Sunum yükleniyor. Lütfen bekleyiniz

Sunum yükleniyor. Lütfen bekleyiniz

İŞ- Çalışma Kavramı İş, "bir sonuç elde etmek, herhangi bir şey ortaya koymak için güç harcayarak yapılan etkinlik, çalışma"dır (TDK,1988: 726). Tezcan'a.

Benzer bir sunumlar


... konulu sunumlar: "İŞ- Çalışma Kavramı İş, "bir sonuç elde etmek, herhangi bir şey ortaya koymak için güç harcayarak yapılan etkinlik, çalışma"dır (TDK,1988: 726). Tezcan'a."— Sunum transkripti:

1 İŞ- Çalışma Kavramı İş, "bir sonuç elde etmek, herhangi bir şey ortaya koymak için güç harcayarak yapılan etkinlik, çalışma"dır (TDK,1988: 726). Tezcan'a göre; iş,"çalışma zamanı içinde yerine getirilen, hayatı kazanmak için başvurulan bir etkinliktir. Geçim sağlama, hayat kazanma yoludur" (1982: 7). İş, amaçlı bir dizi eylemliliği ve bunun için geçirilen süreyi kapsar. Bu eylemlilik çoğu kez, zorunluluk, bağlayıcılık, disipline olma, örgütsel normlara dayanma gibi formalist bir yapılanmaya dayanır. İşin doğasında, bireyin istencine hükmeden bir zorunluluk/bağlayıcılık vardır. Bu durum, bireyin serbest, özgür devinimini devre dışı bırakır. Kişisel ya da kurumsal zorunluluk bağıyla faaliyette bulunma, bağımsız hareket etmeyi, kişisel tasarrufta bulunmayı imkan dışı kılmaktadır. Diğer bir ifade ile iş; kişilerin hayatlarını sürdürebilmek için seçtikleri temel uğraşı alanı, yasal güvence altına aldıkları bir faaliyet alanıdır (Yalın ve Özdemir, 1999: 13).

2 Çalışma kavramının daha iyi anlaşılabilmesi için “çalışma” ve “iş” arasındaki farkların ortaya konması gerekir. İş, insanların geçimlerini sağlamalarının bir yoludur, çalışma ise bir şeyi tamamlama, bitirme ve bir şeye nail olma hislerini barındırır. İşin sonucunda ortaya çıkan şeyler tüketilmek için verilir, bunun yanında çalışma insanların hayatlarında kullanacakları mal ve hizmetler yaratır. Bireyin amaçları ve değerleri çalışmayla ilgilidir, ancak bunları iş yoluyla ifade eder (Kincheloe, 1999:64).

3 Yaygın bir biçimde çalışma kavramıyla “iş” kavramının aynı anlamda kullanıldığı görülmektedir. Çalışma ve iş etimolojik olarak aynı kökten gelmelerine ve çoğu kez birbirlerinin yerine kullanılmalarına rağmen, aralarında bir nüans vardır. Endüstrileşmeyle ücretli çalışmanın ortaya çıkışı ise bu nüansı önemli kılmıştır. İş; çalışmadan bağımsız, ayrı bir kavram değildir, buradaki ayrımın amacı; işin, “ücret karşılığı” yapılan bir çalışma olduğunu vurgulamaktır. Nitekim, çalışma “belirli bir üretimi amaçlayan fiziksel ve zihinsel insan faaliyetlerinin toplamı” olarak tanımlanırken, bu faaliyet belirli bir kazanç amacıyla yapıldığında “ücretli çalışma” veya “iş” ten söz edilmektedir. “İş”, Endüstri Devrimi ile ortaya çıkan ve insanlar arasındaki modern çalışma ilişkilerini tanımlayan bir kavramdır. Endüstri Devrimi ile birlikte, önceleri kendisi ve ailesi için üreten birey, belli bir işverene, belli ücret karşılığında ve işverenin koyduğu çalışma esasları çerçevesinde emeğini kiralamaya başlamış, yani çalışma faaliyeti ücret karşılığında yapılan iş’e dönüşmüştür. Bu yeni yapılanma, toplumsal, ekonomik, psikolojik ve kültürel dönüşümleri de beraberinde getiren uzun bir süreçte gerçekleşmiştir (Bozkurt, 2011:4). Dolayısıyla çalışma kavramının, endüstri Dolayısıyla çalışma kavramının, endüstri devrimiyle birlikte “iş” kavramı ile yakınlaştığı ve amacının ekonomik faaliyet alanı içine sıkışarak yalın bir hale büründüğü söylenebilir. Günümüzde ise çalışmanın sadece iktisat bilimini ilgilendiren ekonomik bir faaliyet olması dışında, sosyal politika bilimi içerisine giren ve sosyal amaca dönük faaliyet alanlarını da kapsayan karmaşık bir yapısı vardır.

4 Bir eylem ve faaliyet olarak “çalışma” antik çağlardan günümüzün küreselleşen dünyasına kadar çeşitli disiplinlerin ilgi odağı olmuş, üzerinde araştırmalar yapılmıştır. Çalışma kavramı içerik olarak, ilk ele alındığı dönemlerden günümüze kadar çok önemli değişimler geçirmiş fakat buna paralel olarak bu kavrama atfedilen önemde fazla bir değişiklik yaşanmamış, aksine her farklılaşmasından sonra gerek işletme alanından gerekse de diğer alanlardan akademisyenler tarafından tekrardan ele alınmış ve de çözümlenmeye çalışılmıştır.

5 Günümüz modern toplumlarında “çalışmak”, insan için en temel ve en önemli faaliyetlerden birisidir. Brief ve Nord (1990), England ve Misumi (1986) ve Mannheim’a (1993) göre çalışmanın sağladığı getiriler bireyin hayatında merkezi ve hayati bir yer tutmaktadır (Harpaz ve Snir, 2003:300). Ancak tarih boyunca, “çalışma” oldukça farklı şekillerde algılanmış ve yorumlanmış, özellikle fiziksel çalışmaya karsı olumsuz bir tutum söz konusu olmuştur (Azam ve Brauchle, 2003:188). Antik Yunan uygarlığında çalışma köle sınıfına özgü aşağılık bir faaliyet olarak kabul edilirdi. Çünkü çalışma bir zorunluluk gereği beden üzerinde bir denetim kurma sürecidir. Oysa o dönemde zorunluluk ve özgürlük birbirine zıt iki kavram olarak algılanmakta ve özgür insanların zorunlulukların esiri olamayacağı görüşü savunulmaktaydı. Nitekim dönemin filozof ve düşünürleri hemen hemen her konuda anlaşmazlığa düşmelerine rağmen çalışma eyleminin kölelere özgü değersiz bir uğraş olduğu konusunda hem fikirdirler (Bozkurt, 2000:18).

