Sunum yükleniyor. Lütfen bekleyiniz

Sunum yükleniyor. Lütfen bekleyiniz

Yrd.Doç.Dr. Kadri KULUALP

Benzer bir sunumlar


... konulu sunumlar: "Yrd.Doç.Dr. Kadri KULUALP"— Sunum transkripti:

1 Yrd.Doç.Dr. Kadri KULUALP
BOŞALTIM SİSTEMİ Yrd.Doç.Dr. Kadri KULUALP

2 BOŞALTIM SİSTEMİ NEDİR?
Vücuttaki fazla suyun ve suda erimiş halde zararlı ya da gereğinden fazla bulunan maddelerin hücrelerden ve vücut sıvılarından uzaklaştırılması olayına ‘’Boşaltım’’ adı verilir. Vücuttaki zararlı maddelerin vücuttan uzaklaştırılması için bir çok sistem birlikte çalışır. Bu sistemlerden en önemlisi boşaltım olayını gerçekleştiren ‘’Boşaltım Sistemi’’dir.

3 BOŞALTIM SİSTEMİNİN GÖREVLERİ
Sindirim yoluyla kana ve hücrelere ulaşan besin maddeleri enerji verici, onarıcı ve düzenleyici olarak kullanıldıktan sonra ortaya çıkan fazlalık olarak açığa çıkan Su, Ürik asit, Madensel tuzlar ve Karbondioksit gibi atık maddelerin vücuttan uzaklaştırılmasından sorumludur.

4 BOŞALTIM NASIL GERÇEKLEŞİR?
Böbreklerde süzülen kandaki zararlı maddeler ayrıştırılarak idrar kanalı aracılığıyla vücuttan uzaklaştırılır. Bunun yanında, terleme, nefes alış verişi gibi, vücuttaki zararlı maddeleri dışarı atmak için kullanılan yardımcı sistemler de boşaltım sisteminin yan kolunu oluşturur. Bu nedenle, boşaltım denince akla sadece dışkılama gelmemelidir.

5 BOŞALTIM SİSTEMİ ORGANLARI NELERDİR?
Boşaltım sisteminde görev alan temel organlar ve yapılar; Böbrekler, Üreterler, Sidik kanalı ve İdrar kesesidir. Boşaltım sistemi içinde kanın temizlenmesinden sorumlu başlıca organ böbreklerdir. Ayrıca, böbreklere yardımcı olarak deri, akciğer, karaciğer ve kalın bağırsak gibi organların yardımıyla da karbondioksit, fazla su ve mineraller, üre, safra tuzları gibi zararlı atıklar dışarı atılır. Böbrek yetmezliği, böbrek taşı, böbrek iltihabı, nefrit, üremi, albümin, mesane iltihabı, sistit en sık rastlanan boşaltım sistemi hastalıkları olarak sayılabilir.

6 BOŞALTIM SİSTEMİNİN DİĞER SİSTEMLERLE OLAN İLİŞKİSİ NEDİR?
Böbreklerin çalışmasını otonom sinirler kontrol eder. Sinir sistemi, endokrin sistemi, dolaşım sistemi ve boşaltım sisteminin uyumlu çalışması ile hemostazis sağlanmaktadır. Kandaki osmotik basınç değişimi hipotalamusu uyarır. Hipofizden vasopressin hormonu salgılanarak su dengesi sağlanır. Böbrek üstü bezinden salgılanan aldosteron da mineral dengesini sağlar. İdrar kesesinin dolması sinirsel uyarılara neden olur. Beyinden gelen impulslarla idrar kesesindeki kapak açılır, idrar vücuttan dışarı atılır. Böbrekler, bel omurlarının iki tarafına tutunur. İskelet sistemi böbreklere tutunma ve bağlanma yüzeyi oluşturur. Böbreklerin etrafındaki yağ dokusu da dış etmenlere karşı korunmayı sağlar. Böbrekler kanın PH sabitliğini sağladığından dolaşım sistemi ile doğrudan ilişkisi vardır.

7 BÖBREK TAŞLARI Böbrekler bel kemiğinin iki yanında, kaburgaların hemen altında yer alan, yumruk büyüklüğünde, fasulyeye benzeyen bir çift organdır. Başlıca işlevleri kanın fazla suyunu ve artık maddelerini süzmektir. Bu maddeler idrar şeklinde ‘’Üreter’’ denilen kanallarla böbrekten mesaneye (sidik torbası) aktarılır ve buradan da uretra yolu ile dışarıya atılır. Böbrekler aynı zamanda 3 önemli hormonu da üretirler. Bunlar Kemiklerde kırmızı kan hücrelerinin üretimini harekete geçiren eritropoetin; Kan basıncını düzenleyen renin ve Sağlıklı kemikleşme için gerekli olan D vitamini.

8 BÖBREK TAŞI NEDİR? Henüz tamamen anlaşılamamış bazı sebeplerle normal idrarın içeriğinde bulunan özellikle ürik asit ve kalsiyum gibi maddeler kristalleşerek böbrek içinde taş olarak adlandırılan yapıları oluştururlar. Buna ‘’Nefrolitiazis’’ denir. Oluşan bu taşlar golf topu kadar büyük olabileceği gibi kum tanesi kadar küçükte olabilirler. Düzgün yuvarlak, sivri, asimetrik vs. çeşitli şekillerde olabilirler. Çoğu taş sarı-kahverengi renklerdedir. Ancak kimyasal bileşimine göre bronz rengi, altuni veya siyah renkli taşlar da olabilir. Bazı taşlar hiç belirti vermeden böbrekte kalabilirler. Bazıları ise mesane ve üretra boyunca yer değiştirirler ve idrarla dışarı atılabilirler. Küçük olan taşlar herhangi bir belirti vermeden veya çok az bir rahatsızlıkla dışarı atılabilirken daha büyük olan taşlar çok şiddetli ağrılara sebep olabilirler. Bazen de idrar geçişini önleyebilen tehlikeli tıkanıklıklar oluşturabilirler.

