Sunum yükleniyor. Lütfen bekleyiniz

Sunum yükleniyor. Lütfen bekleyiniz

Döneminde Türkiye Ekonomisi

Benzer bir sunumlar


... konulu sunumlar: "Döneminde Türkiye Ekonomisi"— Sunum transkripti:

1 1960-1977 Döneminde Türkiye Ekonomisi
Altıncı Bölüm adresinden indirebilirsiniz…

2 Dönemin Başbakanları Cemal Gürsel 27 Mayıs 1960 – 5 Ocak 1961
5 Ocak 1961 – 27 Ekim 1961 Emin Fahrettin Özdilek 27 Ekim 1961 – 20 Kasım 1961

3 Mustafa İsmet İnönü 20 Kasım 1961 – 25 Haziran 1962 25 Haziran 1962 – 25 Aralık 1963 25 Aralık 1963 – 20 Şubat 1965 Suat Hayri Ürgüplü 20 Şubat 1965 – 27 Ekim 1965 Sami Süleyman Gündoğdu Demirel 27 Ekim 1965 – 3 Kasım 1969 3 Kasım 1969 – 6 Mart 1970 6 Mart 1970 – 26 Mart 1971

4 İsmail Nihat Erim 26 Mart 1971 – 11 Aralık 1971 11 Aralık 1971 – 22 Mayıs 1972 Ferit Sadi Melen 22 Mayıs 1972 – 15 Nisan 1973 Mehmet Naim Talu 15 Nisan 1973 – 26 Ocak 1974

5 Mustafa Bülend Ecevit 26 Ocak 1974 – 17 Kasım 1974 Mahmut Sadi Irmak 17 Kasım 1974 – 31 Mart 1975 Sami Süleyman Gündoğdu Demirel 31 Mart 1975 – 21 Haziran 1977

6 Neden Planlama? döneminde istikrarsız bir büyüme sürecine tanık olunmuştur. Her ne kadar 1954’e kadar olan dönemde, iç ve dış koşulların iyi gitmesiyle, hızlı bir kalkınma süreci yaşanmış olsa da, 1954’ten sonra, döviz dar boğazı, yüksek enflasyon ve artan dış açıklar gibi olaylarla kriz yaşanmıştır ( )

7 Bu krizin nedeni iç ve dış kaynakları zorlayarak, dengesiz ve koordinasyonsuz bir kalkınma çabası yürütmüş olmamızdır. II. Dünya Savaşı’ndan sonra dış kaynak kullanımı artmıştır. Bu kaynaklar kendini geri ödeyecek yatırımlar yerine, altyapı yatırımlarına ya da iç talebi karşılmaya yönelik yatırımlara kanalize edilmiştir. İthal ikameci strateji devam ettirilerek döviz tasarrufu sağlanmaya çalışılmış, ancak çelişik bir sonuç olarak dışa bağımlılık artmıştır.

8 Hedeflenen büyüme iç tasarruf ile finanse edilemediği için, dış kaynak kullanımı artarak devam etmiştir. döneminde kamu kesiminin ağırlığı istenildiği halde azaltılamamıştır. Özel kesimin yeterince güçlü olmaması nedeniyle yeni KİT’ler kurulmak zorunda kalınmıştır. Altyapı yatırımlarına ağırlık verilmesi, zaten kıt olan kaynakların etkin kullanımını engellemiştir.

9 Maliye politikası doğru oluşturulmadığı için kamu yatırımları ve zararları genelde TCMB kaynakları ile finanse edilmiş, bu da enflasyonun artması ile sonuçlanmıştır. Artan enflasyon dış ticaretin açık vermesi ile sonuçlanmıştır. Bir rivayete göre bu dönemde Türkiye dağınık bir şantiye görünümündedir. Aynı anda bir çok proje yürütülmek istenmiş, ancak koordinasyon olmadığı için sonuç iyi olmamıştır.

10 Dönemin sonlarına doğru ekonominin bir makro plana bağlanması görüşleri ağırlık kazanmaya başlamıştır. Ancak DP buna yanaşmasa bile, yatırım bankaları arasında koordinasyon oluşması için bir “Koordinasyon Bakanlığı (1958)” kurmuştur. 1960 yılındaki askeri darbeden sonra, planlama yapılması kabul edilmiş ve bu karar 1961 Anayasa’sında yer almıştır.

11 Koordinasyon Vekili Ahmet Sebati Ataman

12 Planlamayı en çok savunan kesim sivil ve askeri bürokratlardır
Planlamayı en çok savunan kesim sivil ve askeri bürokratlardır. Bürokratların döneminde etkinliği azalmıştır. DP’nin demokrasi anlayışı salt çoğunluk şeklinde olduğu için, organize olan askeri ve sivil bürokrasiyi hafife almıştır. Bu kesimler ekonomik güç ve toplumsal prestij kaybına uğratılmıştır. İşte bu yüzden bürokratlar, ekonominin plana bağlanması ile kaybettikleri güçlerini geri kazanmayı beklemişlerdir.

13 Zaten öteden beri gelen, her türlü düzenlemenin mutlaka yasalarla olması gerektiği şeklindeki görüş de bunda etkili olmuştur. Yaşanan ekonomik bunalım da bu düşünceyi güçlendirmiştir. Planlamayı isteyen bir diğer kesim ise sanayicilerdir. döneminde sanayiye daha düşük pay ayrılması, sanayi sektörünün görece geri kalmasına yol açmıştır.

14 Kaynakların üretken olmayan altyapı yatırımlarına yönlendirilmesi de bunda etkili olmuştur.
Yaşanan yüksek enflasyon olgusu da yatırımların daha çok spekülatif alanlara kaymasına yol açmıştır. Sanayiciler, ekonomik bunalımdan çıkmak için planın şart olduğunu, bunalımdan çıkınca sanayi sektörünün yeniden canlanacağını düşünmektedirler. Bu yüzden onlar da planlama istemektedir.

15 Dış kredi çevreleri de Türkiye’nin planlama yapması gerektiğine inanmaktadır.
Nitekim bu kesimler, döneminde Türkiye’ye açılan kredilerin etkin kullanılmadığını, bu yüzden dış kaynak ihtiyacının azalmayıp tam tersine arttığını düşünmektedirler. Alacaklarını zamanında tahsil edebilmek için verdikleri kredilerin bir plan dahilinde üretken alanlara yöneltilmesini istiyorlardı. Özetle bu dönemde planlama, Türkiye’yi düze çıkaracak olan sihirli bir değnek gibi görülüyordu.

16 Nitekim bu dönem, kapitalist ekonomilerin bile Keynesçi politikalar uyguladığı bir dönemdir.
İktisat literatüründe kalkınma ve büyüme ön plana geçmiştir. Yeni makro büyüme modelleri geliştirilmiş ve hükümetlere önerilmiştir. Gelişmekte olan ülkeler ve AGÜ’ler için popüler olan bu modeller, Fransa ve İsviçre gibi gelişmiş ekonomiler de bile uygulanmaktadır.

17 Bütün bu amiller çerçevesinde, planlama 1961 Anayasa’sına girmiştir.
1961 Anayasa’sında karma ekonomi politikası uygulanması ilkesi benimsenmiş, böylece “Kamu mu?” “Yoksa Özel Kesim mi?” tartışmasına son verilmek istenmiştir. Bu yaklaşımla birlikte “Hem Kamu hem Özel Kesim, birlikte” anlayışı hakim olmuştur.

18 1961 yılında “Devlet Planlama Teşkilatı” kurulmuştur
1961 yılında “Devlet Planlama Teşkilatı” kurulmuştur. Bu kuruluş kalkınma planlarının yürütülmesinden sorumlu tutulmuştur. Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı 1962’ye yetişmediği için, 1962 yılına has tek yıllık bir plan uygulanmıştır. BBYKP yılları arası uygulanmıştır. Bu plan 15 yıllık uzun vadeli bir planın ilk 5 yıllık halkasını oluşturmuştur.

19 Planların Özellikleri ve Stratejisi
1962’den sonra uygulamaya konulan planlar, 1930’lardaki gibi kısmi değil makro planlardır, Planlarda kamu kesimi faaliyetleri doğrudan, özel kesim faaliyetleri dolaylı şekilde planlanmıştır, Destekleme fiyatları, ayrıcalıklı kredi uygulamaları, prim gibi özendirici tedbirlerin yanı sıra; artan oranlı vergi ve masrafa katılmaya zorlama gibi caydırıcı tedbirlerle özel kesime yön verilmeye çalışılmıştır.

20 Kamu harcamalarını belli alanlara kaydırma da bu önlemlerden biridir.
Bu önlemlere ve teşviklere bakarak kamu harcamalarının bu planlarda dışsal olduğu düşünülmemelidir. Kamu harcamaları; özel kesim faaliyetlerinden, özel kesimin ulaştığı ya da ulaşacağı seviyeden etkilenmektedir. Bu nedenle içseldir. Nitekim hedeflenen kamu harcamalar ile gerçekleşen harcamalar arasında farklılıklar olduğu görülmüştür.

21 Kalkınma planları, planlamayı kısa orta ve uzun olarak planlamayı düşünmektedir. Yıllık planlarda yıl içi projeler planlanmış, 5 yıllık planlar 5 yıllık projeleri ve kaynak kullanımını planlamış, 3 tane 5 yıllık plan uzun vadeli planlamayı hedeflemiştir. Uzun vadeli planlar yapısal dönüşümleri planlamaktadır Temel amaç yıllık büyüme rakamlarına ulaşmaktır. Fakat bunun dışında birbirleriyle çelişen çok sayıda sosyo-ekonomik yapı değişikliği öngörülmüş, bunlara nasıl ulaşılacağına değinilmemiştir.

22 Tüm planlarda sanayileşme öncelikli hedeftir
Tüm planlarda sanayileşme öncelikli hedeftir. Doğal olarak planlar da bu doğrultuda hazırlanmıştır. Ancak sanayileşmeye her plan aynı şekilde yaklaşmamıştır. Öncelikle 30’lu yılların anlayışı gibi sadece sanayileşme hedeflenmemiştir. Verilen ağırlıklarda da farklılıklar vardır. Örneğin İBYKP, Birinciye göre sanayileşmeye daha fazla ağırlık vermiştir. BBYKP, ikinciye göre daha sosyal içeriklidir. Kırsal kesimin kalkınmasına daha fazla ağırlık vermiştir.

