Sunum yükleniyor. Lütfen bekleyiniz

Sunum yükleniyor. Lütfen bekleyiniz

EKONOMİ POLİTİK ve KAPİTALİZMİN KRİZİ Gazi İİBF Öğretim Üyesi

Benzer bir sunumlar


... konulu sunumlar: "EKONOMİ POLİTİK ve KAPİTALİZMİN KRİZİ Gazi İİBF Öğretim Üyesi"— Sunum transkripti:

1 EKONOMİ POLİTİK ve KAPİTALİZMİN KRİZİ Gazi İİBF Öğretim Üyesi
EĞİTİM SEN SENDİKA EĞİTİMCİSİ YETİŞTİRME PROGRAMI 1. AŞAMA EĞİTİM PROGRAMI (Ocak 2013) EKONOMİ POLİTİK ve KAPİTALİZMİN KRİZİ Doç. Dr. Mustafa Durmuş Gazi İİBF Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mustafa Durmuş

2 İktisadi işleviyle kapitalist devlet
Felsefede yöntem Toplumlar tarihi Kapitalizm İktisadi işleviyle kapitalist devlet Sermaye birikimi , artı değer sömürüsü, kar Bölüşüm İşsizlik Enflasyon/ Hayat pahalılığı Büyüme / Kalkınma Resesyon-Durgunluk ve Kriz 2008 Krizinin Dinamikleri Avro Bölgesi Krizi Türkiye Ekonomisinin Durumu Doç. Dr. Mustafa Durmuş

3 Felsefede yöntem Tarihsel olaylar ve olgular genelde iki felsefi bakış ile açıklanırlar: İdealizm ve Materyalizm. İlkinde “öznel idealizm”e başvurularak örneğin savaşların, iktisadi ve politik krizlerin «kötü niyetli ya da beceriksiz, irrasyonel yöneticilerin eylemleriyle ya da politikaları» yüzünden ortaya çıktığı ileri sürülür. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

4 Felsefede yöntem Böylece Türkiye’nin Suriye ile savaşın eşiğine gelmiş olmasının nedeninin Erdoğan’ın ‘Yeni Osmanlıcı’ ruh hali olduğu söylenebilir. Kuşkusuz tarihsel olaylarda bireysel tutum ve davranışların, ekonomi politikalarının ve ideolojilerin hatta bazen de tesadüflerin ihmal edilemez rolü vardır. Ama bunlar gerçeğin tamamını açıklayamazlar. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

5 Felsefede yöntem İkinci bakış, diyalektik ve tarihsel maddecilik, olayları ve olguları, var oldukları tarihsel koşullar içinde ve mevcut ekonomik sistemin, üretim tarzının iç çatışmaları, dinamikleri ve sınıf mücadeleleri ile açıklar. Genel olarak toplum ve yaşama ilişkin, daha zengin, daha kapsayıcı ve açıklayıcı bir bakış açısı sunar. Buna göre son tahlilde insanın bilinç, düşünce, davranış ve tutumu ve alışkanlıklarını belirleyen şey maddi üretim tarzıdır, yaşam koşullarıdır. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

6 Felsefede yöntem Bu bakış altında doğadaki ya da toplumdaki olaylar derindeki ihtiyaçların bir sonucu olarak ortaya çıkarlar. Yani bunlar alt yapıdaki zorunlulukların ya da ertelenemez ihtiyaçların dışavurumlarıdır, semptomlarıdır. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

7 İnsanlığın ve toplumların gelişimi
Toplumlar Tarihi : İnsanlığın ve toplumların gelişimi Doç. Dr. Mustafa Durmuş

8 İNSANIN GELİŞİMİ Antropolojik (fosil kalıntılar) üzerinde yapılan araştırmalar: M.Ö yıl düşünen insan (homo sapiens) ortaya çıktı. M.Ö yıl modern insan dünyanın her yerinde görüldü. M.Ö yıl sadece tüketen/ avcı insan görüldü. M.Ö tarımcı insan (1. Devrim) 18.yy : Sanayi Devrimi (2.Devrim) Doç. Dr. Mustafa Durmuş

9 İNSANIN GELİŞİMİ Şu ana kadar başka hiçbir canlı fizik olarak insanın ulaştığı sayıya(yaklaşık 6.5 milyar) ulaşamadı ve insanın sahip olduğu ortam çeşitliliğine sahip olamadı. İnsan ağaçta, mağarada, çölde, suyun içinde, deniz altında, uzayda, modern binalarda yaşayabildi. Farklı davranış biçimleri sergiledi : Aile, topluluk, ulus, federasyon, yalnızlık, değişik sosyal örgütlenmeler gösterdi. Farklı yiyeceklerle beslendi, farklı dillerle iletişim kurdu, farklı dinlere ve tanrılara inandı, farklı düşüncelere sahip oldu. Avcılık-hayvancılık- ziraatla uğraştı, doğayı değiştirmek için makineler icat etti, teknoloji üretti. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

10 Üretici güçler-üretim ilişkileri
İnsanların bu gezegende ancak hayatlarını idame ettirmeye dönük kolektif bir çaba sayesinde var olabildiklerini ve bu tür bir varoluşun her yeni yolunun daha geniş bir ilişkiler ağında değişikliği zorunlu kıldığını gösteren Marx oldu. ‘Üretici güçler’ dediği şeylerdeki değişikliğin ‘üretim ilişkileri’ ndeki değişikliklerle bağlantılı olduğunu ve son tahlilde bunların genel olarak toplumdaki daha yaygın ilişkileri dönüştürdüğünü söyledi. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

11 Tarihte görülen beş toplum: İlkel Toplum Köleci Toplum Feodal Toplum
Kapitalist Toplum Sosyalist Toplum Doç. Dr. Mustafa Durmuş

12 Toplumların gelişimi İlkel toplum: Tarihte görülmüş ilk ve tek sınıfsız toplum. Komünist toplum: Teorik olarak son sınıfsız toplum. Köleci, feodal, kapitalist ve sosyalist toplumlar : Sınıflı toplumlar. Sosyalist toplum: Komünizm öncesi geçiş toplumu. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

13 Diyalektik ve Tarihsel Maddeci Görüş (Marx): Toplumların gelişimi
Toplumsal gelişmenin motoru sınıf karşıtlıkları / sınıf mücadeleleri; yöneten-yönetilen ; sömüren- sömürülen sınıfların aralarındaki mücadeledir. - Özgür yurttaş ile köle (eski Roma’da patrisien ile pleb-köle): Köleci toplum - Orta çağda baron/feodal beyler ile serfler (yarı- köylü): Feodal toplum - 16yy’dan 21yy’a burjuvazi ile proletarya (sermaye- emek): Kapitalist toplum. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

14 Kapitalizm Feodal toplumun içinden filizlendi,
Ancak sınıf karşıtlıklarını ortadan kaldırmadı. Eski toplumsal sınıfların yerine yeni toplumsal sınıfları (feodal beylerin yerine burjuvazi, serflerin yerine proletarya) koydu. Sınıf karşıtlıkları ve çelişkilerini yalınlaştırıp derinleştirdi. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

15 Kapitalizmin gelişimi ekonomiyi sosyalleştirdi.
Kapitalizmin temel çelişkisi : Sosyal Üretim - Özel Mülkiyet çelişkisi /çatışması Kapitalizmin gelişimi ekonomiyi sosyalleştirdi. 1. Sermaye: Önce ulusal, sonra küresel düzeyde hem sanayi hem de finansta büyük şirket ve kurumlarda yoğunlaştı. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

16 Sosyal Emek X Özel Mülkiyet
2. Emek: Tekil emek sosyal emeğe dönüştü. Sosyalleşmiş üretim hem eski üretim yöntemlerinde hem de insan ilişkilerinde devrim yarattı: Fabrikadan çıkan şey artık çok sayıda işçinin ortak ürünü. Ancak, tek kişilik üretime özgü ürüne el koyma biçimleri (özel mülkiyet) devam etti ve sosyalleşmiş üretimin ürünlerine de uygulandı. Bu durum, kapitalizmde bir fay hattı oluşturdu: Toplumsal (sosyal üretim) ile özel mülkiyet (bireysel ya da kurumsal) arasındaki çelişki. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

17 Tekil emek Toprak, zirai aletler, atölye, diğer aletler gibi emeğin kullandığı araçlar tek bir çalışanın kullanımına uyarlanmış bireysel araçlardı. Bu araçlar üreticinin kendisine aitti. Kırsal bölgelerde bunlar küçük köylü (özgür ya da bağımlı köylü) ve şehirlerde el aletleri ile çalışan işçilerdi. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

18 Büyük ölçekli üretim Kapitalizm tekil, bağımsız üreticileri bir araya getirip, daha büyük çapta bir üretimi mümkün kıldı. Bu üreticileri zaman, mekan ve şartlar altında birbirine daha bağımlı bir hale getirdi. Sermaye kendini sürekli büyütmek içgüdüsüyle üretim koşullarında devrimci dönüşümler yapmaya yöneldi. Bu devrimci atılımların itici gücü büyük ölçekte bir araya gelen emek gücü oldu. Uzmanlaşma ve işbölümü, üretimin parçalara ayrılabilmesi ve sonra bu parçaların birleştirilebilmesi tüm bunlar, sosyal emeğin ortaya çıkışıyla gerçekleşti ve servet /sermaye çok hızlı büyüdü. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

19 Kapitalizmin temel çelişkisi : Sosyal üretim - özel mülkiyet çelişkisi
Bölüşüm ilişkileri: Kapitalizmde sosyal emek tarafından yaratılan ürünlere, bu ürünleri üretenlerce değil, kapitalistlerce el konuluyor. Engels : “Böyle bir çelişki, yeni üretim tarzına kapitalist niteliğini veren şeydir ve kapitalist toplumun tüm sosyal antogonizmalarının mikrobu bu çelişkide yuvalanır : “ Sosyalleşmiş üretim ile özelleşmiş kapitalist el koyma (özel mülkiyet) arasındaki uyumsuzluk.” Doç. Dr. Mustafa Durmuş

20 Kapitalizmin temel çelişkisi : Sosyal üretim - özel mülkiyet çelişkisi
Kendini iki biçimde gösterir: 1. Emek –sermaye çatışması : İşçilerle kapitalistler arasındaki uzlaşmaz çelişki / çatışma oluşur. Marx : ”Bir yandan emekten daha fazla artı değer yaratma biçimindeki sömürü, diğer yandan bu sömürüye karşı direnç, sosyal sınıflar arasındaki çatışmanın özünü oluşturur ve bu çatışma bazen durgunlaşıp gizlense de, açık bir sınıf savaşına dönüşür” Doç. Dr. Mustafa Durmuş

21 Kapitalizmin temel çelişkisi : Sosyal üretim - özel mülkiyet çelişkisi
2. Rekabet / üretim anarşisi : Kapitalist üretim kâr için yapılır. Bu da kapitalistler arasında sınırı, sonu olmayan bir rekabete ve üretim ve pazar anarşisine yol açar. Rekabet, bir yandan aşırı kapasite yatırımlarına ve aşırı üretime ,bir yandan da işverenlerin işçilerin ücretlerini baskılamasına neden olur. Üretim- tüketim dengesi bozulur : Aşırı üretim ya da eksik tüketim biçiminde kriz patlak verir. Satış olmayınca kâr realize edilmez, yeni yatırımlar yapılmaz, ekonomi büyüyemez, durgunluğa girer kriz ortaya çıkar. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

22 Kapitalizmin temel özellikleri
(i) Temel amacı, güdüsü kâr elde etmek, sermaye ve servet biriktirmektir ve temel araçları özel mülkiyet ve fiyat mekanizması ve reel ve finansal piyasalardır. (ii) Üretim araçları genelde özel mülkiyete / teşebbüse aittir (devlet kapitalizmi hariç) ve bunlar kâr amaçlı olarak kullanılırlar. (iii) Kaynak tahsisi, arz, talep, fiyat, bölüşüm, yatırım vb. kararları tamamen ya da çoğunlukla piyasadaki aktörler tarafından alınır. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

23 Kapitalizmin temel özellikleri
(iv) Üretim süreci sonunda elde edilen kâr sermaye sahibine kalır ve bu kâr diğer sermaye kesimlerince ve vergi biçiminde devlet ile paylaşılır. (v) İşçilere, işverenler tarafından ücret adı altında ödeme yapıldığından kapitalizm ücretli emek sistemidir. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

24 Meta fetişizmi: Kullanım değeri x Değişim değeri
Kapitalizm “Meta fetişizmi” ne yol açar. Bu durum dolaşımda olan bir malın/metanın iki ayrı yönü ile ilgili. İlki o malın gerçekte ne iş gördüğüyle alakalı olan ‘kullanım değeri’, diğeri piyasa da kazandığı değer, yâni, ‘değişim değeri’dir. Kullanım değeri bir metanın işlevidir, örneğin bir ceketin ‘bizi soğuktan korumak için’ üretilmiş olması gibi ne iş gördüğüyle ilgilidir. Değişim değeri bu ceket piyasaya çıktığında, vitrinlere yerleştiğinde, diğer metalarla, insanla ve parayla ilişki içerisine girdiğinde kazandığı değerdir. Böylece, ceket işlevinden sıyrılıp bambaşka bir sanal görüntüye sahip olur. Onun artık bir markası, fiyatı, kullanacak olana sağlayacağı “imaj” gibi özellikleri vardır. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

25 Meta fetişizmi: Kullanım değeri x Değişim değeri
Kapitalizmde metaların kullanım değerleri önemini yitirir ve değişim değerleri belirleyici olur. Mallar ve hizmetler değişim değeri üzerinden fiyatlanır. Örneğin, gençler Apple ürünü ‘iphone/ipad’ ya da ‘blackberry’ cihazlarından satın aldıklarında sadece modern bir iletişim cihazı satın almazlar. Bu cihazlar, bahsedilen meta fetişizminden dolayı onlara ayrı bir hüviyet, ayrı bir imaj, hava kazandırır (!) Kapitalizm, en mahrem, en insani duygularımızı bile piyasalaştırır, metalaştırır, hayatı meta fetişizminin sanal dünyasına eklemler. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

26 Yabancılaşma Kapitalizm, ortaya çıkışından bu yana geçen yüzlerce yılın çok önemli bir kısmında toplumun çok küçük azınlığına akıl almaz boyutlarda zenginlik ve refah sağlarken, toplumun büyük bir kısmını sefalet altında yaşamaya mahkûm etti. Bu çelişkiyi ilk fark edenler Hegel ve Feuerbach oldu. İnsanlığın içinde bulunduğu bu durumu yabancılaşma sözcüğü ile ifade ettiler. Bu terimden kasıtları insanların sürekli olarak geçmişte kendilerinin yaptıkları şeylerin egemenliği ve baskısı altına girdikleri idi. Marx ilk dönem çalışmalarında bu olguyu işçilerin yaşamlarına uyarladı: “İşçi daha çok zenginlik ürettiği, üretken gücü arttığı ve üretimi çeşitlilik kazandığı ölçüde daha da yoksullaşır. Nesneler dünyasının değerindeki artışa koşut olarak, insanın kendi dünyası aynı oranda değer yitirir. Emeğin ürünü olan nesne, onun karşısına yabancı, üreticiden bağımsız bir güç olarak dikilir.” Doç. Dr. Mustafa Durmuş

27 Yabancılaşma Kısaca kapitalist toplumda, işçiler hem yaptıkları işlere hem de kendilerine ‘yabancılaşırlar’. Emek gücü verimliliğini artıran otomasyon hayatı kolaylaştırmaktansa, birçok işi can sıkıcı bir tekrar haline getirir. Ayrıca kapitalizmde insanı insanlıktan çıkaran şey sadece insanın yaptığı iş değildir. İnsan var oluşunun metalaştırılması da – her şeyin alınıp-satıldığı bir toplum – derin bir yabancılaşmadır. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

28 Yabancılaşma Kapitalist üretim ve mülkiyet sisteminde bazı insanların başkaları tarafından bir eşya gibi kullanılması, bu nedenle de kendilerinin ve kendilerine ait bir takım özel yeteneklerin başkalarının malı haline gelmesi tipik bir yabancılaşma ürünüdür. Böyle bir yabancılaşma insan ilişkileri üzerinde ‘kişiliksizleştirme’ etkisi oluşturur. İnsanlar arasında arkadaşlığın yerini, insanların başka insanları kullanması alır. Hayatın amacının, başka canlılarla güzel ilişkiler kurmak ve sevgiyi paylaşmak değil, eşyaya sahip olmak ve bunun için de başka insanları kullanmak olduğu ilişkiler tüm toplumu kuşatır. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

29 Yabancılaşma Diğer taraftan kapitalizm hayatı yabancılaştırdığı kadar, emekçilere sisteme karşı savaşacak kolektif gücü de verir. 1848 devrimlerinden bu yana dünyanın her yanındaki isyanlar, devrimler ve kalkışmalar emekçi halkların kendilerine yabancılaşmış rejimlere karşı mücadelelerinin örnekleridir. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

30 Sosyalizm Toplumun, onu var edenler tarafından kolektif yönetimi.
Kolektif-ortak mülkiyet. Üretim, “kar elde etmek” için değil, yalnızca “ihtiyaçların karşılanması” için yapılır. Kaynak tahsisi demokratik-planlama ile yapılır. “Meta fetişizmi” ortadan kalkar. Sosyalist üretim tarzında mal ve hizmetler ihtiyaçları karşılamaya yönelik olarak “kullanım değerleri” esas alınarak üretilirler. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

31 20yy ‘Reel Sosyalizm’inin açmazları
Geçmişte sosyalizm iki temel koşula odaklandı: Üretim araçlarının üzerindeki mülkiyetin biçimi ve üretken kaynakları ve yaratılan hâsılayı dağıtma mekanizması (kaynak tahsisi). Bu makro düzeyde bir odaklanmaydı. Kapitalizm; özel mülkiyet ve tahsis mekanizması anlamında serbest piyasa düzeni olarak, sosyalizm ise üretim araçlarının toplumsal mülkiyeti ve işçiler tarafından kontrol edilen bir devlet aygıtı aracılığıyla yapılan kamusal iktisadi planlama olarak tanımlandı. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

32 Sosyalizmin makro ve mikro yüzü
Reel sosyalizm uygulamasında, mikro düzeyde, yani işletmeler bazında sosyalizm çok fazla bir anlam ifade etmiyordu. İşletmelerin iç yapılanmaları bağlamında sosyalizm, kapitalizmden çok fazla farklılaşmamıştı. Sosyalistler işbaşına geldiklerinde işletmelerin temel içyapıları çok fazla değiştirilmedi. İşçiler gün boyu çalıştılar ve fabrikaları iş bitiminde terk ettiler. Ne üretileceği, nasıl üretileceği ve artı değerin ne yapılacağı konusundaki kararları da Parti bürokratlarına, yönetici müdürlere bıraktılar; Doç. Dr. Mustafa Durmuş

33 Sosyalizmin makro ve mikro yüzü
Özel yöneticilerin yerini, kamu görevlileri almış olsa da ve sosyalistler bir miktar biçimlendirmiş olsalar da, işçileri işletme kararlarıyla ilişkilendiren mekanizma, kapitalizmdekilerden çok fazla farklılaşmadı. Kısaca, bilimsel sosyalizmin makro vurgusu kapitalizmden sosyalizme geçiş için güvenli bir yol olmadı. Çünkü mikro vurgu eksik kaldı. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

34 Sosyalizmin makro ve mikro yüzü
Sosyalizmin mikro yönü, kapitalist işletmelerin işçileri sadece emek gücü sunan, her türlü karar alma yetkisini başkalarına bırakan örgütlenmesine son vermek demektir. Mikro yönlere yapılacak vurgular çağımızın sosyalizm anlayışını güçlendirebilir. Geçmişte bu, sosyalizmin işletme düzeyinde tanımlanmasındaki yetersizlikti. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

35 Sosyalizmin makro ve mikro yüzü
İlk olarak, makro- mikro bütünleşik bir sosyalizm anlayışı üretimin her alanında gerçek anlamda işçilerin yönetime katılımını kurumsallaştırabilir. Bu bağlamda sosyalizm, işçilerin kendilerine bırakılmış olan işletmeleri dönüştürmekten sorumlu olmaları demektir. İşçiler bunu, yöneten-yönetilen, el emeği- beyin emeği ayrımını ortadan kaldırarak yaparlar. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

36 Sosyalizmin makro ve mikro yüzü
Yeni bir sosyalist toplum, ancak işçilerin işletmeleri kesintisiz bir şekilde ve eşitlik, paylaşım, rotasyon ve kolektif karar almaya dayalı olarak yeniden örgütlemeleriyle kurulabilir. Böylece, sosyalizm tüm işçileri makro düzeydeki sosyalist dönüşümün paralelinde ve onun sarmalında yaşam boyu bir öz dönüştürme sürecine dâhil etmek demektir. Bunun sonucunda işçiler ekonomide olduğu kadar kültürel ve politik yaşamda da tam bir katılım sağlayabilecek bir donanım ve güdülemeye sahip olacaklardır. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