9 Nefrolitiazis’in Görülme Sıklığı Nedir?
Oldukça sık görülen bir hastalıktır. Erkeklerin % 10-15’inde, Kadınların ise ortalama % 5’inde görülür. İlk olarak genellikle yaşlarında ortaya çıkar. Özellikle böbreklerinde bir kez taş oluşmuş erkeklerin 2/3’ünde ortalama 9 yıl içinde nefrolitiazis nüks etmektedir.

10 NEFROLİTİAZİS’İN NEDENLERİ NELERDİR?
Böbrek taşını oluşturan sebepler kesin olarak bilinmemektedir. Bazı araştırmacılar içilen suyun çok fazla sert (Kalsiyum sülfat içeriği fazla) veya çok fazla yumuşak (Sodyum karbonat içeriği fazla) olmasının etki edebileceğini söylemektedirler. Aşırı alkol tüketimi, gut hastalığı da aşırı taş oluşumuna sebep olabilir. Bazı araştırmacılar ise aşırı sıvı kaybına neden olan sıcak iklimlerde böbrek taşının daha sık rastlandığını, bir başka grup bir takım özel yiyeceklerin böbrek taşına neden olduğunu iddia etmektedir. Supersaturasyon teorisi: (Aşırı doygunluğa bağlı kristalleşme teorisi): En yaygın teoridir. Vücudun susuz kalmasına bağlı olarak idrardaki sıvı oranı ile çözünen katı maddeler arasında dengesizlik oluştuğuna inanılır. Bu çözünmüş artık maddeler ile aşırı yüklenen idrar bir noktada doygunluğa uğrar ve bu noktadan sonra artık maddeler yavaş yavaş birikerek kristalizasyona ve taş oluşumuna sebep olur. Bu nedenle taş oluşumunu engellemek için çok miktarda su içilmesi önerilir. İnhibitörler: Normal idrar kristalleşmeyi engelleyen inhibitörleri içermektedir. Bir teoriye göre bazı kişilerde bu inhibitörler yeterli görevi yapamamakta, kristalleşmeyi ve dolayısıyla taş oluşumunu engelleyememektedir.

11 NEFROLİTİAZİS’İN TİPLERİ NELERDİR?
Kalsiyum Taşları: Tüm böbrek taşlarının yaklaşık % 70-80’i ya ‘’Kalsiyum oksalat’’ veya ‘’Kalsiyum fosfat’’ ya da her ikisinin bileşiminden oluşur. Kalsiyum diş ve kemik sağlığında önemli rol oynar ve normal diyette bulunur. Kalsiyumun fazlası idrar yolu ile vücuttan uzaklaştırılır. Kalsiyum taşları hiperkalsiürili (idrarda aşırı kalsiyum bulunması) kişilerde oluşmaktadır. Kalsiyum taşı oluşan hastaların % 40’ında sebebi bilinmeyen ailevi geçişli kalsiyum metabolizması bozukluğu vardır.Ender olarak da kalsiyum metabolizmasını harekete geçiren parotiroid hormonunu aşırı miktarlarda üreten paratiroid bezi tümörü sebep olmaktadır. Furasemid gibi diüretikler, kalsiyum bazlı antiasitler ve steroidler de hiperkalsiüriye neden olabilmektedir. Aynı zamanda bazı bağırsak hastalıkları, A ve D vitamininin çok yüksek miktarlarda alınması, et, tavuk, balık gibi yiyeceklerin aşırı alınması da hastalığa sebep olabilmektedir. Diyette B vitamininin çok az veya C vitamininin çok fazla olması ile kalsiyum oksalat taşlarının oluşumu arasında bir ilişki kurulmaktadır.

12 2. Ürik Asit Taşları: Ürik asit vücutta protein yıkımı sonucu normal olarak oluşur ve idrarla atılır. Ancak bazı kişilerde özellikle erkeklerde ürik asit böbreklerde ve eklem yerlerinde birikebilir. Eklemlerde ürik asit birikmesi ailevi geçişli olan gut hastalığında görülür. Böbreklerde birikmesi ile de ürik asit taşları oluşur. Böbrek taşlarının % 5-23 ü (özellikle çoğunlukla erkeklerde olmak üzere) ürik asit taşlarıdır. Ürik asit taşlarında genetik faktörlerin de rol oynadığı öne sürülmektedir. Yüksek proteinli (özellikle et ürünleri fazla) diyet alanlarda ürik asit taşı oluşma olasılığı artmaktadır.

13 3. Enfeksiyon Taşları: Tüm taşların yaklaşık % 20’sini oluştururlar. İdrardaki ürenin bakteriler tarafından bozulması ile asidikleşen idrarda oluşan amonyak ve magnezyumun kristalleşmesi enfeksiyon taşlarına neden olmaktadır. Üriner sistem enfeksiyonu geçirmeye daha yatkın olan kadınlarda erkeklere oranla daha sık rastlanmaktadır. 4. Sistin Taşları: Sistin sinir kas ve bazı dokuların yapı taşlarından olan aminoasitlerden biridir. Ender görülen ailevi bir hastalık olan sistinüri de böbrekler de sistin taşları oluşur. Tüm taşların % 1-2 sini oluşturmaktadır.

