Yansıtma, bir nesneye ilişkin duygular nesnenin kendisi ile birleştiğinde oluşur, böylece duygular dış dünyaya yansıtılarak nesne kişi için güvenli hale getirilir. Yansıtma, nesne ilişkileri kuramcılarına göre başlangıçta bebeğin meme ile nasıl bir ilişki kurduğuna ve memeye ilişkin ilkel duygularla ilişkilidir. Ör: karnını doyuran mutlu bir bebek bu duygularını memeye yansıtır bu onun için iyi olur, aç ve kızgın olan bebekte duygularını memeye yansıtır bu onun için kötü meme olur. Anne ve diğer insanlarda bebeğin yaşantısı bakımından aynı şekilde iyi ve kötü hale gelirler. İçe alma Korkulan dünyayı güvenli hale getirmenin bir diğer yolu, bunun kötü yönlerini almak ve bunları içselleştirerek kontrol altında tutmaya çalışmaktır. İçe alma ile dış dünya her ne kadar güvenli hale geliyorsa yine de problemli olmaktadır çünkü bu çocuğun iç dünyasını korkunç bir hale getirmektedir. Bazı kuramcılar iyi nesnelerinde içe alındığını belirtmektedirler. Nesneyi kendi içinde parçalara ayırma; bebeğin duygularını iyi ve kötü olarak ayırma sürecidir. Aslında bu normal bir süreçtir burada tehlikeli duygular, nesneler ve itilimler hoş olanlardan ayrılır böylece bebeğin bunları yönetmesi kolaylaşır.

55 Bebeğin iyi ve kötü olan duyguları başlangıçta herhangi bir nesne ile birleştirilmemiştir ancak meme ya da biberon çabucak ilk nesne haline gelir. Bu nesneler bebeğin açlık ihtiyacı karşılandığında iyi karşılanmadığında kötü olur. Bu süreç zamanla yaygınlaştırılarak insanlarda iyi ya da kötü olarak algılanır. Mükemmel anne diye bir şey yoktur bebeğin ihtiyaçlarını karşılamada başarısız olacak ve kısmen de olsa kötü olmaktan kurtulamayacaktır. Memeyi/anneyi hem iyi hem de ona doyum sağlamayan bir nesne olarak yaşamanın verdiği kaygı ile başetmek üzere, bebek ikisini de psikolojik olarak içine alır ve bunları kendi içinde ayırır. Böylece iyi kötü nesnelerin her ikisi de onun iç dünyasında yer almış olur. Bebekler kötü anneyi bastırma eğilimindedirler onun için annenin bir versiyonunu bilinçli bir şekilde içlerinde idealleştirirler. Egosunda ona acı veren nesnelerle ilgili olan bir kısım da aynı aynı şekilde bastırılmış olarak bulunmaktadır. Fairbairn bastırılan kötü nesnelerin daha sonra reddedilen veya heyecan veren nesneler olarak ikiye ayrıştırıldığına inanmaktadır. Reddedilen nesneler daha çok agresif itilimlerdir, heyecan verenler ise cinsel veya libidinal dürtülerle ilişkili olanlardır.

56 Projektif özdeşleşme Bebeğin bazı korkutucu duygularını başka bir nesneye yansıtmasıyla başlar. Ama o zamanda bu tehlikeli itilimler dışarıda bir yerde yer aldığından kontrol edilememektedir. Bu korkulan nesne ile ilişki sürdürmenin tek yolu da bunu içselleştirerek kendisine geri almak şeklindedir. Böylece kötü nesne bebeğin bir parçası olmaktadır. Projektif özdeşleşme sadece korkutucu duyguların içe alınması ile oluşmaz. İyi nesnenin değer verilen bir özelliğininde içe alınması ile oluşabilir.