6 Fox ve Hesse-Biber’e göre çalısma, “diger insanlara deger ve hizmet üretmek için harcanan enerji veya faaliyettir.” Richard H. Hall’a göre çalısma “bireylerin kendi temel ihtiyaçlarını karsılamak amacıyla mal ve hizmetlerin elde edilmesindeki faaliyetlerdir.” Çalısma tanımlarının ortak noktası insanın faaliyetleridir. Bu faaliyetlerin içinde toplumsal ve bireysel motifler mevcuttur. insanın sosyal ortamda çalısma davranısı sergilemesi, insanın hem biyolojik ihtiyaçlarının tatminine hem de sosyal ihtiyaç ve sorumluluklarını yerine getirmeye yönelik bir davranısıdır. Bu ifadelerden anlasıldıgı gibi çalısma, insanın tabiatla olan iliskisini ifade etmekle beraber ihtiyaçlarını karsıladıgı andaki psikolojik durumu, ideolojisi, aile, grup ve sosyal çevreyle de iliskileri olan bir kavramdır. (Özkul, 1997: 7–8)

7 Çalışmanın insan hayatındaki vazgeçilmez yeri münasebetiyle, insanların çalışmayı nasıl algıladıkları büyük önem arz etmektedir. (Turgut, 1996: 23) Örneğin bazıları için çalışma yasamın baslı basına bir amacıdır. Bu insanların tutumlu, dakik, çalıksan sade bir hayat tarzı olan öz-disiplinli kişilerdir. (Arslan, 2003: 8) Bu durumun ifadesi olarak insanların çalışmayı, yaşamlarının sıradan bir kaynağı yahut yaşamlarının en önemli bölümü, kimi insanların çalışmayı bir tür ceza çekme yahut kendini ifade etmenin en uygun yolu, yapılması gereken bir vazife veya insan doğasının gelişimi olarak kabul ettikleri görülen bir durumdur. (Turgut, 1996: 23) Çalışma, insanlar arasında çeşitli sekilerde yorumlanacağı gibi toplumlar arasında ve toplumun çeşitli katmanları arasında da farklı yorumlanabilmektedir. Bazı toplumlar yahut toplumsal kesimler çalışmaya yönelik olarak olumlu bir tutum içerisinde iken bazıları çalışmadan ziyade dinlenme ve eğlenceyi ön plana çıkarabilmektedirler. (Arslan, 2003: 8)

8 Çağdaş anlamda ise “çalışma” kavramı kapitalizmin ortaya çıkısı ile gelişmeye başlamıştır. 17. yüzyıla kadar çalışma kavramı tüketim maddeleri veya yasamak için gerekli olan ve ertesi güne bir şey bırakmadan her gün yenilenmesi gereken hizmetleri üreten serfler ve gündelik isçilerin yaptıkları işi belirtmekteydi (Lordoğlu ve diğ., 1999:5). Çalışma kavramının özellikle Sanayi Devrimi’nden sonra daha farklı sekilerde anlamlandırıldığı görülmektedir. Ancak her şeye rağmen günümüzde çalışmak artık sadece kölelere, serflere ya da “ücretli kölelere” reva görülen bir eylem değil, herkesin sahip olduğu bir hak ve de bireyin kendisine, ülkesine ve sisteme karsı bir yükümlülüğü seklinde algılanmalıdır. Her toplumda ayrıcalıklı sınıflar, az ya da çok, hala varlığını korusa da günümüz insanı için çalışmak tüketebilmek ve daha da önemlisi toplumsal hayatta var olabilmek için bir gerekliliktir. Dolayısıyla bugünkü anlamı ile çalışma, bir kavram olarak, modernliğin bir ürünüdür. Çalışmak bireylerin yaşamlarını devam ettirebilmeleri için kaçınılmaz ve sürekli yinelenen bir eylemler bütünüdür ve özünde bu eylemlerden çeşitli şekillerde fayda sağlayan birey bulunur. Başkaları için yapılan ve insanın kendisi için yaptığı işler arasında, “çalışmak” açısından bir fark olmamasına karşın, yapılan isin karşılığı açısından bir fark mevcuttur. Başkaları için yapılan işler “kamusal alan” ile ilgilidir ve karşılığında genellikle maddi faydalar elde edilir insanın kendisi için yaptığı işler ise “özel alan” ile ilgilidir ve büyük çoğunlukla maddi getirilerden ziyade manevi bir takım faydalar sağlar (Gorz, 2007:27-39).

9 Çalışma çeşitli açılardan anlamı değişebilen bir kavramdır
Çalışma çeşitli açılardan anlamı değişebilen bir kavramdır. Çalışmanın çeşitli anlamlarını birkaç başlıkta toplarsak; çalışma, üretim sürecinin aşamasıdır (her çalışma somut bir şey yaratır); çalışma bir gelir elde etme yoludur; çalışma bir saygınlık öğesidir (çalışan herkes bir şeyler üretmenin saygınlığını ve statüsünü elde eder) diyebiliriz (Koray, 2000:136). Neyin çalışma sayılacağı, söz konusu eylemin, fiilin gerçekleştirildiği spesifik toplumsal koşullar ve bunların ne şekilde yorumlanacağı ile alakalıdır. Belli bir eylemin, çalışma, bos zaman, ya da ikisi birden veya hiçbiri olarak ele alınması var olan zamansal, mekansal ve kültürel koşullarla sıkı sıkıya ilişkilidir. Çoğu sosyolojik araştırma çalışma kavramı ile ücretli çalışmayı kastetmektedir (Bozkurt, 2000:16). Wang (1996) çalışmayı, belli bir parasal karşılık veya psikolojik fayda karşılığında yapılan ve üretilen mal veya hizmetlere değer katmaya yönelik faaliyetlerin bileşimi olarak tanımlar (Azam ve Brauchle, 2003:187).

10 Çalışma” kavramı, yaşamın sürekliliğini sağlayan sosyal bir faaliyet olarak, geçmişi insanlığın varoluşuna kadar uzanan, insan yaşamının en merkezi alanlarından biridir. Çalışma kavramının anlamı ve değeri, tarihsel süreçte ekonomik gelişmeye paralel olarak ve her toplumun normları, inançları ve değerleri tarafından belirlenmektedir (Tınar, 1996:3). Dolayısıyla, çalışmaya, tarih boyunca yüklenen anlamlar farklı olmuştur. Örneğin çalışma; Aristokrat ve eski Yunan toplumlarında aşağılanmış ve kölelikle eşdeğerde tutulmuştur. Bu dönemde çalışmak, zorunluluğun olmak anlamına gelmiştir (Lordoğlu vd., 2000:3). Protestanlığın doğuşuyla birlikte de Tanrı için faaliyet göstermenin tek yolu olarak görülmüştür. Modern anlamda çalışmanın/işin ortaya çıkması ise endüstri devrimiyle birlikte gerçekleşmiş, üretim kitle halinde gerçekleştirilen fabrikalara taşınmış ve çalışmak belirli bir ücret karşılığı/geçim kaynağı olarak görülmeye başlanmıştır.

11 Çalışma, basitçe “çaba” ya da “emek” anlamına gelebilir (Strangleman & Warren, 2008:151). Bu tanım zihinsel ve/veya fiziksel emeği de içine alır. Bu zihinsel ve/veya fiziksel emeğin ise özellikle “modern anlamda çalışma” kavramı gereği; maddi bir karşılık amacı olması gerekir, dolayısıyla çalışmanın tanımı; “karşılığında gelir elde edilen fiziksel ve/veya zihinsel emek” şeklinde daha da genişletilerek; ücret ile ödüllendirilen bir çaba olarak yapılabilir. Ancak bu tanım, karşılığı şeklen para olmayan ya da asıl amacı gelir elde etmek olmayan; aile içi çalışma, ev işleri, gönüllü/sosyal amaçlı çalışma türleri gibi diğer tüm çalışma biçimlerini kapsam dışı bırakacaktır.