14 NEFROLİTİAZİS’İN KLİNİK BELİRTİLERİ NELERDİR?
Böbrek taşları zaman içinde yavaş yavaş oluşurlar. Hafif belirtiler verebilirler. Ancak belli bir boyut ve pozisyona ulaştığında ani olarak belirtiler ortaya çıkar. Henüz yeterince büyük olmayan ve böbrek fonksiyonlarına zarar vermemiş "sessiz" olan taşlar radyografide görülebilir. Bazen bu sessiz taşlar böbrek fonksiyonunu bozana kadar farkedilmeyebilir ve böbrekte kalıcı hasarlar oluşabilir. Bazen sırt ağrısı, kas ağrısı sanılabilen küçük belirtiler verirler. Bu tür hastalarda sık sık idrar yolları enfeksiyonu gelişir. Ancak en klasik belirtisi taşın bulunduğu bölgede yaptığı irritasyona veya tıkanıklığa bağlı olarak oluşan ve renal kolik adını alan şiddetli ağrılardır.

15 Renal kolikte ağrı aniden, genellikle gece veya sabaha karşı gelir
Renal kolikte ağrı aniden, genellikle gece veya sabaha karşı gelir. Akut apandisit veya bağırsak kökenli ağrılarla karışabilir. Ağrı belde, iki yanda veya mide bölgesi ve kasıkta başlayabilir. Erkeklerde testislere veya penise yayılabilir. Ağrı ile birlikte mide bulantısı, kusma, titreme, ateş görülebilir. Hasta huzursuzdur. Bir oturur, bir kalkar, şiddetli idrar yapma isteği ve idrar yaparken yanma oluşur. Böbrek taşlarında görülen bir diğer klasik belirti ise hematüri olarak adlandırılan idrara kan hücrelerinin karışmasıdır. Bu kan hasta tarafından çıplak gözle görülebileceği gibi ancak mikroskopla görülebilecek tarzda az miktarda da olabilir. İdrar genellikle koyu renkli, bulanıktır ve bazen kokulu olabilir.

16 NEFROLİTİAZİSİN TANISI NASIL YAPILMAKTADIR?
Genellikle şikayetleri dinleyen doktor idrarda kan hücrelerinin de görülmesi ile tanı koyabilir. Şikayetlerin taş kökenli olduğunu doğrulamak üzere radyografik ve ultrasonografik inceleme isteyecektir. Böylece taşın boyutu, şekli ve yeri konusunda bilgi sahibi olacaktır. Kan ve idrar tahlilleri ise taşın kimyasal yapısı, idrarda kan olup olmadığı ve enfeksiyon bulunup bulunmadığı hakkında bilgi verecektir. Yapılacak radyografik muayenede direk karın filmi veya İVP adı verilen ve damardan bir ilaç verilerek gerçekleştirilen özel bir röntgen olabilir. Tüm taşlar röntgen filmi ile görülemez. Bu gibi taşların görülmesinde ultrason yararlı olacaktır. Ancak ultrason çok şişman hastalarda ve 3 mm’nin altındaki taşlarda başarılı sonuçlar vermeyebilir. Röntgen filminde diğer kemik yapıları ile karışan taşlarda Computerize Tomografi (CT) istenebilir.

17 NEFROLİTİAZİS’İN TEDAVİSİ
HAFİF BELİRTİLERDE: Yapılan tetkiklerle bulunan taşın çapı 4 mm. den küçük ve belirtiler de çok şiddetli değilse, hastanın her gün içtiğinin birkaç katı daha fazla su içmesi önerilir. Bu idrarla birlikte taşın atılmasına ve başka taşlar oluşmasını engellemeye yardımcı olur. Bir iki hafta sonra tekrar radyolojik veya ultrasonografik muayeneler yapılarak taşın üriner sistem boyunca daha aşağılara ilerlediği görülürse aynı tedaviye devam edilir. Herhangi bir değişiklik olmaz ise başka tedavi yöntemlerine geçilir. Hareketsiz bir yaşamdansa bolca hareket etmek, örneğin yürüyüş yapmak taşın düşürülmesinde yarar sağlayacaktır. Yine taşın düşürülmesi beklenirken idrarın süzgeç görevi yapabilecek bir maddenin içinden geçirilerek yapılması düşürülecek taşın yakalanmasına olanak verir. Böylece taşın kimyasal analizi yapılarak ileride taş oluşumunu engelleyebilecek diyetsel önlemler alınabilir.

18 İDRAR TAŞLARININ ÇIKARILMASI TEKNİKLERİ: Kendiliğinden düşmeyen taşlar, çok fazla ağrı ve kanamaya neden olan büyük taşlar, idrar akışını durdurarak kalıcı böbrek hasarına sebep olabilecek taşlar, akut batın tablosu oluşturan taşlar çeşitli tedavi yöntemleriyle vücuttan uzaklaştırılmalıdırlar. Ureteroskopi Litotripsi (Taşın kırılması) Ultrasonik Litotripsi Elektrohidrolik Litotripsi (EHL) Extracorporeal Shock Wave Litotripsi (ESWL) 3. Perkutanöz Nefrolitotomi

19 1. Ureteroskopi Bu yöntem orta veya alt üriner sistemin küçük taşlarının çıkarılması için kullanılır. Cerrahi bir işlem gerektirmez. Lokal veya genel anestezi ile yapılır. İnce uzun, kolay bükülebilen, fiber optik bir aletle üretradan mesaneye girilir, taş tespit edilir ve özel bir aletle çıkarılır veya lazer kullanılarak kırılır. Bu tedaviden sonra hastaya birkaç gün için silikon bir tüp takılır.