37 Sosyalist demokrasi İkinci olarak, böyle bir makro-mikro birliktelik vurgusu içi yeterince doldurulmamış olan “ sosyalist demokrasi” kavramına da somut bir nitelik kazandırır. Böyle bir demokrasi, her bir işletmenin içindeki işçi meclislerinin / kolektiflerinin temel kararlara nasıl ulaşacağını bize anlatır. Tıpkı hayatın diğer alanlarındaki demokratik kararların alınmasında olduğu gibi, bu tür işyeri meclisleri /kolektifleri kararlı ve sürekli olmalıdır. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

38 21yy sosyalizmi 20yyda görülen reel sosyalizm beklendiği gibi sosyalist demokrasiyi geliştiremedi ve yıkıldı. 21yy sosyalizmi hem 20. yy’ın SSCB tipi reel sosyalizmine hem de Yugoslavya’nın piyasa öz yönetim modelinin alternatifidir. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

39 21yy sosyalizmi 21. yy sosyalizminin temel dayanakları;
Sosyalizm bir aşamadan ziyade bir süreçtir. Sosyalizmin özü insani gelişimdir. Toplumun tümünün özgürce gelişimine bağlı olarak her bir bireyin özgürce geliştiği bir toplumdur. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

40 21yy sosyalizmi Bu toplumda üretim araçları, insanlığın hiçbir alt kümesine ait olmayan, bir sosyal miras olarak ele alınır. Dayanışmacı bir toplumdur. Bireysel çıkarlara odaklı bireyler ya da gruplardan oluşan değil, sorumlulukların her bir bireyin yeteneğine göre konulduğu bir toplumdur. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

41 21yy sosyalizmi 20. yy reel sosyalizmi insani gelişme potansiyeline odaklanmanın tersine, üretici güçlerin gelişimine odaklandı. Sosyalist vizyonun önemli bir parçası olan insanın merkezde yer alması bu noktada kayboldu. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

42 21yy sosyalizmi Reel sosyalizm deneyiminde toplumun üstünde bir devlet algısı vardı. Ne üretici güçlerin geliştirilmesi, ne de devlet yönlendirmeleri yeni toplumu tanımlamaz. Yeni toplumu tanımlayacak olan şey insanın merkeze oturtulmasıdır. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

43 Sosyalizm üçgeni Sosyal Mülkiyet: Üretim araçlarının sosyal mülkiyeti olmalı, çünkü sosyal komünal verimliliğin hepimizin özgür gelişimine yönlendirilmesi ancak bu sayede mümkündür. Sosyal Üretim: İşçiler tarafından organize edilecek olan sosyal üretim üretenler arasında yeni işbirliği ilişkisini inşa eder ve bu tüm üretenlerin tam gelişimi için şarttır. Sosyal ihtiyaçların karşılanması: Dayanışmacı bir toplumda komünal ihtiyaçların karşılanması temeldir; birimizin özgür gelişimi hepimizin özgür gelişiminin koşuludur. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

44 Kapitalizmin tarihsel birikim dönemleri
1. Merkantilizm: (16.yy - 18yy) : Makineleşme öncesi dönem. İş bölümü yaygınlaşmakta, sermaye birikimi temelde ticaret, tarım ve madencilik alanında gerçekleşmekte. Robinson Crusoe (17.yy) karakteri ilkel birikim dönemini anlatır. Üretim araçlarının üretimi ikincil bir öneme sahip. Tüketim malları üretimi kısıtlı el işçiliği ile yapılabilmekte. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

45 Kapitalizmin tarihsel birikim dönemleri
2. Liberal rekabetçi dönem (Sanayi Devrimi İngiltere ): Önce tekstil, sonrasında ise tüm sanayide gerçekleşen sanayi devrimi dönemi. Birikim modern sanayiye, üretim araçları üreten sanayiye kaydı. Fabrikalar , ulaştırma, iletişim, demiryolları, telgraf, limanlar, buharlı gemiler ve genelde bir alt yapı inşa dönemi. Kapitalistler arasındaki yoğun rekabetin ve boom / bust döngülerinin dönemi. Bu dönemde fiyat rekabeti iktisadi faaliyetlerin yönetilmesinde merkezi bir rol oynadı. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

46 Kapitalizmin tarihsel birikim dönemleri
3. Tekelci kapitalizm (emperyalizm): 19yy’ın son çeyreğinde ortaya çıktı. Sermaye bir spiral biçiminde yoğunlaşıp merkezileşti ve giderek küreselleşti. Kurumsal örgütlenme baskın tip haline geldi ve sınaî menkul kıymetler için bir piyasa oluştu. Sanayiler oligopolist firmaların denetimine girdi ve fiyat, hâsıla, yatırım düzeyi ile ilgili kararlar ve faaliyetler rekabetle değil, oligopolistik kurallara göre oluştu. Otomobil, bilgisayar ve uçak yapımlarıyla sanayi daha da genişledi. Üretim sektörü giderek tüketim sektörünün büyümesine bağımlı hale geldi. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

47 Kapitalizmin tarihsel birikim dönemleri
4. Tekelci olgun kapitalizm: 1950’ler…. Sweezy ve Magdoff: Olgun kapitalist ekonomiler büyümeyi sürdürebilmek için, sürekli artmakta olan ekonomik artığı emebilecek yeni talep kaynakları bulmak zorundadır, yoksa büyüyemezler. Diğer taraftan artan verimliliklerle sürekli büyüyen bu ekonomik artığın yeni karlı yatırım alanlarına yöneltilmesi, yeni yatırım alanları bulmanın güçlüklerinden dolayı, giderek zorlaşır. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

48 Olgun ekonomiler uzun süreli durgunluğa girdiler
Çünkü; Temel sınaî alt yapının yeni baştan kurulmasına gerek yoktu, Otomobil gibi çığır açıcı gelişmeler her zaman mümkün değil, Gelir ve servet eşitsizliği arttı, bu da yoksulların tüketimini kıstı, Zenginler fonlarını giderek daha spekülatif faaliyetlere yatırdılar, Yeni yatırımlar azaldı, Oligopolleşme sistemin dinamizmi ve esnekliğinin temeli olan fiyat rekabetinin giderek yok olmasına neden oldu. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

49 Kapitalizmin tarihsel birikim dönemleri
5.Tekelci finans kapital Finansallaşma durgunluğa yanıt oldu. FIRE, yani finans, sigorta ve gayrimenkul gibi alt parçalardan oluşan finans sektörü; Sanayinin ekonomik artık üreten kapasitesini dengeledi. Hem finans sektöründe yeni istihdam yarattı, hem de varlık zenginleşmesiyle reel sektör için efektif talep oluşturdu. Finans sektörü reel sektörde elde edilen karların değerlenebilmesi için ciddi imkânlar yarattı. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

50 ABD : Finansal tekelleşme /merkezileşme
Kapitalistler her zaman sermayelerini büyütme arzusu içinde olduklarından, paralarını finansal piyasalara akıttılar. Finansal sektör, çekici- exotik finansal araçlar sundu (menkul kıymetleştirme, CDO ve CDS’ler, türev piyasalar). 2008 kriziyle daha da yoğunlaştı. 1990’da en büyük 10 finansal kuruluş, toplam finansal varlıkların sadece % 10’una sahip iken, bugün bu oran % 50 civarında. En büyük yirmi kuruluş toplam % 70’e sahip. Bu oran 1990’da sadece % 12 idi. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

51 Kapitalizmin son 30 yılının dönüştürücü alt yapı ve üst yapı dinamikleri
Doç. Dr. Mustafa Durmuş

52 Dönüştürücü alt yapı dinamikleri: Dönüştürücü üst yapı dinamikleri:
Küresel kapitalist kriz Küreselleşme Rekabet biçiminin değişmesi / tekelleşmenin artması Finansallaşma Özelleştirmeler ve kamunun küçültülmesi Emek tasarruf edici ve emekçiyi ikincilleştiren teknoloji uygulamaları (özellikle de kamu sektöründe) Dönüştürücü üst yapı dinamikleri: Burjuva ideolojisindeki dönüşüm: Neo liberal ideoloji Ekonomi politikaları Sosyal devletin çöküşü ve yeni yönetişim anlayışı Neo liberalizm muhafazakârlık ve dinsel ittifak: Piyasa İslam'ı / Kültürel hegemonya Sarı sendikacılık ve sendikal bürokrasi Sosyalist ideolojinin gerekli yenilenmeyi sağlayamaması, Sosyalistlerin dağınıklığı ve örgütsüzlüğü Doç. Dr. Mustafa Durmuş

53 Dönüştürücü alt yapı dinamikleri
1945–75 dönemi yaygın bir biçimde: ABD’de ‘Altın Çağ’, Avrupa’da ‘Sosyal Devlet ya da Sosyal Demokrasi’ ve azgelişmiş dünyada ‘Ulusal Kalkınma’ dönemi olarak adlandırılır. 1980’lerin başlarından itibaren bu dönem sona erdi ve yerini ‘Neo liberalizm’ aldı. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

54 Dönüştürücü alt yapı dinamikleri
Bu dönemin temel özelliği; küreselleşme ve finansallaşmanın hızlanması ve baskın hale gelmesi, tekellerin (ya da oligopollerin) hayatın her alanında yaygınlaşması ve devletin ekonomiye müdahale alanının daraltılarak, özelleştirmeler, taşeronlaştırma aracılığıyla uluslararası piyasaların ve bunların aktörleri dev sermaye şirketlerinin tam hegemonyasının tesis edilmesidir. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

55 Dönüştürücü alt yapı dinamikleri
Bu dönemde ayrıca kapitalist krizlerin kısa dönemli iş döngüleri olmaktan ziyade çok uzun yıllar süren uzatılmış durgunluklara (stagnasyon) ve büyük resesyonlara dönüşmesi ve bunların da üst yapıda burjuva demokratik devletlerden vazgeçilerek finansal oligarşik yapılara yönelimi gibi eğilimler söz konusudur. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

56 Küreselleşme ve finansallaşmanın boyutları
Bir yılda tüm dünyadaki reel mal üretiminin toplam değeri ortalama 55–60 trilyon $ iken, finans piyasalarındaki yıllık toplam işlem hacmi bunun 63 katı yani 3,450 trilyon $’dır. Dünya mali varlık stok hacmi 1980’de 12 trilyon $ iken 2007’de 196 trilyon $ oldu. Bu stoklar dünya hasılasının (derinlik) 1980’de % 120’sini, 2007’de ise % 356’sini oluşturuyordu. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

57 Küreselleşme ve finansallaşmanın boyutları
Küresel düzeyde sermaye ağının nasıl oluştuğu finans kapitalin kontrol gücünü sergiler: Dünyada 2007 yılı itibariyle 43,060 çok uluslu şirketten oluşan bir sermaye ağı var. Bu ağ küresel kapitalist ekonomik gücün kaynağını oluşturuyor. Bu ağın % 40’ı tek başına 147 şirket tarafından kontrol ediliyor. Özellikle en tepedeki 50 şirketten biri hariç kalan tamamı finans şirketlerinden oluşuyor. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

58 Kapitalist sınıf zenginleşmesinin yeni yönü
Doç. Dr. Mustafa Durmuş

59 Finansallaşma işçi sınıfını yapısını değiştirdi, emek örgütlerini zayıflattı
Finansallaşan ekonomide ucuz kredi emekçi sınıfları sisteme bağlarken, sınıf bilincini zayıflattı. Finansal sektörde çalışan emekçilerin sınıf içindeki payı arttı. Bu kesimler sınıf bilinci ve eylemlilik anlamında geleneksel sanayi işçisinin gerisindeler. Zira kendilerini beyaz yakalı ve orta sınıf (!) olarak görüyorlar. Türkiye’de bankalarda çalışan sayısı 200,000 civarında. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

60 Finansallaşma işçi sınıfını yapısını değiştirdi, emek örgütlerini zayıflattı
Finansallaşan ekonomide emekçiler giderek artan biçimde borçlandırılarak tüketime teşvik ediliyorlar. Emekçiler tüketici kredileri ile ev, araba ve diğer tüketim malı alımlarına yöneltildi. Kredi kartı borcunu ödeyemeyen sayısı Türkiye’de 1 milyonu aştı. Tüm bu gelişmeler emekçilere borçlarını geri ödeyememe, sahip olduklarını kaybetme korkusu yaşatıyor. Bu durum işlerini kaybetmemek adına onları örgütlü mücadeleden ve sendikal faaliyetten uzak tutuyor. Emekçiler borçlandırılarak sistemin suç ortağı haline getirilerek rehin alınıyorlar. Bu durumdaki kitleler ekonomik istikrar için izlenmekte olan ekonomi politikalarını desteklemek durumunda kalıyorlar. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

61 Küreselleşme ve reel üretimde oligopolleşme
Küresel reel piyasalarda da benzer bir oligopolleşme eğilimi söz konusu. Yani dünya üretimi ve ticareti az sayıda çok uluslu şirket tarafından doğrudan ve dolaylı yollarla kontrol edilmektedir. Dünyanın en büyük 100 çok uluslu şirketi ABD, AB ve Japonya’da yerleşik (Triad). Bu şirketlerin aralarındaki ilişki klasik anlamdaki rekabetten farklı olup daha ziyade bir rakiplik ve işbirliği diyalektiği biçiminde. Özellikle de fiyat rekabeti çok tehlikeli bir şey olarak düşünüldüğünden genelde bundan sakınılır. Bunun yerine firmalar büyük ölçüde düşük emek gücü maliyetli durumlara, kaynak rekabetine ve ürün farklılaşmasına yönelirler. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

62 Küreselleşme ve reel üretimde oligopolleşme
Uluslararası tekelci sermayenin iktisadi gücünün yoğunlaşması ve kontrol gücünün artması aynı zamanda dolaylı bir biçimde, taşeronluk ve yönetim sözleşmeleri, anahtar teslimi anlaşmalar, franchising, lisanslama ve ürün paylaşımı gibi uluslararası stratejik ittifaklarla da sağlanıyor. Örnek: Star Alliance gibi mega işbirlikleri THY dahil otuza yakın ülke hava yollarını bünyesinde topladı. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

63 Özelleştirmeler Washington Uzlaşması sonrasında kamu küçültüldü, özelleştirmeler başlatıldı. KİT’ler ve kamusal hizmetler özelleştirildi. Özelleştirme sadece mülkiyet devri ile değil, serbestleştirme- düzenlemeden vazgeçme, franchising, kullanma hakları, lisanslama, kamu-özel ortaklıkları gibi yöntemlerde her alanda yapılıyor. Taşeronlaştırma özelleştirmenin en yaygın uygulaması. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

64 Özelleştirmeler işçi örgütlenmesine darbe vurdu
Taşeronlaştırma sadece ucuz işçilik ya da kıdem tazminatı gibi bazı yasal sorumluluklardan kurtulmak için değil, dayanışma kültürünü yok edip , bireyci kültürü yerleştirmek, sendikasızlaştırmak ve sınıf bilincini yok etmek için de yapılıyor. Özelleştirilen işyerlerinde uygulanan esnek emek gücü politikaları işçi sınıfı örgütlülüğünü zayıflatıyor. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

65 Dönüştürücü alt yapı dinamikleri
Bu verilerden hareketle günümüz kapitalizminin en çarpıcı özelliğinden birinin küresel düzeyde tekelleşme (ya da oligopolleşme) olduğu, bunun giderek genel bir eğilim halini almakta olduğu ve dünyada bu yapıdan özerk hiçbir ekonomik faaliyetten söz etmenin mümkün olamayacağı ileri sürülebilir. Bu gerçek, dünyanın en büyük ekonomilerinin ve en güçlü hükümetlerinin dahi finans kapitalin saldırılarına karşı durmalarının ne denli zor olduğunu ortaya koymaktadır. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

66 Küreselleşme emperyalist sömürüyü daha da artırdı
Bugün sermaye temerküzü kendisini uluslararası tekelci sermayenin hızlı büyümesinde gösteriyor. Teknolojinin yanı sıra sermaye her zamankinden daha fazla mobil durumda . Çünkü dev firmalar giderek küreselleşiyor ve finansallaşıyor. Bugün, ulusal düzeydekine ilave olarak küresel bir artık değer oluşumu ve bunun yarattığı bir rant bölüşümü söz konusu. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

67 Küreselleşme emperyalist sömürüyü daha da artırdı
Yani; Metropol ve az gelişmiş ülkelerdeki emek gücü verimlilikleri arasındaki fark kapanırken, ücret farklılıkları giderek açılıyor. Böylece metropollere doğru akan bir emperyalist rant oluşuyor. Çünkü az gelişmiş ülkelerdeki emek, değerinin çok altında ücretlendiriliyor. Bu rantı artırarak sürdürmek isteyen emperyalizm azgelişmiş ülkelerdeki işçi örgütlenmelerini daha da baskılıyor. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

68 Küreselleşme işçi sınıfının yapısını değiştirdi: Precariat
Küreselleşme ve teknolojik gelişmeler azgelişmiş ülkelerde precariat adı verilen bir emekçi katmanını ortaya çıkardı. Bu emekçiler uluslararası iş bölümüne uygun bir biçimde esnek / güvencesiz istihdam koşullarında ve genelde yarı zamanlı istihdam ediliyorlar. Büyük ölçüde kadınlardan, gençlerden, engelli işçilerden, tekrar çalışmak zorunda kalan emeklilerden, eski mahkûmlardan ve göçmenlerden, esnaftan, iktisadi değişim nedeniyle yerlerinden edilmiş olan kalifiye ve yarı-kalifiye işçilerden ve işsizlerden oluşuyor. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

69 Alt yapıdaki dönüşümün politik sonuçları
(i) Burjuva demokrasileri giderek geçerliliğini yitiriyor, iktidar ve muhalefet partileri arasındaki fark giderek kayboluyor. ii) Uzun dönemde “emperyalistler arası savaş” tezi geçerliliğini korusa da, kısa vadede ABD, AB ve Japonya üçlüsünden oluşan bir “kolektif emperyalist işbirliği” mevcut. Libya işgali ve gündemdeki Suriye müdahalesi bunun somut örnekleri. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

70 Alt yapıdaki dönüşümün politik sonuçları
(iii) Triad’ın emperyalist bloku azgelişmiş ülkelerdeki gerici hegemonik bloklar ile stratejik ittifakını sağlamış durumda. Azgelişmiş ülkelerdeki gerici hegemonik blokları da içine alan bir küresel gerici hegemonyadan söz etmek mümkündür. Büyük Orta Doğu Projesi’nde (BOP) Türkiye ve ABD’nin ittifakı ve eş başkanlıkları bunun en somut ifadesi. (iv) Mevcut iktisadi kriz sadece bir kriz olmaktan öte özellikler göstererek, sistemin kendi kendini yeniden üretmekte zorlanmasından dolayı, içe doğru patlamalar yaşamaktadır (Bolivya, Venezüella ve Ekvator). Doç. Dr. Mustafa Durmuş

71 Dönüştürücü üst yapı dinamikleri
Burjuva ideolojisindeki dönüşüm ve neo liberal ideoloji ve ekonomi politikaları, sosyal devletin çöküşü ve Yeni Yönetişim anlayışı Doç. Dr. Mustafa Durmuş

72 Neo-liberal ideoloji 1970’li yıllardan bu yana metropol ülkelerde geliştirilen neo-liberal ideoloji ve neo-liberal politikalar IMF, DTÖ ve DB gibi örgütler aracılığıyla tüm dünyaya egemen kılındı. Bu ideoloji, işçi sınıfı ve aydınlar başta olmak üzere toplumun büyük kesiminin ülke sorunlarına ilgisiz kalmasına neden oldu. Ayrıca bu ideolojinin muhafazakarlık ve din ile ittifakı örgütlü mücadeleyi olumsuz etkiliyor. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

73 Neo-liberal ideoloji Neo-liberalizm,
emekçi örgütleri ve sendika karşıtı yasaların hayata geçirilmesi, sendikal faaliyetlerin yasaklanması ya da kısıtlanması demek. Bu rejimde sendikalara biçilen rol, emek gücü piyasalarının düzenlenmesi ve yönetilmesinde sendikaların, kapitalistlerin ve devletin yönlendiriciliği altında müttefiklik-yardımcılık rolüdür. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

74 Sınıfsal güç dengesindeki değişim
Neo liberal dönemde sınıfsal güç dengelerinde ve kapitalist devlet anlayışında önemli değişiklikler meydana geldi. Bu gelişmeler sosyal devletlerin günümüzde içine girdikleri paradigma değişikliğinin ve beraberindeki kamusallık anlayışındaki değişimin de arka planını oluşturuyor. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

75 Neo liberalizm: Sosyal Devletin çöküşü
1980 sonrası neo liberalizm olarak adlandırılır. Neo-liberal dönem sermayenin hegemonyasının yeniden ve daha güçlü bir biçimde kurulmasını sağlarken, sosyal devlet olgusunun giderek ortadan kalkmasına neden oldu. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