57 KİŞİLİK KURAMI VE BİREYİN GELİŞİMİ
Nİ kuramcılarına göre, gelişim süreci tüm yaşantı sürecinin parçalanmasıyla oluşan saf ve temiz bir benlikten kaynaklanır. Benlik, insanın doğasında olan durumdur ve doğumla birlikte başlar. Başkalarıyla ilişki kurarak ve nesneleri içselleştirerek kendine psişik yapılar oluşturmak suretiyle gelişir. Klein’ın bebeklerin gelişimi hakkındaki görüşü, bunun sürekli sıkıntılarla oluşan bir durum olduğu şeklindedir.

58 İkincisi, anne bebeğin sessizce vakit geçirmesini de sağlamaktadır.
Kendisini Klein’ın izleyicisi olarak gören Winnicott da çocuk gelişimi konusunda epey katkı getirmiştir. Winnicott, bizim çok tanıdık olduğumuz “yeterince iyi anne “ terimini ortaya koymuştur, bu terim ile de bebeğin ihtiyaçlarını çoğunlukla karşılayabilen bir anneyi betimlemektedir ki bu anne aynı zamanda bebeği kucaklayıcı bir ortam da yaratmış olmaktadır. Anne bu süreç içerisinde iki rol oynamaktadır. Birincisi bebeğin ihtiyaçlarının karşılandığını garantilemekte ve bunu yaparak da bebeğin ona gerekli nesneleri sağlamış olduğu inancını ona vermektedir. İkincisi, anne bebeğin sessizce vakit geçirmesini de sağlamaktadır. Bunların her ikisinden birini karşılama da başarısız olmak, benlikte çatlaklar yaratarak parçalanmaya neden olmaktadır; çünkü benlik kişinin kendisindeki içsel gerçeklerini dışarıdaki gerçeklerle uzlaştırmasıyla oluşturulmaktadır.

59 Kendisini Klein’ın izleyicisi olarak gören Winnicott da çocuk gelişimi konusunda epey katkı getirmiştir. Winnicott, bizim çok tanıdık olduğumuz “yeterince iyi anne" terimini ortaya koymuştur, bu terim ile de bebeğin ihtiyaçlarını çoğunlukla karşılayabilen bir anneyi betimlemektedir ki bu anne aynı zamanda bebeği kucaklayıcı bir ortam da yaratmış olmaktadır. . WİNNİCOTT

60 Anne bu süreç içerisinde iki rol oynamaktadır.
Birincisi bebeğin ihtiyaçlarının karşılandığını garantilemekte ve bunu yaparak da bebeğin ona gerekli nesneleri sağlamış olduğu inancını ona vermektedir. İkincisi, anne bebeğin sessizce vakit geçirmesini de sağlamaktadır. Bunların her ikisinden birini karşılama da başarısız olmak, benlikte çatlaklar yaratarak parçalanmaya neden olmaktadır; çünkü benlik kişinin kendisindeki içsel gerçeklerini dışarıdaki gerçeklerle uzlaştırmasıyla oluşturulmaktadır.

61 Winnicott’un ilginç ve özgün bir katkısı da, geçiş nesnesi fikridir
Winnicott’un ilginç ve özgün bir katkısı da, geçiş nesnesi fikridir. Geçiş nesnesi canlı bir nesne değildir, oyuncak ayı veya battaniye gibi bir şeydir. Bu varlıklar, her şeye yeterli olma halisinasyonu ile objektif gerçeği fark etme arasında bir gelişim istasyonu gibi görev görmektedirler. Fairbarn ve bazı Nİ kuramcıları, gelişimi kişinin bir yandan bireyselleşme öte yandan da başkalarına bağlanma olmak üzere iki taraftan bir çekiştirilme süreci olarak ele almaktadırlar.