23 Planların tüm ekonomiyi kapsaması, makro değişkenlerin birbirleri arasındaki ilişkiler dikkate alınarak gerçekleştirilmiştir. Örneğin planlanan GSMH büyümesine ulaşmak için, veri bir sermaye/hasıla oranında ne kadar yatırım yapılması gerektiği hesaplanmıştır. Bu yatırımlar iç ve dış kaynak kullanımı ile finanse edileceğinden, büyüme aslında marjinal tasarruf meyline ve dış kaynak teminine bağlıdır.

24 Planlarda ekonomik ve toplumsal yapı veri kabul edilmiştir
Planlarda ekonomik ve toplumsal yapı veri kabul edilmiştir. Yalnız ÜBYKP’da bazı toplumsal dönüşümler yapılması gerektiği vurgulanmış ve bu gereklilik hedefler arasında yer almıştır. İlk 2 planda ölçek ve teknoloji seçimine ilişkin açık bir karar bulunmamaktadır. Fakat ÜBYKP’dan itibaren bu konuya açıklık getiren kararlar söz konusu olmuştur. Oluşturulan her plan, onu hazırlayan siyasi iktidarın görüşlerini yansıtmıştır.

25 Planların Öncelikli Hedefleri
Değişmez hedef GSMH’nin yüksek ve istikrarlı bir şekilde artmasıdır. BBYKP’da %7, İBYKP’da %7.9 ve ÜBYKP’da %8.2 gibi oldukça yüksek büyüme rakamları hedeflenmiştir. Hedefler belirlenirken basit Harrod-Domar modelinden yararlanılmıştır. g=I/k

26 Burada g, hedeflenen büyüme oranını; I, GSMH’nin bir oranı olarak yatırım ya da tasarruf oranını; k ise, marjinal sermaye hasıla oranını temsil etmektedir. k, ekonominin gelişme düzeyi, sektörlerin GSMH payları, girdi çıktı ilişkileri ve kullanılan teknoloji gibi bazı değişkenlerden etkilenmektedir. Birinci planda 2.6 olarak veri alınmıştır. Bu durumda hedef olan %7’lik büyüme için, GSMH’nin %18.2’si oranında yatırım ya da tasarruf yapılmalıdır.

27 İBYKP’da da yine %7 büyüme hedef alınmış, ancak bu sefer sermaye hasıla katsayısı 3.2 varsayılmıştır. Bu durumda ise GSMH’nin %22.4’ünün yatırımlara ayrılması gerekmektedir. ÜBYKP’da amaçlanan kalkınma hızı yıllık ortalama %7.9 ve sermaye hasıla katsayısı (ICOR) 3.2 olarak alınmıştır. Bu durumda ise GSMH’nin %25.3’ünün yatırımlara ayrılması gerekmektedir.

28 Kalkınma planlarındaki temel hedef GSMH’nin yüksek oranlarda artması ve bu büyümenin temel olarak sanayileşme ile sağlanmasıdır. Bunu başarma konusunda karşılaşılan en büyük zorluk, yukarıda da görüldüğü gibi, yüksek düzeyde yatırım yapılması gerekliliği ve bunu başarmak için yurt içi tasarrufların yetersiz oluşudur. Diğer taraftan yatırım mallarını ithal eden bir ülke için döviz temini de oldukça zordur.

29 Bu zorluklar planlanan yatırımların gerçekleşmesini engellediği gibi, mevcut tesislerin de optimal kapasite ile çalışmasını engellemiştir. Yatırımların sektörel dağılımı da planlanan büyüme rakamlarına ulaşmada oldukça önemlidir. Çünkü her sektörün ICOR’u aynı değildir. Bu başarılmazsa planlanan büyüme rakamına da ulaşılamamaktadır.

30 Diğer bir öncelikli hedef sanayileşmedir.
Her ne kadar dengeli bir büyümeden, ileriye ve geriye dönük bağlantılardan söz edilse de, sanayileşmeye her zaman öncelik verilmiştir. Çünkü sanayileşme toplumun yaşam standartlarını yükseltecek bir büyüme aracı ve toplumsal ve ekonomik gelişmenin temel şartı olarak kabul edilmiştir.

31 Sanayileşmeden amaç sadece sınai hasılanın artması değil, sanayide yapısal bir dönüşümün yapılmasını da içermektedir. Sanayideki yapısal dönüşümden kasıt, tüketim malları üretimine ağırlık veren mevcut sanayi yapısından uzaklaşıp ara ve yatırım malları üretimine yönelmektir. Teknolojiyi ilerletmek ve hatta teknoloji üretmektir.

32 O dönemki Türkiye’nin gelişmişlik düzeyi, neredeyse refleksif olarak ithal ikameci sanayileşme stratejisini seçmeyi gerektirmektedir. Nitekim yine öyle olmuş ve ithal ikameci strateji benimsenmiştir. BBYKP’da kamu kesimi de dayanıklı tüketim malları ikamesine ağırlık vermiştir. İBYKP ve ÜBYKP’da özel kesim nispeten daha karlı olan dayanıklı tüketim malları üretiminde kalınca, ara ve yatırım malları üretimi kamu kesiminin üzerine kalmıştır.

33 BBYKP’da plan hedeflerine ulaşma konusunda kamu kesimine daha fazla rol biçilmiştir.
Ekonomiye doğrudan müdahaleler ve kamu yatırımları bu amaca yönelik olarak kullanılmıştır. İBYKP’da ise hedeflere ulaşmak için piyasa mekanizmasına güvenilmesi gerektiği vurgulanmış; ucuz kredi, yatırım indirimi, vergi indirimi, gümrük muafiyeti, düşük vergi oranı ve ayrıcalıklı döviz tahsisi gibi teşvikler uygulanmıştır.

34 İhraç malları üretimine ağırlık verilmesi DBYKP’da yer almış olsa da, temelde bir strateji dönüşümü olmamış yani etkisiz kalmıştır. Bu strateji dönüşümü ancak 24 Ocak 1980 kararları ile başarılabilmiştir. Bir diğer amaç da ödemeler bilançosu açıklarının kapatılması, dış kaynak ihtiyacının azaltılmasıdır. BBYKP, İBYKP ve ÜBYKP’da bu hedef sürekli gözetilmiş, ancak bunun başarılamadığı görüldükten sonra, DBYKP’dan itibaren bilinçli bir borçlanma politikası uygulanması gerektiği belirtilmiştir.

35 Ek istihdam olanaklarının oluşturulması uzun vadeli hedeflerden biridir.
Fakat bu hedefe uygun davranıldığını söylemek güçtür. Ekonomik gelişmenin sağlanması ile istihdam sorununun kendiliğinden çözüleceği düşünülmüştür. Planların istihdam sorununa yaklaşımları da farklılıklar göstermiştir. Örneğin BYKP’da açık işsizliğin artmasını önlemek için kırsaldan kente göçün önlenmesi gerektiği, bu nedenle de tarım sektörüne ağırlık verilmesi gerektiği belirtilirken,

36 İBYKP’da istihdam sorunu sanayileşme ile birlikte aşılacak sorunlardan biri olarak görülmüştür. Sanayileşme açısından kentleşme teşvik bile edilmiştir. ÜBYKP’da kısa dönemde sanayileşme ile istihdam hedeflerinin çatıştığı söylenmekte, istihdam sorunu uzun vadede çözülmek üzere terk edilmektedir. DBYKP’da ise istihdamdan bahis dahi edilmektedir. Sadece nitelikli eleman yetiştirilmesi üzerinde durulmaktadır.

37 Gelir dağılımının düzeltilmesi için mali ve sosyal politikalar uygulanması gerektiği vurgulanmıştır. Fırsat eşitliği için uygulanacak politikalardan söz edilmiştir. BBYKP’da çalışanların sosyal güvenlik ve sendikal haklarını yasa bağlamında güvence altına almaya yönelik hedefler vardır. Nitekim ilk 3 plan döneminde uygulanan Keynesçi politikalar ile bilinçli bir şekilde emekçi kesimin gelir dağılımından aldığı pay artırılmaya çalışılmıştır.

38 1970-79 döneminde emek gelirlerinin milli gelir içindeki payı artmıştır.
İmalat sanayiinde TÜFE’ye göre hesaplanan reel ücretlerin döneminde %73, döneminde %45 yükseldiği görülmüştür. Kalkınma planları sosyal amaçların çokluğu ile dikkat çekmektedir. Bu kadar amacın hepsine birden ulaşmak olanaksızdır. Nitekim DBYKP’da dahi bu hedeflerin olması, hedeflere ulaşılamadığının bir göstergesidir.

39 Zaman içerisinde değişen konjonktüre göre farklı amaçlar planlarda yer almıştır.
Örneğin AT’ye üye olmak ve üye olabilmek için ekonomiyi gerekli gelişmişlik düzeyine taşımak ÜBYKP’nın hedefleri arasındadır. ÜBYKP ile önceki 15 yıllık uzun vadeli strateji terk edilmiş, yeni bir 22 yıllık uzun vadeli plan yapılmıştır. Bu yeni uzun vadeli planın yeni amacı ekonomiyi AT’ye hazırlamaktır.

40 Yukarıda sayılan temel amaçların yanı sıra, bir çok amaca daha yer verilmiştir.
Örneğin, bölgesel kalkınma farklılıklarının giderilmesi, kooperatifleşmenin geliştirilmesi, KİT’lerin yeniden organizasyonu, doğal çevrenin korunması, verimliliğin artırılması, sağlıklı kentleşmenin sağlanması vb. Bu kadar amacın nasıl finanse edileceği ve nasıl koordine edileceğine değinilmemiştir Planlara yöneltilen en büyük eleştiri, amaçların bolluğu ve amaçların fazla iyimser oluşudur.

41 Ekonomide Büyüme ve Yapısal Değişme
döneminde GSMH 73.3 milyar TL’den milyar TL’ye yükselmiştir. Yani yaklaşık 3 katı artmıştır. döneminde GSMH yılda ortalama %6.7 oranında artmıştır. Tarım sektöründeki büyüme, hep plan hedeflerinin gerisinde kalmıştır. döneminde tarım sektörü yıllık ortalama %3.2 oranında büyümüştür.