12 Genellikle çalışma, “ücret karşılığı bir işe sahip olmak” şeklinde düşünülmektedir, ne var ki bu çok yalın bir görüş olmakla birlikte günümüzde -modern anlamda çalışma- olarak tasvir edilen pek çok çalışma biçimini kapsam dışında bırakmaktadır. Bu nedenle çalışma, en azından modern anlamda çalışma faaliyetlerini de içine alacak şekilde; “karşılığı ödensin ya da ödenmesin, zihinsel ve fiziksel çabanın harcanmasını gerektiren, insan gereksinimlerini karşılayan mal ve hizmetlerin üretimini hedef alan ödevlerin yerine getirilmesi” (Giddens, 2008:792) şeklinde tanımlanabilir. Sonuçta çalışmanın “ne” olduğunu belirli bir tanıma sıkıştırmaya çalışırken, neyin çalışma sayılıp, neyin sayılmayacağı gibi tanımlama sorunlarıyla karşılaşılır. Örneğin çalışma; “ücret karşılığı yapılan işler” olarak tanımlandığında, belirli bir kesimin yaptığı faaliyetler çalışma kavramının kapsamı dışına çıkacaktır.

13 Çalışma, bireylerin yaşamlarını idame ettirebilmeleri için önemli bir yaşamsal fonksiyondur. Çalışmanın anlamı, bireyler açısından yüzyıllardır farklılaşsa da, yine de 20. yüzyılın son çeyreğine kadar bireyin merkezi yaşam ilgisi olmayı sürdürmüştür. Çıkış noktasından itibaren fazlaca değişime uğramış olan çalışma kavramı günümüzde, bireye sadece maddi açıdan kazandırdıklarıyla değil, manevi açıdan anlamlı olmasıyla da değerlendirilen bir kavram haline gelmiştir. Geçmişten farklı olarak artık çalışanlar sadece kazançlarına göre işlerini değerlendirmemekte, yaptıkları işlerin ne kadar anlamlı ve topluma faydalı olduğuna da dikkat etmekte, işlerinin “iyi iş” özelliklerine sahip olmasını talep etmektedirler. Kısacası, özellikle maddi açıdan tatmin olmuş gelişmiş ülke çalışanları açısından, maddi kazancın giderek “merkezi güdüleyici faktör” olmaktan çıkması ve anlamlı işler yapmaya yönelme, çalışma hayatında yaşanan önemli bir değişiklik olarak düşünülebilir. Bu noktada işin, çalışan bireye sağladığı içsel motivasyon, anlam ve doyum birey için maddiyata oranla daha önemli hale gelmektedir.

14 “Çalışmanın tarihsel anlamı” olarak ele alındığında daha karmaşık hale gelmektedir. Çünkü tarihsel süreç içerisinde toplumsal yapıları etkileyen köklü değişimler çalışma kültürü ve anlayışını değiştirmiş, dolayısıyla her döneme özgü farklı çalışma amaç ve anlamları ortaya çıkmıştır. Örneğin; antik çağ’da çalışma olgusunu şekillendiren sosyo-ekonomik kavram, kölelik olmuştur (Bozkurt, 2011:6). Dolayısıyla çalışmak; toplumda onursuz bir uğraş olarak kabul edilmekle birlikte, geniş bir kitleyi ve köleleri ifade etmiştir. Bazı toplumlarda elit tabaka olmanın esası ise boş vakit sahibi olmaktır. Aristo ve Platon, çeşitli söylemlerinde bedensel çalışmaya sadece köleler ve köylülerin yapacağı olumsuz anlamlar yüklerken, soyluların öğrenme ve sanat gibi zihinsel işlerle uğraşmaları gerektiğini savunmuştur. Hıristiyanlık kültürünün ilk dönemlerinde ise çalışma, Tanrı’nın insanlara verdiği bir cezadır. Feodal düzene geçilmesi ile birlikte çalışmak serflerin işi olarak görülmüştür. Köleler gibi her yerde alınıp satılabilecek mallar olmayan ve çalıştıkları toprağa, dolayısıyla toprak sahibi senyörlere bağımlı olan serflerin çalışma amacını ise; sağlık, güvenlik ve yiyecek ihtiyaçlarının karşılanması karşılığında toprak sahibi için üretmek oluşturmuştur. Feodal düzenin bir parçası olan loncalarda ise farklı bir çalışma anlayışı görülür. Halen lordlar veya kralın sahip olduğu şehir toprakları üzerinde feodal hukuk ve inanç sistemi ile idare edilen şehir tüccarlarının, kendi içlerinde yardımlaşma ve feodal beylere karşı dayanışmasını amaçlayan ekonomik ve sosyal kuruluşlar şeklinde oluşan loncalar, zaman içerisinde usta-kalfa ve çırak yapılanmasının geliştiği meslek kuruluşlarına dönüşmüştür (Bozkurt, 2011:18). 18. yy. çalışma kavramı açısından en önemli değişim sürecinin başlangıcı kabul edilebilir. Endüstri devrimi ile birlikte sanayi toplum yapısına geçilmesi, çalışmanın anlam ve amacını da kökten değiştirmiştir. Sanayi toplumunda çalışma, toplumsal örgütlenmenin tarihsel süreçte hiç olmadığı kadar merkezine oturmuştur (Yazıcı, 2010:81). Çalışmak, sanayi öncesi toplum yapılarındaki gibi kölelerin, köylülerin ve alt sınıfların zorunlu olarak yaptıkları bir faaliyet olarak görülmekten çıkmış, dönemin özgürlük anlayışının sembolü haline gelmiştir.

15 Latince : Tripaliun: İşkence aleti Roma ve Yunan toplumunda Labour: Zahmet, yorgunluk, acı, keder, üzüntü Etimolojik olarak incelendiğinde acı ve sıkıntı kavramlarına karşılık gelmektedir.

16 Weiss ve Kahn Zorunluluk, kontrol ve sınırlama

17 Çalışma kavramının etimolojisi, pre-modern toplumlarda, çalışmaya yüklenen anlamlar konusunda oldukça önemli ipuçlar› vermektedir. Örneğin batı dillerinde çalışma anlamına gelen “travail”, Latince işkence aleti olan “tripalium”dan türemiştir. Yine Romalıların çalışma için kullandıkları “labour” (ya da labor) sözcü¤ü de “zahmet”, “yorgunluk”, “acı”, “ızdırap” gibi çağrışımlara sahiptir. Yani çalışmak bir tür ceza olarak görülmektedir (Arendt, 1994, s.115; Savater, 2000, s.100). Bizde de baz› yazarlar, “çalışma” ile “çalmak” kökü arasında ilişki kurmaktadırlar (Savaşır ve Lordoğlu, 1992, s.1). Azeri Türkçesinde çalışmak yerine “işlemek”, Kırgızistan’da da “emgeg” (yani emek) sözcüğü kullanılmaktadır. “Emek” sözcüğü de yine Bat› dilerindekine bezer biçimde, “sıkıntı “zahmet”, “yorgunluk” anlamına gelmektedir. Ancak zamanla, gerek Bat› dillerinde gerekse Türkçede çalışma kavramına farklı anlamlar yüklenmiştir.