62 SAĞLIKLILIK VE FONKSİYONSUZLUK
Genel olarak, Nİ kuramcıları psikolojik fonksiyonsuzluğun erken dönemdeki bir hatanın sonucu olduğuna inanmaktadırlar; bu arada da optimal olarak yapılabilecek ebeveynliğin daha azını yapmış olmanın sonucunda oluşan nesne ilişkilerinden de söz etmektedirler. Winnicott’un bakış açısına göre, annenin bebek için kucaklayıcı bir ortam yaratmamış olması, çocuğun bir baskı altında kalarak zorlanmasına neden olarak, karşısındakinin sınırını aşmak denen bir durumun yaşanmasına yol açar.

63 Kernberg, fonksiyonsuzluğu nesne tanıtımlarının bütünleştirilememiş olmasından kaynaklandığını düşünmektedir. Bütünleştirme sürecinde zorlanmanın temel nedeni, nesnenin kendi içinde parçalanmasının aşırı derecede ve savunmacı bir şekilde yapılıyor olmasıdır. Örneğin Kernberg dsm-4 terminolojisine göre boderline kişilik organizasyonu veya boderline kişilik bozukluğunu sergileyen kişilerle ilgili olarak pek çok şey yazmıştır. Kernberg bu kimselerin çoğunlukla saldırganlık şeklinde olmak üzere pek çok olumsuz duygular taşıdıklarını, kendilerindeki bu duygularıyla tolore etmekte zorlandıklarından, nesnelerini parçalayarak bazı kısımları ayırdıklarını düşünmektedir.

64 Kernberg’in kuramı ile ilgili olarak tartışmalı olan bir durum şudur: bu saldırganlık yapısal ( yani kalıtsal ) bir nedenle olabileceği gibi çevresel güçler nedeniyle de olabilir. Kaynağı ne olursa olsun, bu duygular kişiler arası ilişkilerde olumsuz bir tonun egemen olmasına neden olmaktadır, bu nedenle de olumsuz nesneler içselleştirilmektedir. Burada nesnelerin tanıtımları benlikte bütünleştirilememiştir, kimliğin erimesi denen bir durum ortaya çıkmıştır. Kimlik erimesi, anlamlı kişilerin ve benliğin bütünleştirilmesinin zayıf olması demektir.

65 TERAPİNİN DOĞASI Değerlendirme
Nİ terapistleri herhangi bir şekilde formel değerlendirme yapmazlar. Pek çok analistin yaptığı gibi, yalnızca alttaki dinamik sürecin ipuçlarını bulmak üzere danışanın davranışlarını ve söylediği içeriği gözlemeye çalışırlar. Terapötik Atmosfere Genel Bakış, Danışan ve Danışman Rolleri Pek çok EP kuramcısı gibi Nİ terapistleri de terapi yaparken daha çok Ortodoks psikanalistlere benzemektedirler. Ancak Nİ terapistleri klasik analistlerden farklı olarak terapi ortamına daha çok dikkat ederler. Klein’ın burada da tekrar farklı bir duruşu sergilediği görülmektedir.

66 Walker’a göre Klein’ın terapi yaklaşımı onun çocuklarla çalışmasından etkilenmiştir ve klasik psikanalizden bazı farklılıklar göstermektedir. Erken dönemdeki yaşantıları vurgulamış olması gibi. Winnicott, analitik ortamı, danışanın bebekken yaşamadığını yaşamasını sağlayan kucaklayıcı bir ortamın yaratılması olarak görmektedir; danışanın bu yaşantısının eksik olduğu düşünülmektedir, çünkü aksi takdirde buraya danışan olarak gelmiş olmayacaktı. Terapist danışana baskı yaparak onun sınırını aşmaktan kaçınmalıdır, çünkü danışan sahte benliğini bırakarak gerçek benliğini ancak güvenli bir ortamda ortaya çıkarabilmektedir.