76 Neo liberalizm 1980 kırılması birbiriyle ilişkili iki önemli geçiş içeriyor:  (i) Fordist yapılanmadan Post-Fordist yapılanmaya geçildi. Fordist dönemde sermaye ile emek arasında bir çeşit ateş kes mevcuttu ve örgütlü emek ,ücret artışları ve iş güvenliği bağlamında oldukça güçlenmişti. Post- Fordist dönemde ise bu ateşkes bitti ve emek ikame edilebilir, vazgeçilebilir, kullanılıp atılabilir bir hale dönüştürüldü. (ii) Keynesyen teoriden Post-Keynesyen teoriye geçildi. Keynesyen teori altında hükümetten ekonomiyi düzenlemesi ve toplumun refahı için sosyal refah programlarını sürdürmesi bekleniyordu. Post-Keynesyen / Neo liberal dönemde ise hükümet bunların hiçbirini yapmamalıydı.  Doç. Dr. Mustafa Durmuş

77 Neo liberalizm Kısaca;
Fordizm ve Keynesyenizm işçi sınıfını ve genel olarak vatandaşları kapitalizmin aşırılıklarından koruyan bir çeşit «Toplumsal Anlaşma» idi. Neo liberalizm dünya çapındaki siyaset ve ekonomiyi giderek daha fazla hâkim sınıf ya da ulusların emrine sokacak şekilde şekillendiren bir ideoloji. Emekçi sınıflara karşı açgözlü bir topyekûn saldırının, savaşın hikâyesi. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

78 Neo liberalizmin dört ayağı (D. Harvey)
(i) Kamusal mal ve hizmetlerin metalaştırılması ve kamunun küçültülmesi (özelleştirmeler). (ii) Her türlü metaı bir spekülasyon aracına dönüştüren bir hızlı finansallaşma. (iii) Her türlü doğal, sosyal ve reel felaketin ve krizin kapitalist sınıf için ve onun tarafından manipülasyonu. (iv) Servetin üst sınıflar lehine ve bölüştürülmesinde devletin açık ve pervasız bir biçimde bir araç olarak kullanılması. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

79 İlkel birikime dönüş Neo liberalizm ile birlikte geleneksel sermaye birikimi yöntemlerine ilave olarak, sağlık ve eğitim gibi kamusal hizmetlere ve doğaya ve doğal kaynaklara el koyma biçiminde çağdaş bir “ilkel birikim modeli” de yoğun bir biçimde kullanılmaya başlandı. Bu gelişmeler kamusallığın da daraltılarak etkisizleştirilmesiyle sonuçlandı. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

80 Neo liberal Yönetişim Yönetim, devlet dışındaki aktörleri de (sivil toplum örgütleri, şirketler, piyasalar vb) içeren, “birlikte yönetme”, “hükümet olmadan yönetme” olarak tanımlanıyor. Son derece esnek, aynı ölçüde kaygan ve değişken bir kavram. Söylemde tarafsız , siyasi ve ideolojik olmayan bir özellik sergiler. Gerçekte bu kavram yeni bir siyasal iktidar modeli. Toplumun ezilenlerini dışlarken, toplumun geleceğini sermaye sınıfının egemenliğine mutlak olarak teslim eder. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

81 ‘Yönetişim’ AB’de kurumsallaştırılıyor
Avrupalı devletler tekil kemer sıkma uygulamalarında yeterince başarılı olamayınca, 2011’den itibaren Yeni Avrupa Ekonomik Yönetişimi adı altında hem ulusal düzeyde hem de ulus üstü bir açık hegemonya modeline başvuruluyor. «Avrupa Sömestri» ile ulusal meclislerin bütçe yapma hakkı fiilen ortadan kaldırılıyor ve Avrupa Komisyonu’na veriliyor, üye ülke ekonomileri izlenip denetleniyor. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

82 Kültürel Hegemonya tesisi: Neo liberalizm – ideoloji-yeni muhafazakarlık - din işbirliği
Üst yapıdaki en önemli değişim ideoloji alanında oldu. “Neo liberal burjuva ideolojisi” din ve muhafazakârlık gibi yerleşik diğer ideolojilerle yaptığı işbirliği sonucunda, adeta yeni bir din gibi kesin biat edilen bir ideolojiye dönüştü. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

83 Neo liberalizm –ideoloji-yeni muhafazakarlık-din işbirliği
Bu durum işçi sendikalarını düzenin uysal bir parçası haline getirirken, sol içinde dahi yankı bulabildi. “yeni sol” ya da “liberal sol” gibi akımların doğmasına neden oldu (Yetmez ama evet!). Bu yeni durum emekçiler başta olmak üzere tüm toplumun neo liberal politikalara ve yoğun emek sömürüsüne karşı yükselecek mücadelesini bastırmada bir kültürel hegemonya olarak işlev görüyor. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

84 Kültürel hegemonya eşitsizlikleri meşrulaştırıyor
Sabır, Sınav, Şükür, Tevekkül, Kader Referanslarını kullanan kültürel hegemonya toplumdaki eşitsizliklerin emekçiler tarafından normal görülüp kabul edilmesini, itaat edilmesini sağlıyor. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

85 Piyasa İslamı: Sosyal devletin yok edilmesinde araç
Türkiye’de dinsel pratiklerin ve simgelerin kamusal alandaki görünürlüğü hızla arttı. Piyasa İslamı, özelleştirmeler aracılığıyla sosyal devletin tamamıyla yok edilmesinde bir araç olarak kullanılıyor. Amerika’da olduğu gibi, dinsel olan, yeniden yorumlanmış bir kamusal alanın tam ortasına oturtulmaya çalışılıyor. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

86 «Piyasa İslam» ı sosyal devlete karşı
Piyasa İslam’ı Bush’un “inanç temelli inisiyatif” fikrinin bir uzantısı: «Şimdiye kadar devletin sağladığı bazı sosyal hizmetler özel sektör ve dini cemaatler üzerinden ve hayırseverlik temelinde verilecektir (Religious contractors)». «Cemaatler eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik hizmetlerini kendileri yönetebilirler». Doç. Dr. Mustafa Durmuş

87 Kamusallıkta boşalan yer «Piyasa İslam» ı ile doldurulmak isteniyor
Dinsel referans geleneksel İslami bir duruştan ziyade bir kamu karşıtlığından besleniyor. Hükümete sadece büyüme ile ilgilenmek düşüyor. Dinsel lügatin zekât, sadaka, vakıflar gibi temel kavramları yeni sosyal politika araçları olarak sosyal devlete alternatif olarak sunuluyor. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

88 Çağ, kalıcı kemer sıkma çağı
Neo liberal yeniden yapılandırma ile geçen 30 yılın ardından gelen kemer sıkma çağında; Avrupa Birliği ülkelerindeki sosyal devletlerin geleceği son derece belirsiz. Kemer sıkma AB’de kurumsallaştırılıp, kalıcı hale getiriliyor. Sermaye açısından artık emek ile uzlaşmaya gerek de yer de yok. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

89 İktisadi işleviyle kapitalist devlet
Doç. Dr. Mustafa Durmuş

90 Klasik-Neo klasik- Leviathan devletin iktisadi işlevi
Klasik İktisat (18-19yy) : Devletin rolü sosyal mal ve hizmet üretimi ile sınırlıdır (İç ve dış güvenlik + alt yapı+ eğitim) . Neo-klasik iktisat (1870’ler…): Devletin, etkin kaynak tahsisiyle sınırlı olmak üzere, piyasa mekanizmasının başarısızlıklarının giderilmesiyle ilgili tamamlayıcı bir rolü vardır. Leviathan Devlet Anlayışı ( Buchanan, Downs, Niskanen) ( ) : Devlet, seçmenlerin, politikacıların, bürokratların ve çıkar gruplarının çıkarlarını maksimize etmeye yarayan bir araçtır. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

91 Neo-klasik İktisat ve Kapitalist Devlet
Devletin varlık nedeni, piyasaların etkin kaynak tahsisini sağlayamamasıdır. Devletin görevi bu başarısızlıkları gidermek ve üretimin ve sermaye birikiminin sürdürülebilmesini sağlamaktır. Asli değil, piyasayı tamamlayıcı olma anlamında talidir. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

92 Leviathan Devlet Bu yaklaşım, 1980 ve 1990’lı yıllarda burjuvazi ve sağ /muhafazakar partiler tarafından sosyal devletin zayıflatılması ve özelleştirmelerin yapılabilmesi için bir teorik dayanak olarak kullanıldı. Halkın kamuya olan güveni sarsıldı, bu da KİT’lerin satışı ve geniş anlamda özelleştirmelerin yapılmasını kolaylaştırdı. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

93 Sosyal Demokrasi ve Devlet
Keynes ve Beveridge : Devletin temel görevleri tam istihdamın sağlanması ve sosyal adalete uygun bir yeniden bölüşüm sağlamaktır (Refah Devleti- Refah Toplumu). Ancak yeniden bölüştürücü devlet, üretim araçları üzerindeki özel mülkiyetin, kapitalist üretim tarzının da koruyucusudur. Onu politik ve iktisadi krizlere karşı savunur, korur. Gerektiğinde kamu yararı için müdahalelerde bulunur, düzenlemeler yapar. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

94 Marksizm ve Kapitalist Devlet
Devlet toplumdaki tüm sınıfların lehine hareket edemez. Devlet sadece çeşitli çıkar grupları tarafından ele geçirilebilen bir araç değil. Asıl olarak, mevcut sınıfsal ilişkilerin bir ifadesi, kapitalist egemen sınıf ya da sınıfların çıkarlarını korumak için var olan temel bir araçtır. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

95 Marksizm ve Kapitalist Devlet
Engels : Anti-Dühring (1877) : “ ...Ve modern devlet, işçilerin ya da tek tek kapitalistlerin gasp girişimlerine karşı, kapitalist üretim tarzının genel dışsal koşullarını korumak amacıyla burjuva toplumunun kendisini teçhizatlandırdığı yegane örgüttür. Hangi biçimde olursa olsun, modern devlet zorunlu olarak kapitalist bir makinedir; kapitalistlerin ideal kolektif organıdır. Mülkü anlamında ne kadar çok üretken gücü elinde tutarsa, tüm kapitalistlerin o denli gerçek kolektif organı olur”. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

96 Marksizm ve Kapitalist Devlet
Yani kapitalist devlet: 1.İşçilerin ya da tek tek kapitalistlerin sermayeyi ele geçirme girişimlerine ve dışarıdan gelebilecek tehditlere karşı kapitalist üretim tarzını korumak, 2. Egemen sınıf burjuvazinin çıkarlarını savunmak ve yasama- yürütme-yargı ve eğitim gibi araçlarla bu çıkarları meşrulaştırmak, 3. Sermaye birikimi ve toplumsal yeniden üretim sistemini kesintisiz sürdürebilmek için, Burjuvazi tarafından kolektif bir biçimde örgütlenmiş olan, zora dayalı en geniş kapsamlı aygıttır. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

97 Marksizm ve Kapitalist Devlet : Sosyal Refah Hizmetleri (J.O’Conner)
Kapitalist devlet birbiriyle genelde çatışan iki işlevi “sermaye birikimi” ve “meşrulaştırma” işlevlerini yerine getirir. Bir yandan özel sermaye birikimini kârlı kılabilecek koşulları yaratırken, diğer yandan sosyal uyumu / birliği toplumsal barışı muhafaza etmeye çalışır. Devlet sermaye birikimine destek olmak için zor gücünü kullandığında meşruiyetini ve toplumsal desteğini yitirir. Ancak, özel sermaye birikimine yardımcı olmayan devlet artı değer üretimi, böylece de vergi biçimindeki önemli bir gelir kaynağını yitirir. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

98 Marksizm ve Kapitalist Devlet : Sosyal Refah Hizmetleri (J.O’Conner)
«Sosyal yatırım” (tekno parklar, alt yapı vs) ve “sosyal tüketim” (sosyal güvenlik) şeklindeki sosyal sermaye harcamaları özel sermayenin kârlılığını artırıp, artı değeri büyüterek ilk işleve hizmet eder. Kamusal sağlık, eğitim, sosyal yardımlar gibi sosyal harcamalar devletin meşruiyetini böylece de sosyal uyumu sağlayan kamusallık derecesi yüksek harcamalardır. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

99 Marksizm ve Kapitalist Devlet : Sosyal Refah Hizmetleri (J.O’Conner)
1980 sonrasında küreselleşme, neo-liberalizmin yükselişi ve reel sosyalizmin çöküşü sermayenin hegemonyasının yeniden ve daha güçlü bir biçimde kurulmasını sağladı. Devletin sermayeye olan açık desteğini meşrulaştırma ihtiyacı azaldı. Bu faktörler bütçe politikaları ve kamu harcamalarının niteliksel ve niceliksel dönüşümleri üzerinde çok etkili oldu., Bu hizmetlerin kamusal niteliği azaldı, yeni biçimler aldı. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

100 Sermaye birikimi , artı değer sömürüsü, kâr
Doç. Dr. Mustafa Durmuş

101 Sermaye birikimi neden önemli?
Sermaye birikimi kapitalist büyümenin temel biçimi ve amacı. Kapitalistlerin temel servet biriktirme biçimi ve kapitalist krizlerin temel nedenlerinden biri (aşırı birikim krizleri; 1929, 2008). İktisadi büyüme gerçekte sermayenin büyümesidir. Emekçiler ‘sermayenin gerekli olduğuna’ inandırıldıklarından sermaye üretim ve toplumu yönetmeyi sürdürür. Eğitim, gelenek ve alışkanlıklarla işçiler kapitalist üretim tarzının doğa kanunları gibi geçerli ve gerekli olduğuna inandırılırlar. Bu da onların kapitalizme karşı olan direncini kırar. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

102 Sermaye birikimi neden önemli?
Marx sermayeyi: “işçilerin kendilerinin yarattığı ama sonuçta kendilerine karşı bir silaha dönüşen bir ürün” olarak tanımlar. Ona göre : “Sermaye, araç, alet, makine gibi insanın zihinsel ve el emeğine dayalı faaliyetlerinin sonucunda ürettiği şeydir. Sermayeye baktığımızda onun geçmişteki ve devam etmekte olan emek sömürüsünün bir sonucu olduğunu görürüz”. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

103 Sermaye birikimi neden önemli?
Bu durumun kolayca anlaşılmamasının nedeni sömürünün gizlenmesidir. Zira işçinin emeğini işverene sattığı ve bunun da karşılığını aldığı algısı yaratılır. Ö Örnek: Ücretlerin saat ücreti olarak hesaplanıp ödenmesi biçimindeki uygulama bu görüntüyü güçlendirir. Tüm emek sanki ödenmiş emekmiş gibi ortaya çıkar. Böylece çalışılan bir günün gerekli ve artık emek; ödenmiş (emek gücü) ve ödenmemiş emek biçiminde ayrıldığı gerçeği gizlenir. Bu yanılsama sermayenin gerçekte kaynağının işçilerin ödenmemiş emekleri olduğunu gerçeğini de gizlemek için yaratılır. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

104 Sermaye birikimi neden önemli?
Oysa sermayenin büyümesinin ön koşulu artı değerin büyümesidir. Bu nedenle sermaye herhangi bir üretken gücün geliştirilmesinin değil, artı değer üretimini artıracak ve onu realize edecek gelişmelerin peşindedir. Yani sermaye seçici davranır. Bilim ve teknoloji uygulamaları da bu bağlamda sermayenin hizmetindedir. Sermaye, geçmiş ve yaşayan sosyal emeğin, sosyal mirasın bir sonucu. Bu onun sosyalist bir toplumdaki gibi kolektif mülkiyete ait olmasını haklı ve gerekli kılar. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

105 Artı değer- kâr- sömürü
Sermaye birikiminin kaynağı kâr, kârın kaynağı ise artı değerdir. Marx, sermayeyi; değişken sermaye (emek gücü: v ) ve sabit sermaye (fiziki yatırım malları: c ) olarak ayrıştırır. İşçinin ücreti anlamına da gelen (v) emek gücünün kendisini yeniden üretmesi için gerekli olan asgari geçimlik düzeyince belirlenirken, artı değerin (s) tek kaynağı emektir. Yani artı değer, işçi başına üretilen değer/hâsıla ile geçimlik-asgari ücret arasındaki fark olarak hesaplanır ve kârın da tek kaynağıdır. Marx buradan yola çıkarak sömürü oranını artı değerin ücret içindeki payı olarak hesaplar (s/v). Doç. Dr. Mustafa Durmuş

106 Artı değer- kâr- sömürü
Artı değer kavramını ilk olarak ortaya atan Marx’a göre artı değer, İşçilerin ödenmemiş emek zamanlarının birikimli bir ürünüdür. Kapitalist toplumda, artı değere kapitalistler tarafından el konulur . Çünkü kapitalist, üretim araçlarının sahibidir ve işçilerin yaşamak için emek güçlerini kapitalistlere satmaktan başka çareleri yoktur. Kapitalist sadece üretim araçlarının sahibi değil, üretimde kullanmak için satın aldığı emek gücünün ve üretilen ürünün de sahibidir. Ücretleri ödedikten sonra kapitalist işçilerin ödenmiş olan emeklerinin üzerinde kalan bir değer olan artı değerin sahibi olur. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

107 Artı değer- kâr- sömürü
Kapitalist bu kârı ticaret ve finans burjuvazisi gibi burjuvazinin diğer kesimleri ile paylaşır. Ayrıca toplumsal yeniden üretimin kesintisiz sürdürülmesini sağlamakla görevli olan kapitalist devlet de kurumlar vergisi ve gelir vergisi gibi vergilerle kârın bir kısmına el koyar. Ancak bu vergiler işçiler tarafından yaratılmış olan artı değer üzerinden alındığından bu vergileme sermayenin vergilemesinden ziyade emeğin ikinci bir kez vergilenmesi anlamına gelir. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

108 Artı değer- kâr- sömürü
Artı değere el koyuş biçimi ve bunun paylaşımı, bölüşümü belirler: İşçi yarattığı değerin karşılığını tam olarak (ücret biçiminde) alamaz, çünkü işçinin ücreti üzerindeki pazarlık gücü kanunlarla ya da piyasa koşullarıyla (arz/talep) ile kısıtlanmıştır. İşsizliğin çok yaygın olduğu ve sendikaların çok güçsüz olduğu durumlarda işçilerin ücretleri üzerindeki belirleyiciliği daha da azalır. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

109 Artı değer- kâr- sömürü
Aslında işbölümünün olduğu tüm toplumlarda ekonomik artık (sosyal fazla) vardır. Kapitalist toplumdaki artı değerin farklılığı onun kendinden önceki artık biçimlerinden farklı olarak sermayeye dönüşmesidir. Yani, artı değer kapitalist bir toplumdaki üretimin varlık nedenidir. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

110 Artı değer- kâr- sömürü
Kapitalistler işçiler üzerinden sağladıkları artı değer miktarını; ücretleri sabit tutarken çalışma saatlerini uzatarak veya çalışma saatlerini sabit tutarken ücretleri düşürerek (mutlak artık değer) ya da emek gücü verimliliğini artırmak, böylece de gerekli emek süresini kısaltmak (nispi artık değer) suretiyle artırırlar. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

111 Artı değer- kâr- sömürü
Ancak ücretler belli bir düzeye kadar kısılabilir. Zira eğer ücretler, geçimlik düzeyin altında kalırsa kapitalistler çalıştırabilecek yeterli sayıda işçi bulamayabilirler. Ayrıca ücret kısıtlamaları işçilerin tepkilerine neden olur. Buna karşılık ücret mallarının fiyatları (gıda, giyim, barınma vs), çeşitli şekillerde düşük tutulmak suretiyle ücret artışları dizginlenebilir. Bu ekonominin diğer sektörlerindeki verimlilik artışıyla ve yaratılan bollukla sağlanabilir. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

112 Artı değer- kâr- sömürü
Böylece düşük tutulan ücret düzeyleri sayesinde artı değer artırılmış olur. Bu konuda kapitalist devletler aldıkları vergilerin bir kısmıyla sundukları sübvansiyonlarla gıda ve diğer zorunlu ücret mallarının fiyatlarını belli bir düzeyde tutarak artı değer, dolayısıyla da kâr oranlarının düşmesini önlemeye çalışırlar. Emek gücü verimliliğinin eğitim, yeni teknolojiler (tekno parklar, ar-ge destekleri vb) ve rasyonalizasyon yöntemleri (performans – kalite yönetimi) ile artırılması saat başına çıktıyı artırarak nispi artı değeri böylece de kârı artırır. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

113 Artı değer- kâr- sömürü
Marx sömürü oranını artık değerin ücret içindeki payı olarak tanımlar: (s/v). Böylece işçilerle sermayedarlar arasındaki ilk mücadele artık değer üzerinden yürür (sendikalar): İşçiler ücretlerini, sermayedarlar ise kârın kaynağı olan artı değeri büyütmek için mücadele ederler. Bu durum kapitalist toplumlarda sosyal sınıflar arasındaki karşıtlığın ve bunlar üzerinden yürüyen mücadelenin özünü oluşturur. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

114 Artı değer- kâr- sömürü
Bu çatışma Fordist üretim tarzı ve sosyal devlet uygulamaları sırasında olduğu gibi bazen durgunlaşıp gizlense de, günümüzde başta Avrupa olmak üzere metropol kapitalist ülkeler ve azgelişmiş ülkelerdeki kriz sonrası kemer sıkma politikalarına karşı dirençte görüldüğü gibi grevler ve direnişler, fabrika işgalleri ve sokak mücadeleleri biçiminde açık bir sınıf savaşına dönüştü. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