20 2. Litotripsi (Taşın kırılması)
Özellikle son 20 yıldır hızla gelişen teknikler sayesinde böbrek taşları çeşitli yöntemlerle kırılarak toz haline getirilmekte ve bu şekilde vücut dışına atılımları sağlanmaktadır. Bu iş için şok dalgalarını veya ses dalgalarını kullanan litotripter olarak adlandırılan makineler geliştirilmiştir. Son yıllarda geliştirilen modern litotripterler taşları oldukça küçük parçalara ayırabilmekte ve iyice ufalanan taş parçacıkları idrarla kolayca atılabilmektedir. Hastaya gevşemesi için bir sakinleştirici verildikten sonra lokal veya genel anestezi uygulanır. İşlem genelde bir saatten uzun sürmektedir. Hasta birkaç gün içinde normal günlük yaşamına dönebilir. Bazı durumlarda taş kırma seansının tekrarlaması gerekebilir.

21

22 2.B. Elektrohidrolik Litotripsi: (EHL)
2.A. Ultrasonik Litotripsi: Üreteroskopi benzeri bir işlemle spinal anestezi yapılan hastada taşa yüksek frekanslı ultrason dalgaları verilerek taş kırılır. Fazla başvurulan bir yöntem değildir. 2.B. Elektrohidrolik Litotripsi: (EHL) Bu teknikte küçük taşlar elektrikle üretilen şok dalgaları ile kırılır. Genel anestezi gerektirir. Kolay bükülebilen bir üreteroskop kullanılır. Kullanımında bazı zorluklar oluşabilir.

23 2.C. Extracorporeal Shock Wave Litotripsi (ESWL)
Günümüzde en sık kullanılan ve en çağdaş yöntemdir. Vücut dışında oluşturulan ve vücuda odaklanan şok dalgaları için taşların kırılarak toz haline getirilmesi esasına dayanır. ESWL’nin ilk çıkan tiplerinde hastaya sakinleştirici ve/veya anestezi verildikten sonra su dolu özel bir tankın üzerine asılmış sedyenin üzerine yatırılır. Röntgen ışınları ile taşın yeri belirlenip bu bölge şok dalgaları ile taş ufalanıncaya kadar bombardımana tutulur. Bu ilk makinelerde hastanın şişman veya zayıf olması, taşın üreterin alt bölümlerinde olması sonuç alınmasını zorlaştırmakta idi.

24 Son teknolojiye göre üretilen makinelerde ise su tankı yerine özel yastıklar kullanılmakta, hastalarda boy ve kilo kısıtlaması olmamakta, taşın pozisyonunu belirlemek için daha az X ışınına ihtiyaç duyulmakta veya X ışını yerine ultrasonografi kullanılmakta, çok az hastada genel anesteziye gereksinim duyulmaktadır. Ayrıca sistin taşları ve alt üreterdeki taşların kırılması da daha kolay olmaktadır. Tedavi süresi de kısalmıştır. ESWL ile kırılan taşlar idrarla kendiliğinden kolayca atılabilmektedir.

25 3. Perkutanöz Nefrolitotomi
ESWL’nin etkili olamadığı bazı durumlarda kullanılır. Taşın çapı 3 cm den büyükse, Pozisyonu ve şekli ESWL uygulamaya müsait değilse, Böbrek fonksiyonları aşırı zayıflamışsa, Hayatı tehdit eden bir kalp hastalığı varsa veya kalp pili kullanıyorsa, Hasta hamile ise , Mesane hastalığı varsa, İdrar yollarında anomali varsa cerrahi bir işlem olan perkutanöz nefrolitotomi uygulanır.

26 Cerrah veya ürolog lokal anestezi ile hastanın belinde 1 cm büyüklüğünde bir delik açarak nefroskop denilen bir aletle direk olarak böbreğe veya idrar yollarına girerek taşa ulaşır. Küçük taşlar direk olarak, büyük taşlar ise ultrasonik, elektrohidrolik veya laserli cihazla kırılarak boşaltılır. Boşalmanın tam olarak sağlanabilmesi için geçici olarak bir tüp takılır. Hastanın birkaç gün hastanede kalması gerekmektedir. 2 hafta içerisinde hasta normal günlük yaşamına döner.

27 NEFROİLİAZİS’DEN KORUNMA
Su Miktarı: Daha önce taş düşürmüş kişilere tekrar taş oluşumunun engellenmesi için bol su içmesi önerilir. Özellikle sıcak yaz günlerinde içilen su miktarının arttırılması gerekir. İdrarda kristalizasyonun engellenebilmesi ve taş oluşumunun engellenebilmesi için en azından 8 bardak su içilmesi gerekir. Hastalar çıkardıkları idrarın renginden aldıkları sıvının yeterli olup olmadığını anlayabilirler. İdrarın renginin açık olması suyun yeterli olduğunu, koyu olması ise yetersiz olduğunu gösterir. Ayrıca bol su içilmesi idrar yolları enfeksiyonlarını da önleyici bir rol oynar. Diyetteki kalsiyum ve oksalat miktarları: Daha önce taş düşürmüş bir kişinin idrar testlerinde kalsiyum oranı yüksek çıkıyorsa diyetindeki kalsiyum ve oksalatı kısıtlamalıdır. Kalsiyum içeren antiasitleri kullanmamalı, kalsiyum içeren süt ve süt ürünlerini kısıtlamalıdır. Son zamanlarda bu konu tartışmalı hale gelmiştir. Ayrıca çay, kahve, çikolata, fıstık, ıspanak, pancar gibi oksalat içeriği yüksek gıdaları da kısıtlamakta fayda vardır.

28 SİSTİTİS Sistitis idrar kesesinin (mesane) iltihaplanmasıdır. İdrar yolları ve üreme sisteminde en sık görülen hastalıklardan biridir. Zamanında tedavi edilmezse hastalık böbrekleri de etkileyecek biçimde yayılabilir ve mesane ve böbreklerde kalıcı hasarlar oluşturabilir.