67 Fairbarn’da aynı şekilde, değişimin analist ile oluşturulan yeni ilişkinin içinde oluştuğunu düşünmektedir. Çağdaş analistler son zamanlarda terapistin otoritesi ve bu konuya ilişkin olarak da terapötik olarak nötr olma konusuyla ilgilenmektedirler. Kernberg bu konuyu şu şekilde ele almaktadır:terapistler; eğitimleri, yetişmeleri ve becerileri bakımından otoritelerini muhafaza etmelidirler ama aynı zamanda da terapötik ilişkiye yaptıkları katkının da farkında olmadırlar.

68 Amaçlar Nİ kuramcılarına göre iyi bir terapi sağlıklı nesne ilişkilerinin ve sağlam bir benliğin oluşmasına yardımcı olur. Winnicott, terapinin amacının benliğin gelişmesi olduğunu düşünmektedir. Fairbarn’ın amacı, danışanın insanlarla ilişkilerini yinelemesidir, danışanın terapiye getirmiş olduğu hatalı örüntülere bağlı olmadan yeni yollarla ilişki kurabilmesidir. Kernberg, terapinin amacını benliğin içindeki nesne parçalarının bütünleşmesi olarak görmektedir, böylece de geliştireceği yeni becerileriyle kendilik ve diğerleri algısını devamlı olarak sürdürebilecektir, insanlarla empati kurabilecektir, kendi yaşantısını dışarıya aktarabilecektir.

69 TERAPİ SÜRECİ Nİ terapistleri için içgörü çok önemlidir. ilk önce terapi ilişkisindeki dinamik ile ilgili içgörünün kazanılması hedeflenir, geçmişteki durumlar daha sonraki dönemde ele alınır. Nİ terapistleri ayrıca aktarım kavramı ile oldukça ilgilidirler. Danışanların geçmişte kullandıkları ilişki kurma şeklini terapiye getirmesini kabul ederler. Klasik analizde terapist, aktarımı objektif olarak ele alır, aktarımı danışana duygusal olmayan ve nötr bir tutumla yorumlar. Klein gibi bazı Nİ kuramcıları bu görüşü benimsemiştir. Kernberg teknik olarak nötrlüğün sağlandığı durumlarda bile yine de yakınlık ve empatiyi önermekte, dahası terapistin danışanın kendi içinde halledemediği bir şeyi danışmanın empatik olarak anlayabilmesini beklemektedir. Olumlu aktarımlar yorumlanmamalıdır; bu daha çok iş birliğiyle çalışmayı oluşturmak için kullanılmalıdır.

70 Nİ kuramcılarına göre, ciddi sorunları olan danışanların yaşadığı aktarımın nasıl olduğu konusunda yapılabilecek en iyi açıklama, bu kimselerin ilkel savunmalarını sürdürebilmek için kırılgan benliklerini korumaya ihtiyaçları olduğu şeklindedir. Kernberg bunun arkasındaki şeyin projektif özdeşleşme olduğunu düşünmektedir. Danışan kendisindeki tanıtımlar nedeniyle terapiste güvenmez ve ondan korkar. Danışan bunun için iki şekilde kendini korumaya almaya çalışır: düşmanca ve sadist olarak ya da korkmuş bir çocuk gibi davranarak.

71 Karşı aktarım, danışanı anlamak için bir araç olarak kullanılmaktadır
Karşı aktarım, danışanı anlamak için bir araç olarak kullanılmaktadır. Danışan kendisindeki düzensiz nesne ilişkilerini analitik duruma projekte ettiğinden, terapistin danışana karşı olan tepkisi danışanın iç dünyasında ne yaptığının dinamiğini göstermek bakımından tanılayıcı bir bilgi sağlar. Kernberg karşıt aktarımın incelenebilmesi için akran süpervizyonu içinde olmasını önermektedir.