115 Sermayenin Organik Bileşimi ve Kâr Oranlarının Düşme Eğilimi Yasası
Sermayenin organik bileşimi (SOB), Marksizmin kapitalist krizleri, ‘azalan kâr oranları eğilimi yasası’ ile ilişkilendirilerek açıklarken başvurduğu bir kavramdır. Üretim araçları ile bunları çalıştıracak olan işçiler arasındaki teknik ilişkiyi anlatır. Burjuva iktisat teorisinde buna ‘Sermaye Yoğunluğu Derecesi’ adı da verilir. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

116 Sermayenin Organik Bileşimi ve Kâr Oranlarının Düşme Eğilimi Yasası
Sermayenin organik bileşimi ve kâr oranı ilişkisi şöyle formüle edilir: r = (s/v)/(1+ (c/v)) ya da Kâr oranı (r) = Sömürü oranı / (1+ SOB) Eğer sömürü oranı (s/v) artırılamıyorsa, sermaye birikim süreci içinde kaçınılmaz bir biçimde sermayenin organik bileşimi (c/v) artarken, kapitalistin kâr oranı (r) azalacaktır.   Doç. Dr. Mustafa Durmuş

117 Kâr oranın azalması   Özetle, sermayenin organik bileşimi arttıkça üretilen kârın oranı düşer. Sermayenin organik bileşimini artıran faktör zamanla üretim teknolojisinin sermaye yoğun bir hale dönüşmesidir. Marksist literatürde bu durum ‘Azalan Kâr Oranları Eğilimi Yasası’ olarak bilinir. Emek, artı değerin tek kaynağı oldukça ve artı değer miktarı değişken sermaye miktarına bağlı oldukça (ve s/v sabit kaldıkça) kâr oranı düşmek zorundadır. Ancak kâr mutlak olarak azalmamaktadır. Azalma nispi olarak gerçekleşir. Yani sermaye birikimi devam edecektir. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

118 Kâr oranın azalması   Samir Amin: Sermaye ihracı , eşitsiz değişim ve emperyalist rant kâr oranlarını yükseltir. J. O’Connor: Vergisel teşvik ve sübvansiyonlar ve kamusal alt yapı ve ucuz girdi üretimi ile sermaye maliyetlerinin azaltılmasını (böylece sermayenin getirisinin artırılmasını) amaçlayan kamusal bütçe politikaları kâr oranlarını yükseltir. Keza, küreselleşme, neo-liberalizm, borçlanma ve finansallaşma da kâr oranlarındaki düşüşü telafi etmeye yardımcı olur. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

119 Sömürü Burjuva iktisadında sömürü:
(i) Monopol (tek satıcı) ya da monopson (tek alıcı), asimetrik bilgiyi kullananlar ya da kamusal malların bedavacıları sömürücüdür. Sömürü piyasaların başarısız kalmasının bir sonucudur. (ii) Tam rekabet altındayken kıtlık rantı elde edenler (toprak sahipleri) ya da faiz geliri elde edenler sömürücüdür (Keynes). (iii) Rant kollayıcı monopoller adına piyasalara müdahale eden hükümetler sömürücüdür (Friedman). Doç. Dr. Mustafa Durmuş

120 Sömürü Marx’ın farklı bir metodolojisi var: Artı değer sömürüsü.
Emek sömürüsüne dayanan ve üretim sırasında ortaya çıkan bu sömürü kapitalizme özgüdür ve bu artı değerin kâr + faiz + rant ( ve günümüzde vergi + üst düzey yönetici ücretleri) biçiminde bölüştürülmesiyle gerçekleşir. Burjuva iktisatçılar sömürüyü sistem içinde tedavi edilebilir görürken, Marx’a göre sömürü asıl olarak artı değer sömürüsüdür ve kapitalizmin kurumsal kimliğiyle bütünleşmiştir. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

121 Sömürü Marksizm’e göre insan kendi emeğini sömüremez, sömürü insanlar arasındaki bir ilişkiden doğar. Diğer sömürü biçimleri ikincildir. Örneğin alım – satım sırasında elde edilen kâr aslında yeniden bölüştürülen kardır (ikincil sömürü) ve ihmal edilebilir. Yani sermayedarlar diğer sermayedarları kandırarak kâr etmezler ya da sermaye biriktirmezler. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

122 Sömürü Günümüz kapitalizminin işleyiş biçimi ve devletle olan ilişkisinden hareketle artık değer sömürüsü biçimindeki sömürüye ek olarak ikincil sömürü biçimlerinden söz edilebilir. Bunlar: (i) Tekel kârı (süper kârlar): Ortalama piyasa kârının üstünde elde edilen kâr. Firma aynı anda hem monopolist hem de monopsonist olabilir. Tekellerin yaygınlığı süper kârı artırırken, normalaltı kâr elde eden firmalarla tekeller arasında bir menfaat çatışması oluşur. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

123 Sömürü (ii) Üst düzey yönetici ücretleri.
(iii) Bedavacılık: Firmaların dışsal faydaları maliyetsiz bir biçimde içselleştirip, içsel maliyetleri dışsallaştırması yoluyla elde edilen sömürü (çevre ve gelecek kuşakların sömürüsü). (iv) Toprak sömürüsü (toprak sahipleri). Marx’a göre toprak sahipleri sanayi sermayesinin el koyduğu artık değerin bir kısmına el koymaktadır. (v) Borçlanma / faiz sömürüsü: Mevduat ya da hazine bonosu sahibinin yaptığı sömürü ikincil bir sömürüdür. Hazine bonosu durumunda devletin zora dayalı olarak aldığı vergilerden faiz biçiminde pay almaktadır. Bu çalınmış mal satın almayla aynı şeydir. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

124 Sömürü (vi) Devlet aracılığıyla sömürü: Vergilerin, sermaye sahiplerine sunulan doğrudan hizmetler ve verilen sübvansiyon ve teşviklerle, vergilerin kaynağını teşkil eden artı değerin yeniden bölüştürülmesi biçimi olarak düşünülebilir. Devlet ayrıca sömürü düzeyini yükseltmek için ‘faşizm’de olduğu gibi korporatist örgütlenmelerle doğrudan üretim yapmak suretiyle kapitalistleri özendirebilir. ‘Sosyal demokrasi’ örneğinde olduğu gibi devlet belli ölçüde kapitalizmi ve onun sosyal ilişkilerini meşrulaştırarak artı değer üretimine katkıda bulunarak sömürüye aracılık edebilir. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

125 Sömürü Sonuç olarak, sömürü sadece mevcut servetin yeniden bölüştürülmesini değil, aynı zamanda yenilerinin yaratılmasını içerir. Kapitalist sömürü makro ve mikro düzeyde kurumsal bir sömürüdür ve zor içerir. Devlet politikalarıyla yürütülen yeniden bölüştürücü sömürü karmaşık bir durum alabilir ve bazen artı değer üretiminin güçlendirilmesine neden olabilir. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

126 BÖLÜŞÜM Doç. Dr. Mustafa Durmuş

127 Bölüşüm Büyüme ve refah artışı asıl olarak sanayi devrimiyle, sermaye birikimi, sanayileşme ve teknolojik ilerlemenin hızlanmasıyla son 160 yıldan bu yana gerçekleşti. Bir yazara göre eğer 1850 tarihine kadar ki 6000 yıllık insan ömrü 1 gün ile ifade edilirse geçtiğimiz yüz yıl ½ saatten biraz fazla eder. Ancak bu son ½ saatte toplam 1 günden çok daha fazla üretim yapılmış ve gelir ve refah yaratılmıştır. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

128 Bölüşüm Örneğin 1970–1990 döneminde küresel sanayiler iki kat büyüdü.
Keza son 30 yıldır finansal sermaye ve finans sektörü çok daha hızlı büyüdü. Finansal işlemlerin , sermayenin, piyasaların ve kurumların genel ekonomi içindeki ve milli gelir içindeki payı ciddi biçimde arttı. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

129 Bölüşüm Gelir ve servet bu denli artarken, bunun bölüşümü son derece adaletsiz oldu. 160 yıl öncesine göre yaşam standardı iyileşmiş olan emekçi sınıflar ile sermaye sınıfı arasındaki uçurum daha da büyüdü. Son kriz emekçileri hem mutlak hem de nispi olarak daha da yoksullaştırdı. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

130 Bölüşüm: Küresel eşitsizlik - adaletsizlik
Günümüzde dünyada insanlık tarihinde daha önce görülmemiş bir ölçüde servet dağılımı adaletsizliği mevcut. En tepedeki 9,5 milyon zengin, dünya nüfusunun binde 14’ünü oluşturmasına rağmen toplam servetin % 25’ine sahip durumda. En zengin % 10’luk nüfus küresel servetin ya da kaynakların % 85’ini elinde tutarken, nüfusun % 90’ı geriye kalan % 15’lik bir kaynakla idare etmek zorunda. En alttaki % 50’lik nüfus ise toplam servetin sadece % 1’ine sahip. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

131 Bölüşüm: Küresel eşitsizlik - adaletsizlik
Diğer taraftan 2,5 milyar insan günde 2,5 dolardan az bir gelir tüketebiliyor. Dünyada kişi başına günde 2 kg’lık bir gıda üretilirken toplamda 1,4 milyar insan aç yaşıyor. Dünyadaki en büyük 147 çok uluslu şirket küresel sermayenin % 40’ını kontrol ederken, bunların çoğunluğunu bankalar ve sigorta şirketleri gibi finans kapital kuruluşları oluşturuyor. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

132 Bölüşüm: Küresel eşitsizlik - adaletsizlik
Servet dünyada coğrafi olarak da eşit ya da adil dağılmıyor. 2000 yılında ABD ve Kanada tüm servetin % 34’üne, Avrupa % 30’una ve zengin Asya-Pasifik ülkeleri % 24’üne sahipken, kalan servet diğer bölgelere (L. Amerika ve Afrika % 12) ait. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

133 Bölüşüm: Küresel eşitsizlik - adaletsizlik
Dünyanın en zengin 200 kişisinin serveti, 2,6 milyar insanınkinden fazla. Oysa dünyada herkesin yeterli bir biçimde sağlık, eğitim, gıda temiz içme suyu, sanitasyon hak ve hizmetlerden yararlanabilmesi için yılda sadece 40 milyar dolarlık bir ek kaynağa ihtiyaç var. Bu rakam, 2009 yılında toplam servetleri 2,4 trilyon dolar olan dünyanın en zengin 50 kişisinin servetinin altmışta birine denk düşüyor. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

134 Bölüşüm: Kapitalist sınıf içinde farklılaşma
Finans kapital baskın duruma geldi. Forbes 400 Dergisi’nin her yıl düzenli olarak yayınladığı ABD’ nin en zengin 400 insanının sektörler itibariyle dağılımı: Finans sektöründe faaliyet gösteren spekülatör kapitalistler giderek baskın hale gelirken, sanayici ve petrol zenginleri ikinci plana düştü. 1982 yılında, petrol ve doğal gaz zenginleri en zengin 400 kişi arasında % 22,8 ile ilk sırada, sanayiciler % 15,3 ile ikinci sırada yer alırken, finans % 9 ile alt sıralardaydı. 2007 yılında finansın tek başına payı % 27,3’ e yükselirken (gayrimenkul ile birlikte % 34), sanayi % 9,5’e geriledi. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

135 Bölüşüm: En zengin ABD aynı zamanda an adaletsiz ülke
Diğer taraftan dünyanın en zengin ülkesi ABD’ de son kriz öncesinde dahi yaklaşık 50 milyon insanın sağlık sigortası yoktu. 10 milyonun üzerinde insan en fazla haftalık 290 dolar olan asgari ücret ile geçinmek zorunda ve nüfusun % 15’i, yani 46 milyon insan ise yoksul konumunda. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

136 Bölüşüm: Küresel eşitsizlik - adaletsizlik
2011 yılı itibariyle dünyadaki dolar milyarderi sayısı 1000’i aşıyor. Forbes 2011 listesindeki en zengin milyarder 75 milyar dolarlık serveti ile Meksikalı Carlos Slim Helü. Oysa Meksika ekonomisi % 6 oranında küçülmüştü. Kısaca, kapitalist dünyada milyarlarca insan yoksulluk içindeyken, az sayıda insan dünyadaki zenginliklerin çok büyük bir kısmına el koymaktadır. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

137 Bölüşüm: Eşitsizlik - adaletsizlik
Eşitsizlik farklı birim ve ölçeklerde kendini sürekli üretiyor. Bugün her bölgenin ya da metropol kentin kendi yerel seçkinleri oluştu. Muhtemelen dünyadaki zenginlik bölüşümü geçmişte bugünkü kadar eşitsiz olmadı. Var oluşumuzun % 90’ında, tarımın geliştirilmesine kadar ki dönemde, insanlar bir hayli eşitlikçi toplumlarda yaşadı. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

138 Türkiye’de Bölüşüm: Servet dağılımında eşitsizlik - adaletsizlik
Türkiye’de öncelikle servet dağılımı son derece adaletsiz. Bu adaletsizlik son yıllarda izlenmekte olan neo liberal politikalarla daha da arttı. 2008 krizi sonrasında Türkiye’de servet zenginlerinin sayısını arttı. 28 Şubat 2011 tarihli Forbes Dergisi: Türkiye’nin en zenginleri listesinde (Forbes 100) yer alan Türk dolar milyarderlerinin sayısı son üç yılda artarak 2011 yılında 39 oldu. Geçen yıl bu sayı 28 ve 2009 yılında ise 13 idi. 39 dolar milyarderinin bilinen servetlerinin toplamı 100 milyar doları aşıyor. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

139 Türkiye’de Bölüşüm: Servet dağılımında eşitsizlik - adaletsizlik
Bu durum son yıllarda uygulanan ekonomi politikalarından asıl olarak kimlerin fayda sağladığını, gurur duyulan büyümenin ne anlama geldiğini, büyümenin istihdamı ve emekçi sınıfların gelirlerini artırmadığını, servet zengini sermayedarlar yarattığını ortaya koyuyor. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

140 Türkiye’de Bölüşüm: Servet dağılımında eşitsizlik - adaletsizlik
Ekonomist Dergisi 'En Zengin 100 Türk' Araştırması’nın 2012 sonuçları: En zengin 100 Türk’ün toplam serveti 2012 yılında geçen yıla oranla % 25 arttı. Dikkat çekici yükseliş İslami sermayenin önde gelen markalarından Ülker Grubu'na ait. Geçen yıl altıncı sırada bulunan Ülker Ailesi’ne ait Yıldız Holding, Koç Holding ve Doğuş Holding’in ardından üçüncü sıraya yükseldi. Sabancı Holding ise dördüncü sırada yer alabildi. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

141 Türkiye’de Bölüşüm: Gelir dağılımında eşitsizlik - adaletsizlik
Şirket hissesi, gayrimenkul, toprak /arsa, banka mevduat hesapları, Hazine bonosu, repo, borsa gelirleri gibi servet unsurlarına sahip olmayan emekçi sınıflar gelir dağılımından da adaletli bir şekilde pay alamıyor. TÜİK gelir dağılımı araştırmaları sosyal sınıfların milli gelirden aldığı payları göstermiyor. Buna rağmen % 20’lik hane halkı gruplarına göre yapılan gelir dağılımı araştırması en üst gelir grubu ile alttakiler arasındaki uçurumu göstermeye yetiyor. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

142 Türkiye’de Bölüşüm: Gelir dağılımında eşitsizlik - adaletsizlik
Doç. Dr. Mustafa Durmuş

143 Türkiye’de Bölüşüm: Gelir dağılımında eşitsizlik - adaletsizlik
2011 yılında en yüksek gelire sahip son gruptakilerin toplam gelirden aldığı pay % 46,7 (geçen yıl bu oran % 46,4 idi) iken, en düşük gelire sahip ilk gruptakilerin toplam gelirden aldığı pay % 5,8’dir. En tepedeki yüzde 20’lik grubun toplam gelirden aldığı pay, ilk yüzde 20’lik grubun payının 8 katı. Yani, en üst % 20’lik bir grup toplam gelirin neredeyse yarısına el koyarken, kalan yarısı Türkiye nüfusunun % 80’i tarafından paylaşılmak zorunda. Ya da en tepedeki üçte birlik bir nüfus gelirin üçte ikisine el koyarken, en alttaki % 60’lık nüfus kalan üçte bir ile yetinmek durumunda. Gini Katsayısı : (geçen yıl 0,402 idi). Türkiye Şili ve Meksika’dan sonra en OECD ülkeleri içinde en yüksek Gini Katsayısına sahip ülke. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

144 UNDP / İnsani Gelişme Endeksi 2010
Türkiye’de insani gelişmişlik düzeyi çok düşük. Bu endeks 169 ülke arasındaki insani gelişmişlik farklarını gösteriyor. Endeks, sağlık(ömür beklentisi), eğitim süresi ve okullaşma oranı ve kişi başına düşen milli gelir gibi asıl olarak üç temel kaleme dayanıyor. Endeksin değeri 1’ e yaklaştıkça o ülkedeki insanların refah düzeyleri artar, yoksulluk düzeyi azalır. OECD ülkelerinin endeks ortalaması : Norveç’in 0.94 ile en tepede (1.) ve Zimbabwe’nin 0.14 ile sonuncu (169.) olduğu sıralamada Türkiye 0.68 ile 83. sırada yer alıyor. Daha önceleri Türkiye 70’li sıralarda yer almaktaydı. İran, Ermenistan, Gürcistan, Yemen, Fas, Suriye, Mısır, Ürdün, Libya ve Tunus gibi ülkeler Türkiye’nin üstünde sıralanıyor. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

145 OECD / Sosyal Adalet Göstergeleri 2011
31 OECD ülkesinde 6 sosyal adalet göstergesinin ağırlıklı ortalaması OECD genelinde 6.67. Türkiye 6 göstergenin hepsinde 5 puanın altında kalarak 4.19 ile son sırada (31.sırada) yer aldı. Böylece Türkiye OECD’nin en sosyal adaletsiz ülkesi olarak tescillendi. Yoksullukla mücadele: 4.26 Eğitimde eşitlik: 3.67 İstihdam imkânı: 4.86 Sosyal bütünleşme: 3.22 Sağlık: 3.79 Kuşaklararası adalet: 5.05. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

146 Türkiye’de Bölüşüm: Gelir dağılımında eşitsizlik - adaletsizlik
Emekten yana kamu bütçe politikaları ile bu adaletsizlikleri bir miktar azaltmak mümkün. Ancak Türkiye’de bütçeler bu amaçla kullanılmıyor. Tam tersine bütçeler gelir ve servetin zenginler ve sermaye grupları lehine yeniden bölüştürülmesine hizmet ediyor. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

147 Türkiye’de Bölüşüm: Gelir dağılımında eşitsizlik - adaletsizlik
OECD ülkelerinde kamu bütçesinden yapılan sosyal amaçlı harcamalar ortalama olarak 1980 yılında %15.5 ve 2012’de % 21.7’ dir. Türkiye ‘de ise bu oran 1980’de % 3.22’ den 2009 yılında % 12.8’e yükseldi. Türkiye’de sosyal amaçlı harcamalar Meksika, Güney Kore ve Şili’den sonra en düşük dördüncü düzeyde. Yani, en düşük sosyal amaçlı yardım yapan ülkeler ile en eşitsiz gelir dağılımına sahip ülkeler arasında paralellik bulunmaktadır. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

148 2013 Bütçesi : Asker + polis+ cezaevi + dincileşme bütçesi
Doç. Dr. Mustafa Durmuş

149 2013 bütçesi: Yüzü sermayeye sırtı ise halka, emeğe dönük bir bütçe
Bütçeden küçük köylü ve yoksullara yapılan yardımlar bütçenin toplamda % 3 ya da 4’ünü ancak buluyor. Örnek: Son 9 yıl boyunca (2012 ve 2013 hariç ) Sosyal Yardım Dayanışma Fonu aracılığıyla yoksullara yapılan yardımlar ortalama 2 milyon lirayı bulmadı. Sürekliliği olmayan yardım biçimleri, yoksulluğu azaltmaktan ziyade sisteme ve sistemin egemenlerine bağımlılık yaratıyor. Bir yandan devletin sosyal yönünün küçültülürken, diğer yandan da güncel, tekil ve birbirinden kopuk yardım harcamaları gündemde tutuluyor. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

150 2013 bütçesi: Yüzü sermayeye sırtı ise halka, emeğe dönük bir bütçe
Tarım Kanunun 21 inci maddesinde “Tarımsal destekleme programlarının finansmanı, bütçe kaynaklarından ve dış kaynaklardan sağlanır. Bütçeden ayrılacak kaynak, gayrisafi millî hasılanın yüzde birinden az olamaz” hükmü yer alır. Ancak bu oran yıllar itibariyle % 1’in altında seyretmektedir. 2013 yılı Bütçesinde bu oran toplam tarımsal desteklemeler ele alındığında % 0.83’dür. Ancak Destekleme ve fiyat İstikrar Fonu… vb yollarla verilen diğer dolaylı tarımsal destekleri de eklendiğinde bu oran yüzde 1’in üzerine çıkıyor. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