42 Aynı dönemde nüfusun yıllık ortalama %2
Aynı dönemde nüfusun yıllık ortalama %2.6 oranında arttığı düşünülürse, kişi başına düşen tarımsal hasıla %0.6 oranında artmıştır denilebilir. Hizmetler sektöründe her 3 plan döneminde de hedefler aşılmıştır. Dönem boyunca tarımın GSMH içerisindeki payı giderek azalırken, hizmetler ve sanayi sektörlerinin payları giderek artmıştır. ÜBYKP döneminde tarımın GSMH içerisindeki payı, sanayinin gerisinde kalmıştır.

43 Bu durum tarım sektörüne önem verilmediği ya da tarımsal üretimin gerilediği şeklinde yorumlanmamalıdır. Hizmetler ve sanayi sektörleri tarımdan daha hızlı büyüdüğü için tarım nispi anlamda gerilemiştir. Nitekim 1978’de tarımın payı artarken diğer sektörlerin payı azalmıştır. Bunun da nedeni o yıllarda yaşanan krizdir. 1978 krizinde; yüksek enflasyon, ödemeler bilançosu açıkları, döviz darboğazı, enerji kıtlığı ve eksik kapasite kullanımı ön plandadır.

44 Bu sıkıntılar tarımdan daha ziyade sanayi sektörünü olumsuz yönde etkilemiştir.
Nitekim, ÜBYKP döneminde yıllık ortalama %9.9 oranında büyüyen sanayi sektörü, 1978’de sadece %3.7 büyümüştür. -- Sektörel gelişmelerin incelenmesinde kullanılan bir diğer yaklaşım, büyüme esnekliği yaklaşımıdır. Büyüme esnekliği, tüm ekonomi %1 büyüdüğünde alt sektörlerin % kaç büyüdüğünü göstermektedir.

45 Büyüme esnekliği en yüksek olan sektör, ekonomiye en çok marjinal ve ortalama hasıla katkısı yapan sektördür. dönemine ilişkin veriler incelendiğinde, Türkiye ekonomisine en çok katkı sağlayan sektörün sanayi sektörü olduğu görülür (1.397) En az katkıyı ise tarım sektörü sağlamaktadır (0.484) Bu manzara İtalya için de geçerli olmakla birlikte, İtalya’da sanayinin ekonomiye katkısı daha yüksektir (1.559)

46 Aslına bakılırsa hizmetler sektörünün gelişmesi döneminde başlayan, planlı dönemde de devam eden ve pek de sağlıklı olmayan bir gelişmedir. İlk 3 plan döneminde hizmetler sektörünün planlanandan daha fazla gelişmesi, bu sektöre planlanandan daha fazla yatırım yapılması nedeniyledir. Bu dönemde toplam sabit sermaye yatırımlarının %50’den fazlası hizmetler sektörüne (konut ve ulaştırma) yapılmıştır.

47 Normal koşullarda hizmetler sektörü, reel sektörlerin gelişmesine paralel bir şekilde gelişmelidir.
Reel sektördeki gelişmelerin önüne geçen bir hizmetler sektörü gelişmesi, toplumsal rantların oluşmasına ve kaynak dağılımının bozulmasına yol açar.

48 Tarım Sektöründeki Gelişmeler
Bir önceki kısımda tarımın ekonomi içindeki ağırlığının azaldığını, sanayi ve hizmetler sektörlerinin ağırlıklarının arttığını belirtmiştik. Bu oldukça normal bir gelişmedir. Büyüme teorilerinin de öngörüsü zaten bu doğrultudadır. Ekonomik gelişme arttıkça zaten bunun böyle olması beklenmektedir.

49 Ekonominin gelişmişlik düzeyi arttıkça, tarımın sadece GSMH’ye olan katkısı değil, aynı zamanda; tarımın döviz katkısı, kaynak kullanımı ve piyasa katkısı da azalacaktır. Bu durum Türkiye için de aynen beklenildiği gibi olmuştur. Tarımın 1960’da istihdamdaki payı %75 iken, 1980’de %57.6’ya inmiştir. Üstelik kırsal kesimde doğurganlık oranı daha yüksektir. Buna rağmen göçler nedeniyle, tarım sektörü diğer sektörlere işgücü transfer ettiği için bu oran azalmıştır.

50 Planlı dönemin başında ihracat gelirlerinin yaklaşık %79
Planlı dönemin başında ihracat gelirlerinin yaklaşık %79.3’ü tarımsal ürünlerden elde edilirken, bu oran 1978’de %67.4’e gerilemiştir. Oran her ne kadar ciddi bir düşüş gösterse de, ihracatımız bu dönem itibariyle hala tarımsal ürünlerin ağırlığını taşımaktadır. Bu oran 1980’li yıllardan sonra, ihracata dayalı sanayileşme stratejisinin uygulanması ile birlikte süratle düşmüştür. 1985’de %21.6 ve 1987’de %18.2 olmuştur.

51 Tarımın ekonomi içerisindeki payının giderek azalması, geçimini bu sektörden sağlayanların nispi olarak fakirleşmesi ile sonuçlanmıştır. Tarım sektöründe yaratılan ortalama katma değer, yıllar itibariyle giderek azalmıştır. -- Tarım sektöründeki düşük büyüme ve buna karşılık tarımın hala ekonomide ciddi bir pay sahibi olması; iktisadi büyümenin düşük kalmasına, devresel dalgalanmalara ve ekonomik büyümede istikrarsızlıklara yol açmıştır. Piyasalar arası bütünleşmeyi ve para kullanımının yaygınlaşmasını engellemiştir.

52 Her ne kadar tarımın payı giderek azalıyor desek de, Orta Gelirli Ülkeler (OGÜ) ile karşılaştırıldığında tarımın payı hala oldukça yüksektir. Örneğin 1980 yılında Türkiye için tarımın GSMH’deki payı %24.1 ve istihdamdaki payı %57’dir. Oysa bu değerler OGÜ ortalaması olarak sırasıyla %16.1 ve %30.7’dir. Yani özetle Türkiye OGÜ’ler arasında hala daha tarımsal ve daha köylü bir görünüm arz etmektedir.

53 Tarımda Yapısal ve Kurumsal Değişme
döneminde tarımsal işletme sayısı 3.1 milyondan 3.7 milyona İşlenen arazi miktarı 16.7 milyon hektardan 22.6 milyon hektara yükselmiştir. Ekilen arazi büyüklüğü işletme sayısından daha hızlı arttığı için, işletme başına ekilen alan 5.4 hektardan 6.2 hektara yükselmiştir.

54 Fakat cüce işletme sayısı oldukça fazladır ve zaman içinde artmıştır.
İşletmelerin yaklaşık %62’si 50 hektardan küçük arazi üzerinde faaliyette bulunmaktadır. 1971 yılında toprak reformu yapmak için “Tarım ve Toprak Reformu Kanunu” çıkarılmış, ancak Anayasa Mahkemesi bu kanunu iptal ettiği için sonuçsuz kalmıştır. Cüce işletmelerin yanı sıra; yarıcılık, marabalık ve kiracılık gibi çağ dışı toprak usullerinin devam etmesi, sermaye birikimini ve teknolojik gelişmeyi engellemiştir.

55 Tarımsal toprakların işletmeler arasındaki dağılımı adaletsizdir ve bu adaletsizlik giderek artmıştır. 1980 yıllara doğru cüce işletmeler gibi topraksız köylülerin de arttığı görülmektedir. döneminde tarımda çağdaş sermaye kullanımı ve ortalama verimlilik artmıştır. Tarımda makineleşme devam etmiştir.

56 Ekilen alanlar genişlemiştir.
Verim artırıcı girdilerin kullanımı artmıştır. Verim artırıcı girdilerdeki artış, özellikle sınai bitki ve yağlı tohum üretimini artırmıştır. Neticede tarımsal üretimde bir artış söz konusudur. Bütün bunlara rağmen, Türkiye tarımındaki modern girdi kullanımına bakıldığında, halen Akdeniz ülkelerinden oldukça geri olduğu görülmektedir.

57 Örneğin 1978 yılı verilerine göre, Türkiye her 100 hektar başına 1
Örneğin 1978 yılı verilerine göre, Türkiye her 100 hektar başına 1.9 traktör ve 518 kg kimyasal gübre kullanılırken, bu oranlar İtalya için 7.7 ve 1805, İspanya için 2.2 ve 787 ve Yunanistan için 3.1 ve 1463’tür. -- Türkiye tarımında hem üretim payı hem de istihdam açısından en büyük pay bitkisel üretimdedir. Tarımsal üretimin bileşiminde cumhuriyet tarihi boyunca pek bir değişiklik olmamıştır.

58 döneminde toplam tarımsal üretimin %58-62’si bitkisel üretim iken %33-38’i hayvani üretimdir. Tarımın önemli olduğu Batı Avrupa ülkelerinde (Hollanda, Danimarka ve Norveç gibi) bu görünüm daha farklıdır. Bu ülkelerde; hayvancılık, su ve orman ürünlerinin de payı oldukça yüksektir. Bunun nedeni; halkımızın kültür yapısı, gelenekleri, beslenme alışkanlıkları, ülkenin iklimi ve topgrafik yapısıdır.

59 döneminde tarımsal ürün bileşiminin hayvancılık aleyhine değişmesi büyük ölçüde uygulanan politikaların bir sonucudur ve ekonomik gelişme sürecine aykırıdır. Bu dönemde hayvani ürün arzı talebin gerisinde, bitkisel ürün arzı ise talebin üzerinde seyretmiştir. Gelişmeyle birlikte artacak olan hayvani protein talebi planlarda dikkate alınmamıştır. Bu dengesizlik günümüzde de devam etmektedir.

60 Sanayi Sektöründe Gelişmeler
Kalkınma planlarında sanayileşme ile ekonomik gelişme eş anlamlı kabul edilmiştir. Bunu daha önce belirtmiştik. Çünkü bu planlara göre üretim ve gelir yaratan her iktisadi faaliyet aynı derecede önemli değildir. Bu açıdan sanayileşmenin üstünlüğü vardır. Bu nedenle sanayileşme ekonomik gelişmenin odak noktasındadır.