18 Tarıma dayalı geleneksel toplumda üretim, evlerde el tezgahlarında yapılırken, endüstri devrimi, üretimi kitle halinde gerçekleştiren fabrikalara taşımıştır. Merkezileşen fabrikalar daha büyük miktarda malın, daha ucuza üretimini gerçekleştirmiştir. Fabrikaların buhar gücüyle çalışan makineleri karşısında rekabet edemeyen lonca sistemi ve ev üretimi işlevsiz hale gelmiştir. Bu sistemin usta ve kalfaları da kendi tezgahlarını bırakarak fabrikalarda nitelikli işçiler olarak çalışmaya başlamışlardır. Onların yanında hiçbir mesleki bilgisi olmayan ve tarımdan gelen köylüler de fabrikaların niteliksiz işçileri olmuşlardır (Hall, 1986: 28; Koray&Topçuoğlu, 1987: 9; Ekin, 1989:3). Böylece, kendi işlerinde ücretsiz çalışan işgücü, fabrikalarda belirli kurallara bağlı olarak düzenlenmiş modern anlamda “iş” le tanışmıştır. Modern anlamada iş, işgücünün belli bir ücret karşılığında, belli bir işverene yine işverenin koyduğu çalışma esasları çerçevesinde, emeğini sunması ya da kiralaması şeklinde ortaya çıkmıştır. Liberal anlayış da işçi olmak; ekonomik özgürlüğe sahip olmak, toplumun bir vatandaşı ve yetişkin bir üyesi olmanın sembolüdür. Ancak hemen belirtmek gerekir ki buradaki özgürlük; işçinin bir makine gibi algılandığı, dolayısıyla hangi işin nasıl, hangi saatlerde ve ne kadar ücretle yapılacağına -makine sahibinin- sermayedarın karar verdiği ve henüz müdahalecilik akımının başlamadığı yıllarda, hiçbir koruyucu düzenlemenin olmadığı, çalışma koşullarının tamamen sermayedar tekeline bırakıldığı bir özgürlük, bir diğer ifadeyle esarete bağlı bir özgürlüktür. İşçinin bir makine gibi çalışmak zorunda kalırsa daha verimli olacağını savunanların aksine, “insancıl” bir azınlık her zaman tersini savunmuştur: “İnsan bir makine olmadığından yaptığı işi sevmek zorundadır ve verebileceğinin en iyisini vermek için işletme hedeflerine katılmalı” (Gorz, 2007:85), hatta ücreti ve çalışma koşulları konusunda söz sahibi olmalıdır. Bunun için öncelikle işverenle rekabet edebilecek konuma gelmelidir. Sanayi kapitalizminin erken dönemlerinde bir kısım azınlığın savunduğu bu görüş, zamanla pek çok işçi kesimi arasında yaygınlaşmış, sendikal hareket ve müdahalecilik akımı başlamış, işleyişi kendi haline bırakılan piyasanın 1929’da krize girmesi ile birlikte de Keynesyen refah devleti anlayışı benimsenmiştir.

19 Endüstri toplumlarındaki seri üretimin, çalışanı makinelerin bir uzantısı olarak gören yaklaşımının çalışan açısından çok tartışılan; stres, yabancılaşma, fiziksel ve ruhsal hastalıklar gibi sonuçları, çalışma yaşamının insanileştirilmesi ile ilgili paradigmaları da gündeme getirmiştir. 1930’lu yıllardan itibaren özellikle Hawthorne çalışmalarının etkisi ile işletmelerin insani yanı ve paternalist yönetim uygulamaları gündeme gelmeye başlamıştır. 1950’li yıllarda ise yöneticilerin dikkatini, çalışanın içsel potansiyelini ortaya çıkaracak yönetim uygulamaları ve örgütsel yapı tartışmalarını başlatan Maslow ve McGregor gibi düşünürler çekmiştir (Bozkurt, 2011:28). Özellikle McGregor’un çalışanın niteliklerinden organizasyonun tümüyle faydalanamadığı, yönetimin çalışanına güvendiğinde ve sorumluluk verdiğinde çalışanın yüksek bir motivasyon, bağlılık ve verimlilik göstereceği görüşü; “insan” unsurunun organizasyonun bir değeri olarak benimsenmesi anlayışını kuvvetlendirmiştir. Bu dönemden itibaren organizasyonlara değer katan ve rekabet üstünlüğü sağlayacak en önemli kaynağın insan kaynağı olduğu görüşü ve bununla birlikte kuvvetlenen insan kaynakları yönetimi anlayışı ise çalışmaya ilişkin değerlerde bir takım farklılaşmalara sebep olmuştur. O döneme kadar bireyin sadece gelir elde etmek amacıyla yaptığı çalışma faaliyetinin yanında “sosyal motivasyon amaçlı” çalışmaya da önem verdiği görülmektedir (Keser, 2010:374).

20 Sanayi devrimi öncesi ve sonrasında çalışmaya ilişkin değerlerde yaşanan birtakım farklılaşmaları bir kenara bırakırsak, çalışma kavramının değişimine ilişkin birinci büyük dalgayı; çalışmanın amacını salt gelir elde etmeye bağlaması ve “iş” kavramıyla “çalışma” kavramını bütünleştirmesi nedeniyle sanayi devrimi ve bu devrimin düşünsel ortamını oluşturan liberalizme bağlayabiliriz. Çalışma kavramının yeniden sorgulanmasına sebep olan ve çalışmaya ilişkin yeni trendlerin ortaya çıkmasına zemin hazırlayan ikinci büyük dalga ise 1970’li yılların başında yaşanan ve akabinde refah devletinin krize girmesiyle sonuçlanan gelişmelere bağlanabilir. 1970’lerin başlarına gelindiğinde, ekonomide yaşanan sorunlar ve 80’li yıllardan itibaren hızla yayılan neo-liberal küreselleşme süreci, müdahaleci refah devletini sıkıntıya sokmuş, 1970’li yıllarda başlayıp, 80’li ve 90’lı yıllar boyunca da devam eden gelişmeler, müdahaleci devletin üzerindeki sosyal sorumlulukların azaltılmasına yönelik arayışları beraberinde getirmiştir. Bu dönemden itibaren küreselleşme ve onun felsefesi olan neo-liberalizm ile birlikte, refah devletinin ve sosyal politikaların sorgulanır hale geldiği, son çeyrek yüzyıla kadar, neredeyse tamamı devlet tarafından üstlenilen sosyal görevlerin bir kısmının devlet yanında başka kurumlara doğru kaydırılmaya başlandığı, dolayısıyla refah gereksinimlerinin karşılanmasında aktörlerin değişmeye başladığı bir sürece girilmiştir (Özdemir, 2007:373). Refah devletinin sosyal görevlerinin devletin piyasa üzerindeki etkinliğinin azalmaya başlamasıyla birlikte el değiştirmesi ise, sanayi devriminden sonra çalışma kavramına ilişkin yeni trendlerin ortaya çıkışındaki en büyük dönüm noktası olacaktır