29 SİSTİTİSİN NEDENLERİ NELERDİR?
Normal de bakteriler üreme organları ve anüs bölgesinde yaşamaktadırlar. Bazen bu bakteriler alt idrar yollarını aşarak mesaneye ulaşırlar. Mesaneye ulaşan bakteriler işeme ile dışarı atılırlar. Ancak mesaneye gelen bakteri sayısı atılandan fazla ise mesanede ve daha sonraki aşamada böbreklerde iltihaplanmaya yol açarlar. Bulaşma cinsel birleşme esnasında veya genital temizliğin az olduğu durumlarda oluşabileceği gibi uzun süre idrar tutulması, idrar yollarını daraltıcı hastalıklar, menapozda düşük östrojen seviyesi nedeniyle de oluşabilir. Kadınlarda üretra erkeklerinkinden çok daha kısa olduğu için dış ortamdan bakterilerin mesaneye ulaşması daha kolaydır. Bu nedenle kadınlarda sistitlerin görülme oranı çok daha fazladır. Kadınların en az % 20'si yaşamları boyunca en az bir kez sistitise yakalanırlar. Nadir de olsa sistiti oluşturan bakteriler böbrek ve idrar yolları aracılığı ile yukarıdan aşağıya veya yakın dokulardaki enfeksiyon odaklarından lenf yoluyla da mesaneye ulaşabilirler. Sistitin en sık rastlanılan sebebi Escherichia coli ( E.coli, koli basili) adlı mikroorganizmadır. Bu bakteri kalın bağırsaklarda normal olarak bulunabilir ve cinsel ilişki ile mesaneye ulaşabilir.

30 SİSTİTİSİN KLİNİK BELİRTİLERİ NELERDİR?
İdrar yaparken yanma ve sızı hissi. (İdrar yaptıktan sonrada sürebilir). Sık idrara çıkma. Ağrı kasıklara ve makata yayılabilir. Ateş. Terleme. Yorgunluk. Kusma ve bulantı. İdrar bulanık ve kötü kokulu olabilir. Cinsel ilişki esnasında ağrı hissi olabilir.

31 SİSTİTİS’İN RİSK FAKTÖRLERİ NELERDİR?
Çok eşlilik. Tümör nedeni ile aşağı idrar yolunda daralma veya tıkanma. İdrar sondası kullanımı. Hamilelik. Şeker hastalığı. Temizliğe dikkat edilmemesi. Geçirilmiş felç gibi mesane boşalmasını engelleyebilecek durumlar. Yaşlılık.

32 SİSTİTİS’İN TANISI VE PROGNOZU
Tanıda idrar tahlili, idrar kültürü ve ilaçla çekilen ürografi adlı muayene tekniğine gerek duyulabilir. Uygun tedavi ile sistitis belirtileri 24 saat içinde kaybolur. Ancak hastalığın gidişi etkenin (mikrobun) cinsine, risk faktörlerinin giderilmesine bağlıdır. İyi tedavi edilemeyen olgularda hastalık kronikleşebilir.

33 SİSTİTİS’İN TEDAVİSİ Sistitler antibiyotikler ile tedavi edilir. Tedaviye başlamadan önce idrar kültürü ve antibiyogram için örnek alınmalı, sonuçlar çıkıncaya kadar idrar yolları enfeksiyonlarında etkili antibiyotikler kullanılmalı, antibiyogram sonuçlarına göre gerekirse bu ilaçlar değiştirilmelidir. Kronik enfeksiyonlarda tedavi uzayabilir.

34 Yrd. Doç. Dr. Kadri KULUALP
SOLUNUM SİSTEMİ Yrd. Doç. Dr. Kadri KULUALP

35 SOLUNUM SİSTEMİ Tüm canlı hücreler yaşamlarını sürdürmek için oksijene ihtiyaç duyarlar. Solunum sistemi vücut hücrelerine gerekli olan oksijeni sağlar ve karbondioksit atığını uzaklaştırır. İnsan oksijensizliğe en fazla 3-6 dakika dayanır. Canlılar oksijene enerji ihtiyaçlarını karşılamak için gerek duyarlar. Dakikada defa soluk alıp veririz. Bebeklerde bu sayı 30-40’a kadar yükselir.

36 SOLUNUM SİSTEMİ ORGANLARI

37 SOLUNUM SİSTEMİNİN FONKSİYONLARI
Havanın akciğerlere ulaştırılması, Akciğerlerde hava ile kan arasındaki alışverişi sağlamak (oksijen ve karbondioksit değişimi), Solunum yüzeyini sıcaklık değişimlerinden ve diğer çevresel faktörlerden korumak, Solunum sistemini ve diğer dokuları patojenlerin girişine karşı korumak, Sesin oluşumunu sağlamak, Hemostazisin korunmasına yardımcı olmak,

38 1. Burun Havanın akciğerlere giriş yeridir. Burun boşluğu nasal kemiklerle desteklenmiştir. Burun boşluğunun sırt, yani dış yan kısmı damarlı solunum mukozası ile kaplıdır. Bu mukozada mukus salgısı yapan özelleşmiş hücreler bulunmaktadır. Burun yoluyla alınan hava içerisindeki toz ve partiküller öncelikle burun kılları tarafından tutulmaya çalışılır. Böylelikle akciğerlere mümkün olan en temiz hava ulaşmış olur. Ayrıca burundan alınan havayla akciğerlere giren hava ısıtılır. Burun boşluğunun üst kısmında doku epiteli yer alır. Burun boşluğunun tabanında sert damak (palatum durum) bulunur.

39 2. Farenks (Yutak) Solunum sistemi ile sindirim sistemini birbirinden ayıran bölümdür. Farinksin üst bölümü (nazofarinks) yumuşak damakla ağız boşluğu ve burun boşluğunu birbirinden ayırır. Alt bölümü (laringofarinks) ise trake ve özofagusla bağlantı yapar.