61 İlk 3 plan döneminde sanayi kesimi için hedeflenen değerlere oldukça yaklaşılmıştır.
Buna rağmen ÜBYKP’dan itibaren giderek ağırlaşan bir ekonomik bunalıma girilmiştir. Bu nedenle planların sayısal gelişmelerinden daha ziyade niteliksel özellikleri ele alınmalıdır.

62 Sanayileşme Politikası
Planlı dönemde Cumhuriyetin ilk yıllarından bu yana uygulanan ithal ikameci sanayileşme modeli uygulanmıştır. Temel tüketim mallarının ithal ikamesi büyük ölçüde önceden başarıldığı için, ilk 3 plan döneminde dayanıklı tüketim malları, ara ve yatırım mallarının ithal ikamesine öncelik verilmiştir.

63 1970’li yılların 2’inci yarısında da ara malları ikamesinde önemli bir aşamaya gelinmiştir. Fakat yatırım malları ikamesinde pek bir gelişme olmamıştır. Bir ülkenin sanayileşme düzeyi yatırım malları sanayisinin sanayi sektörü içindeki payına göre değerlendirilebilir. Ancak bu da tek başına yeterli değildir. Gerçek bir sanayileşme, sanayileşmede ulaşılan her aşamada kullanılan teknoloji, verimlilik, maliyet ve ileriye ve geriye dönük bağlantılar açısından gösterdiği performans önemlidir.

64 Önceki aşamaların tam özümsenmediği, her aşamaya uygun teknolojinin kullanılmadığı ve sektörler arasında ileriye ve geriye dönük bağlantıların sağlanmadığı ülkelerde, sanayileşmenin ileri aşamalarına geçildikçe ekonominin dışa bağımlılığı azalacağı yerde artar. Ekonomide tıkanıklıklar baş gösterir. Bu tıkanıklık kullanılan teknoloji ve girdiler bakımından dışa bağımlılığın artmasından ileri gelmektedir.

65 ÜBYKP döneminde yaşanan kriz, büyük ölçüde bu tıkanıklıktan kaynaklanmıştır.
Petrol fiyatlarındaki yükseliş, Kıbrıs Barış Harekatı ve anarşi gibi etkenler olmasaydı bile, bu kriz zaten yaşanacaktı. Çünkü Türkiye için temel sorun kendi kalkınmasını kendi kaynakları ile finanse edememesi ve dışa bağımlı kalmasıdır. Dışa bağımlılık ise kaynak yetersizliği değil, kaynakların yanlış kullanılması yani kaynak israfıdır.

66 İthal ikameci strateji döviz kazanmayı değil, döviz tasarruf etmeyi amaçlar.
Sanayileşmenin bu aşamasında, yatırım malları, yedek parça ve ara girdi ihtiyacı tamamen yurt dışından temin edildiği için, ya sanayi üretimi kısılacak ya da döviz darboğazı yaşanacaktır. Türkiye ikinci problemi yaşamıştır. 40 Cent’e muhtaç olduğumuz yıllar bu yıllardır.

67 Nüfusu az ve iç pazarı dar olan ülkelerde ithal ikameci strateji uygulamak rasyonel değildir.
Dayanıklı tüketim malları açısından herhangi bir sorun yaşamamışız. Fakat ara ve yatırım malları üretimi için daha büyük ölçekli ve daha ileri teknoloji kullanan bir üretim gerekmektedir. Teknoloji temin etme sorunu bir tarafa, büyük ölçekli tesisi kurmak için gerekli olan sermaye mallarını temin etmek daha da büyük bir problem olarak karşımıza çıkmıştır.

68 Kurulan tesislerin tam kapasite ile çalıştırılıp maliyetin düşürülmesi de ayrı bir sorun olagelmiştir. Bu problemlerin aşılması için büyük bir piyasa gerekmektedir. -- İthal ikameci strateji büyük bir iç Pazar gerektirdiğinden koruma da gerektirir. Ancak uzun süreli bir koruma, ülke içi ekonomik etkinliği azalttığı gibi, tekelleşmelere de neden olur.

69 Etkisiz ya da kısa süreli bir koruma ise, yerli sanayinin yeterince gelişememesi sorununu doğurur.
İşte 1970’li yaşanan sıkıntılardan biri de budur. Uzun süreli koruma, Türkiye’de montaj sanayiine dayalı tekelci bir yapının oluşmasına yol açmıştır. -- İthal ikameci stratejide uygulanan bir diğer politika da özendirmedir, yani teşviklerdir.

70 Ancak uygulanan bu teşvikler ekonomide kaynak dağılımını bozucu bir etki yapar.
İBYKP’dan itibaren sanayi sektöründe yoğun bir teşvik sistemi uygulanmıştır. Bunlardan bazıları şunlardır: yatırım indirimi, gümrük vergi ve resimlerinin taksitlendirilmesi, kredi kolaylıkları ve gümrük vergisi muafiyetleridir.

71 İmalat Sanayinde Yapısal Değişme
Yerli sanayinin yoğun bir şekilde korunmuş olması; Rekabetçi olmayan, Geri teknoloji kullanan, Ölçek ekonomilerinden yararlanmayan, Eksik kapasite ile çalışan bir sanayi yapısının ortaya çıkmasına neden olmuştur.

72 Her ne kadar planlanan büyüme hedeflerinin gerisinde kalmış olsa da, sanayi sektörünün hızlı bir şekilde büyümüş olması, Hatta GSMH artış hızından daha hızlı büyümüş olması, sanayi sektörünün GSMH içerisindeki payının artması ile sonuçlanmıştır. Sanayi sektöründeki bu gelişme, kapasite ve üretim miktarlarının artması şeklindeki nicel bir gelişmedir. Teknoloji ve nitel gelişmeler sınırlı kalmıştır.

73 Sanayi sektöründe istihdam edilen emek miktarı gibi tüm sayısal veriler artarken, verim artışı ve kalite iyileşmesi oldukça düşük kalmıştır. Sanayinin rekabet gücünde de gözle görülür bir artış olmamıştır. Nitelikten ziyade nicel gelişmelerin olması şu nedenlere bağlanabilir: Düşük veya negatif faiz uygulanması, TL’nin aşırı değerlenmesi üzerine kurulu bir kur politikası,

74 Yurtiçi üretimin çeşitli politikalarla yüksek oranda korunması,
Çeşitli politikalarla sanayiye yurt içi piyasalarda tekel gücü kazandırılması. Bu gibi nedenlerle öz sermaye kullanmak yerine kredi kullanımı artmıştır. Aşırı karlılık zaman zaman otofinansmandan da yararlanma yollarını açmıştır. Sanayi sektörü bu şekilde mutlak ve nispi olarak büyürken yapısal değişim de geçirmiştir.

75 Yapısal değişimden kastedilen şey, ara ve yatırım malları üretmeye başlamaktır.
Nitekim İBYKP döneminden itibaren, ara ve yatırım malları üreten alt sanayi dallarında bir gelişme gözlemlenmiştir. Sanayi sektörü; imalat sanayi, madencilik sanayi ve elektrik, su ve gaz üretimi faaliyetlerini kapsamaktadır. Ama ağırlık imalat sanayindedir. döneminde sanayi sektöründe yaratılan hasılanın %85’i imalat sanayinde yaratılmıştır. İmalat sanayinde çalışanlar, sanayi sektöründe çalışanların %90’ını oluşturmaktadır.

76 İş yeri sayısı, istihdam, üretim değeri ve katma değer açısından, ara ve yatırım mallarının payı sürekli artarken, tüketim mallarının payı giderek azalmaktadır (Tablo 6.7) 1978 yılında ulaşılan % değerler, 1970 yılı gelişmekte olan ülkelere ait değerlere benzemektedir (Tablo 6.8) Ara ve yatırım mallarının nispi payının artıp, tüketim mallarının nispi payının azalması, ekonominin sanayileşmeye başladığını göstermektedir.

77 Bu yapısal değişim iyi bir şey olmasına karşılık, ekonominin dışa bağımlılığının artmasına yol açmıştır. Bu değişim Tablo 6.9’dan izlenebilir. Söz konusu bu yapısal değişim planların öngördüğü doğrultuda olmasına rağmen, planların öngördüğü düzeyde olmamıştır. Ara ve yatırım malları üretimindeki gelişme plan hedeflerinin gerisinde kalırken, dayanıklı tüketim mallarındaki gelişme öngörülenin üzerinde olmuştur.

78 Bir iddiaya göre bu dönemde yaşanan yapısal değişim, sanayileşme sürecinin doğal bir evresi olduğu ve planların bu noktada bir etkisinin olmadığı şeklindedir. Çünkü planlarda koruma ve özendirme araçları etkili ve seçici bir şekilde oluşturulmamıştır. Nitekim bu dönemde özel kesim tarafından üretilen dayanıklı tüketim malları oldukça fazla kar getirmiştir.

79 Bu karlılığın nedenleri şunlardır:
Bu ürünlere olan iç talebin hızlı bir şekilde artması, Yurtdışı rekabete karşı yoğun şekilde korunmuş olması, KİT ürünlerinin bu ürünleri üreten özel kesim kuruluşları tarafından ucuza temin edilmesi ve Diğer özendirme tedbirlerinin seçici bir şekilde kullanılmamasıdır.

80 İmalat sanayinde küçük işyerleri çoğunluktadır
İmalat sanayinde küçük işyerleri çoğunluktadır sayımında tespit edilen 182 binin üzerindeki işyerinden sadece 9009 tanesi yani %4.95’i 10 kişiden fazla işçi çalıştırmaktadır. Sanayide küçük işletmelerin çoğunlukta olması şu sakıncalara yol açmaktadır: İleri teknoloji kullanımı güçleşir, Ölçek ekonomilerinden yararlanarak maliyetleri düşürmek mümkün olmaz,

81 Üretimde standartlaşmaya gitmek zorlaşır,
Sektör düzeyinde üretim planlaması yapmak zorlaşır, Sanayileşmenin ileri aşamalarına geçmek zorlaşır ve Muhasebe denetimi yapmak veya etkin şekilde vergilendirmek güçleşir. Nitekim ÜBYKP döneminde dayanıklı tüketim malları üretiminin nispi payının beklenildiği kadar düşmemesi, büyük ölçüde küçük işletme sayısının fazlalığından kaynaklanmaktadır.