21 Çalışma Kavramı Çalışmanın yalnızca bir zorunluluk ya da özgürlük olmayışı, bir hak olduğu düşüncesi sosyal hakların gelişimiyle hayata geçen bir düşüncedir. Çalışma hakkı, bir çok sosyo-eko hakkın bağlandığı bir temel hak olarak konumundadır. Bu nedenle sosyal devlet anlayışı ve uygulamaları “ücretli çalışma eksenine” oturur. Çalışma hakkını kabul eden devlet, iş gücünün eğitiminden iş bulmaya, çalışma koşullarının iyileştirilmesinden işsizlik, sosyal güvenlik politikalarından bir çok uygulamayı hayata geçirmek durumundadır. Çalışma hakları; -          Çalışma öncesi, çalışma yaşamı ve çalışma sonrasın olarak 3 aşamayı içerir. Örneğin; -          Yeterli istihdam olanaklarının yaratılması -          İşgücüne eğitim ve nitelik kazandırılması -          İş arayanlar ile işgücü arayanları buluşturulması -          İş yaşamında iş güvencesi ve koruyucu şartların sağlanması -          İş yaşamında belirli bir gelir güvencesi sağlanması -          Ücretlilere örgütlenme hakkının kazandırılması -          İşsizlik karşısında koruma -          İşgücünü sosyal risklere karşı koruma Çalışma Hakkı Bir çok sosyo-ekonomik haklar içinde temel bir hak niteliği taşıyan devletin sosyal hakları uygulamasıyla sosyal devlet aşamasında hayata geçirilen, kişilerin serbest istihdamına dayalı, çalışma özgürlüğünü de içine alan bir sosyal haktır. Çalışma Ozgürlüğü Kişinin emeğini özgürce kullanarak, istediği işverenle işini rahat ve özgürce yapabilmesi demektir.

22 Çalışma bütünlüklü insan eylemidir
Bir şey ortaya koymak, oluşturmak ve yapmak için zihinsel ve bedensel emek harcamaktır Yapmamız gereken, yapmamayı tercih edebileceğimiz ve karşılığında ücret bekleme eğiliminde olduğumuz şeydir. Bir kişinin diğer kişilerin yaralanacağı bir mal veya hizmet üretimi için gösterdiği eylem yada çabadır.

23 İnsanın bedensel veya zihinsel güçlerini belli bir amaca yönelik olarak ve planlı biçimde kullanmasıdır.

24 Çalışma, Değer üretmeye yönelik her türlü faaliyet ve eylemdir.

25 Geniş anlamda çalışma Çalışma …………………..boş zaman etkinliği

26 Dar anlamda çalışma Gelirle ilişkili olan çalışma türüdür

27 Çalışmanın anlamı ve günümüzdeki değişiklikler
Çalışma olgusu, her toplumda var olan ancak günümüze kadar anlamında farklılaşmalar olan bir kavramdır. Çalışma en genel anlamıyla insanın yaşamını sürdürebilmek için ortaya koyduğu üretken etkinliktir. Geleneksel toplumlarda, feodal ve lonca yapısında çalışma yalnız belli bir sınıfa yönelik eylem olarak görülmekte, çalışma toplumsal alanda değersiz görülen bir olgudur. Çalışma kural ve ilişkileri biçimlendirilemezken, hür irade yani emeğin özgür kullanımı yerine bağımlı emek ilişkisi vardı. Endüstrileşme ile birlikte, üretim biçimi mantığı ve yeri değiştiğinden, çalışma anlamı ve ilişkilerde farklılık göstermektedir. Küçük atölyelerden fabrikalara geçişte, işgücünün niteliği mavi ve beyaz yakalı olarak değişti ve emek çalışma hakkını istediği işverenle kurmakta, işgücü piyasasında kullanır hale gelmiştir. Endüstri sonrası bilgi veya iletişim toplumu aşamasında üretim biçimlerinde sektörel yapı içinde istihdam yapısı ve çalışma ortamında ve ilişkilerinde temek değişiklikler karşımıza çıkmaktadır. Örneğin, çalışma ekonomik bir eylem olmaktan çıkıp, çalışana sosyal anlamda bir saygınlık ve statü elde etme aracı olarak görülmektedir. Günümüzde,  yeni teknolojilerle emeğe daha az ihtiyaç duyulmakta, post-fordizm denilen standart ve yığın üretim yerine, tüketici eğilimlerine dayalı esnek üretim ve uzmanlaşma getiren bir üretim biçimi yeğlenmekte, az sayıda fakat farklı statülerdeki işgücü kullanılmaktadır. Küreselleşme süreci içinde üretim zincirleri yaratılmakta, sermaye ve emek açısından küresel bir piyasa oluşturulmaktadır. Örneğin, daha düşük sayıda işgücü ile üretim yapmayı mümkün kılan üretim teknolojileri, artık her üretim artışında yeterli istihdam artışı sağlamamakta, büyüme ve istihdam arasındaki ilişki kırılmaktadır.

28 Kuşkusuz "bireyin her davranışının arkasında bir istek, önünde ise bir amaç vardır." Her şeyden önce, insan endüstri öncesi toplumlarda olduğu gibi, yiyecek, giyinme ve barınma gibi ihtiyaçlarını karşılamak, fiziksel yaşamını devam ettirmek için çalışır.

29 Çalışma kavramı insanın bedensel ve zihinsel güçlerini belli bir amaca yönelik olarak planlı bir şekilde kullanabilmesidir. Çalışma işçinin ortaya koyduğu bir faaliyettir.bir insanın yaptığı bir faaliyet olup kişinin insanlığının gerekli bir bölümüdür. Psikolojik açıdan çalışma kavramı incelendiğinde birey ile görev arasındaki ilişki anlaşılmaktadır.burada önemli olan çalışma koşulları ile bireysel özelliklerin birbirine uyum sağlaması ve bir denge noktasına ulaşılması sonucu ortaya çıkan bir durumdur. Ekonomik yaşama göre çalışma ise insanın fiziksek ve zihinsel gücünün belli bir üretimin gerçeklemesi için sarf edilmesi anlamında kullanmaktadır.Bir diğer ifade ile çalışma bir geçim kaynağıdır.Kısaca ekonomik varlığın temelidir. Sosyolojik açıdan çalışma ise insanın bir iş otaya koyabilmesi için diğer bireylerle olan etkileşimi hiyerarşik bir düzen içerisinde belli bir statüye ulaşmasıdır.