72 TERAPÖTİK TEKNİKLER Geleneksel psikanalizde olduğu gibi, Nİ ‘de de yorumlama en güçlü teknik olarak görülmektedir. Bazı Nİ kuramcıları, terapinin içeriğindekilerin değil de terapideki ilişkinin kendisinin iyileştirici bir unsur olduğuna inanmaktadır. Kernberg’in çalışmasına dayalı olarak geliştirilmiş olan güncel bir yaklaşım Aktarım Odaklı Yaklaşım. AOT, terapist ve danışan arasında karşılıklı beklentiler bakımından spesifik bir kontratın yapılmasıyla başlayan yapılandırılmış bir yaklaşımdır. AOT’nin temel teknikler; açıklığa kavuşturma, yüzleştirme ve terapötik ilişkide şimdi ve burada olanlar bakımından aktarım analizinin yapılmasıdır. AOT terapistler, ayrıca danışanın iletişimindeki tutarsızlıkları da yüzleştirirler.

73 İLİŞKİSEL PSİKANALİZ Genel anlamda ilişki okulu olarak adlandırılmaktadır. Bu yaklaşımın kökeni Freud ‘un çağdaşçısı olan Sandor Frenczi’ ye dayanmaktadır. Bir diğer temel kişi olan Sullivan ise kişilerarası psikiyatri olan kendi yaklaşımını kurarak, 1940’ların sonunda analistin boş bir perde gibi duran bir kimse değil, katılımcı gözlemci olması gerektiğini iddia etmiştir. İlişkisel terimi, psikanalizde ilk kez Grenberg ve Mitchell tarafından 1983’de, Sullivan ‘ın kişilerarası ilişki kuramından ve Fairbarn’ın nesne ilişkisi kuramından alınarak kulanılmıştır. Bu psişik modellerinin ortak noktası,ruhsal yapının psikiyatrik müdahalenin yapılmasına olanaklı yönlerinin kişinin başkalarıyla ilişkileriyle oluşmuş olmasıdır.

74 Kendilik İP kuramcıları,kendiliği içerisinde oluşmuş olan yaşantı ve dav. Örüntüleri ve bunlara ilişkin olarak verilen anlamlandırmalar olarak tartışmaktadırlar. Kuramcılardan Mitchell kendiliğin geçici olma özelliğinden dolayı bir çok kendilik kavramına sahip olduğumuzu söylemektedir. Güven ihtiyacımız ve bağlı olduğumuz insanların kendi düşüncelerimizden dolayı bize kızmasından, uzaklaşmasından korktuğumuz için gerçek benliğimizden çok kendimzi sahte benlik oluşturarak ifade ederiz.

75 Temel kavramlar Kendilik Dürtü kuramı kaygı İlişki matriksi

76 İlişki Matriksi İlişkisel matriks, hipotetik bir kavramdır. Benlikten, benliğin ilişki kurduğu nesneden ve de ikisi arasındaki ilişki örüntülerinden oluşmaktadır. İP terapistleri,ilişkinin kendisine odaklanmaktadırlar.Danışanın terapiye getirdikleri de onun ilişkisel matriksindeki yapı bakımından yorumlanmaktadır.

77 Çatışma ise her ilişkide sürekli olan bir durumdur.
Dürtü Kuramı İP kuramı içgüdüsel kuramı reddeder. Ancak insan ilişkilerinde önemli olan çatışma, agresyon ve cinsellik gibi kavramları dışlamamaktadır. Cinselliği ilişki kurmanın en yaygın formu olarak görmektedirler Agresyonu, saldıraganlıkla özdeşleşmiş olmanın ve engellenmenin bir sonucu olarak görülmektedir. Çatışma ise her ilişkide sürekli olan bir durumdur.

78 Kaygı Sullivan kaygıyı bebeğin erken dönemdeki yaşantısında bir anahtar olarak görmektedir. Gerçekte kaygı bağlanma ihtiyacını yönetmektedir. Bebekler doğuştan güvenli bir ortam arayışı içindedirler,bebeğin ya da bakım veren kişinin kaygılı olması, güvenli olmayan bir ortam yaratmaktadır.