151 Bütçeden yapılan tarımsal destekler
2012 yılı için ise doğrudan gelir desteği ödemeleri için bütçeden kaynak ayrılmadı. Bu desteğin yerini alan bazlı desteklemeler aldı. Bütçeden yapılan tarımsal destekler tarım kesiminin gelirlerinin en az üçte birini oluşturuyor. Ancak tarımsal desteklerden faydalanabilmeleri için köylülerin Çiftçi Kayıt Sistemine (ÇKS) kayıt olmaları gerekli. ÇKS’ye kayıt olabilmek için de arazilerin tapulu olma şartı aranıyor. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

152 Bütçeden yapılan tarımsal destekler
Özellikle miras yoluyla parçalı arazilerin sayısının giderek artması ve tapusu olmayan ya da hisseli küçük çiftçilerin sayısının fazlalığı nedeniyle, desteklerden yoksul kesim yeterince yararlanamıyor. Ayrıca topraksız köylüler ve tarım işçileri de destek kapsamı dışında kalıyorlar. Tarımsal desteklerden daha çok büyük üreticiler yararlanıyor. Desteklerin yoksulluğu azaltıcı etkileri yok denecek kadar az. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

153 2013 bütçesi: Yüzü sermayeye sırtı ise halka, emeğe dönük bir bütçe
Buna karşılık çeşitli vergi muafiyeti ve istisnaları, vergi indirim ve tecilleri ve sermaye sübvansiyonları biçiminde sermaye sahiplerine verilen destekler bütçenin % 13’üne denk düşüyor. Sadece “vergi harcaması” adı altında 2013 bütçesinde 22,4 milyar lira tutarında verginin sermaye geliri elde edenlerden alınmasından vazgeçiliyor. Ancak vergi kanunları dışında yer alan mevzuatla düzenlenen ve bütçenin ekinde yer almayan (örneğin Petrol Kanunu ) vergi harcaması sayısı açıklananlardan daha fazla. Yani sermayeye tanınan vergisel imkân bütçede sıralananlardan çok daha fazla. Sermaye için ayrıca; işveren primindeki 5 puanlık indirim için kredi faiz desteği için ve kobi desteği için milyarlarca lira tutarında sübvansiyon söz konusu. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

154 Türkiye’de Adaletsiz vergi yükü dağılımı bölüşümü daha da adaletsiz yapıyor
Böyle bir bütçe politikası sonucunda asgari ücretli bir ücretlinin vergi yükü net ücretinin % 70’ine kadar çıkıyor. Resmi kurumlar vergisi oranı % 20 olmasına rağmen, Türkiye’nin en büyük şirketleri, holdingleri ve bankalarının efektif olarak ödedikleri verginin gelirlerine oranı ortalama % 5’i aşmıyor. Bu oran BİM marketler zincirinde ise % 0,08 civarında. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

155 Bölüşüm Bu eşitsizlik ve adaletsizlik göstergeleri artı değer sömürüsü üzerinden sınıfsal bölünmüşlüğün sadece çarpıcı sonuçları. 250 yıllık kapitalizmin insanlara, iddia edilenin aksine, sınıfsal sömürü, yoksulluk, eşitsizlik ve adaletsizlik ve krizler dışında pek de bir şey vermediğinin göstergeleri. Bu sonuçları doğuran şey, toplumdaki diğer sömürü ve ezme biçimlerinin üzerinde, artı değer sömürüsüne, kâr maksimizasyonu için üretime ve çevreyi tahrip eden, işçi ve emekçi sınıfları baskılamaya dayalı kapitalist üretim tarzının bizzat kendisi. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

156 Bölüşüm İşsizlikte olduğu gibi, yoksulluk, gelir ve servet dağılımı adaletsizliğinin nedeni burjuva iktisatçıların ileri sürdüğü gibi kaynak yetersizliği değil, kapitalist sistemin kaynakları dağıtma biçimidir. Çünkü kaynaklar piyasalar tarafından ihtiyaçların karşılanması için değil, kâr elde etmek için dağıtılmakta ve kapitalist devlet izlediği sosyo-ekonomi politikaları ile bunu kolaylaştırmaktadır. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

157 Bölüşüm Keza bu bir kerelik bir olarak kalmıyor,
piyasalar ve devlet bu eşitsizlikleri hem yeniden üretiyor hem de daha da derinleştiriyor. İktisadi krizler ise bu eşitsizlik ve adaletsizliği daha da artırıyor. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

158 Bölüşüm Üretim araçları üzerindeki özel mülkiyet devam ettiği sürece,
istihdam, eğitim, sağlık, sosyal güvenlik ve sosyal konut gibi hakları karşılamaya dönük kamusal hizmetler tüm toplumun, insanlığın ya da çevrenin yararına olacak biçimde sunulamaz. Bu haklar birer birer ortadan kaldırılarak sermaye için yeni kârlı alanlara dönüştürülecek şekilde metalaştırılır. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

159 Bölüşüm Sosyal devletlerin çöküşü kapitalizmi reforme etme çabasının sadece kısa bir süre için işe yarayabildiğini gösterdi. Bu nedenle de kısa erimde mevcut sistemde çalışan sınıfların ve işsizlerin çıkarlarını koruyup geliştiren her tür iyileştirme için mücadele edilmeli. Ancak, toplumsal yapının dönüştürülüp, siyasal iktidarın tekelci sermayeden alınmadan bu reformların asla güvende ve kalıcı olamayacağının da bilinciyle; uzun erimde kaynakların, tüm toplumun ve ekolojinin ihtiyaçlarını karşılayabilmesi için bu sorunlara neden olan üretim tarzını ve bunun neden olduğu bölüşüm ilişkilerini değiştirmek gerekmektedir. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

160 Bölüşüm Ekonomiyi kontrolü altında tutan büyük işletmelerin ve bankaların kamusal mülkiyete devredilmesi, Dış ticaretin devletleştirilmesi, Bu işletmelerin yönetim ve denetiminin işçilerin ve diğer emekçi sınıfların ve bir bütün olarak toplumun demokratik olarak seçilmiş olan temsilcilerine bırakılması gerekli. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

161 Bölüşüm Sadece demokratik olarak planlanmış bir sosyalist ekonomi ve
emekçi sınıfların kontrolünde yeniden yapılandırılmış bir devlet, herkesin insan gibi yaşayabileceği bir ücrete, kaliteli bir sağlık hizmetine, ücretsiz eğitime, konuta ve sosyal güvenliğe sahip olmanın garantisi olabilir. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

162 İSTİHDAM VE İŞSİZLİK Doç. Dr. Mustafa Durmuş

163 İstihdam / İşsizlik Kapitalizm sadece kriz dönemlerinde değil, krizde olmadığı dönemlerde de yeterince iş ya da istihdam yaratan bir sistem değil. Son dönemlerde görüldüğü gibi yarattığı istihdam istikrarsız-geçici, düşük ücretli, yarı zamanlı ve güvencesiz istihdam niteliğinde (precariat). Bu anlamda kapitalizm bir yandan vahşi bir emek sömürüsü sürdürürken, diğer yandan milyonlarca insanı işsiz bırakmakta ve potansiyel emeği israf etmektedir. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

164 İşsizlik İşsizlik oranı = işsizler / emek gücü İşsizlik türleri:
Emek gücüne katılım oranı = 16 yaş -65 yaş arası nüfus. Türkiye : % 49, OECD : % 66, ABD: % 70 İşsizlik türleri: Friksiyonel (% 3-4, iş değiştirme süreci) Yapısal işsizlik Doç. Dr. Mustafa Durmuş

165 Kapitalizm artık yeterli istihdam yaratmıyor
Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) küresel istihdam verileri (ILO, 2011); 2010 yılında dünyadaki toplam işsiz sayısı 205 milyon ve ortalama işsizlik oranı: % 6,2. Nüfusun ne kadarının istihdam edildiğini gösteren istihdam / nüfus oranı : % 61. Emek gücüne katılım oranı: % 65 dolayında (azgelişmiş ülkelerde % 50’lerin altına düşüyor). Yani kapitalist ekonomiler insanlar için yeterli istihdam yaratmıyor, iş olanağı sunmuyor. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

166 İstihdamın sektörel dağılımı
Nispeten daha örgütlü ve yüksek ücretli sanayi istihdamının payı azalırken, daha düşük ücretli ve güvencesiz nitelikteki tarım ve hizmetler sektörü istihdamının payı artıyor. Kısmi zamanlı istihdam hem kriz döneminde hem de toparlanma dönemlerinde artıyor. Gençler (15–24 yaş grubu) arasındaki işsiz sayısı ve işsizlik oranı ortalamanın iki katından fazla (% 12,6; 78 milyon ). Yani kapitalizm gençlere iş ve umut vermiyor. Gençlerin emek gücüne katılım oranı ise giderek azalıyor. 2010 yılında 1,7 milyon genç emek gücü piyasasından çekildi. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

167 Hizmetler : % 43 Tarım: % 35 Sanayi: % 22.
Dünya çapında istihdamın sektörel dağılımının gelişimi ( ) (ILO Global Employment Trends 2011) Hizmetler : % 43 Tarım: % 35 Sanayi: % 22. Tarımın payı hızla azalıp, hizmetlerin payı artarken, sanayi çok az arttı. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

168 Hizmetler : % 70 Sanayi: % 24 Tarım: % 6
Metropol ülkelerde istihdamın sektörel dağılımı ILO Global employment trends 2011 Hizmetler : % 70 Sanayi: % 24 Tarım: % 6 Hizmetler sektörünün payı artarken, tarımın ve sanayinin payı azaldı. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

169 Türkiye’de kayıtlı istihdamın dağılımı (2011): 24,110,000 (% 100) (Rakamlarla Türkiye (İşveren, Temmuz 2012) Sektörel dağılım: Hizmetler : 11,587,000 ( % 48) (MG payı : % 71,9) Tarım : 6,143,000 ( % 25.5) ( MG payı : % 8,1) Sanayi : 4,704,000 ( % 19.5) (MG payı : % 20) İnşaat : 1,676,000 ( % 7,0) Kamu / özel sektör dağılımı: Özel sektör : 10,225,700 ( %92,7), Kamu sektörü : 805,263 ( % 7,3). Doç. Dr. Mustafa Durmuş

170 Ücretli istihdamının payı artıyor…
Ücretli istihdamının payı ( ) (%) (ILO, Global Wage Report, ) Dünya ortalaması: 1996: % 43; 2006: % 47 Metropol ülkeler: 1996: % 82; 2006: % 84 Ücretli istihdamının payı artıyor… Doç. Dr. Mustafa Durmuş

171 Kendi hesabına ve işveren : 5,931,000 ( % 24,6) Ücretsiz aile işçisi:
Türkiye’de ücretli istihdamının payı (%) (Rakamlarla Türkiye (İşveren, Temmuz 2012) İstihdam durumu: Ücretli ve yevmiyeli: 14,876,000 ( % 61,7) Kendi hesabına ve işveren : 5,931,000 ( % 24,6) Ücretsiz aile işçisi: 3,303,000 ( % 13,7) Doç. Dr. Mustafa Durmuş

172 OECD Ülkelerinde Emek Gücünün MG İçinde Azalan Payı (1990-2009) (OECD Employment Outlook 2012)
Son 30 yıldır ücretlilerin milli gelir içindeki payı hemen tüm OECD ülkelerinde azaldı. Bunun nedenleri verimlilik artışları, sermaye yoğunluğu, artan yerli ve uluslar arası rekabet, işçilerin toplu pazarlık güçlerinin azalması, kolektif pazarlık kurumlarının dönüşümü. Bu durum gelir dağılımını daha da kötüleştirirken sosyal uyumu azalttı, toparlanmayı zorlaştırdı. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

173 Esnek, güvencesiz, düşük ücretli istihdam
Kapitalizmin yarattığı istihdam istikrarsız-geçici, düşük ücretli, yarı zamanlı ve güvencesiz istihdam niteliğinde. Toplam 3 milyar çalışan işçinin yarısı (1,5 milyar işçi) güvencesiz, her an işten çıkartılabilir konumda ve çok düşük ücretlerle çalışabiliyor. Öyle ki günde 1.25 dolar ve altında bir ücretle yetinmek durumunda kalan “çalışan yoksul istihdamı” toplam istihdamın % 21’ini oluşturuyor. Bu oran azgelişmiş ülkelerde % 50’yi buluyor. Ebeveynleri ile birlikte toplamda günlük 2 dolar ile geçinmek zorunda kalan işçilerin oranı ise % 39 (1,2 milyar işçi) Doç. Dr. Mustafa Durmuş

174 Esnek, güvencesiz, düşük ücretli istihdam
Esnek istihdam Avrupa İstihdam Politikasının önemli bir parçasını oluşturuyor. Bu, standart olmayan istihdam koşulları, kısmi zamanlı çalışma, evden çalışma ve sabit ücretli çalışma gibi konuları içeriyor. Uluslararası emek gücü istatistiklerine göre Avrupalı her 5 işçiden 2’si esnek istihdam koşullarında çalıştırılıyor. Esnek istihdamın en yaygın olduğu ülkelerin başında Hollanda, İtalya, Almanya, Portekiz, Polonya ve İspanya geliyor. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

175 Precariat Küreselleşme ve teknolojik değişimlerin neden olduğu,
uluslararası iş bölümüne uygun bir biçimde özellikle de az gelişmiş ülkelerde esnek istihdam koşullarında ve genelde yarı zamanlı istihdam edilen, büyük ölçüde kadınlardan, gençlerden, engelli işçilerden, tekrar çalışmak zorunda kalan emeklilerden, eski mahkûmlardan ve göçmenlerden, daha önce orta sınıflara mensup meslek sahiplerinden, iflas eden esnaftan, iktisadi değişim nedeniyle yerlerinden edilmiş olan kalifiye ve yarı-kalifiye işçilerden ve işsizlerden oluşan ve temel özelliği güvencesizlik ve ekonomik koşullara duyarlılık olan işçi sınıfı katmanlarını anlatan bir terim. (Guy Standing, The Precariat: the New Dangerous Class, 2011). Doç. Dr. Mustafa Durmuş

176 Precariat Temel özelliği güvencesizlik.
Bunlar sendikalı, sigortalı iş güvenliğinden yoksun ve son derece sağlıksız ortamlarda, düşük ücretli çalışmak zorundalar. Öyle ki, bazı bölgelerde saat başına 20 cent, günde 16 saat ve ayda 1 gün izin gibi ilkel sermaye birikimi dönemini hatırlatan koşullarda çalıştırılıyorlar. Bunlar aynı zamanda nesnel olarak sendikalı işçilerin direncini kırmada kullanılıyorlar. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

177 Türkiye’de çalışan yoksullar
Nüfusun % 20’si çok yoksul ve 16 milyon insan sosyal yardımlarla yaşamını sürdürebiliyor; Bunlara ilave olarak çalışan yoksul oranı tarım sektöründe % 35’in üzerinde, sanayi sektöründe % 30’a yakın ve en yoksul çalışanların % 46’sını yevmiyeli işçiler ve % 34’ünü ücretsiz aile işçileri (ev kadınları) oluşturuyor. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

178 Yani kapitalizm tüm cinslere ve etnik gruplara eşit imkân tanımıyor.
İstihdam imkanları etnisiteye göre değişiyor. Kapitalizm tüm etnik gruplara eşit imkan tanımıyor Bu sınırlı istihdam olanağı bölge, cins, yaş, ırk ve etnisiteye göre de farklılık gösteriyor. Öyle ki kadınlar arasındaki işsizlik erkeklere göre daha yüksek (kadınlarda oran % 6,5 iken erkeklerde % 6). Zenciler, göçmenler, azınlık uluslar daha zor ve nitelikli iş bulabiliyorlar, daha ucuza çalıştırılıyorlar ve krizde ilk onlar işten çıkartılıyor. Yani kapitalizm tüm cinslere ve etnik gruplara eşit imkân tanımıyor. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

179 İstihdam imkanları etnisiteye göre değişiyor
İstihdam imkanları etnisiteye göre değişiyor. Kapitalizm tüm etnik gruplara eşit imkan tanımıyor Türkiye’de bölgeler itibariyle tarım dışı işsizliğin dağılımı: Güney Doğu ve Doğu Anadolu bölgelerinde Türkiye ortalamasının çok üstünde resmi olarak % 20,4’ e varan bir işsizlik Yani genel olarak Türkiye’nin doğusunda işsizlik batısına kıyasla daha yüksek. En yüksek işsizlik oranına sahip kentler: Ağrı, Kars, Iğdır, Ardahan, Van Muş, Bitlis, Diğer taraftan İzmir’in % 16,5, Kayseri’nin (Sivas ve Yozgat dâhil) % 16,7 ve Kocaeli-Sakarya’nın % 14,7 olarak Türkiye ortalamasının üstünde çıkması işsizliğin sanayi bölgelerinde de ne denli yüksek olduğunu ortaya koyuyor. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

180 Kriz dönemlerinde bu tablo daha da kötüleşiyor,
Kriz dönemlerinde : İşsizlik, esnek, güvencesiz, düşük ücretli istihdam artıyor Kriz dönemlerinde bu tablo daha da kötüleşiyor, işsiz sayısı hızla artarken, esnek istihdam adı altında (işsizliği azaltmak gerekçesiyle) emek sömürüsü daha da yoğunlaşıyor. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

181 OECD: İstihdam / İşsizlik (kaynak: KESK-AR)
Doç. Dr. Mustafa Durmuş

182 Kriz dönemlerinde : İşsizlik, esnek, güvencesiz, düşük ücretli istihdam artıyor
Resmi işsizlik oranları metropol ülkelerde dahi ortalama % 10’un üzerine çıktı. ABD’ de bu oran % 8,2 ; Japonya’da % 5 (genç işsizliği % 10,5) ve Avrupa ülkelerinde ortalama % 10’un üzerinde. 2011 yılı sonu itibariyle Avro Bölgesinde ortalama işsizlik oranı % 10,4 ve genç işsizliği oranı % 21. Ancak genç işsizliği İspanya’da % 50’yi aşarken, Yunanistan’da % 50’ye yakın ve Portekiz’de % 30’un üzerinde. 27 AB ülkesinde kayıtlı işsiz sayısı 22 milyon civarında. İşinden memnun olmayıp da daha iyi iş arayanların ve emekli olduktan sonra geçinemediği için çalışmak isteyen iş arayanların sayısı ise 27 milyonun üzerinde. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

183 Kriz dönemlerinde : İşsizlik, esnek, güvencesiz, düşük ücretli istihdam artıyor
En çok işsiz 4 milyona yakın bir sayı ile İspanya’da yaşıyor. İkinci sırayı 3,5 milyon ile Almanya alırken, sıralama 2,5 milyon ile İtalya ve Fransa ve 1,7 milyon ile Polonya ve 1,5 milyon ile İngiltere (genç işsizliği % 22) şeklinde devam ediyor. İnsanların en fazla iş aradığı ülkelerin başında yaklaşık 6 milyon ile Almanya gelirken onu 5 milyon ile İspanya takip ediyor. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

184 Kriz dönemlerinde : İşsizlik, esnek, güvencesiz, düşük ücretli istihdam artıyor
Litvanya, Estonya ve Letonya gibi daha önce sosyalist bloka dâhil olan ülkelerde ise işsizlik oranları ortalamanın bir hayli üstünde. Benzer bir durum 1990’ların “altın çocuğu” olarak gösterilen ve 1990–2000 döneminde ortalama % 10 büyüme hızı yakalayan İrlanda ve sosyal refah devletinin tipik örneklerinden olan Danimarka için de söz konusu. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

185 TÜRKİYE : İŞ GÜCÜ DURUMU 2005-2011 (Mevsim etkilerinden arındırılmış ) (Kaynak: KESK-AR)
Doç. Dr. Mustafa Durmuş

186 Türkiye’de işsizlik Türkiye’de 2012 Ekim itibariyle işsizlik oranı TÜİK tarafından Türkiye genelinde % 9.1 olarak açıklandı. Kentlerde bu oran tarım dışında % 11.4 ve genç nüfus arasında % 18.1. Ancak açıklanan bu oranları ihtiyatla karşılamak gerekir. Zira Türkiye’de işgücüne katılım oranı % 48,6 (AB ülkelerinde % 65–70 civarında). Bu durum gerçek işsizlik oranının açıklanan resmi işsizlik oranının çok üstünde olmasını gerekli kılıyor. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

187 Türkiye’de işsizlik Doç. Dr. Mustafa Durmuş

188 Türkiye’de işsizlik Ayrıca TÜİK işsizlik oranını tespit ederken haftada 1 saat çalışanı dahi işsiz saymamaktadır. Eğer haftada 1 saat değil de 15 saat kıstas alınsaydı resmi işsizlik oranı yaklaşık üç puan daha yüksek çıkacaktı. Bu nedenlerden dolayı gerçekte işsizlik oranının çok daha yukarıda olması beklenir. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