30 Çalışmanın önemi

31 İktisadi önemi Gelir ve maddi unsurlar

32 Psikolojik önemi Özgüven Değerlilik hissi Birey olma

33 Sosyal önemi Toplumsal değer Toplumla bütünleşme Statü

34 İnsan hayatında neredeyse vazgeçilmez bir önemi bulunan çalışmanın bireye birçok bakımdan getirisi vardır. Belki de, çalışmanın getirileri arasında ilk basta düşünülecek olan fiziksel ihtiyaçları sağlamaya yarayacak ekonomik getiri bir amaç olma durumundan çıksa bile birey çalışmaya devam etme niyetini korumaktadır. Çünkü çalışmanın ekonomik getiri dışında bireye kazandırdığı daha başka, toplumda yer almak ve ona katkıda bulunmak, ilişkiler kurmak gibi önemli faydaları vardır (Turgut ve Tevrüz, 2003:58). Birey için çalışma bir amaç değil bir araç olarak algılansa da sağladığı faydalar açısından genelde istenilen bir şeydir. Getirdiği gelir, sağladığı saygınlık ve gelişme olanağı gibi nedenlere bağlı olarak çalışma, doğrudan ve dolaylı olarak birey için bir doyum kaynağıdır. Basarı güdüsünün en geniş ve yoğun şekilde yöneldiği alan da çalışma yasamıdır (Koray, 2000:136).

35 Uygarlığın başından itibaren, insanın yaşamının geniş bir bölümüyle çalışmanın etrafında yapılandığı; avcılıktan, toplayıcılığa, ortaçağdaki zanaatkârlardan geçtiğimiz yüzyıldaki bant sisteminde ve kitle üretiminde başrol oynayan işçiye kadar, çalışmanın bireyin yaşantısının çok önemli bir parçası olduğu bilinmektedir. Günümüzde ise ilk kez insanoğlu üretim sürecinden sistematik olarak elenmeye başlamıştır. Bir yüzyıl bile geçmeden kitle sistemine dayalı üretim sisteminden, yeni nesil bilgi ve iletişim teknolojileri vasıtasıyla çalışma şekillerine doğru bir değişim gerçekleşmektedir. Zeki makineler sayısız görevleri üstlenerek insanoğlunun yerini almakta, bu durum mavi ve beyaz yakalı işçilerin istihdam dışına çıkmasına yol açmaktadır (Rifkin, 1995:3).

36 teknolojiyi üretim sürecinde etkin kullanan gelişmiş ülkelerde el emeğiyle çalışan insanların oranının gittikçe azaldığı görülmektedir. Sanayi devriminin kitle üretim sistemi içerisinde fabrikalara taşıdığı salt gelir elde etme odaklı çalışma anlayışı, teknolojinin üretim sürecine dahil olmasıyla birlikte değişime uğramış, 70’li yıllardan itibaren Dünya ölçeğinde yaşanan sosyo-ekonomik gelişmeler ise çalışmaya ilişkin yeni anlam arayışlarının başlangıcını oluşturmuştur. Bu gelişmeler çalışmanın geleceği hakkında birçok yeni alternatiflerin geliştiğini göstermektedir. Gelecekte nasıl bir çalışma şekli olacak? Sanal işgücü gerçek işgücünün yerini mi alacak? Sanal ofisler işyerlerinin yerine geçerek, çalışma ortamları ortadan mı kalkacak (Keser, 2010:368)? Ve nihayet teknolojinin üretim sürecinde yer almasıyla artan bu boş zamanda yapılacak “yeni işler” neler olacak?

37 Bugün çalışma kavramının sonunun geldiğini ileri sürenlerin sayısı az değildir. Jeremy Rifkin, “çalışmanın sonu” tartışmalarını ortaya atan ilk kişidir. Rifkin, çalışmanın anlamındaki değişimi aynı isimli kitabında tartışmaktadır Gorz’un deyimiyle; Michel Agliatta’nın “ücretli toplumu”, Arendt’in “çalışma toplumu” ortadan kalkıyor olmasına karşın Rifkin’in iddiası olan “çalışmanın sonu” ile ortadan kalkan kesinlikle antropolojik ve felsefi anlamdaki çalışma değildir. Gorz, gelecekte “çalışma”nın üç farklı şekilde gerçekleşebileceği ihtimalinden söz etmektedir. Bunlar (Gorz, 2002:81):

38 Makro-sosyal çalışma: Organize bir toplum, insanların temel ihtiyaçlarını karşılamak için üretim. • Mikro-sosyal çalışma: Bireysel odaklı organize ve gönüllü çalışmaya dayanan bir çalışma. Bu çalışma temel ihtiyaçları karşılama dışında kendini gerçekleştirmeye dayanan bir çalışmayı içerir. • Özerklik aktiviteleri: Daha çok bireylerin, ailelerin ve grupların isteklerine dayalı çalışma. Bu tür çalışma kolektif ya da bireysel tercih şansı verir ve çalışmaya daha fazla anlam kazandırır.

39 Bununla birlikte; çalışma,
Çalışmanın anlamında yaşanan değişim tartışmalarında, birey için çalışmanın önem derecesinin azalması gibi konular incelenirken, “çalışmanın geleceği”ne ilişkin bazı saptamalardan da söz edildiği görülmektedir. Furnham’a göre; “Maddi temele dayanan iş görmeye ilgi azalacak, bireyler sadece gelir elde etmek için değil, aynı zamanda yaşam kalitesi doğrultusunda çalışacaklardır. Bununla birlikte; çalışma, daha esnek ve daha fazla cinsiyet değişkeninden bağımsız olarak bölünecek, bireysel gelişme ve iyi yaşam düşüncesi ağırlık kazanacak, ruhsal ve fiziksel koşullar daha fazla önem kazanacaktır. Ayrıca çalışma dışı yaşama da ilgi artacak, Merkezi yaşam ilgisi olarak “iş” değer kaybedecek, yaşam kalitesi düşüncesi önem kazanarak, rutin ve değişime kapalı işler değer yitirecektir. Sonuçta çalışanlar işe yönelik tutumlardan uzaklaşacak ve etik önceliklere önem vereceklerdir.” (Furnham, 1997:688).

40 Charles Handy göre ise;
“Örgütte çalışan işgücü sayısı günümüze oranla azalacak, daha az çalışma söz konusu olacak, bürokrasi azalacak, örgütlerde profesyonel ve uzman ihtiyacı artacak, gönüllü örgütlerde görev alma yaygınlaşacak, imalat ve üretim azalacak, eğitime olan talep artacak, örgütlerde yeniden yapılanma söz konusu olacaktır.” Gorz’un yukarıda ifade edilen “mikro sosyal çalışma”sına benzer şekilde, Handy’nin çalışmanın geleceği konusundaki, özellikle gönüllü örgütlerde görev almanın yaygınlaşacağına ilişkin öngörüsü, bugün faaliyet alanları ve kapsamları gittikçe genişleyen sosyal girişimlerle birlikte doğrulanmış gözükmektedir