40 3. Larinks (Gırtlak) Soluk alma sırasında, hava ağız ya da burundan farenkse geçer. Farenks hem yiyecekler hem de hava için ortak bir geçiş yoludur. Farinks 2 tüpe ayrılır, birisi özafagustur ve buradan yiyecekler mideye geçer, diğeri ise larinksdir ve bu da havayolunun bir parçasıdır. Farenks sesin çıkartıldığı yerdir. Ses telleri larinkste bulunur, geçen havanın bu telleri titretmesi ile ses oluşur. Larinks trakea denilen uzun bir tüpe açılır.

41 4. Trake (Soluk Borusu) Trake yaklaşık 2-5 cm genişliğinde ve 10 cm kadar uzunlukta olan boru şeklinde bir yapıdır. Trake sağ ve sol 2 tane ana bronşa ayrılır. Bir bronş sağ akciğere bir bronş da sol akciğere girer. Ana bronşlar akciğere girdikten sonra dallanması devam eder, ve her bir dallanma daha dar, daha kısa ve daha çok sayıda tüp oluşması ve ağaç gibi bir yapı oluşturması ile sonuçlanır. Bu küçük dallanmalar ‘’Bronşiol’’ olarak adlandırılır. Bronşioller bronşlara göre daha fazla düz kas içerirler.

42 5. Akciğerler Göğüs boşluğu içerisinde en fazla hacmi kaplayan akciğerler 2 tane olup, süngerimsi yapıda, rengi açık pembe olan organlardır. Akciğerler dıştan göğüs kafesi ve alttan da göğüs ve karın boşluğunu ayıran diyaframla çevrilmişlerdir. Sağ akciğer 3, sol akciğer 2 bölümden yapılmıştır. Bu bölümlere ‘’Lob’’ denir. Sol akciğerin 3. lobunun yerini kalp almıştır. Sağ akciğer lobu, sol akciğere göre % 10 daha büyüktür.

43 Akciğerlere iki grup atardamardan kan gelir
Akciğerlere iki grup atardamardan kan gelir. Akciğeri besleyen kan, ‘’Bronkial arterden’’ gelir. Kirli kanın temizlenmek üzere geldiği damar ise ‘’Pulmoner arter’’dir. Bronşlar akciğerlerin içinde bronşcuklarla devam eder. Bronşcukların ucunda üzüm salkımına benzeyen alveol denilen hava keseleri bulunur. Akciğerlerin fonksiyonel birimleri olan alveoller, küçük ve içi hava dolu keseciklerdir. Her bir akciğerde 300 milyondan fazla alveol bulunur. Alveoller kılcal kan damarları ile çevrilidir Görünüşü üzüm salkımına benzer. Gaz değişiminin (karbondioksit-oksijen) gerçekleştiği yer olan alveoller yaklaşık 25 mikrometre çapındadır.

44 BRONŞİT Bronşit, büyük bronşları, yani soluk borusundan dallanarak akciğerlere yayılan hava borularını örten mukoza dokusunun akut ya da kronik iltihabıdır. İltihap bronşiyol denen küçük bronşlarda oluşursa ‘’Bronşiolit’’ adıyla anılır.

45 AKUT BRONŞİT Akut bronşit sıradan bir hastalık olarak kabul edilir ve soğuk algınlığının ardından gelişir. Çok yaygındır. Hastalık etkeni genellikle üst solunum yollarında önceden bulunan ve sık rastlanan virüslerdir. Başlangıçtaki virüs enfeksiyonuna daha sonra eklenen bakteri enfeksiyonu bile fazla önemli değildir. Gelişen bu komplikasyon yaygın kullanılan birkaç antibiyotikle kolayca denetim altına alınabilir.

46 AKUT BRONŞİT’İN NEDENLERİ
Akut bronşitin 2 temel nedeni vardır: 1) Enfeksiyonlar ve 2) Fizikokimyasal etkenler. Soluk borusu ve bronşların iltihabı, üst solunum yollarında (burun, boğaz, gırtlak) grip enfeksiyonu sırasında çok sık gelişen bir komplikasyondur. Boğmaca ve kızamık sırasında da soluk borusu ve bronş enfeksiyonlarına sık rastlanır. Özellikle gençlerde görülen akut bronşitlerde, başlıca etken bakterilerden çok virüslerdir. Ama bakteriler de akut bronşit etkeni olabilir. Bakteriler bronşlara hava ya da kan yoluyla ulaşabileceği gibi, solunum yolu mukozasında saprofit olarak da, yani normal koşullarda bir hastalığa yol açmadan bulunabilir. Herhangi bir nedenle organizmanın direnci zayıflar ve savunma sistemi etkisiz kalırsa, enfeksiyona yol açabilen saprofit bakteriler de bronşit etkenine dönüşebilir. Fizikokimyasal etkenler içinde genellikle gaz halinde havada asılı olarak bulunan ve bronş mukozasına zarar veren birçok madde yer alır. Fabrika ve ev bacaları ile taşıtların egzoz borularından çıkan dumanlar ve solunum yollarında iltihaba yol açtığı kesinlikle bilinen sigara dumanı bunların basında gelir.

47 HAZIRLAYICI ETKENLER Hastalığı hazırlayıcı etkenlerin başında çevre ve iklim koşulları yer alır. Ani sıcaklık değişikliklerinde, sürekli sıcak ve kuru ya da tam tersi tozlu ve nemli ortamlarda solunum yollarının koruyucu sıvı salgısı azalır. Ani bastıran soğuklar ve hava değişimleri gibi etkenler solunum yolları hastalıklarının daha çok sonbahar ve kış aylarında görülmesinin başlıca nedenidir. Akut bronşitin öbür etkenleri ise soğuk algınlığı, burun orta bölmesi eğriliği (deviasyon) ya da polip gibi oluşumlardır. Üst solunum yollarının, yani burun, boğaz, gırtlak ve soluk borusunun enfeksiyonlarına neden olan soğuk algınlığından başka öteki iki etken de burun solunumunu engeller. Dolayısıyla bunlar solunumun ağız yoluyla yapılmasına, sonuç olarak yeterince ısıtılmamış ve nemlendirilmemiş bir havanın solunmasına neden olur.