189 Türkiye’de işsizlik Türkiye ekonomisinde son 10 yıldır görülen ekonomik büyümenin yeterli istihdam yaratmamasının yapısal nedenleri : Toplam yerli (iç) tasarruf hacmi çok düşük ve 2002 yılından bu yana dış kaynakla büyümeye yönelen AKP iktidarı bu oranı daha da düşürerek 2002’de % 18,6’dan 2011’de : % 13,3’e geriletti. Öyle ki Türkiye 2005’ten önce tarihsel olarak yılda ortalama 20 milyar doların altında dış kaynak kullandı. Bu kaynakların çok büyük kısmı uzun vadeli kaynaktı (2007’de % 95) ’ten itibaren dış kaynak kullanımı hızla arttı ve 50 milyar doların üstüne çıktı. 2010’da kullanılan dış kaynağın sadece % 6’sı uzun vadeli, % 94’ü kısa vadeli, istihdama yönelmeyen ve spekülatif kaynak niteliğinde. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

190 Türkiye’de işsizlik Bu durum kaçınılmaz olarak cari açığın artmasına neden oldu. Öyle ki cari açığın döviz kazandırıcı işlemlere (ihracat + turizm gelirleri) oranı hızla arttı. 1994 ve 2001 krizlerindekine benzer bir oranda 2010 yılında % 30’un üzerine çıkarak ekonominin krize karşı duyarlılığını artırdı. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

191 Türkiye’de istihdamsız büyüme
Ayrıca büyümenin motoru konumundaki dış ticaret sektörü istihdamsız büyümeye neden oluyor. Çünkü ihracat ithalata, özellikle de ara malı ithalatına bağımlı. Öyle ki aramalı ithalatının toplam ihracat içindeki payı % 80’e kadar çıkıyor. Böylece büyüme Türkiye’de değil, ihracatçı ülkelerdeki istihdama katkı sağlıyor. Ayrıca büyüme ile istihdam arasındaki ilişkiyi gösteren büyüme-istihdam esneklik katsayısı sadece 0.14. Son 10 yıldır bu katsayı 0.38’den gerileyerek bugüne geldi. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

192 İstihdamsız büyüme Kapitalizm toparlanma dönemlerinde de yeni istihdam ya da ücret artışı yaratmıyor. Büyümeyi daha çok emek gücü verimliliğini artırarak sağlıyor. İstihdam artışı ise verimlilik artışının çok gerisinde. Bir araştırmaya göre, 2011 yılının ilk çeyreğinde ABD’nin 2007–2009 resesyonundan çıkışı (toparlanma) hem işsiz yani istihdam yaratmayan hem de ücretsiz (ücret artışı yaratmayan) bir toparlanmadır. Toplam istihdam 2009’un dip yapmış çeyreğindeki düzeyden yukarı çıkamamış ve reel saatlik ve haftalık ücretler ya sabit kalmış ya da azalmıştır. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

193 İstihdamsız büyüme Kısaca, günümüzde üretim artışı, kârlılık ve ekonomik büyüme yeni yatırımlarla değil, daha ziyade emek gücünün daha verimli çalıştırılmasıyla sağlanıyor. İmalat sanayindeki sermaye yoğunluğundaki (sermayenin organik bileşimi) artış bir yandan büyümeyi sağlarken, diğer yandan çalışan işçi sayısını azaltıyor. Sermaye artışı kadar yeni istihdam yaratılmasını mümkün olmuyor. İşçilerin daha az kullanılmasının yaratacağı kâr azalması ise emek gücü verimliliğinin artırılması (nispi artı değer sömürüsü) ya da mevcut sanayileri düşük ücretli az gelişmiş ülkelere kaydırarak önleniyor. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

194 İstihdamsız büyüme Özellikle de kriz dönemlerinde işçiler işlerinden olma korkusuyla daha sıkı ve verimli çalışıyorlar. ILO’ya göre, dünya genelinde emek gücü verimliliği 2010 yılında % 3,1 arttı. Buna karşılık reel ücretler ya çok az arttı ya da geriledi. Dünya genelinde % 0,5 artarken gelişmiş ülkelerde % 0,5–0,6 arasında düştü. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

195 Türkiye’de istihdamsız büyüme
Türkiye’de de “İmalat Sanayi Üretim Endeksi”ve “İmalat Sanayi Çalışanlar Endeksi: 1997=100 baz yılı olarak ele alındığında, 2001 yılında 81,7 olan Çalışanlar Endeksinin değeri, 2008’de 84,7 olabildi. Aynı dönemde İmalat Sanayi Üretim Endeksi ise 92,4’ten 138,5’e yükseldi. Yani çalışan işçi sayısı aşağı yukarı sabit kalırken üretilen hâsıla arttı. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

196 Türkiye’de istihdamsız büyüme
İşçi sayısının azaltılması ya da sabit tutulmasından kaynaklanabilecek olan kârlardaki azalma ise mevcut emek gücünün verimliliğini artıran tedbirlerle, ya da işçilerin daha uzun saat ya da daha yoğun çalıştırılmalarıyla önlendi. Milli Prodüktivite Merkezi’nin verilerine göre imalat sanayinde emek gücü verimlilik endeksi 2006–2009 arasında 90’dan 120’ye çıktı ve 2009 yılının son çeyreğinde emek gücü verimlilik artışı % 16 oldu. Buna karşılık reel ücret endeksi 2009 yılında 104’ten 87’ye geriledi (% 15-16’lık bir gerileme). Ayrıca ilk kez nominal ücretlerde de bir düşüş söz konusu oldu (endeks 143’ten 125’e geriledi). Doç. Dr. Mustafa Durmuş

197 İşsizlik sosyal bir sorun
Diğer taraftan hem işsizlik hem de esnek istihdam koşullarında çalıştırma hem tekil olarak işçiler hem de bir sınıf olarak işçi sınıfı için çok temel bir sorun. Çünkü tekil olarak, borç batağına saplanma ve alkole meyletme gibi davranış bozukluklarına neden olabiliyor. İşini kaybetme, ödemelerini yapamama korkusu, çoluk çocuğun perişan edilmesi korkusu yaşanıyor. Bu reel sosyalizmin çöküşünden sonra Rusya’da ve son aylarda Yunanistan ve Çin’de görüldüğü gibi intiharlar, hane halkına dönük şiddet, kalp krizi, hipertansiyon, radikalleşme, hapis ve psikolojik rahatsızlıklar biçiminde sonuçlanıyor. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

198 İşsizlik sosyal bir sorun
2010 yılında Wuhan’daki Foxconn elektronik fabrikasında 18 işçi çok kötü çalışma koşullarının yarattığı stresten dolayı fabrika binasından kendisini attı ve 14’ü öldü. Ayrıca aynı fabrikada ölümle sonuçlanan çok sayıda patlama oldu ve uluslararası soruşturmalara konu oldu. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

199 İşsizlik sosyal bir sorun
Zira işsizlik ve güvencesiz çalışma toplumdan soyutlanmak anlamına geliyor, öyle ki piyasa ile ilişki kurulamadığında işçinin varoluşu tehlikeye giriyor. Diğer taraftan, işsizler çalışanlar için de önemli bir tehdit oluşturuyor. Çünkü işsizlik, emek sömürüsü, işverene bağımlılık ve güvencesizlik durumu işçinin özgüvenini ortadan kaldırır. Mücadele gücünü zayıflatır, onu kolayca manipüle edilebilir ve adeta utandırılır bir hale dönüştürür.  Doç. Dr. Mustafa Durmuş

200 Sosyal demokraside (Keynes) işsizlik sorunu
Devletin temel görevleri tam istihdamın sağlanması ve sosyal adalete uygun bir yeniden bölüşüm sağlamaktır (Refah Devleti- Refah Toplumu). Ancak yeniden bölüştürücü devlet, üretim araçları üzerindeki özel mülkiyetin, kapitalist üretim tarzının da koruyucusudur. Keynes / Genel Teori’ de piyasaları tam istihdamı sağlayamadığı ve geliri adaletsiz dağıttığı için eleştirirken, kapitalizmi bireysel özgürlüklerin, tercih hakkının ve girişimciliğin teminatı olarak gördü. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

201 Keynes’te işsizlik sorunu
Keynes’in bu tespitleri, kapitalist devletin müdahale alanını belirledi. Keynes’ ten önce sosyal demokratlar tam istihdamın ancak üretim araçları üzerindeki özel mülkiyetin kaldırılarak kamuya devredilmesiyle sağlanabileceğine inanıyorlardı. Çünkü Ricardo ve Marx’ a atfen kapitalist sınıfın kârlarını koruyabilmek için “yedek sanayi ordusu” bulundurduğunu düşünüyorlardı. Kâr ortadan kalkınca işsizlik de ortadan kalkacak, işçi emeğini sömürtmeyecek, çalışmak isteyen herkes iş bulabilecekti. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

202 Keynes’te işsizlik sorunu
Keynes meseleye farklı baktı ve işsizliğin nedenini belirsizlikler yüzünden özel yatırımlarda döngüsel azalmalar olarak tanımladı. Bu tanıdan hareketle, sermaye stokunun kamulaştırmasının gerekli olmadığını, yatırımların sosyalleştirilmesinin yeterli olacağını savundu : Özel mülkiyet kurumuna sadık kaldı. Devlet tam istihdam düzeyinde yatırım yapılmasını sağlayacak bir satın alma gücü yaratacak kadar harcama yapmayı garantilerse, sanayi ve yatırımlar özel sektörün eline bırakılabilirdi: Y = C+I+G +(X-M) Bunu genişletici PP ve MP ile yapabilirdi : Düşük faiz + Büyük çaplı kamusal yatırımlar. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

203 Keynes’te işsizlik sorunu
Keynes yeniden bölüşüme daha fazla tüketim harcaması- dolayısıyla da daha fazla yatırım yapılmasını sağlayacağı için taraftar oldu. Piyasalar esas, kamu sadece tamamlayıcıydı. Yapılacak kamusal yatırımlar özel sektöre rakip değil, onun verimliliğini yükselten tamamlayıcı nitelikte yatırımlar olacaktı. Bugünün hızla finansallaşmış kapitalist dünyasında tam istihdam ve gelir adaleti gibi hususlar nasıl çözülecektir? Finansı ehlileştirmek, gücünü azaltmak mümkün müdür? Doç. Dr. Mustafa Durmuş

204 Marksist Okul’da işsizlik sorunu
Marksist Yaklaşım’da işsizlik bir üretim tarzı sorunu olarak ele alınır. Kapitalizmde servet kendini sermaye birikimi şeklinde büyütür ve sermaye kapitalistlerin özel mülkiyetindedir, kâr etmek için kullanılır. Kapitalistler arasındaki rekabet yeni teknolojilerin kullanımının önünü açar ve emek gücünün yerini giderek sermaye malları almaya başlar. Yani sermayenin organik bileşimi (SOB) artar. Marx’a göre sermayenin organik bileşiminin artması işçi başına daha fazla sermaye kullanılması demektir. Bu sermayenin yoğunlaşıp merkezileşmesiyle gerçekleşirken, sermaye yoğun teknolojik gelişmeler ve kapitalistler arasındaki rekabetle bu eğilimi tetikler. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

205 Marksist Okul’da işsizlik sorunu
Bir başka anlatımla, kapitalistler, rekabet, kalite ve fiyat riskleri nedenleriyle hiçbir zaman teknolojik olarak sanayi normlarının gerisinde kalmak istemezler. Bu durum kapitalist işletmelerde düzenli olarak, emek tasarrufu sağlayan makineler gibi en yeni teknolojilerin istihdamına, dolayısıyla da aşırı kapasite yatırımlarına yönelmeye neden olur. Böylece sermayenin organik bileşimi (otomasyon ) artar. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

206 Marksist Okul’da işsizlik sorunu
Sermayenin organik bileşiminin artışı emek gücüne olan ihtiyacı azaltır. Bu durum işsizliğe neden olur, “yedek sanayi ordusu” oluşur. Sermaye birikiminin kaçınılmaz bir sonucu olarak ortaya çıkan yedek sanayi ordusu kapitalizm için işlevseldir. Çünkü toplumsal muhalefet örgütlülüğünün ve işçi sınıfının ekonomik ve politik örgütlülüğünün yeterli olmadığı bir durumda, işsizlerin varlığı işçi sınıfının ekonomik mücadelesini baltalar, sendikalaşmayı zayıflatır ve ücret artışlarını önler. Bu nedenle de aslında kapitalistler çok önemli boyutlara ulaşmadığı sürece işsizlikten çok da rahatsız olmazlar. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

207 Marksist Okul’da işsizlik sorunu
Marksist teoride, işçiler arasındaki rekabet sermayenin kendi arasındaki rekabetten farklıdır ve sınıf mücadelesi ile ilişkilidir. Bu rekabet sermaye tarafından yedek sanayi ordusu yaratılmasıyla gündeme gelen işçiler arasındaki bir çatışma halidir. Böyle bir böl-yönet stratejisi birbirinden ayrı, farklı emek gücü fazlalarını entegre ederek küresel yedek sanayi ordusuna yeni üyeler kazandırır ve bu ordu da güvencesiz istihdam ve sürekli işsizlik tehdidi altında direnci kırılan bir yapıyı sürekli kılar. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

208 Kapitalizm her yerde emek karşıtı !
1980’li yıllardan bu yana, özellikle de 2008 krizi ile birlikte, dünyada emek gücü verimliliği artarken; sendikalaşma oranı, TİS kapsama oranı, reel ücretler, emekçinin milli gelirden aldığı pay, grev ve iş bırakma sayısı düşüyor… Paralel bir biçimde, esnek, güvencesiz ve düşük ücretle çalıştırma, taşeronlaştırma ve sosyal hak kesintileri giderek genel bir durum haline dönüşüyor. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

209 Enflasyon Genel fiyatlar seviyesindeki sürekli artış.
Dezenflasyon: Fiyat artışlarının giderek azalan bir seyir izlemesi. Çekirdek enflasyon oranı: Emek gücü ve sermaye maliyetleri ve firmaların bu maliyetlerdeki değişiklik beklentilerine göre belirlenen temel oran: İmalat sanayi fiyat artışları: TÜFE- (Gıda + enerji fiyat artışları). Doç. Dr. Mustafa Durmuş

210 Enflasyon Hiperenflasyon: Fiyatlarda bir ayda % 50’den fazla artış. Enflasyon hedeflemesi: Merkez Bankası’nın önceden belirlenmiş bir enflasyon hedefini tutturmaya odaklanması (Taylor Kuralı). Enflasyon GSYH Deflatörü ve TÜFE ile ölçülür. GSYH Deflatörü: GSYH’deki tüm mal ve hizmetlerin fiyatlarındaki değişmeyi ölçer. Deflatör, nominal GSYH’ yi reel GSYH’ye dönüştürmede kullanılır. GSYH Deflatörü= (Nominal GSYH / Reel GSYH) x 100. Örnek : 21 TL / 17.2 = 1.22 ise Enflasyon oranı = % 22’ dir. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

211 Enflasyon TÜFE (CPI) : Belli mallardan oluşan bir sepet.
ABD : 96,000 mal çeşidi. Türkiye: 1,133 mal çeşidi. Σpi q0 / Σp0 q0 ; pi = Cari fiyatlar q0= sepet p0 = baz yılı fiyatları Doç. Dr. Mustafa Durmuş

212 ENFLASYON (kaynak: KESK - AR)
Doç. Dr. Mustafa Durmuş

213 İki OVP kıyaslaması: 2013-2015 ve 2012-2014
2013 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Tasarısı 2012 – 2014 Orta Vadeli Mali Plan Doç. Dr. Mustafa Durmuş

214 Enflasyon X Hayat Pahalılığı ?
TÜFE ya da ÜFE artsa ya da azalsa da bu değişiklikler halkın gerçek durumunu yeterince yansıtmaz. Halkın bütçesini etkileyen pek çok maliyet kalemi TÜFE ya da ÜFE ortalama endeks değerinden çok daha hızlı artıyor. Örneğin akaryakıt fiyatları, gıda, doğal gaz faturaları, elektrik fiyatları çok daha fazla oranda arttı. Bu kalemler yoksulların harcamalarının çok önemli bir kısmını oluşturuyor. Reel ücretler 2008 ve 2009’da % 17 azaldı. Emekçiler üzerindeki vergi yükü arttı. Bireysel kredi borçları (kredi kartları vb) arttı. Hayat pahalılığı resmi enflasyon oranının kat kat üstüne çıktı. Halk için hayat pahalılığı daha önemli bir gösterge. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

215 Su ve Diğer Konut Hizmeti Elektrik, Gaz ve Diğer Yakıt
Tüketici Fiyat Endeksinin Alt Kalemler İtibariyle Gelişimi (Yıllık, 2003 = 100) Genel Endeks Gıda Kira Su ve Diğer Konut Hizmeti Elektrik, Gaz ve Diğer Yakıt Ulaştırma Hizmeti 2003 100,0 2004 108,6 106,6 121,1 107,4 103,3 109,6 2005 117,5 111,7 144,4 105,5 114,5 129,9 2006 128,8 122,7 173,4 112,2 127,7 143,9 2007 140,0 138,2 205,4 126,3 137,2 158,0 2008 154,7 156,3 233,4 149,4 173,0 180,0 2009 164,4 168,9 252,5 164,5 189,1 191,6 Doç. Dr. Mustafa Durmuş

216 Tüketici Fiyat Endeksinin Alt Kalemler İtibariyle Yıllık % Değişimi
Genel Endeks Gıda Kira Su ve Diğer Konut Hizmeti Elektrik, Gaz ve Diğer Yakıt Ulaştırma Hizmeti 2004 8,6 6,6 21,1 7,3 3,3 9,6 2005 8,2 4,8 19,2 -1,7 10,9 18,6 2006 9,9 20,1 6,4 11,5 10,8 2007 8,7 12,7 18,4 12,6 7,4 9,7 2008 10,4 13,1 13,6 18,3 26,1 14,0 2009 6,3 8,1 10,1 9,3 Doç. Dr. Mustafa Durmuş

217 Hane Halkı Tüketim Harcamalarının Yıllar İtibariyle Seçilmiş Alt Kalemlere Göre Dağılımı (%)
Anket Yılı Toplam Gıda ve Alkolsüz İçecekler Konut ve Kira Mobilya, Ev Aletleri ve Ev Bakım Hizmetleri Ulaştırma 2002 100 26,7 27,3 7,3 8,7 2003 27,5 28,3 5,7 9,8 2004 26,4 27,0 6,6 9,5 2005 24,9 25,9 6,8 12,6 2006 24,8 27,2 6,2 13,1 2007 23,6 28,9 5,9 11,1 2008 22,6 29,1 5,8 14,1 2009 23,0 28,2 13,6 Doç. Dr. Mustafa Durmuş

218 ENFLASYON (kaynak: KESK - AR)
Doç. Dr. Mustafa Durmuş

219 Halk borçlanarak yaşamını sürdürüyor (kaynak: KESK - AR)
Doç. Dr. Mustafa Durmuş

220 Halk borçlanarak yaşamını sürdürüyor (kaynak: KESK - AR)
Doç. Dr. Mustafa Durmuş

221 MESLEK GRUPLARINA GÖRE BORÇLANMA (kaynak: KESK - AR)
Doç. Dr. Mustafa Durmuş

222 BÜYÜME / KALKINMA Doç. Dr. Mustafa Durmuş

223 İktisadi büyüme İktisadi büyüme GSYH’deki yüzdesel artışla ölçülüyor.
Ama bu ölçüm tatmin edici değil. Zira; insana ait maliyetleri ve faydaları, emek ve emekçilerin çalışma koşullarını göz ardı ederken, ticari işlemlerin değerleri üzerinde yoğunlaşıyor. Sadece belirli piyasa işlemlerinin değerini ölçüyor. Üretimi ya da örneğin özgün bir biçimde faydalı mal üretimini göstermiyor. Bunun nedeni ölçmenin malların “değişim değerine” dayandırılması, “kullanım değerlerinin göz ardı edilmesi. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

224 İktisadi büyüme “Kimler, nasıl çalışır?” gibi konular istatistiklerde yer almaz. Emek gücü sadece piyasada bir işlem olarak yer aldığında hesaba katılır. Keza bir akademisyenin yazdığı bir makale toplumun bilinçlenmesine ciddi katkı sağlasa da, yazar ünlü bir pop şarkıcının elde ettiği gibi yüksek bir geliri elde edemediğinden, şarkıcının yüksek geliri GSYH hesabında yer alırken akademisyenin katkısı sadece kendisini ödenen aylık maaş miktarında yer alır. Oysa GSYH içinde, dolayısıyla da ticari işlemler arasında yer almayan çok sayıda faaliyet toplum için, insanlık için temel bir öneme sahiptir. Örneğin bugün barış çabaları silah üretmekten daha değerlidir ama GSYH’ye her hangi bir katkı sağlamamaktadır. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

225 İktisadi büyüme Diğer yandan böyle bir ölçme biçimi sermaye çevreleri açısından işlevseldir. Zira bu kesimlere hem ticari işlemlerle ilgili enformasyon kolaylığını sunarak, hem de piyasaların ne denli etkin çalıştıkları biçimindeki yaygın yanılsamayı güçlendirerek hizmet eder. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