82 Dayanıklı tüketim malları üreten sanayi dallarında aynı malı üreten çok sayıda işletme bulunabilmektedir. Bu olgu 2 nedene bağlanabilir: Bu dönemde sermaye piyasası gelişmemiş ve sermaye şirketleri yaygınlaşmamıştır, Sınai işletmelerin genelde ticari kazançlarla oluşturulan sermaye kullanılarak kurulmuş olması.

83 Oysa ara ve yatırım malları üretimi büyük ölçek ve ileri teknoloji kullanmayı gerektirir.
Ara ve yatırım malları üreten işletmeler, dayanıklı tüketim malları üreten işletmelerle ileriye doğru bağlantılıdır. Ekonomide çok sayıda küçük ölçekli işletme bulunması, ara ve yatırım malları üretiminde standartlaşmayı engellemektedir. ÜBYKP döneminde plan hedeflerine ulaşmayı engelleyen en önemli hususlardan biridir.

84 Gelir elastikiyeti de sanayi alt dallarını etkileyen önemli bir unsurdur.
Gelir elastikiyeti düşük olan malların talebi gelir artışı kadar olmaz. Yani bu malların talebi nispi anlamda azalır. İç talep düzeyi bu elastikiyetlerden önemli ölçüde etkilenirken, sanayi alt dallarının üretim düzeyini de etkilemiş olur. İç talebin yanı sıra dış talep de bu noktada oldukça önemlidir.

85 Nitekim Türkiye imalat sanayinde gıda maddeleri, dokuma, giyim ve deri mamullerinin ihracattaki payı önemli ölçüde artmıştır. Bu malların arzı iç talebi aşmış olsa da, dış talep sayesinde bu ürünleri üreten alt sanayi dallarında üretim ve istihdam gerilememiştir. -- döneminde gelişme gösteren bir diğer imalat sanayi alt dalı metal eşya sanayidir. Özel imalat sanayinde çalışanların %41’i bu alanda çalışmaktadır. 300 büyük firmanın 19’u bu alanda faaliyet göstermektedir. Yabancı sermaye kuruluşlarının da %38’i bu alandadır.

86 İmalat sanayindeki yapısal değişim ve alt sanayi dallarının farklı oranlarda gelişmesi şu nedenlere bağlanabilir: Sınai malların farklı iç tüketim elastikiyeti Her alt sanayi dalı için farklı ihracat ve ithalat olanakları Her alt sanayi dalında yatırımların marjinal etkinliğinin farklı olması Farklı özendirme, farklı kur, farklı faiz ve farklı gümrük uygulamaları Piyasa mekanizması dışında fiyat belirleme olanakları, tekel gücünün derecesi.

87 İmalat Sanayinde Kamu Kesiminin Ağırlığı
Türkiye’de devlete ait ekonomik işletmelerin en fazla bulunduğu alan imalat sanayidir. İmalat sanayinde devlete işletmelerin tamamı büyük işletme tanımlamasına uymaktadır. Devletin büyük işletmelerin %4.9’una sahiptir. Bunların istihdamdaki payı %35.8’dir. Büyük işletmelerin toplam üretimi içerisindeki payı da %33.4’tür. Tablo 6.10’dan takip edebilirsiniz.

88 Sanayi sektöründe kamu kesiminin bu kadar ağırlıklı olması şu nedenlere bağlanabilir:
1930’lardan itibaren sanayileşme KİT’ler vasıtasıyla gerçekleştirilmiştir. Geri kalmış yörelerin kalkındırılması ve özel kesimin ilgi duymadığı alanlara KİT yatırımları yapılmıştır. KİT’ler politik yatırım aracı, istihdam aracı, bölgesel kalkınma aracı, fiyat kontrol ve düzenleme aracı ve devlete gelir sağlama aracı olarak kullanılmıştır. KİT’ler gerçekten de sanayileşme amacı ile kurulmuştur.

89 1963-78 döneminde kamu kesiminin bu ağırlıklı payının giderek azaldığı görülür.
Özellikle de tüketim malları üreten alanlarda hızlı bir gerileme olmuştur. ÜBYKP döneminde tüketim mallarının %67’si özel kesim tarafından üretilmiştir. Oysa planlı dönemin başında bu oran %50’nin altındadır. 1975 yılında kamunun üretiminde en yüksek paya sahip olduğu imalat sanayi alt dalları şunlardır:

90 Kimya, petrol ve lastik %58
Kağıt ve basım sanayi ürünleri %51 Temel metaller %49 Yiyecek, içecek ve tütün %48 Devletin en düşük paya sahip olduğu alanlar ise şunlardır: Metal ürünleri ve makineler %12 Tekstil ve giyim eşyası %15

91 İmalat sanayi içinde kamu kesiminin payının azalması, KİT’lerin içinde bulunduğu sorunlar kadar, devletin altyapı yatırımlarına yönelip üretime yönelik yatırımları ikinci plana atmasından da kaynaklanmaktadır.

92 Kaynak Kullanımı ve Yatırımların Finansmanı
Kalkınma planlarının en önemli amacı, daha önce de belirtildiği üzere, hedeflenen büyüme rakamlarına ulaşılmasıdır. Bu hedeflere ulaşabilmenin de yolu, diğer şartlar veri iken ve ICOR’ların doğru hesaplandığı varsayımları altında, planlanan yatırımları gerçekleştirmektir. Ayrıca yatırımların dağılımı da planlarda öngörülenlere uygun olmalıdır.

93 İlk 3 plan döneminde hedeflenen yatırım düzeylerine ulaşılamamıştır.
Bu nedenle hedeflenen büyüme oranlarına da ulaşılamamıştır. Hedeflenen büyüme oranlarına ulaşılamamasının tek nedeni hedeflenen yatırım düzeylerine ulaşamamak değildir. Bunun 2 nedeni daha vardır: Alt sektör ICOR’ları yanlış hesaplanmıştır. Yatırımların sektörel dağılımında plan hedeflerine uyulmamıştır.

94 Yatırımların Sektörel Dağılımı
Yatırımların sektörel dağılımı, Tablo 6.11’den de görülebileceği gibi, plan hedeflerine uymamaktadır. Konut, ulaştırma ve imalat sanayi alt dallarına planlanandan daha fazla yatırım yapılırken, Tarım ve madencilik sektörlerine planlanandan daha az yatırım yapılmıştır.

95 arasında yatırımların %20’sini alan tarım sektörü, döneminde ancak %12.4’ünü alabilmiştir. Özellikle ÜBYKP döneminde hizmetler sektörü planlanandan fazla yatırım almıştır. -- İlk 3 plan döneminde ekonominin dışa bağımlılığının azaltılması hedeflenmiş olsa da, kaynak açısından dışa bağımlılık azalmamıştır.

96 İzlenen sanayileşme stratejisi, daha önce de belirtildiği üzere, döviz tasarrufu sağlamamıştır.
İhracatın kompozisyonu değişmediği için, geleneksel ihraç ürünlerinin ihraç edilen miktarlarını artırarak, dış ödemeler bilançosu açıkları kapatılamamıştır. Fakat işçi dövizleri bu dönemde önemli bir kaynak haline gelmiştir. BBYKP’da yatırımların %19’unun dış kaynak ile karşılanacağı öngörülmüş, ancak bu kadar dış kaynak temin edilememiştir. Ancak %11.3’ü dış kaynak ile finanse edilmiştir.

97 İBYKP’da dış kaynak ihtiyacı bu durum nedeniyle azaltılmış, ancak hedef yine de tutturulamamıştır.
ÜBYKP’da ise tam tersi olmuş, yatırımların %20’den fazlası dış kaynak ile finanse edilmiştir. -- İlk 3 plan döneminde kamunun ekonomideki ağırlığı (yatırımlar açısından) azalmamıştır. Toplam sabit sermaye yatırımlarının %52.7’si kamu, %47.3’ü özel kesim tarafından gerçekleştirilmiştir. İBYKP döneminde kamu kesimi yatırımları ancak beklenenin %83’ü kadar olmuştur.

98 Yatırımların beklenen düzeyin altında kalması, iç tasarrufların yetersiz oluşu ve beklenildiği kadar artmamasıdır. Ayrıca tasarrufların tamamı sermaye piyasasına çekilememiş ve yatırımlara yönlendirilememiştir. Türkiye’de döneminde iç tasarrufların GSMH’ye oranı %18 iken, Yunanistan’da %20, İspanya’da %22.3 ve Portekiz’de %13.5’tir.

99 Ayrıca Yunanistan ve İspanya’da toplam yatırımların dış kaynaklarla finanse edilen kısmı oldukça azdır. İspanya 1969’dan sonra borç verebilecek bir düzeye ulaşmıştır. Dış kaynaklara bağımlılığın tek nedeni, iç tasarrufların yetersizliği değildir. İthal ikameci sanayileşme stratejisinin de bunda payı bulunmaktadır. Sanayileşmenin ilerleyen aşamalarında, yatırımların ithalata bağımlılığı artmıştır.

100 Yatırımların Finansmanı
döneminde toplam sabit sermaye yatırımlarının %52.7’sini kamu, %47.3’ünü özel kesim gerçekleştirmiştir. Buna karşılık aynı dönemde tasarrufların %45’i kamu, %55’i özel kesim tarafından yapılmıştır. Dönem boyunca kamu yatırımları hep hedeflenenden daha fazla olmuştur. Kamu kesimi tasarruf açığı iç ve dış borçlanma ile kapatılmaya çalışılmıştır.

101 Özel kesim yatırımları 1. ve 3. plan döneminde hedefleri aşmıştır
Özel kesim yatırımları 1. ve 3. plan döneminde hedefleri aşmıştır. Özel kesim tasarruf açığı ise, yabancı özel sermaye ve özel kesime açılan dış kredilerle finanse edilmiştir. -- Kamu kesiminde yatırımcı kuruluşlar sadece yatırımlarını finanse etmek için değil, aynı zamanda işletme zararlarını ve ek döner sermaye ihtiyaçlarını karşılamak için de kredi kullanmışlardır.