48 AKUT BRONŞİT’İN KLİNİK BELİRTİLERİ
Özellikle soğuk algınlığı sonrasında öksürükle birlikte hafif ateş (37,5°C-38,5°C) görülür. Soluk borusu ve bronşlarda gelişen iltihap göğsün orta bölümünde, göğüs kemiğinin arkasında, öksürüğün arttırdığı bir ağrıyla birlikte ortaya çıkar. Bazen daha hafif olan ağrılar bütün göğse yayılabilir; solunum kaslarının zorlanmasıyla solunum sıklaşır ve öksürük inatçı bir hal alır.

49 Bronş iltihabının en önemli belirtisi olan öksürük bronşlardaki savunma mekanizmasının bir göstergesidir. Olağan koşullarda da, bronş duvarlarını uyaran herhangi bir etkene karşı şiddetli bir öksürük yanıtı görülebilir ve uyarıcı etken dışarı atılmaya çalışılır. Ama bronşitte bronş mukozası iltihaplanarak örselenmiştir. Bu durumda bronş duvarındaki mukus salgısı büyük ölçüde artar, damarlarda toplanan aşırı miktardaki kanın sıvı bölümü bronş boşluğuna sızar, eksudat denen bu sızıntının artması bronşları yabancı madde etkisi yaparak uyarır.

50 AKUT BRONŞİT’İN PROGNOZU
Hastalığın en önemli ikinci belirtisi olan balgam çıkarma, damar dışına sıvı sızması ve mukus salgısının artmasının sonucudur. Başlangıçta az çıkarılan ve koyu kıvamlı olan balgam, hastalık ilerledikçe daha akışkan ve boldur. Bazen günde yarım litre, daha seyrek olarak da bir litre kadar balgam çıkarılabilir. AKUT BRONŞİT’İN PROGNOZU Akut bronşit genellikle tehlikeli bir gelişme göstermez. Hasta iki hafta içinde iyileşebilir. Kalp hastalığı olanlarda, çok küçük çocuklarda ve yaşlılarda hastalık daha uzun sürebilir. Virüslerin etken olduğu bir enfeksiyonun bronşlarda doku yıkımına yol açması, buralarda bakterilerin de üremesini kolaylaştırır. Bu durumda hastalığın gidişatı daha kötüdür. Bakteri enfeksiyonlarının eklendiği bronşitlerin en kötü sonucu grip sonrası gelişen ‘’zatürre’’dir.

51 AKUT BRONŞİT’İN TEDAVİSİ
Akut bronşitin etkeni genellikle virüstür ve bu durumda antibiyotik tedavisinin yararı yoktur. Ama virüs enfeksiyonuna bakteri enfeksiyonu da eklenirse antibiyotik kullanmak gerekir. Bu nedenle virüslerin neden olduğu düşünülse bile akut bronşitli hastalara olası bakteri enfeksiyonuna karşı antibiyotik tedavisi uygulanmalıdır. Ayrıca bronş salgılarının akışkanlığını arttıran balgam yumuşatıcı (Mukolitik) ilaçlar verilerek balgamın atılması sağlanmalıdır. Ateş yükseldiğinde yaygın biçimde kullanılan diğer ateş düşürücülere de başvurulur. Öksürük aşırı miktarda artan bronş salgısının temizlenmesi için gerekli bir savunma mekanizması oluşturur. Öksürük ilaçları ancak çok gerektiğinde kullanılmalıdır.

52 KRONİK BRONŞİT Kronik bronşit sessiz başlayıp yavaş bir ilerleme göstererek yıllar boyu süren ve sonunda ağır solunum yetmezliğine yol açan bir hastalıktır, 2 yıldan uzun bir süre zaman zaman nüks etmelerle aylarca süren öksürük ve balgam yakınmaları olan bir hastaya, verem gibi aynı belirtileri veren başka bir hastalık olasılığı elendikten sonra kronik bronşit tanısı konabilir.

53 KRONİK BRONŞİT’İN NEDENLERİ
Kronik bronşitin nedenleri tam ve açık biçimde ortaya konamamıştır. Doğrudan hastalık nedeni değilse de hazırlayıcı 3 önemli etken olarak Sigara dumanı, Hava kirliliği ve Solunum yolları enfeksiyonları gösterilebilir. Bu etkenler yalnız kronik bronşite değil, yatkınlığı olan kişilerde başka koşullarla birleşerek solunum yolu hastalıklarına da yol açmaktadır. Doğumdan başlayarak var olan kişisel yatkınlığın pek önemli olmadığı, hastalığın gelişmesinde kötü sağlık koşullarının ve kötü alışkanlıkların belirleyici olduğu kabul edilmektedir.

54 Sigara dumanı ve hava kirliliği bronş ağacında mukus yapımını arttıran en önemli etkenlerdir. Bunlara bir enfeksiyonun da eklenmesiyle bronş mukozasının hastalanması kolaylaşır. Hava kirliliğine yol açan gaz ve tozların özellikle sanayi bölgelerinde oldukça belirleyici etkisi vardır. Amonyak, aseton, asetik asit, hidroklorik asit, hidrojen sülfür ve kükürt dioksit son derece zararlıdır. Hava kirliliğinin önemini belirlemeye yönelik istatistik incelemeler, kronik bronşit olgularının ve bu hastalıktan ölüm oranının artışı ile mevsimlik sis yoğunluğunun özellikle de havadaki kükürt dioksit ve sisle karışık duman yoğunluğunun artışı arasında çok yakın bir ilişki olduğunu göstermiştir.