226 İktisadi büyüme Ayrıca GSYH kavramı; ev içi üretimi hesaplamaya dâhil etmez. Hiçbir ayrıştırma yapmaksızın tüm ticari faaliyetlerin insanlara hizmet ettiğini varsayar. Dinamik bir süreç içinde değişen GSYH yapısının hesaplanmasının zorluklarını dikkate almaz. Bilgi eksikliği içeren ya da irrasyonel satın almaların ötesinde tüketicilerin aslında almaya niyetli olmadıkları satın almaları kapsama dâhil eder. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

227 İktisadi büyüme Diğer taraftan örneğin otomobillerin neden olduğu trafik sıkışıklığı, atmosfer kirliliği vs fiyatlamanın dışında kalacağı için GSYH içinde değil, dışında kalır. Otoların neden olduğu trafik kazaları ise hastane ödemeleri ve oto yedek parça, tamir ve sigorta gibi ödemelere neden olduğundan GSYH’yi artırır. Ayrıca ülke karşılaştırmalarında da sorunlar söz konusudur. Örneğin ücretlerin düşük, fakat işçilerin iyi koşullarda sosyal konut, uygun ulaşım ve ulusal sağlık hizmetine sahip olduğu ülkelerde (örneğin Küba) bu tür farklılıkların ülke karşılaştırmalarında hesaba katılması çok zordur. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

228 İktisadi büyüme Bu anlamda kişi başına düşen gelirin yüksekliği bir ülkenin iktisadi ve sosyal kalkınmışlığının göstergesi olamaz. Öyle olsaydı, bu gelirin nasıl bölüşüldüğü bir yana, örneğin kişi başına düşen geliri doların üstünde olan Suudi Arabistan’ın dünyanın sosyal ve ekonomik olarak en gelişmiş ülkelerinden biri olması gerekirdi. Bu bağlamda tek başına iktisadi büyüme hızının ya da kişi başına düşen gelirin yüksekliği bir ülkenin emekçileri ve işsizlerince alkışlanacak ya da gurur duyulacak bir şey değildir. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

229 İktisadi büyüme Türkiye gibi % 50’ye kadar varan kayıt dışılık GSYH hesabını saptırır. Özellikle de bildirilmemiş nakit işlemleri hesaplamaya dâhil edilmediğinden, devasa boyutlarda vergi kaçakçılığı ya da vergiden kaçınma sonucunda vergi kayıpları doğmakta ve tüm bunlar doğru GSYH hesaplaması yapılmasını önler. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

230 İktisadi büyüme Burjuva iktisat ideolojisi GSYH artışı olarak tanımladığı ekonomik büyüme kılıfına bürünerek piyasaların tek başına toplum için en yüksek faydayı garantileyeceğini ileri sürer. Bu haliyle bu kavram adeta büyük istatistiklerden oluşan bir halı gibidir. Altına işçiler, onların yaşam ve çalışma koşulları süpürülerek despotik burjuva iktisat ideolojisinin doğası gizlenir. GSYH’nin ekonomik başarının bir ölçütü olarak kabul edilmesi dikkatlerin daha adil ve eşitlikçi iyi bir topluma olan ihtiyaçtan uzaklaştırılmasına neden olur. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

231 “Büyüme oranı % 10’larda olsaydı emekçiler için ya da toplumun bütünü için ne değişirdi?”
► Kapitalist büyüme bir yanılsamadır. Bu yönüyle de toplumdaki sömürü ilişkilerini ve ekonomideki büyümenin ve zenginliklerin ne pahasına ve kimler tarafından yaratıldığını gizlemeye hizmet eder. Hem ülke içinde yaratılmış olan ‘artı değer’ hem de dış ticaret aracılığıyla çok uluslu şirketlerin el koydukları yarı sömürge ülke işçilerinin yaratmış olduğu ‘artı değer’, ‘katma değer’ olarak gösterilir. Böylece hem zenginliği yaratan gerçek kaynaklar hem de acımasız bir yerli ve emperyalist sömürü gizlenmiş olur. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

232 “Büyüme oranı % 10’larda olsaydı emekçiler için ya da toplumun bütünü için ne değişirdi?”
► Büyüme sorunu daha ziyade metropol kapitalist ekonomilerin bir sorunudur ve yatırım, talep, tüketim eksikliği ve azalan kâr oranları gibi nedenlerden dolayı ortaya çıkar. Azgelişmiş ülkeler için düşük büyüme bir sorun olsa da asıl sorun kalkınma ve sanayileşme sorunudur. Çünkü bu ülkeler genelde gelişmişlerden daha hızlı büyüseler de kapitalist bir üretim tarzı içinde kalkınamamakta ya da sanayileşememektedirler. Ya da en fazla “yarı- sanayileşmiş” bir ülke konumuna gelebilmekte ve ABD, Avrupa ve Japonya’nın terk ettiği sanayilere yönelebilmektedirler. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

233 “Büyüme oranı % 10’larda olsaydı emekçiler için ya da toplumun bütünü için ne değişirdi?”
Bu anlamda son 10 yıldır ortalama % 7’lerde büyümesine rağmen Türkiye’nin kalkınmakta ve sanayileşmekte olduğunu ileri sürmek mümkün değil. Türkiye daha ziyade dışa bağımlı bir yarı-sanayileşmiş ülke ve ekonomi, temel sosyal kalkınmışlık özelliklerine de sahip olmayan bir ülke konumunda. Bu nedenle de özellikle siyasal iktidarların hızlı büyüme oranlarının arkasına sığınarak yaptığı “gelişme” ya da “refah artışı” iddiaları gerçekçi değil. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

234 “Büyüme oranı % 10’larda olsaydı emekçiler için ya da toplumun bütünü için ne değişirdi?”
► İktisadi büyüme kavramı pratikte toplumdaki sınıfsal eşitsizlikleri açıklayamadığı gibi bu tür eşitsizlikleri gizlemek, perdelemek için de kullanılıyor. Örneğin birkaç banka ya da sınai tekel kar ettiğinde ortalama, kişi başına düşen gelir de büyümekte, iktisadi büyüme de hızlanmaktadır. Bu anlamda İktisadi büyüme sermayenin, servetin büyümesidir. Öyle ki iktisadi büyümenin hızlandığı yıllarda servet ve sermaye sahiplerinin varlık stokları da çok hızlı büyürken, ücretlilerin ya da küçük üretici, esnaf ve köylünün gelirleri yerinde sayar ya da çok az artar. Bu sonuca neden olan faktörlerden biri de hükümetlerin emek aleyhine uyguladıkları, ücret, gelir ve vergi politikalarıdır. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

235 “Büyüme oranı % 10’larda olsaydı emekçiler için ya da toplumun bütünü için ne değişirdi?”
► Günümüzde iktisadi büyüme yeterli düzeyde ve güvenceli istihdam yaratmayan bir büyümedir. ► İktisadi büyüme sonucunda gelir ve servet dağılımındaki adaletsizlik düzelmiyor daha da artıyor. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

236 “Büyüme oranı % 10’larda olsaydı emekçiler için ya da toplumun bütünü için ne değişirdi?”
► Kapitalist büyüme, daha fazla üretim ve tüketim çılgınlığı doğayı tahrip ediyor. Çünkü kapitalist üretimin doğrudan amacı insan ihtiyaçlarının ya da toplumsal ihtiyaçların karşılanması değil, kâr, daha fazla kâr ve en fazla kâr elde etmek. Daha fazla kâr için daha fazla üretim ve tüketim yapılıyor. Bunun sonucunda ekonomi büyüyor ancak böyle bir büyüme sırasında hem emek hem de çevre sömürülüyor, tahrip ediliyor. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

237 KAPİTALİST KRİZLER Doç. Dr. Mustafa Durmuş

238 Kapitalizm krizler üreten bir sistemdir
Bunlar; iktisadi krizler, ekolojik krizler, gıda krizleri politik krizlerdir. Kapitalizm 19yy’ın ortalarından bu yana iktisadi krizlere giriyor. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

239 Kapitalizm iktisadi krizler üreten bir sistemdir
1845–1847 Krizi (İngiltere, Avrupa); Krizi (ABD) 1907 Krizi Büyük Depresyon (ABD – Dünya) ve Petrol Şokları (Dünya) 1994 (Meksika)ve Finansal Krizi (Güney Doğu Asya) 2000 – 2001 Krizi (Arjantin, Türkiye) 2008 Krizi (ABD Küresel ) 2010 Krizi ( Avrupa). Doç. Dr. Mustafa Durmuş

240 Döngüsel iktisadi krizler
Döngüsel iktisadi krizler (boom/bust) kapitalist sistem için işlevsel olan krizlerdir. Öyle ki bu krizler sermayeye aşırılıklarını, dengesizliklerini gidermede, dengeye getirmede, yeniden düzenlemede yardımcı olurlar. Böylece sermayenin büyümesi için yeni bir yol açarlar. Yani düzenli iş-döngüsü krizleri sisteme yardımcı olur. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

241 Stagnasyon Son yıldır bu döngüsel krizlere ilaveten uzun dönemli durgunluklar da (stagnasyon) söz konusu. Örneğin 1970’lerden bu yana metropol ekonomilerin büyüme hızı yavaşladı ve % 1’lere kadar geriledi. 2008 krizi beşinci yılında, artık “Büyük Resesyon” olarak da adlandırılıyor. Öyle ki dünya ekonomisi son 60 yılın en büyük çaplı, en derin daralmasını ve durgunluğunu yaşıyor. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

242 Resesyon Resesyon ve kriz kavramları birbirinin yerine kullanılan kavramlar. Krizler genellikle öncelikle finansal sektörde patlar ve bu bir resesyonla sonuçlanır. Bazen de kriz öncesinde uzun süredir devam eden resesyonist bir süreç söz konusudur. 2008 krizi böyle bir süreçten gelerek ortaya çıktı. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

243 Resesyon Resesyonun resmi tanımı:
Eğer bir ekonomi iki çeyrek (altı ay) boyunca üst üste daralıyorsa resesyon içindedir. Ancak tek başına milli gelirin büyüme hızına değil, aynı zamanda sanayi üretimine, satışlara, ihracata, borsa hareketlerine ve istihdama da bir bütün olarak bakmak gerekir. Buna göre, tek başına bazı göstergelerin kötüleşmesi resesyonun varlığını göstermezken, iyileşmesi (örneğin borsa) ekonominin resesyonda olduğu gerçeğini ortadan kaldırmaz. Nitekim 2009 yılında ABD’deki geçici toparlanma resesyondan çıkışı sağlayamadı. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

244 2008 kapitalist krizi Kapitalizm 1929 Büyük Bunalımından bu yana en derin krizini yaşıyor… Doç. Dr. Mustafa Durmuş

245 2008 kapitalist krizine Tarihsel Maddeci çözümleme
Beşinci yılını doldurmakta, giderek de derinleşip yaygınlaşmakta olan küresel kapitalist krizin nedeni burjuva iktisatçılarının ileri sürdüğü gibi; ABD’deki Merkez Bankası (Fed) başkanının ve burjuva iktisatçılarının öngörüsüzlüğü, politikacıların zamanında önlem almaması, büyük yatırım bankaları ve yatırım fonlarının aç gözlülüğü ve pervasızlığı ya da Yunanistan örneğinde olduğu gibi kamu çalışanlarının yüksek maaşları ya da sosyal kazanımları değil. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

246 2008 kapitalist krizine Tarihsel Maddeci çözümleme
Krizlerde bireysel tutum ve davranışların, ekonomi politikalarının ve ideolojilerin, hatta bazen de tesadüflerin ihmal edilemez rolü olsa da bunlar gerçeğin tamamını açıklayamazlar. Tarihsel maddeci çözümleme olayları ve olguları, var oldukları tarihsel koşullar içinde ve mevcut ekonomik sistemin, üretim tarzının iç çatışmaları, dinamikleri ve sınıf mücadeleleri ile açıklar. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

247 2008 kapitalist krizine Tarihsel Maddeci çözümleme
Bu bakış altında doğal ya da toplumsal olaylar derindeki ihtiyaçların bir sonucu olarak ortaya çıkarlar. Yani bunlar alt yapıdaki zorunlulukların ya da ertelenemez ihtiyaçların dışavurumlarıdır, semptomlarıdır. Böyle bir bilimsel bakış açısı, toplumun üretici güçlerini geliştirme konusundaki tarihsel rolünü tamamlamış, tüketmiş, sınırlarına ulaşmış ve artık gelişmenin önünde engel oluşturan bir niteliğe bürünmüş olan kapitalizmin çöküş ve depresyonla sonuçlanan çelişkilerini bilimsel olarak açıklayabilir. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

248 2008 kapitalist krizine Tarihsel Maddeci çözümleme
Bu bakış açısı altında krizlerin asıl nedeni: Kapitalist sistemin defolu genetiğidir. Yani, Rekabet, üretim anarşisi, aşırı üretim, aşırı birikim ve kâr oranlarının düşme eğilimine girmesidir. Bu maddi koşulların neden olduğu uzlaşmaz çatışmalar ve bunun üzerinden yükselen sınıf mücadelesidir. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

249 Marksist Kriz Teorisi MARX:
“Kar Oranlarının Düşme Eğilimi Yasası, her bakımdan modern politik ekonominin en zor ilişkilerinin anlaşılabilmesini sağlayan en önemli yasasıdır ”. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

250 Kâr oranlarında düşüş eğiliminin nedeni: Aşırı birikim---aşırı kapasite yatırımı-----aşırı üretim Kapitalist şirketlerin kâr için kendi aralarındaki sert rekabeti onları aşırı kapasite yatırımları yapmaya yöneltir. Bu emek gücüne göre sabit sermaye oranını (sermayenin organik bileşimi (SOB) / otomasyon) artırır. Bu da kâr oranlarının uzun dönemde düşme eğilimine girmesine neden olur. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

251 Kâr oranlarında düşüş eğiliminin nedeni: Aşırı birikim---aşırı kapasite yatırımı-----aşırı üretim Kâr oranı : r = (s / v) / 1 + (c / v) v : değişken sermaye ( ücret): Emek gücünün kendisini yeniden üretebilmesi için gerekli olan asgari geçimlik ödeme c : sabit sermaye (fiziki yatırım malları) Kârın tek kaynağı : Artı-değer (s) : İşçi başına üretilen değer ile geçimlik ücret(v) arasındaki fark. Artı-değerin tek kaynağı emek. (s/v) : Sömürü oranı : Artı değerin ücret içindeki payı Sermayenin organik bileşimi (SOB) = c / v Doç. Dr. Mustafa Durmuş

252 Kar oranlarındaki düşüş krize neden olur
Otomasyon, sermaye yoğunluğunu artırırken, emek kullanımını azaltır. Daha fazla sermaye yoğunluğu; daha az emek kullanımı, daha az artı-değer ve daha az kâr demektir. Kârları göreli olarak azalan sermayedarlar rekabet edebilmek için işçi ücretlerini baskılarlar. Çünkü, kâr ticaret sırasında değil, üretim sırasında artı-değer üzerinden yaratılır. Bu kısır döngü yaratır : Bir yandan, talebin çok üstünde ürün piyasaya sürülür, Diğer yandan reel ücretleri azalan emekçilerin tüketimi azalır, satışlar düşer. Kâr sadece satışla realize edilebildiğinden, satışlar düştüğünde kriz patlak verir. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

253 Krizin derindeki nedeni kâr oranlarının son 35-40 yıldır düşmesidir
Kâr oranları azalan firmalar yeni yatırım yapmazlar. Krizde firmalar % 30 – 40’ lar gibi çok düşük kapasite kullanım oranlarıyla üretim yaparlar. Bu durum, yeni yatırımların iptal edilmesine, fabrikaların kapanmasına ve kitlesel işçi çıkarmalarına neden olur. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

254 Dünya otomotiv sanayi : Aşırı birikim-üretim sorununun tipik örneği
Dünyada yılda yaklaşık 100 milyon araçlık kurulu kapasite var. Ancak, her yıl 70 milyon civarında araç üretiliyor, Bunun sadece milyonu satılabiliyor. Yaklaşık 20 milyon araçlık (% ) bir atıl kapasite, yani aşırı sermaye yatırımı mevcut. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

255 2008 krizi neden ve nasıl çıktı?
ABD ekonomisi 1970’li yılların başından bu yana üretim anarşisi ve yıkıcı rekabetten kaynaklanan aşırı birikim sorunu yaşamaktaydı. Bu durum kâr oranlarının azalma eğilimine girmesine, bu da yeni yatırımların giderek azalmasına ve büyüme hızının düşmesine yol açtı. Böylece ABD kapitalizmi 30 yılı aşkın bir süredir devam eden bir resesyonuna girdi. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

256 1970’lerden beri dünya kapitalizmi uzun süreli bir durgunluk içinde
1970 başlarından itibaren metropol kapitalist ekonomiler, uzun süreli bir iktisadi durgunluk içine girdi. Büyüme oranları ve kâr oranları azaldı, işsizlik arttı. Büyüme oranları : 1971–1973 : yıllık ortalama % 5, 1974–1977 : % 2,5 1978–1982 : % 2,2 . 1980 : % 1,3 ; 1981: % 1,4; 1982 : % 0,4. İşsizlik oranları : 1971–1974 : yıllık ortalama % 3,6 : % 5,4 1978–1983 : % 6,3’ e yükseldi. Kâr oranları : : % 28 1960 sonları: % 29, 1980’ler başı : % 17 Doç. Dr. Mustafa Durmuş

257 Kriz yeni birikim ve sınıf stratejisine yol açtı
Aşırı birikim krizine ilave olarak; Bretton Woods çöktü (1970). ve petrol şokları stagflasyona (durgunluk, işsizlik ve enflasyon) neden oldu. Keynesyen politikalarla krizden çıkılamadı. Sermaye birikim süreci tıkandı. ABD kapitalizmi bu durumu bölgesel savaşlar aracılığıyla aşmaya çalışsa da bu yeterli olmadı. Bu tıkanıklığın yeni bir birikim modeliyle aşılması gerekli oldu. Neo liberal birikim stratejisi bu ihtiyacı gidermeye yönelik. Bu aynı zamanda emekçi sınıflara karşı topyekûn bir saldırıyı içeren bir sınıf stratejisi. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

258 Azgelişmiş ülkelerde de kriz vardı
İthal ikameci büyüme modeli tıkandı. Bütçe açıkları, Cari açıklar, Enflasyon, Dış kaynak ihtiyacı (döviz darboğazı) çok hızlı bir biçimde arttı. Dış borç krizi doğdu. Emperyalizme bağımlı ekonomiler krize girdi. Bu kriz Türkiye’de 24 Ocak Kararları gibi yeni bir birikim stratejisi ve 12 Eylül Askeri Diktatörlüğü ile aşıldı. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

259 İktisadi durgunluk ve krizden çıkış stratejisinin sac ayağı
►Küreselleşme : Üretim ucuz ve örgütsüz emek gücüne sahip bölgelere kaydırılarak kâr oranı yükseltildi ve finans küreselleşti, ►Finansallaşma: Kâr sıkışması bireysel bankacılık hizmetleri ve türev araç piyasalarıyla giderildi, ►Neo-liberalizm: Uluslar arası sermayeye küresel düzeyde sınırsız hareket özgürlüğü sağlandı. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

260 Yeni Dünya Düzeni (1979- Bugün) : Uluslar arası Sermayenin Mutlak Hegemonyası
Thatcher ve Reagan iktidara getirildi. Türkiye ve pek çok agü küresel kapitalizme daha güçlü bağlarla eklemlendi. Washington Uzlaşması ile IMF ve DB gibi örgütler, agü’leri bu yeni tarza razı ettiler. Dünya çapında uygulattırılan bu politikaların hem içerikleri hem de ekonomik-politik ve sosyal sonuçları aynı oldu. Küresel sermayeye olan bağımlılık daha da arttı, halklar daha da yoksullaştı ve kalkınma çabaları rafa kaldırıldı. Bu politikaları uygulatmak için bazı ülkelerde askeri darbeler düzenlendi ve askeri diktatörlükler kuruldu. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

261 Kapitalist küreselleşme sömürüyü artırdı, kâr oranlarını yükseltti
Küreselleşme düşen kâr oranlarına karşı sermayenin çözümlerinden birisiydi. Bu yolla; Emek gücü verimliliği artırıldı ( ABD : % 2.2) (nispi artı değer), Reel ücretler düşürüldü ( ABD: %-0.1), Çalışma saatleri artırıldı (mutlak artı değer). Doç. Dr. Mustafa Durmuş

262 Kapitalist küreselleşme işçi örgütlenmesini zayıflattı
Küreselleşme altında örneğin metropol ülkelerdeki birçok otomobil fabrikası L. Amerika ve Doğu Avrupa ülkeleri ve Türkiye’ye taşındı. Milyonlar tutarındaki küresel motorlu taşıt aracı üretiminin: 9–10 milyonu Çin, 3 milyonu Brezilya, 2,1 milyonu Meksika, 2,3 milyonu Hindistan, 4 milyonu G. Kore ve 1,5 milyonu Türkiye gibi işçilerin çok daha düşük ücretlerle ve esnek istihdam koşullarında çalıştırıldığı ülkelerde yapılıyor. Bu durum hem metropol ülkelerdeki işsizliği artırırken sendikal örgütlenmeleri de önemli ölçüde zayıflattı, sendikalaşma oranını düşürdü. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