41 insan, “bio-psiko-sosyal” bir varlık
insan, “bio-psiko-sosyal” bir varlık* olması nedeniyle bireyin toplumla bütünlesmesi söz konusudur. Kisi içinde yasadıgı toplumdan soyutlanamamakla beraber toplumla olan iliskileri de süreklidir. Birey toplumla beraber iyi bir yasam düzeyine yani gereksinimlerini karsılayacagı ve hedeflerini gerçeklestirecegi daha rahat bir ortama ulasmayı amaçlar. (Altınköprü, 2003: 12–14) Kisinin içinde bulundugu toplumun belirledigi alternatifler çerçevesinde tercih ettigi eylem biçimleri çalısma olarak tanımlandıgında karsımıza çalısma biçimini belirleyecek (bireyin gelir ihtiyacı, kapasitesi, ailesi, bilgisi, egitimi, basarı duygusu, ilgileri, zevkler vb.) birçok faktör çıkmaktadır. **(Özkul, 1997: 9) Ülgener (1981) de, iktisadi yasayıslarının ardında tavır ve davranıslarıyla insan gerçeginin ve onun zihniyetinin oldugunu belirtmekle birlikte, Durkheim da (1986), her sosyal faaliyetin kendine mahsus bir ahlak disiplinine ihtiyaç duydugunu ifade etmektedir. Genis veya dar her sosyal grubun bölümlerden kurulu bir bütün oldugunu da belirten Durkheim, bu bölümlerin de bireylerden olustugunu söylemektedir. Bireye kendisinin ve sosyal grubunun menfaatlerini hatırlatan sistemin ahlak disiplininden baska bir sey olamayacagını vurgulamaktadır. Bu disiplin ise bireye, kolektif menfaatlere zarar getirmemesi için yapması ve yapmaması gerekenleri bildiren bir kurallar bütünüdür. (Durkheim, 1986: 22–24)

42 Bireyin kendisini tabiatın gereklerine bıraktıgı andaki karmasadan kurtaran, gittigi yoldaki hareketlerinde onu zapt eden, ona ne olması gerektigini söyleyen, insanın hem biyolojik hem psikolojik hem de sosyal yönlerinin oldugunun bir ifadesidir (Altınköprü, 2003: 12 ortakları ile iliskilerinin nasıl olması gerektigini anlatan, içinde bulundugu toplulugu devamı için neler yapması gerektigini bildiren bu disiplindir. Bu disiplini ise birey, kendisini asan, kendi üstünde hüküm sahibi olan bir otorite olarak görür.* Sosyal gruplar ne kadar genis olursa bu kuralları uygulamanın da o kadar zorunlu olacagını ifade eden Durkheim, bu kuralların da kolektif amaçları açıkça gösterir nitelikte olması gerektigini vurgulamaktadır. Durkheim bu sebepten dolayı her meslek faaliyetinin ahlaki ilkeleri içermesi gerektigini ifade etmektedir. (Durkheim, 1986: 22–24) Genis anlamda toplum, dar anlamda sosyal çevre, içinde bulunulan grup ve birey özelliklerinin bireylerin sahip oldukları ideolojilerini (zihniyetleri) belirlemede etkili olacagı gibi çalısma zihniyetini de belirleyici etkilerde bulunması da söz konusudur. Bu nedenle çalısma ideolojisi bir toplulugun üyelerinin degerlerini, tavırlarını, inançlarını ve fikirlerini içine almaktadır. Bu kavramlar çalısma degerleri olarak kabul edilir. Çalısma Degerleri bir grubun veya toplulugun istedikleri ve arzuladıkları özellikleri belirler. Ayrıca çalısma degerleri bireyin çalısmaya olan yaklasımıyla da ilgilidir.

43 Bireyleri sahip oldukları anlayıslardan dolayı, günlük kullanımlarda aynı manada ifade edilen fakat içeriginde bazı farklılıklar olan iki kavramın karıstırılmaması gereklidir. Bu kavramlar çalısma ahlakı ve is ahlakıdır. “s ahlakı, mal ve hizmet üreten isletmelerin ya da firmaların uymaları gereken ahlaki ilkeleri ve standartları ifade eder.” Bununla beraber çalısma ahlakı, “bireyin ve toplumun refahı için çalısmanın gerekli ve önemli oldugu üzerinde durur.” Çalısmak, bireyin yasamının devam için bir zorunluluk olmanın ötesinde bir bireysel sorumluluk ahlakıdır. Ayrıca, çalısma ahlakı ile ekonomik refah arasında çok yakın bir iliski bulunmaktadır. Çalısma ahlakının yüksekoldugu toplumlarda ekonomik refah düzeyinin de yüksek oldugu düsüncesi iktisatçılar tarafından genel kabul görmektedir. Dinlerin de çalısma ahlakının önemi üzerinde durdukları bilinmektedir. slamiyet, çalısma ahlakının önemini vurgulayan dinlerin basında gelmektedir. Hıristiyan dininde çalısma ahlakı son derece önem tasımaktadır. Çalısma ahlakı konusuna özel önem vermesi dolayısıyla “Protestan Ahlakı”, çesitli arastırmacılar tarafından çalısma ahlakını ifade etmek üzere kullanılmaktadır. (Canaktan, 2007)

44 Ülgener (1981), bireyin hayatına yön veren zihniyet yapısının olusumuna, iklim, çevre ve siyasi durum gibi bazı içi ve dıs etkenlerin tesiri olabilecegini ifade etmekle beraber hayat anlayısının basit bir davranıstan sıyrılıp ahlaki ifade kalıpları ile bir dünya görüsü ve anlayısı olarak zihinlere yerlesmesinde en etkin rolün manevi-dini faktör oldugunu vurgulamaktadır. Bu durumun ispatının da iktisat tarihi oldugunu ifade etmektedir. Gündelik hayatımızda ilk defa basit, iddiasız bir sekilde karsımıza çıkan çogu fikrin ve halk dilindeki çogu özdeyisin baslangıçta veya formasyonu sırasında dini/mistik kanallardan çıkarak (aslını muhafaza ederek veya asıl anlamından sıyrılarak) günümüze kadar geldigini ifade eder. (Ülgener, 1981: 14)

45 1. Protestan Çalısma Ahlakı
Protestan çalısma ahlakı kendi içinde üç çalısma degeri anlayısıyla ifade edilmektedir. Protestan çalısma ahlakı Max Weber’in, Protestan Ahlakı ve Kapitalizm’in Ruhu adlı ünlü eserinde genis bir sekilde ele alınmıstır.

46 1.1 Kalvinist Yaklasım Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin ruhu üzerine derin incelemeler yapan Max Weber (2005), Kapitalizm’in en fazla gelistigi yerler olarak ifade ettigi, Hollanda, ngiltere, Fransa gibi kültür seviyesi yüksek olan ülkelerde 16. ve 17. yüzyıllarda büyük mücadelelerle ortaya çıkan ve gelisim gösteren bir inanç olarak Kalvinizm’i göstermektedir. Weber, bugün de geçerli olan kalıplasmıs ifadesi olarak “ilahi takdir” ögretisinin bir deger veya inanç yargısı olarak Kalvinizm’de mevcut oldugunu ifade etmektedir. (Weber, 2005: 78) Weber, 1647 yılında açıklanan “Westminster Confession” bildirisinden bazı ifadeleri alarak Kalvnizm inancında, Allah tarafından insanların bazılarının ebedi yasamda bazılarının da ebedi ölümde yer alacaklarını ve insan ne kadar dindar olursa Allah tarafından ödüllendirilecegini belirtmektedir. Ayrıca insanların, dünyada sadece Allah’ın emirlerini yerine getirmek için var olduklarını ve bu emirleri en iyi biçimde yerine getirmeleri gerektigini vurgulamaktadır. (Weber, 2005: 79) Kalvinizm, insanların topluma hizmet için elde edilen zenginliklerin bireysel çıkarlar içinde kullanılamayacagını ögütlemektedir. Fakat bununla beraber basarının Allah’ın kulunu sevdigine dair bir isaret olarak kabul edildigi Kalvinizm’de, bireyler çalıskan olmaya tesvik edilmislerdir. Kalvinizm’de insan dünyaya kendi amaçları için degilyaratıcısı tarafından ona verilen görevleri yerine getirmek için gönderilmistir. Bu inanıs, bu sistem içindeki bireylerin toplumu sekillendirmelerinin rasyonel yönde gelismesini saglamıs ve kurulan pazar sisteminin rasyonel unsurlarının Allah’ın bir emri olarak görerek kullanmaya yönlendirmistir. (Türkdogan, 1996: 35)