102 Kamu yatırımcı kuruluşların kredi ihtiyaçları sürekli artış göstermiştir (bkz: Tablo 6.12)
Ancak bu artış büyük ölçüde işletme zararlarını finanse etmek için olmuştur. Örneğin kamu kredi ihtiyacı 1970’de %16.4 oranında işletme zararlarından kaynaklanırken, bu oran 1978 yılında %30.5’e yükselmiştir. -- Kamu kuruluşlarına en çok kredi veren kuruluşların başında “Devlet Yatırım Bankası” gelmektedir.

103 Bu banka, kamu yatırımlarını finanse etmek için 1964 yılında kurulmuştur.
Hükümet sübvansiyonları, sosyal güvenlik kuruluşlarının tahvil satışları ve dış krediler bankanın gelir kaynaklarıdır. Zaman içerisinde söz konusu bankanın gelirleri, KİT’lerin kredi ihtiyacını karşılamaya yetmediği için, TCMB kaynaklarına müracaat edilmiştir. Tablo 6.12’nin ilk kısımlarında KİT’lerin pek fazla MB kaynağı kullanmadığı gibi bir izlenim oluşmaktadır. Ancak bu izlenim yanlıştır. KİT zararları bütçeden finanse edilirken, bütçe açıkları MB kaynakları ile finanse edilmiştir. Yani dolaylı olarak MB kaynakları bu dönemde de kullanılmıştır.

104 Nitekim bu dönemde TCMB kamu kesiminin en büyük kredi kaynağıdır.
döneminde banka kredilerinin %62’si kamu kesimine ayrılmıştır. Kamunun normal bankacılık sisteminden aldığı kredilerin payı ise sadece %10 civarındadır. MB’nın kamuya açtığı krediler şu kanallardan yatırımcı kuruluşlara ulaşmaktadır:

105 Bütçe ihtiyaçları için Hazine’ye doğrudan avans,
Katma bütçeli kuruluşlardan Tekel’e avans niteliğinde kredi, Bazı KİT’lere (TŞF, TMO, DYB ve 1974ten sonra doğrudan bazı KİT’lere) finansman kredisi. -- 1970’lerdeki enflasyonun en büyük nedenlerinden biri de KİT açıklarının finansmanı için TCMB kaynaklarının kullanılmış olmasıdır.

106 KİT ürünleri idari kararlarla maliyetlerinin altında satılmıştır.
KİT’lerde; organizasyon bozuklukları, aşırı istihdam, yatırımlarım zamanında yenilenmemesi, eksik kapasite ile çalışmaları ve politik müdahaleler bu kuruluşların yüksek maliyetle çalışmasına yol açmıştır. KİT ürünleri maliyetinin altında satılıp zarar ortaya çıkınca, bu zararlar bütçe ve MB kaynakları ile finanse edilmiş, neticede para arzı genişlemiştir.

107 Bu politikalar hem ekonomik istikrarsızlığın temelini oluşturmuş, hem de KİT ürünlerini ucuza alan özel kesime kaynak aktarıldığı için, kaynak dağılımında etkinlikten uzaklaşılmıştır. -- Toplam sermaye yatırımlarının BBYKP döneminde %11.3’ü, İBYKP döneminde %3.7’si ve ÜBYKP döneminde %20.8’i dış kaynak ile finanse edilmiştir.

108 Dış kaynağı daha fazla kullanan kesim kamu kesimi olmuştur.
Yabancı kaynaklar genelde şu 3 başlık altında toplanmıştır: Resmi proje ve program kredileri, Özel ticari krediler ve satıcı kredileri, Özel yabancı yatırımlar. döneminde borç ertelemeleri de dahil olmak üzere, 7288 milyon dolar yabancı kaynak temin edilmiştir.

109 Bunun 4598 milyon doları (borç ertelemeleri de dahil) proje ve program kredileri, 2111 milyon doları özel ticari ve özel satıcı kredileri ve 579 milyon doları özel yabancı yatırımlardır. 1975’ten sonra özel ticari kredilerde çok süratli bir artış olmuş ve 1977’de bu kanaldan giren dış kaynak miktarı 1162 milyon dolara ulaşmıştır. Bu artış büyük ölçüde “Dövize Çevrilebilir Mevduat (DÇM)” uygulamasından kaynaklanmıştır.

110 Hükümet bu dönemde, artan dış ödeme güçlükleri karşısında, kur garantili kısa vadeli ticari kredi kullanmak zorunda kalmıştır. yıllarında proje ve program kredilerinde de önemli artışlar olmuştur. Ancak bu kalemdeki artışlar taze kredi kullanımından değil, borç ertelemeden kaynaklanmıştır. Özel kesim yatırımlarının nasıl finanse edildiği ve ne kadar kredi kullanıldığını tespit etmek oldukça güçtür.

111 Büyük ölçüde küçük ölçekli olan bu işletmelerin sağlam muhasebe kayıtları yoktur ve olanlara da ulaşmak oldukça zordur. Özel kesimdeki küçük işletmeler yatırımlarını büyük ölçüde öz kaynaklarıyla ve yakın çevrelerinden edindikleri kredilerle finanse etmişlerdir. W. Hale, küçük özel işletmelerin kredi ihtiyaçlarının ancak %40’ının örgütlü kredi piyasalarından temin edildiğini düşünmektedir.

112 Özel kesimdeki büyük ölçekli işletmeler ise 2 kaynaktan kredi bulmaktadır.
Doğrudan ticaret veya yatırım bankaları kredilerine başvurmak, Sermaye piyasasına hisse senedi veya tahvil çıkarmak. Genelde holdingleşen büyük ölçekli özel kesim işletmeleri, kendi bankalarını kurmak suretiyle finans ihtiyaçlarını karşılamışlardır.

113 Kredi arzı talebine oranla yetersiz kalmıştır
Kredi arzı talebine oranla yetersiz kalmıştır. Bu nedenle kredi maliyetleri yüksek olmuştur. 1980 öncesinde mevduat faizleri hükümet tarafından düşük belirlenmiştir. Arzı yetersiz talebi fazla olan iktisadi bir büyüklüğün fiyatını düşük tutmak, tabii ki rasyonel bir davranış değildir. Bu büyüklüğün ticaretini yapanlar büyük kazançlar elde ederler.

114 Nitekim 1980 öncesinde de böyle olmuş ve örgütsüz kredi piyasaları genişlemiştir.
Bankalar da müşterilerine açtıkları kredilerin maliyetlerini, komisyonlarla ve şişirme işlem masraflarıyla yükseltmişlerdir. Özel işletmeler kredi maliyetindeki bu artışları kolayca ürettikleri ürünlere yansıttıkları için pek fazla şikayetçi olmamışlardır.

115 Bu dönemde banka kredilerinin %90’ı özel kesim %10’u kamu kesimi tarafından kullanılmıştır.
Özel kesime açılan kredilerin %30’un altındaki kısmı doğrudan üretken alanlara giderken, %70’den fazlası konut ve ticarete gitmiştir. 1970’lerin sonlarına doğru artışa geçen enflasyon, ticaret sektöründeki karları artırdığı için, bu türden bir dağılım ortaya çıkmıştır.

116 Tarım ve esnaflık gibi küçük ölçekli işletmelerin hakim olduğu alanlara zaten kar amacı gütmeyen kamu bankaları açmaktadır. Alınan kredilerin genelde ticaret sektöründe kullanılması, Yakup Kepenek’in de işaret ettiği gibi, oldukça normaldir. Çünkü ticari sermayenin sınai yatırıma dönüşmesi için, sanayi sektörünün göreceli daha karlı hale gelmesi gerekir.

117 Para ve Maliye Politikaları
Fiyatlar Genel Seviyesindeki Değişmeler dönemi yüksek büyüme ile düşük enflasyonun birlikte yaşandığı bir dönem olmuştur. Büyüme ortalama %6.3 iken, enflasyon ortalama %5.3 civarında olmuştur. Yüksek büyüme 1970’den sonra da devam etmiş, ancak düşük enflasyon düzeyi korunamamıştır.

118 1974 yılı hariç tutulduğunda, arasında enflasyonun %10 ile %20 arasında olduğu görülmektedir. 1974’teki Kıbrıs Barış Harekatı, askeri harcamaları artırdığı için, enflasyon da %30’lara tırmanmıştır. Ama 1975’te %9.9 ve 1976’da %15.7 gibi düzeylere indirilebilmiştir. dönemi, yüksek büyümenin olduğu, fiyat istikrarının bozulduğu, buna rağmen enflasyonun %20 düzeylerinde tutulduğu bir dönemdir.

119 1977’den sonra ise hem fiyat istikrarı bozulmuş, hem enflasyon artmış hem de büyüme oranları düşmeye başlamıştır. 1979’da büyüme oranı sadece %1’dir. 1980 yılında enflasyon %100’ü geçmiş, büyüme negatif olmuştur. Tablo 6.15 incelendiğinde, fiyat istikrarı yaşanan yıllarda yüksek büyüme rakamları tutturulduğu görülmektedir. Yani arada bir ilişki var gibi görünmektedir.

120 1970’li yılların sonlarında, enflasyon kontrolden çıkınca, büyüme oranları da küçülmeye başlamıştır.
Ama aradaki ilişki doğrudan bir ilişki değil, dolaylı bir ilişkidir. 1970’li yılların ikinci yarısında yaşanan döviz darboğazı hem enflasyonu yükseltmiş hem de büyümeyi sekteye uğratmıştır. 1970’li yılların sonlarındaki yüksek enflasyonun nedenleri şu şekilde sıralanabilir:

121 Kamu harcamalarının artması nedeniyle para arzının genişlemesi,
Ağustos 1970’de yapılan devalüasyon, İthal malları fiyatlarının (özellikle de petrolün) artmış olması, Tarım ürünleri taban fiyatlarının yükseltilmesi, Memur maaşlarının yükseltilmesi, Sendikalı işçilerin, enflasyon nedeniyle ücretlerinin artırılması, Kıbrıs Barış Harekatı nedeniyle Türkiye’ye uygulanan ambargolar ve yardımların kesilmiş olması.

122 Para Arzı ve Fiyatlar aralığında yıllık ortalama para arzı artışı %23.9’dur. Anılan dönemde kümülatif olarak para arzının 40 kat arttığı söylenebilir. 1970 öncesinde kaydi para asli paradan daha hızlı genişlemiştir. Bunun nedeni özel kesimin ticari banka kredilerini yoğun şekilde kullanmasıdır.