263 2008 krizi neden ve nasıl çıktı?
Diğer yandan; Durgunluğa karşı bir çözüm olarak getirilen finansallaşma durgunluğu ortadan kaldıramadığı gibi, finansal krizinin tetikleyicisi oldu. Kriz ipotekli konut piyasasında patladı. “Borç-menkul kıymetlendirme krizi” biçiminde finansal sektörü vurdu. “Büyük Resesyon” a dönüşerek tüm kapitalist sistemi sarmalına aldı. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

264 2008 iktisadi krizi hızla yayıldı, sosyal ve politik bir krize dönüştü
Öyle ki ABD kaynaklı bu kriz sadece üç hafta içinde Avrupa’ya yayıldı ve 2010 yılından bu yana da sadece iktisadi bir kriz olmakla kalmayıp sosyal ve politik bir krize dönüştü. Kriz sonrasında Avrupa’da bir yandan büyük özel bankaların borçları kapitalist devletler tarafından üstlenilirken, diğer yandan krizi aşmak için büyük çapta genişletici maliye ve para politikaları uygulandı. Bu durum bütçe açıklarını % 10’lara ve akabinde de kamu borç stoklarını % 100’lerin üstüne fırlatmıştır. Artık kriz bir kamu borç krizine dönüşmüştü. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

265 Sosyal Kriz Buna bir de Yunanistan, Portekiz, İspanya hatta İtalya’nın cari açık krizleri eklenince kriz içinden çıkılamaz bir hal aldı. Uluslararası sermaye çevrelerinin çözümü Troyka olarak adlandırılan IMF, ECB (Avrupa Merkez Bankası) ve AB patentli “Yeni Avrupa Ekonomik Yönetişimi” adlı sıkılaştırılmış bir mali ve finansal birlik ve kalıcı kemer sıkma oldu. Bu toplumsal muhalefeti yükseltti. Grevler, boykot ve direnişler ve sokak gösterileri Avrupa’da günlük yaşamın bir pratiğine dönüştü. Kriz artık sosyal bir krize dönüşmüştü. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

266 Politik Kriz Bir sonraki adım ‘kestaneleri ateşten alma’ görevini üstlenen sosyal demokrat hükümetlerin birer birer devrilmesi oldu. Bu olgu da bir kez daha sosyal demokrat ya da reformist iktidarların ya da anlayışların normal zamanlardaki işlevi ile kriz zamanlarındaki işlevinin farklılaştığını ortaya koydu. Kriz zamanlarında reformistlerin sistemi kurtarmak adına karşı reformları desteklemekten başka bir şey yapmadıkları görüldü. Artık kriz aynı zamanda bir politik kriz idi. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

267 Burjuva demokrasisine veda
Seçilmiş hükümetler piyasaların kemer sıkmaya ilişkin taleplerini güvenilir ve yeterli bir biçimde yerine getiremediler. İtalya ve Yunanistan’daki seçilmiş hükümetler devriliip yerlerine ulusal (!) çıkarları gözeten atanmış bürokratlardan oluşan teknokrat hükümetler getirildi. Böylece Avrupa’da yaklaşık iki yüz elli yıllık burjuva demokrasilerinden oligarşik -parlamenter Bonapartist devlet biçimlerine doğru bir eğilim ortaya çıktı. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

268 Avrupa’da resesyon ve borç krizi bir arada
Avrupa’da bugün krizi en derin yaşayan bölgelerin başında geliyor. Örneğin 17 AB ülkesinden oluşan Avro Bölgesi sadece derin bir resesyonda değil, aynı zamanda bütçe açıkları ve kamu borç stokları anlamında ciddi bir kamu maliyesi ve borç krizi içinde.   Doç. Dr. Mustafa Durmuş

269 Avrupa’da resesyon ve borç krizi bir arada
Öyle ki en temel resesyon belirtisi olan iktisadi büyüme oranları başta Yunanistan olmak üzere, İspanya, Fransa, İtalya ve Portekiz’de net küçülmeye dönüşmüş durumda. Örneğin 2o12 yılında Yunanistan ekonomisinin % -6, İtalya ve Portekiz’in % -3 oranında küçülmesi bekleniyor. İşsizlik oranları açısından ise durum daha vahim. Öyle ki bu oran resmi olarak Yunanistan ve İspanya’da % 25’in üzerine çıktı. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

270 Avrupa’da resesyon ve borç krizi bir arada
Bütçe açıkları İspanya, Yunanistan ve İtalya’da % aralığında. Kamu borçları ise İrlanda Yunanistan İtalya’da % 100’ün çok üzerinde. Oysa Avro Para Birliğine katılımın kuralı bütçe açığının % 3’ü ve kamu borç stokunun % 60’ı geçmemesi gerekliliği idi. Bu veriler kapitalist krizin giderek kapitalist devletlerin krizine dönüştüğünü ortaya koyuyor. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

271 İki temel neden: Teşvikler ve kapitalizmin eşitsiz gelişimi
Avrupa’daki resesyonun ve borç krizinin iki temel kaynağı var: Sermaye teşvikleri ve Avro Bölgesinin yapısal sorunları. İlk olarak, finansal kriz sonrasında büyük çaplı kurtarmalar gerçekleştirildi. Zor durumdaki bankalara ve sanayi şirketlerine sermaye aktarımları, Hazine’ce varlık alımları ve kredilendirme yapıldı. Finans kapitale Hazine fonlaması ve Merkez Bankası desteği, borç garantileri ve devasa mali teşvik sağlandı. Bunlar bütçe açıklarını ve kamu borç stoklarını artırdı. Yani özel sektörün borçları, riskleri ve zararı kamu borcuna dönüştürülerek tüm topluma mal edildi. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

272 İki temel neden: Teşvikler ve kapitalizmin eşitsiz gelişimi
İkinci olarak, kapitalizmin eşitsiz gelişiminin yarattığı yapısal çarpıklıklar bölge ülkelerinin ayrışmasına neden oldu. Bu çarpıklıklar özellikle 1999’da avroya geçişten sonra daha da arttı. Almanya’nın başını çektiği cari fazla sahibi ülkeler ile cari açık sahibi ülkeler giderek ayrıştılar. İlk grup ülke emek gücünü baskılayarak ihracatta ciddi bir rekabet üstünlüğü sağlarken, rekabet gücünü yitiren diğerleri cari açıklarla karşı karşıya kaldılar ve büyümelerini bu fazla sahibi ülkelerden yaptıkları ithalatlarla, sağladıkları sıcak para ve spekülatif yatırımlarla gerçekleştirdiler. Cari açıklarının giderek artmasıyla bu ülkelerin hem özel hem de kamu borç stokları sürdürülemez boyutlara ulaştı. Öyle ki, toplam borç stokunun oranı İspanya’da % 506, Portekiz’de % 479, Yunanistan’da % 296 ve İrlanda’da % 1200 oldu. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

273 İki temel neden: Teşvikler ve kapitalizmin eşitsiz gelişimi
Artık Avrupa hem resesyon hem de borç krizi ile boğuşuyor. Sistemin egemenleri her zaman yaptıkları gibi krizin bedelini emekçi halklara ödetmeye çalışıyorlar. Emekçiler bu bedeli bir yandan işsiz kalarak, daha da yoksullaşarak, diğer yandan sosyal harcama kesintilerine ve daha fazla vergiye maruz kalarak, yani kemer sıkarak ödüyorlar. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

274 Krizde son perde: Kemer sıkma, emperyalist savaş- barbarlık ve yükselen direniş
ABD’de mali uçurumun kenarından dönülmesi, Çin ekonomisindeki yavaşlama ve Avro Bölgesinin daha da derinleşen sorunları finans piyasalarını bir kez daha sarstı. Bu gelişmeler küresel kapitalizm açısından yeni bir inişe geçişin işaretleri olarak yorumlanıyor. IMF’ nin son “Dünyanın Ekonomik Görünümü Raporu’nda bu yıl ve gelecek yıla ait küresel büyüme beklentilerini daha da düşürmesi uluslararası sermayenin endişelerini daha da artırdı. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

275 Krizde son perde: Kemer sıkma, emperyalist savaş- barbarlık ve yükselen direniş
Mevcut kriz 2008’de finans krizi olarak patlak vermişti ama sonrasında derinde yatan nedenin sanayideki kâr oranlarındaki azalma olduğu ortaya çıkmıştı. Örneğin otomotiv sektörünün uzunca bir zamandır krizde olduğu görülmüştü. 2012’de bu kez Avrupa’daki otomotiv tekelleri krize girdi. Yeni otomobil tescilleri azalırken, aşırı kapasite oranı arttı. Bu onlarca fabrikanın atıl duruma düşmesi demek. Nitekim bu fabrikalar birer birer kapanıyor. Örneğin Ford şu ana kadar üç fabrikasını kapattı. Peugeot Citroën ve General Motors da birer fabrikalarını kapatacaklarını ilan ettiler. Binlerce işçi işten çıkartıldı. Bankalar dâhil pek çok sektörde de toplu işçi çıkarımı sürüyor. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

276 Krizde son perde: Kemer sıkma, emperyalist savaş- barbarlık ve yükselen direniş
Son kriz sırasında finansallaşma, özellikle de bireysel tüketici kredileri krizi geciktirme aracı olarak kullanılmıştı. Bu durum kriz içindeki ülkelerdeki borç stoklarının artık sürdürülemez noktalara ulaşmasıyla ve krizin giderek bir borç krizine dönüşmesiyle sonuçlanmıştı. Buna bir de krizdeki dev bankalar ve tekellerin kurtarılması için verilen teşvikler ve sıfır faiz ve bol para politikası eklenince bütçe açıkları ve kamu borç stokları da görülmemiş ölçüde artmıştı. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

277 Krizde son perde: Kemer sıkma, emperyalist savaş- barbarlık ve yükselen direniş
Kısaca; Önce teşvik yöntemi denendi ve başarısız oldu. Bunun ardından egemenler 2010’dan itibaren kemer sıkmaya yöneldiler. Ama bu hem ekonomik hem sosyal ve politik olarak tam bir felaketle sonuçlandı. Zira bu daralmış ekonomileri daha da daraltıyor, kendi aralarındaki kur ve ticaret savaşlarını artırdı. Öyle ki bu ülkelerin halkları son 50 yıldan bu yana hiç bu kadar acımasız bir sermaye saldırısı ile karşı karşıya kalmamıştı. Yunanistan ile başlayan saldırı, Portekiz, İrlanda, İspanya ve diğer Avrupa ülkelerini ve Türkiye’yi içine alacak şekilde yaygınlaştı. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

278 Krizde son perde: Kemer sıkma, emperyalist savaş- barbarlık ve yükselen direniş
Türkiye’de ücret artışları komik düzeylerde tutulurken, başta ÖTV ve KDV oranları artırıldı, elektrik, petrol ve doğal gaza üst üste zam yapıldı. 2013 bütçesi daha çok asker+ polis+ cezaevleri, sermaye teşvikleri ve dinselleştirme projesi olarak kullanılırken, zaten çok az olan kamusal sağlık harcamaları gibi sosyal harcamalar budandı. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

279 Krizde son perde: Kemer sıkma, emperyalist savaş- barbarlık ve yükselen direniş
IMF, DB ve DTÖ’nün krizden çıkış politikalarını eşgüdümleme çabaları da sonuçsuz kaldı. IMF başta olmak üzere uluslar arası kuruluşlar ve dev bankaların raporlarına göre dünya ekonomisi ümitsiz bir durumda. Örneğin 2017 yılına kadar bir toparlanma görülmüyor. Roubini ve Krugman gibi sosyal demokrat iktisatçılar dahi durumun 1929’daki gibi, hatta daha ağır bir Depresyona dönüşme olasılığının yüksek olduğunu vurguluyorlar. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

280 Krizde son perde: Kemer sıkma, emperyalist savaş- barbarlık ve yükselen direniş
Kısaca, küresel kapitalizm kötü durumda ve iyiye doğru da gitmiyor. Hükümetler bu durumdan nasıl kurtulacaklarını bilmiyorlar. Önümüzde yıllar, kemer sıkma önlemleri ve resesyonlarla geçecek. Borç stoklarının belli bir düzeye çekilmesi ve sanayideki atıl kapasitelerin azaltılması hep gündemde olacak. Diğer yandan aynı IMF son raporunda, kemer sıkmanın sınırlarına ulaşıldığını, daha ötesinin resesyonu daha da derinleştireceğini itiraf ediyor. Yani çareler bir bir tükeniyor. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

281 Kapitalizm uzun sürecek bir depresyon içine girdi.
Krizde son perde: Kemer sıkma, emperyalist savaş- barbarlık ve yükselen direniş Kapitalizm uzun sürecek bir depresyon içine girdi. Bu İngiltere ve ABD’nin ’lar ortasına kadar Depresyonuna ve 1930’lar Depresyonuna benziyor. Yani bu kriz bildik bir boom /büst döngüsü değil. Bugün kapitalizm düşük büyüme ya da hiç büyüyememe durumuna girdi. Bu da istihdam ve gelirlerin kriz öncesi düzeylere döndürülmesine imkân vermiyor. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

282 Krizde son perde: Kemer sıkma, emperyalist savaş- barbarlık ve yükselen direniş
Miktarı ne olursa olsun parasal gevşetme, mali teşvik ya da kemer sıkma bu durumu iyileştirmeyecek. 1880’lerdeki ya da 1980 öncesi gibi çok temel bir çöküş kaçınılmaz gibi gözüküyor. Önümüzdeki süreçte işçi sınıfı direnmezse göreli olarak iyi senaryo işsizliğin artması, yaşam standartlarının daha da düşmesi ve hak ve özgürlüklerin daha da budanması olacaktır. Kötü senaryo ise savaşlar da dâhil bir sosyal felaketlerin yaşanmasıdır. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

283 Krizde son perde: Kemer sıkma, emperyalist savaş- barbarlık ve yükselen direniş
Durum böyle olunca da sistemin egemenleri için geriye küresel kapitalizmi ayağa kaldırabilmek için askeri yöntemlerle “yaratıcı yıkıcılık” güçlerini serbest bırakmak kalıyor. Nitekim Kuzey Afrika ve Orta Doğu’da emperyalist barbarlık dizginlenmemiş bir biçimde sürüyor. Küresel kapitalizmin sorunları derinleştikçe emperyalizmin saldırganlığı da artıyor ve ABD bir kez daha cehennemin kapısını aralıyor. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

284 Krizde son perde: Kemer sıkma, emperyalist savaş- barbarlık ve yükselen direniş
Kısaca, finansallaşma ve neo liberalizm de çözüm olmayınca geriye kabaca bir tek yol kalıyor: Savaşlar ve barbarlık. Kapitalist sistem, genelde savaşlara, kapitalist çöküşten kaçınmak ve sermaye birikimi için yeni alanlar yaratmak için başvurur. İşte bugün küresel kapitalist sermaye birikiminin önünü açma ihtiyacından hareketle, ABD öncülüğünde emperyalizmin demir yumruğu kadife eldiveninden çıkıyor. İstikrarsızlık hattı olarak gördükleri bölgelerde halklara insani gerekçelerle (!) vuruyor. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

285 Krizde son perde: Kemer sıkma, emperyalist savaş- barbarlık ve yükselen direniş
Diğer yandan, bu gelişmeler Avrupa’da emekçilerin örgütlü bir biçimde tüm Avrupa’da direnişe geçmelerini de sağladı. Şimdilik ekonomik hak mücadelesi biçiminde yürüse de bu sınıf mücadelesi potansiyel olarak, kapitalizmi ortadan kaldırıp, sömürünün ve krizlerin yaşanmayacağı özgür bir toplumun ve dünyanın kurulması mücadelesini de içinde barındırıyor. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

286 Türkiye ekonomisinde durgunluk artarken kriz olasılığı artıyor
Türkiye ekonomisi ve siyaseti bu gelişmelerden bağımsız değil. Emperyalist kapitalist sisteme hızla entegre olan Türkiye’de kısa dönemde bir ekonomik krizin patlak vermesi olası gözükmüyor. Ancak yılının ilk altı ayına ait veriler Türkiye ekonomisinin ciddi bir durgunluğa doğru hızla yol aldığını gösteriyor. Sermaye örgütleri dahi hem bu yılın hem de 2014’ün daha zor geçeceğinin altını çiziyorlar. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

287 Türkiye ekonomisinde durgunluk artarken kriz olasılığı artıyor
TÜİK verilerine göre Türkiye ekonomisi 2012 yılının ilk çeyreğinde % 3,2 ve ikinci çeyreğinde % 2,9 oranında ve üçüncü çeyrekte % 2’nin altında büyüdü. Ancak mevsim ve takvim etkisinden arındırılmış büyüme oranı 2012’in birinci çeyreğinde geçen yılın son çeyreğine kıyasla % -0,4 oldu. Geçen yılın son çeyreğinde ise ekonomi bir önceki çeyreğe göre % 0,4 büyümüştü. Böylece Türkiye ekonomisi geçen yılın üçüncü çeyreğinden beri hiç büyümedi. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

288 Türkiye ekonomisinde durgunluk artarken kriz olasılığı artıyor
Keza, Ocak-Haziran 2012 döneminde İran’a yapılan hayali altın ihracatını da dikkate almak gerekir. Zira bu dönemde altın ihracatı, altın ithalatını 1,692 milyon dolar aşıyor. Bu, ülkedeki altın stoklarının İran’dan yapılan ithalatın finansmanında kullanılması anlamına gelir, hayalî” ihracattır. Milli gelir hesaplarında dikkate alınmaması gerekir.  Bir önceki yılın altın ihracat/ithalat rakamları “normal” kabul edildiğinde, TÜİK’in bu yıla ait milli gelir hesaplarının belki de dörtte bir oranında tıraşlanması gerekecek. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

289 Türkiye ekonomisinde durgunluk artarken kriz olasılığı artıyor
Son 2,5 yıldır kesintisiz büyüyen Türkiye ekonomisinin büyüme hızının 2011 yılının ikinci çeyreğinden itibaren yavaşladığı, hatta ekonominin bir daralma eğilimine girerek bu yılın ilk çeyreğinden itibaren küçülmeye başladığı görülüyor. Bu gelişme Türkiye’nin diğer ekonomilerden ayrıştığı iddiasını boşa çıkartıyor. Bu durum aslında uzunca bir zamandır başarısını yüksek büyüme oranlarına endekslemiş ve kısmen bununla toplumu idare edebilmiş olan siyasal iktidar için diğer sorunlara ilave olarak iktisadi anlamda da sıkıntılı bir dönemin başladığını ortaya koyuyor. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

290 Türkiye ekonomisinde durgunluk artarken kriz olasılığı artıyor
Bir başka anlatımla; Son 10 yıldır yeterince ve güvenceli istihdam yaratmasa da ortalama % 6-7 büyüme sağlayan ve bol sıcak para, düşük kur ve yüksek faiz ve yüksek ithalat ve yüksek cari açık mekanizmasına dayalı olarak, temelde bankacılık sistemi üzerinden gelen paralarla, başta bankacılık, gayrimenkul-inşaat, perakendecilik ve ithalat sektörlerinde balonlar şişirerek yürüyen, bu arada kitlelerin yoksulluğunu artırırken onlarca yeni dolar milyarderi üreten büyüme modeli artık sürdürülemez noktaya geldi. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

291 Türkiye ekonomisinde durgunluk artarken kriz olasılığı artıyor
Küresel krizle birlikte cari açık daraldı, ithalat yavaşladı, bu da büyüme hızını keskin bir biçimde düşürdü. Avrupa krizi ve Orta Doğu’da herkesle kavgalı bir duruma gelinmesi ihracata dayalı büyümeyi zora soktu. İçerde, uygulanmakta olan düşük ücret politikaları, kitlesel işsizlik ve bireysel tüketici kredilerinin artık sürdürülemez boyutlara ulaşması, iç ve dış savaş nedeniyle tüketici ve yatırımcı güveninin ve talebinin düşmesi gibi nedenlerle, iç talebin de giderek azalması içe dönük büyümeyi de gündemden düşürmeye başladı. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

292 Otoriterleşme artıyor
Bu durumda egemen-yöneten sınıflar için geriye kabaca iki yol kalıyor: (I) Emek gücünün verimliliğini artırarak, yani mevcut emeğin daha yoğun sömürüsüyle büyümeyi sürdürebilmek. Bunun için güvencesizleştirme ve örgütsüzleştirme uygulamaları ve düzenlemeleri hızlandırılırdı. (ii) İçerde ve dışarıda savaş. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

293 Otoriterleşme artıyor
Bunun içerde yansıması AKP hükümetinin giderek artan bir biçimde yeni bir militarist anlayışla otoriterleşmesi biçiminde oluyor. Parlamento içi ya da dışı en küçük bir muhalefete dahi izin verilmiyor. Yığınsal tutuklamalar ve hukuksuz soruşturmalarla bu kriz egemenler lehine yönetilmeye çalışılıyor. Doç. Dr. Mustafa Durmuş

294 Otoriterleşme artıyor
Doç. Dr. Mustafa Durmuş


"EKONOMİ POLİTİK ve KAPİTALİZMİN KRİZİ Gazi İİBF Öğretim Üyesi" indir ppt

Benzer bir sunumlar


Google Reklamları