79 Kişilik kuramı ve Bireyin Gelişimi
İP’ler benliğin gelişiminde erken dönem yaşantılarının anlamlı olduğunu vurgulayan gelişimsel kuramları benimsemektedirler. İP modelinde başkalarıyla ilişki kurma yollarını öğrenmenin kritik olduğu kabül edilmektedir. Mitchell “ Bir insanın ayakta durabilmek için başkalarıyla bir matriks ilişkisi içinde olmaya çok güçlü bir ihtiyacı vardır,kişi bu ihtiyacı somut olarak gözlemlenebilen transaksiyonlar aracılığıyla karşılayabileceği gibi içsel varlıklar aracılığıyla da yapılabilir “demiştir. İP sisteminde, mizaç gibi bazı özelliklerde genetik veya biyolojik etkilerin olduğu kabul edilmektedir ancak bu yaklaşıma göre kişiliğin en önemli kısmının öğrenilen ilişki örüntüleri olduğu düşünülmektedir.

80 Sağlıklık ve Fonksiyonsuzluk
İP kuramında, psikolojik bozukluğun kişinin kendisi ve başkaları bakımından tutarlı bir benlik oluşturmasını engelleyen gelişim problemlerinden kaynaklanıldığını düşünmektedirler. Sağlıklı insanlar kendilerin daha çok otantik benlikleri ile ifade ederek zengin yaşantılara sahip insanlardır. Problemler, kişinin gelişim süreci sırasında fonksiyonel olmayan ilişkiler yaşamasından dolayı daraltılmış bir ilişki matriksi oluşturarak kullanılmasından kaynaklanmaktadır.

81 Terapinin Doğası Değerlendirme :İP terapisti tanılama ve değerlendirme ile ilgilenmemektedir.Sadece yapabildiği en iyi şekilde danışanını ve onun başkalarıyla nasıl ilişki kurduğunu anlamak istemektir. Danışan ve Danışmanın rolleri : İP kuramcıları aktarım oluşmasını desteklemek üzere danışanların hafta da birden fazla görmeyi istemişlerdir. Bu analistler terapötik ilişkiye geleneksel anlayışçılardan farklı bakmışlardır.

82 Geleneksel analtik kuramda,terapist objektif ve nötrdür,tedavi sürecinin dışında kalmıştır.
İP kuramcıları bu anlayışı terk ederek iki kişilik alan anlayışın benimsemişlerdir. Bu terapistler terapiyi danışman ve danışanın birlikte karşılıklı etkileşimi olarak ele almaktadırlar. Aktarım ve karşı aktarım,danışanın çatışmalarının bir ürünü olarak görülmekten çok danışan ve terapist tarafından karşılıklı etkilenme olarak görülmektedir. Geleneksel analize göre daha az bir otorite hakimdir.

83 Amaçlar: Danışanların terapiye gelme nedeni olduğu anlaşılan ilişki örüntülerini değiştirmek için ona yardım etmektir. Danışan daha önceki yaşamından getirdiği eski, sınırlandırıcı ilişki örüntülerinden vazgeçmelidir. En sonunda bu değişimler sayesinde benliğini daha otantik ve daha doyurucu bir şekilde yaşamaya başlayacaktır.

84 Terapi Süreci Terapinin asıl amacı ;danışanın ilişkilerinde yeni yollar bularak etkileşim kurabilmesini sağlamaktır. Hastaya bu yeni etkileşimler aracılığıyla terapist daha önce kapalı olan danışanın dünyasına girebilmekte ve ona yeni ilişki olasılıklarının kapısını açmaktadır. Analist, danışanın önce kendini rahatça açabileceği, aktarımda bulunabileceği güvenli bir ortam yaratmaya çalışır,ve böylece aktarım konuları ortaya çıktığında , danışan ve terapist bunları rahatlıkla belirleyebilecek durumda olabileceklerdir. İP kuramcıları, analistin hiçbir zaman aktarım dışında kalarak fonksiyonunu yerine getiremeyeceğini belirtmektedirler.