123 1970’den sonra emisyon genişlemesinin daha hızlı olduğu görülmektedir.
Bu dönemde fiyatlar genel düzeyindeki yükseliş, paranın satın alma gücünü düşürdüğü için, paraya olan talebi artırmıştır. Bir diğer nedeni de kamu harcamalarındaki artışın TCMB kaynakları ile finanse edilmiş olmasıdır. Dönemin sonlarında TCMB’nin özel kesime verdiği kredinin payı %25’e kadar gerilerken, hazineye ve KİT’lere verilen kredinin payı sürekli artmıştır.

124 TCMB yasası değiştirilmiş, Hazine’ye verilen krediler sınırlandırılmak istenmiş, ama bütçe kanunlarına konulan ek maddelerle bu kısıtlar sürekli aşılmıştır. TCMB resmen devletin finans kaynağı haline getirilmiştir. Artan döviz sıkıntısı karşısında 1975’te tekrar uygulamaya konulan DÇM’ler, 1976 yılında parasal tabanın %30 oranında artmasına yol açmıştır.

125 Maliye Politikası 1970’li yıllara vergi reformu ile giren Türkiye ekonomisi, kamu gelirlerini artırmayı başarmış, bu olumlu gelişme ’a kadar sürmüştür. 1970’li yılların sonlarında yükselen enflasyon, kamu gelirlerinin azalmasına yol açmış ve maliye politikası etkinliğini yitirmiştir.

126 1970’de çıkarılan “Finansman Yasası” bu olumlu gelişmede önemli bir rol oynamıştır.
Ancak dönemin sonlarına doğru, parasal genişlemede en önemli etkenlerden biri de maliye politikası olmuş ve istikrarsızlığı körüklemiştir. Bir ekonomide maliye politikasının 2 temel işlevi vardır: Ekonomik gelişmeyi istikrar içinde sürdürmeye yardımcı olmalıdır,

127 Sosyal adaleti sağlayacak bir vergi ve harcama politikası oluşturmalıdır.
Ama ne yazık ki, bu 2 amacı gerçekleştirecek bir maliye politikası hiç bir zaman oluşturulamamıştır. BBYKP döneminde oldukça düşük düzeylerde kalan bütçe açıkları, 1971’den sonra önemli ölçüde artmış ve ek finansman ihtiyacı oluşmuştur. Ek finansman ihtiyacı iç ve dış borçlanma ve MB kaynaklarından karşılanmıştır.

128 Bu açıktan finansman olayı tabii ki para arzını genişletmiş, bu da enflasyonun artışında önemli bir rol oynamıştır. Türkiye’de bütçe disiplini pek fazla ciddiye alınmamıştır. TBMM’nin hükümete verdiği harcama yetkisi, çeşitli kanunlarla ve kanun hükmündeki kararnamelerle aşılmış, oluşan açıklıklar Hazine ve MB kaynaklarından karşılanmıştır.

129 Bütçe harcamalarını denetleme işlemi genelde 4-5 yıl gecikmeyle yapılmış, pek de önemsenmemiştir.
1975’ten sonra kamu kesimi iç borçları da oldukça önemli düzeyde artmıştır. 1963’te 10.4 milyar TL olan iç borç stoku, 1978’de milyar TL’ye ulaşmıştır. döneminde iç borç yıllık ortalama artış hızı %43’tür. Ek finansman ihtiyacının bu kadar yüksek olması, ve bu ihtiyacın iç borçlanma ile kapatılmaya çalışılması, vergilendirilebilir gelirin az olduğu şeklinde yorumlanmamalıdır.

130 Asıl problem vergi mevzuatının güncel gelişmelere göre uyarlanmaması ve vergilerin etkin bir şekilde tahsil edilmemesidir. Kısacası 1970’lerin sonlarında artışa geçen enflasyon olgusunda, bir çok iç ve dış etken bulunmakla birlikte, en önemli 2 neden parasal genişleme ve kamu kesimi açıklarıdır.

131 Dış Ekonomik Gelişmeler
Bu dönemde dış ekonomik ilişkilerdeki gelişmeler daha önceki yıllarda olanların doğrultusunda şekillenmiştir. İthal ikameci ve yerli sanayiyi korumacı anlayış bu dönemde de sürdürülmüştür. İhracat yine büyük ölçüde tarımsal ürünlere dayalıdır. İthalat hacminde bir miktar artış olsa da, yine de kotalar, ikili antlaşmalar ve kambiyo rejimleri ile sınırlandırılmaya çalışılmıştır.

132 Bu nedenlerle dış ticaret hacmi, gelişmekte olan ülkeler kategorisinde oldukça düşük düzeyde kalmıştır. Türkiye dış ticaretinin bir diğer önemli özelliği de uzun vadede ekonomik gelişmeyi sağlayıcı olmak yerine kısıtlayıcı olmasıdır. Bu açıdan bakıldığında, aynı kategoride bulunduğumuz bir çok ekonomiye kıyasla oldukça kapalı bir ekonomi olduğumuz söylenebilir.

133 Örneğin ÜBYKP döneminde dış ticaret hacminin GSMH’ye oranı sadece %16’dır. Oysa AGÜ ortalaması bile %30.3’tür. Bu durum takip edilen sanayileşme stratejisi kadar, aşırı korumacılık, ekonominin gelişmişlik düzeyi ve doğal faktör donanımı ile de açıklanabilir. İthal ikameci strateji, korumacı politika ve sıkı kambiyo denetimleri ekonomiyi içe dönük hale getirmiştir.

134 1962’de çıkarılan TPKK kanunu hakkındaki 17 sayılı KHK kambiyo rejimini daha sıkı hale getirmiştir.
Ancak ithal ikameci strateji, ara ve yatırım mallarının ithal edilmesini gerektirdiği için ekonominin döviz ihtiyacı artmıştır. Döviz ihtiyacını karşılayacak olan ihracat ise, iç piyasaların karlı olması nedeniyle bir türlü artırılamamış, ihracat yine tarımsal ürünlerle devam ettirilmiştir.

135 1980 öncesi ithalat programı üç listeden oluşmaktaydı:
Liberasyon listeleri, Kotaya tabi ithal mallar listesi, İkili antlaşmalar kapsamında ithal edilen ürünler listesi Liberasyon listesi de iki kısımdan oluşmaktaydı. Birinci kısım serbest ticaret listesidir.

136 Bu listede kalkınma programlarının uygulanması için gerekli olan sermaye malları, ara malları, yedek parçalar ve hammadde bulunmaktadır. İkinci liberasyon listesi kısıtlandırılmış listedir ve yarı mamul malları içermektedir. -- Türkiye ekonomisi iklimin iyi geçtiği dönemlerde kendine yeter bir görünüm arz etmekteydi.

137 Türkiye her ne kadar bir ürünün temel ihracatçısı olmasa da dünya ekonomisindeki dalgalanmalardan etkilenmeye başlamıştır. Bazı malların ithalatında karşılaşılan zorluklar ekonomiyi tıkanma noktasına getirmektedir. Nitekim, ve yıllarında yaşanan ekonomik sıkıntılar büyük ölçüde bu darboğazlardan kaynaklanmıştır.

138 1960-77 döneminde 1973 yılı hariç sürekli dış açık vermişiz.
Yani özetle net sermaye ithalatçısı bir ekonomi haline gelmişiz.

139 Ağustos 1970 Devalüasyonu 1970’li yıllara girilirken dış ticaret açıkları artmıştır. Dış kaynak girişleri de beklenenin altında kalınca döviz darboğazı yaşanmaya başlanmıştır. Aslında 1960’lı yılların ortalarından beri devalüasyon beklentisi oluşmuştu. 1969 sonlarında verilen ithalat lisansları, döviz tahsis edilemediği için, haftalık gecikmelerle gerçekleşmiştir.

140 İlk başta devalüasyon yapılmamış, çoklu kur sistemi ile dış ticaret açıkları kapatılmaya çalışılmıştır. En sonunda dış finans çevrelerinin de baskısıyla, Ağustos 1970’de devalüasyonu da içeren bir dizi önlem alınmıştır. 1 ABD doları 9 TL’den 15 TL’ye yükseltilerek yaklaşık %40 oranında devalüe edilmiştir. Ancak çoklu kur uygulaması yine devam ettirilmiştir.

141 Dizi önlemler arasında ihracatı özendirecek vergi indirimleri ve kredi kolaylıkları da bulunmaktaydı. Dış ticareti etkileyen miktar kısıtlamaları değiştirilmiş, iç fiyatlarda ayarlamalar yapılmış, reeskont ve faiz oranları yükseltilmiştir. 1970’de uygulamaya konulan bu paket 4 yıl boyunca olumlu sonuçlar vermiş ve dış ticaret açıkları bir miktar kapanmıştır.

142 İşçi dövizleri de beklenenin üzerinde bir artış gösterince 1972 yılında dış ticaret bilançosu açığı sadece 8 milyon dolar olmuştur. Hatta 1973 yılında 484 milyon dolar fazla bile vermiştir. İşçi dövizleri 1970’li yıllarda Türkiye ekonomisinin neredeyse kurtarıcısı olmuştur. Yılda 1 milyar doları bulan işçi dövizleri, ihracat gelirlerinin %70-95’ine ulaşmıştır.

143 1970-73 döneminde Türkiye’nin döviz rezervleri 1
döneminde Türkiye’nin döviz rezervleri 1.8 milyar dolar artış göstermiştir. Bu olumlu hava 1973’te petrol fiyatlarının 4 kat yükselmesiyle bozulmaya başladı. İthalat harcamaları 2 milyar dolardan 6 milyar dolar düzeylerine yükseldi. Dünya konjonktürünün daralma sürecine girmesi ve TL’nin yeniden aşırı değerli hale gelmesi, ihracat artışlarını frenlemiş ve 5 yılda sadece 400 milyon dolarlık bir artış sağlanmıştır.