55 KRONİK BRONŞİTİN KLİNİK BELİRTİLERİ
Hastalığın en önemli belirtisi kuru ya da balgamlı öksürüktür. Ateş genellikle hafiftir. Solunum zorlaşmıştır ve solunum sorunları ön plandadır. Nefes darlığı, fiziksel güç harcama durumunda hastanın hareketlerini kısıtlayacak ölçüde artabilir. Nefes darlığının nedenini anlamak için kronik bronşite bağlı olarak akciğerlerde ortaya çıkan değişiklikleri bilmek gerekir. Bronşların hava geçişini sağlayan iç boşluğu, bir yandan eksudat ve mukoza salgısının artarak birikmesi, öte yandan bronş duvarının damarlardan sızan sıvı nedeniyle şişerek kalınlaşması sonucunda önemli ölçüde daralmıştır.

56 Vücudun oksijen gereksinimini artıran kas hareketleri sırasında bütün dengeler altüst olur.
Nefes darlığı, yani son derece zorlukla sürdürülen yetersiz solunum gözlenir. Hasta dinlenmek zorunda kalır. Nefes darlığı nedeniyle karşılanamayan hızlı soluma gereksinimi, akciğerlerin daha çok kanı oksijenlendirebilmek için daha hızlı çalışmak zorunda kalmasının sonucudur. Fiziksel güç harcandığında dokularda oksijen gereksinimi ve karbon dioksit üretimi artar. Bronşitli hastanın akciğerleri, kana yeterli oksijen sağlayabilecek durumda değildir. Sonuçta dolaşımdaki kanda oksijen miktarı azalır. Oksijen açığını kapatmak için solunum hareketleri daha sık ve derindir. Hasta sıkıntıyla hava gereksinimi duyar, yani nefes darlığından yakınır.

57 KRONİK BRONŞİTİN ÖNLENMESİ
Alınması gereken ilk önlem sigaranın bırakılmasıdır. Kronik bronşitin gelişmesinde sigaranın baş sorumlu olduğu genel olarak kabul edilen bir gerçektir. Uzun süre sigara içen bir hasta sigarayı bıraktığında ya da azalttığında özellikle sabah yataktan kalkınca yaşanan sıkıntılı öksürük nöbetleri ve çıkarılan balgamın kısa sürede ortadan kalktığı, solunumun kolaylaştığı ve genel sağlık durumunun hızla düzeldiği gözlenir. Böylece sigaranın kronik bronşit gelişimindeki etkisi, sigara bırakıldığında gözlenen sonuçlara bakılarak kolayca kanıtlanabilir.

58 Hava kirliliği önemli bir sorundur.
Solunum sisteminin hava kirliliğine de bağlı olarak gelişen kronik hastalıklarından ölüm oranı son derece yüksektir. Sanayi merkezleri ve büyük şehirlerden elde edilen istatistik veriler; kronik solunum sistemi hastalıklarından kaynaklanan ölümlerin ikinci sırayı aldıklarını ortaya koymaktadır. Bu hastalar yılın belirli zamanlarını, özellikle kış aylarında sis görülmeyen, nem oranı düşük, yumuşak ve ılıman bir havası olan bölgelerde geçirmeye özen göstermelidirler. Bronşitin yinelenme ve kronikleşme eğilimi gösterdiği hastaların, tozlu ya da zararlı gazlara açık bir ortamda çalışıyorlarsa, meslek değiştirmeleri gerekebilir.

59 Kronik bronşitin ilerlemesine ya da giderek kötüleşmesine neden olan enfeksiyonlar da önemlidir. Enfeksiyon etkeni olan bakteri ve virüslerin solunum yollarına girişi engellenemez; ama kış aylarında görülen salgın hastalıklarda bulaşmaya karşı genel önlemler alınabilir. Kış aylarında yaygın olarak görülen akut bronşit olgularında yatakta dinlenmeye özen gösterilmeli, iyileşme dönemi evde geçirilmelidir. Böylece hem soğuktan ve ani sıcaklık değişimlerinden korunma sağlanır, hem de solunum yolları için son derece zararlı olan sis ve kirli dumanın solunması önlenir. Aşırıya kaçmamak koşuluyla hastanın bulunduğu ortam iyi ısıtılmalı, nem oranı yeterli olmalıdır.

60 Kronik bronşitli hastaların tedavisinde kullanılan ilaçlar, hastanın ve hastalığın durumuna göre seçilir. Her şeyden önce balgamın akışkanlığını artırıcı ve yoğunluğunu azaltıcı ilaçlar kullanılır. Bronş mukozasındaki iltihap için iltihap giderici ilaçlara başvurulur. Ayrıca hem bronşit sonucu gelişen daralmayı önlemek, hem de salgılanan balgamın daha kolay atılabilmesini sağlamak için bronş genişletici ilaçlar kullanılmalıdır. Doğrudan solunum yoluna uygulanan ilaçlar ve solunum alıştırmaları kronik bronşitte çok yararlı olmaktadır. Solunum tedavisi uygun bir alet ile çeşitli ilaçların aerosol olarak püskürtülmesi biçiminde uygulanır. Bu yöntemle antibiyotik, balgam söktürücü, bronş genişletici ve iltihap giderici ilaçlar verilebilir. İlacın doğrudan solunum yoluna verilmesi, sindirim sisteminden ve kandan geçerek zararlı etkiler yaratmasını engeller. Bu yöntemle ilaç, etkilenmesi istenen dokuya doğrudan ulaştırılabilir.


"Yrd.Doç.Dr. Kadri KULUALP" indir ppt

Benzer bir sunumlar


Google Reklamları