85 Danışanın ilişkilerle ilgili geçmişini / davranış örüntülerini terapiye yaşantı olarak getirmesi kabul edilmektedir;ancak terapist bu örüntülere açıkça tepkide bulunarak ya da bulunmayarak,terapide ne olacağını etkilemektedir. Mitchell, İP sürecinin terapist ve danışanın aralarında özgün bir etkileşim kurmalarına yaradığına inanmaktadır; “ Analiz yapmak, ister hasta olsun isterse analist olsun,her zaman için belli bir şekilde tamamen otantik bir yaşantıya ulaşma mücadelesini içermektedir, bu da tamamen başarıldığında her ikisininde değerli ve nadir olduğu şeklinde bir özgürlük ve otantiklik yaşamak mümkün olmaktadır.”

86 Terapötik Teknikler Terapist ve danışan önce konuyu konuşurlar sonra da terapist danışanın getirdikleri üzerinde yorumlamalar yapar. Rüya analizi eğer bir rüya ortaya çıkmışsa yapılır. Danışan ile terapist arandaki ilişkinin üzerinde konuşulması, çok genel bir uygulamadır,bunun amacı ise bu etkileşimlerle danışanın etrafındaki diğer insanlarla erken dönemdeki ilişkisi arasındaki bağlantıyı göstermektedir.

87 Neoanalitik yaklaşımların değerlendirilmesi
Neoanalitik yaklaşımcılar kavramları soyut olarak anlatma yoluna gitmişlerdir. Mitchell’e göre neoanalitikçiler esoterik bir bilgiye sahip olduklarını iddia etmekte ve bunun içinde anlaşılması güç terimler kullanmaktadırlar. Neoanalistlerin çoğu belli bir danışan grubuna odaklanmışlardır, bu bakımdan da diğer danışan problemlerine uygulayabilme bakımından kullanışlı değildirler. Neoanalistler kişilik bozuklukları konusunda kapsamlı çalışmalar yapmışlardır.

88 KURAMIN ÖZELLİKLERİ Neoanalitik yaklaşımı savunan bilim insanları, psikanalitik yaklaşımın, kişiliği açıklamada anahtar unsur olarak gördüğü cinselliği reddetmiş ve her biri cinsellik yerine kendi anahtar unsurlarını eklemiştir. Neoanalitik kurama bazı sonuç araştırmaları yapılmış ve danışanlara yardımcı olabildiği görülmüş olmakla beraber, burada sunulan dört yaklaşımın ampirik olarak geçerli olduğunu söylemek zordur.

89 özet Neoanalitik yaklaşımlar Freud’un modelinden çıkmıştır ancak kısmen farklılaşmaktadır. Neoanalitik yaklaşımlar Freud’dan çok daha fazla olarak erken dönem yaşantılarının önemini vurgulamışlardır. Neoanalitik yaklaşımlar temelde aynı teknikleri(serbest çağrışım, rüya analizi vb.) kullanmaktadırlar ama amaç farklılık göstermektedir.

90 Stan olgusuna neoanalitik yaklaşımın uygulanması
Neoanalitik yaklaşıma sahip danışman, Stan’in ilişkilerinde yeni yollar bularak etkileşim kurabilmesini sağlamaya çalışmalıdır. Stan aşağılık kompleksine sahip olduğunu söylemiştir, terapist bu kompleksi yenmesine yardımcı olmalıdır. Terapist Stan ile terapi yapacağı yere dikkat edecektir. Stan “İnsanlarla samimi ilişkiler kurabileceğimi sanmıyorum” demiştir. Terapist sağlıklı ilişkilerinin ve sağlam bir benliğin oluşmasına yardımcı olur.


"Neoanalitik Yaklaşımlar" indir ppt

Benzer bir sunumlar


Google Reklamları