144 TL’nin aşırı değerlenmesi nedeniyle işçi dövizleri de 1,5 milyar dolar düzeylerinden 1 milyar dolar düzeylerine gerilemiştir. Sonuçta dış ödemeler bilançosu görülmemiş bir biçimde artarak 3.4 milyar dolara ulaşmıştır. Bu ciddi dış açık, elverişsiz koşullarda kısa vadeli dış borçlanmanın artmasına neden oldu. Türkiye’ye uzun vadeli kredi açanların başında; Batı Almanya, ABD, Dünya Bankası, International Development Association (IDA), International Finance Corporation (IFC) ve uluslararası diğer kuruluşlar gelmektedir.

145 1978’de DÇM’ler 3. 1 milyar dolara ulaşmıştır
1978’de DÇM’ler 3.1 milyar dolara ulaşmıştır. Bu miktar toplam kısa vadeli kredilerin %41’ine karşılık gelmektedir. Kısa vadeli kredilerin geri kalan kısmı; banker kredilerinden, kamu kesimine açıktan ödemelerden, özel ithalatçılara kabul kredilerinden ve ithal malı karşılığında ticari kredilerden oluşmaktadır. Bu dönemde kısa vadeli borçları sıkça kullanan tek ülke Türkiye değildi. OPEC üyesi ülkelerin ellerinde biriken fonlar, AGÜ’lere kredi olarak verildiği için, bir çok ülke kısa vadeli borçlanma yapmıştır.

146 1970’li yılların sonlarında artan dış borç ana para ve faiz yükümlülüklerine, artan petrol harcamaları da eklenince, meydana çıkan döviz talebini karşılamak için, 1978 yılı ihracat gelirleri artı işçi dövizlerinin %84.3’ünün tahsis edilmesi gerekli hale gelmiştir. Bu içinden çıkılmaz durum, kısa vadeli borçların uzun vadeli borçlara dönüştürülmesi ve taze kaynak bulunması çabalarını hızlandırmıştır. IMF ile ilişkiler belirleyici olmaya başladı.

147 Yaşanan döviz darboğazı ve ekonomik bunalım ithalat üzerindeki kontrolleri artırmayı gerekli hale getirdi. Bunun sonucu olarak da hem ihraç ürünlerinde hem de ithal ürünlerinde yaygın bir karaborsa ortaya çıktı. Yapılan bir tahmine göre yasal olmayan yollardan yapılan ithalat 2 milyar dolara ulaşmıştır. Aşağı yukarı bu büyüklükteki bir ihracat da kayıt dışına kaymıştır.

148 1979 yılında kayıt dışı ithalatın 4 milyar dolara ulaştığı, bunun da yine büyük ölçüde kayıt dışı ihracat gelirleri ile karşılandığı iddia edilmiştir. Kayıt dışı döviz kazançları; karaborsaya akan işçi dövizleri, beyan edilmemiş ihracat ve yasa dışı madde kaçakçılığından elde edilmekteydi. Kayıt dışı ithalat ise; altın ve silah ticareti, döviz yokluğu nedeniyle alınamayan tüketim, yatırım ve ara mallarından oluşmaktaydı.

149 Kayıt dışı dış ticaretin döneminde resmi dış ticaretten daha fazla olduğu iddialar arasındadır. W. Hale’e göre, bu kayıt dışı ara ve yatırım malları ithalatı olmasaydı, kapasite kullanım oranları daha da düşük olacaktı. -- İlk 3 plan döneminde dış ticaretin yapısında ciddi değişmeler oldu. BBYKP döneminde toplam ihracat gelirleri içerisinde tarımsal ürünlerin payı %79.3 iken, ÜBYKP döneminde %60’lara geriledi.

150 Buna karşılık sınai mal ihracı aynı dönemde %16.7’den %34.2’ye ulaştı.
1970’lerin ikinci yarısında tahıl ihracatı toplam ihracatın %10’una ulaştı ve orada sabitlendi. Hatırlanacağı üzere bazı dönemlerde ( arası ve 1970’lerin ilk yarısında) tahıl ithal ettiğimiz olmuştur. Bu dönemde dış ticarette yaşanan dönüşüm sınırlı kalmıştır. Bu dönüşüm 1980 sonrasında hız kazanmıştır.

151 1987’de tarım ürünlerinin toplam ihracat içindeki payı %18
1987’de tarım ürünlerinin toplam ihracat içindeki payı %18.2’ye düşerken, sınai malların oranı %79.1’e yükselmiştir. döneminde ithalatın bileşiminde de bazı değişimler yaşanmıştır. Ara malları ve yatırım malları ithalatı oran olarak artarken, tüketim mallarının ithalattaki payı %3.5’e gerilemiştir. Bu durum ekonominin dışa bağımlılığını artırmıştır döneminde petrol ithalatının payı %22.3’e yükselmiştir. Oysa bu oran BBYKP döneminde %9.3 idi.

152 1950’li yıllarda olduğu gibi, yine en önemli dış ticaret partnerimiz Batı Avrupa’dır.
AET ve EFTA’nın Türkiye dış ticaretindeki payı %50.7’dir. ABD ve Kanada’nın payı ise %24’ü aşmıştır. Doğu bloku ülkeleri ile olan dış ticaret ise %9 gibi düşük bir düzeyde kalmıştır. İBYKP döneminde ABD’nin payı bir miktar gerilerken, Batı Avrupa ve Doğu Bloku’nun payı bir miktar artmıştır.

153 ÜBYKP döneminde ise Üçüncü Dünya ülkelerine doğru bir kayış yaşanmıştır.
Dış ticaretimizde bu ülkelerin payı %38’lere ulaşırken, AET’nin payı %46’ya, ABD’nin payı %8.4’e ve Doğu Bloku ülkelerinin payı da %7.6’ya düşmüştür. Ekonomik bunalım döneminde ise dış ticaretimiz daha çok Orta Doğu ile olmuştur. --

154 Dış ticaret hadlerindeki aleyhte gelişme, 1970’lerin sonlarına doğru hızlanmıştır.
Dış ticaret bilançosu açıklarının artmasında, diğer faktörlerin yanı sıra, bunun da etkisi olmuştur. Dış ticaret hadleri 1968=100 olmak üzere, petrol şokuyla birlikte 1974’te 84.6, 1976’da 81.6 ve 1977’de 76.9’a gerilemiştir. --

155 Planlı dönemde Türkiye’nin dış ekonomik ilişkilerine AET ile olan ilişkiler damga vurmuştur.
1963 Ankara Antlaşması’na göre, Türkiye’nin AET’ye tam üyeliği üç aşamalı bir sürecin sonunda olacaktır. En erken 1980 ve en geç 1995 yılında tam üye olacağımız öngörülmüştür. Arada geçecek süre içerisinde Türkiye’nin ekonomisini diğer üye ülkelerin düzeyine getirmesi ve AET ülkelerinin de Türkiye’ye yardım yapması karara bağlanmıştı.

156 ÜBYKP bu amaçla oluşturulup yürürlüğe konuldu
ÜBYKP bu amaçla oluşturulup yürürlüğe konuldu. Bu planın amacı, 1995 yılında Türkiye ekonomisini İtalya’nın 1973’teki seviyesine getirmekti. Birinci aşama 1973 yılına kadar sürdü. İkinci aşamayı 1970 yılında imzalanan Ek Protokol düzenliyordu. Bu Ek Protokol gümrük tarifelerinin kademeli bir şekilde kaldırılmasını öngörüyordu. Türkiye antlaşmaların tersine yeterli yardım görmedi. Katma Protokolde yer almasına rağmen serbest dolaşım hakkını vermediler.

157 Tekstil ürünlerine kota uyguladılar
Tekstil ürünlerine kota uyguladılar. Tarım ürünlerini sınırlayıcı bir tutum sergilediler. Hatta Türk vatandaşları için vize uygulaması başlattılar. Bu olumsuz gelişmeler neticesinde Türkiye AET ile olan ilişkilerini 1978 yılında 5 yıllığına dondurdu. Buna rağmen AET ile olan ilişkilerimiz dış ilişkilerimizde odak noktasını oluşturmaya devam etti.

158 1983 yılında yeniden sivil iktidara geçen Türkiye, AET ile olan ilişkileri yeniden başlatmış ve 1987 Mayıs’ında tam üyelik müracaatı yapmıştır. Bu gelişmede Yunanistan’ın tam üyelik alması önemli bir rol oynamıştır. Çünkü Türkiye’nin AET ile olan ilişkilerinde ekonomiden daha ziyade siyasi unsurlar etkili olmuştur.

159 Gelişme Düzeyi ve Halkın Refah Seviyesi
İlk 3 plan döneminde küçümsenmeyecek bir büyüme trendi yakalanmıştır. Özellikle arasında hem ortalama %6 gibi bir büyüme gerçekleştirilmiş hem de fiyat istikrarı sağlanmıştır. Fakat 1970’lerdeki döviz darboğazı 1976’da ciddi boyutlara ulaşmıştır. arasında ekonomideki reel büyüme neredeyse durmuştur.

160 1960-72 döneminde GSYİH büyüme oranı ortalama %5
döneminde GSYİH büyüme oranı ortalama %5.8, yıllık enflasyon oranı %6.8 iken, döneminde sırasıyla %3 ve %38.3 olmuştur. döneminde emek gelirlerinin GSYİH’deki payının arttığı görülmüştür. Aynı şekilde imalat sanayinde ücretlerin katma değere oranı da artmıştır. 1976’da %31.7 olan bu oran, 1979’da %38.3 olmuştur.

161 Özel imalat sanayinde ücret/kar oranı 1970-74’de %32
Özel imalat sanayinde ücret/kar oranı ’de %32.1 iken ’da %34.1’e yükselmiştir. döneminde reel ücretler TFE bazında %45 artmıştır. Bu artış 1980’de son bulmuş ve reel ücretler %25 gerilemiştir. -- 1970’li yıllarda Türkiye 55 ülkenin yer aldığı OGÜ’ler grubunun tam ortasında yer almıştır.

162 OGÜ’lerde 1977 yılında kişi başına ortalama gelir 700 dolar idi
OGÜ’lerde 1977 yılında kişi başına ortalama gelir 700 dolar idi. Aynı yıl Türkiye’de kişi başına gelir 705 dolar olmuştur. Yine de OGÜ’lerle kıyaslandığında Türkiye’nin hala bir tarım ülkesi olduğu görülmektedir. Bu husus daha önce de belirtilmiştir.


"Döneminde Türkiye Ekonomisi" indir ppt

Benzer bir sunumlar


Google Reklamları