47 Kalvinizm’e göre dünyadaki varlıklar insanlar için vardır ve bütün kaynaklar toplumun hizmetinde kullanılarak yaratana itaat edilmelidir. Bu yüzden, maddi varlık birey için en büyük tehlike olarak görülür. Maddi varlıgın cazibesi ve ona ulasmak için çaba harcamak seytanın günaha tesviki olarak kabul edilir. Çünkü mal varlıgı insanı rahat bir yasantı içerisinde tembellige ve bedensel arzuların tatminine yöneltir. Bu tembellik ve bedensel arzuların tatminine yönelme tehlikesinden dolayı bu dünyada mal varlıgı ile elde edilecek rahat bir yasama karsı çıkılmıstır. Rahat yasam, sadece öbür dünyada sonsuza dek sürdürülecek bir ödüldür. Bu ödül ancak Allah’a itaatle kazanılabilir, bunun yolu da eglence ve tembellik degil, bu dünyada aktif bir hayat sürmektir. Allah, insanlardan sadece günlük çalısmalar yapmalarını degil, ömür boyu çalısarak iyi isler yapmalarını istemektedir. (Turgut, 1996: 28) Weber, Kalvinizm’in toplumsal açıdan sıkı bir sekilde sahiplenilmesi ile bireyin, dünyanın dar baglarından kopma egilimi arasında sıkı bir bag olabilecegini ifade etmektedir. Kalvinist inanca göre dünya, yaratıcı tarafından yalnızca kendi sanına hizmet etmek için yaratılmıs bir yerdir. Seçilmis Hıristiyan da, elinden geldigi kadarıyla yaratıcısının buyrugunu yerine getirmeli yani O’nun sanını yüceltmek için çalısmalıdır. Bütün bunlarla beraber yaratıcı, Hıristiyan’ın toplumsal etkinliklerle ilgilenmesini ister. Çünkü yasamın toplumsal yönünün kendi buyruklarına uygun ve kendisine göre düzenlenmesini ister. Kalvinist’in bu dünyadaki yegâne toplumsal etkinligi “in majorem gloriam dei”dir.* Bu nedenle bu özellik (etkinlik), çoklarının yasamlarının merkezini teskil eden meslek ugrasını da içermektedir. (Weber, 2005: 85) Din ve ekonomi arasındaki iliskiyi inceleyen Samuelsson da (1957) Calvin'in kara bakıs açısına göre Tanrının karı tamamen yasaklamadıgını belirtmektedir.

48 Bunlardan biri, sadece kendi çıkarını düsünmeksizin, komsularının çıkarını da düsünmektir. Ayrıca karın ne kadar olacagı, harcanan zamana, harcanan emege ve üretilen maddenin gereklilik derecesine göre belirlenir. Ancak, kar belirlenirken insanın sadece kendi çıkarını düsünerek onun arkasından kosması bir günahkârlık olarak algılanmaktadır. slerin basarılı yürümesi, tanrı tarafından onaylanmayı gösterir, fakat aynı zamanda tanrının gözünden düsmeye de sebep olabilir. Kârın uygun kullanılması bakımından zenginlerin günahkâr olarak görülmemesine ragmen zenginlik içerisinde yasamak günahkârlık olarak algılanır. Çünkü bu insanlardaki zevk sevkini arttırmaktadır, ayrıca, insanlar arasındaki esitsizligin kaynagıdır. Çünkü sosyo-ekonomik bakıs açısına göre, lüks üretim zenginlige hizmettir ve bu üretimin ürünü de kazancı da tamamıyla zenginler arasında kalır ve bunun sonucunda fakirler ihtiyaçlarını gideremez hale gelirler. Weber Calvin’in, Tanrı tarafından "seçilmis insan" olmanın kosulunun yine çok çalısmaya baglı oldugunu yazmaktadır. Bu yüzden Protestan ahlakta zamanı bosa harcamak günahların en tehlikelisi olarak vurgulanmaktadır. nsan ömrünün çok kısa olması nedeniyle, kendisini bu kısa sürede ispatlamaya çalısmalı ve Cennete girmeye hak kazanmıs insanlardan olabilmelidir. (Turgut, 1996: 29) Calvin, bir insanın çalısması neticesinde elde ettigi basarıların aynı zamanda Tanrının o kisiye yönelttigi yardımının görünür bir ifadesi oldugu fikrini ortaya atmıstır. Calvin’e göre, insanların ebedi kurtulus için seçilmis olup olmadıklarını anlamaları mümkün olmadıgı için insan sert ve ciddi bir çalısma temposuna dayanmak zorundadır. (Türkdogan, 1996: 120) Weber, Calvin'in kendisini bir “aracı” olarak kabullendigini ve kendi kurtulusundan emin oldugunu ifade etmektedir. Ayrıca Calvin “seçilmis” kavramından bahsetmektedir. Calvin bu duruma göre insanların Tanrı tarafından seçilmisliklerinden nasıl emin olabilecekleri yönündeki düsüncelere temel yanıt olarak, Tanrının buyruklarının bilgisini ve sa peygambere duyulan kalıcı güven ile yetinmeyi vermektedir. Calvin, insanların kendi dıs görünüslerine bakarak seçilmis olup olmadıklarını anlayabilecekleri yönündeki varsayımları reddetmektedir. Bunun yaratıcının gizlerine yönelik bir girisim olarak nitelendiren Calvin, bu dünyada seçilmisler ile atılmıslar arasında bir fark olmadıgını ifade etmekle beraber seçilmisleri, Tanrının yeryüzünde görülmeyen kiliseleri olarak ifade eder. (Weber, 1996: 87)

49 1.2 Lutheryan Yaklasım Weber, “meslek” sözcügünde dini motiflerin oldugunu ve ngilizce’deki “calling” (çagrı) kelimesinde de bu motiflerin tasarımının izleri oldugunu ifade etmektedir.* Meslegin Tanrı tarafından verilen bir ödev olarak kabul edildigi ölçüde bu tasarımın daha da hissedilebilir hale gelebilecegini vurgulayan Weber, eski çaglarda yasayan toplumların ve Katoliklerin de “meslek” kavramına “yasam amacı” ve “sınırsız çalısma alanı” gibi manalar yüklediklerini belirtmektedir. Weber Luther’in de meslege “calling” (çagrı) anlamını yükledigini ifade etmektedir. Dünyaya ait mesleklerde ödevlerin yerine getirilmesinin ahlaki eylemin en yüksek içerigi olarak kabul edilmesi, günlük-dünyevi eylemlere ve meslek kavramına dini bir nitelik kazandırmıstır. Bunlarla beraber, Hıristiyan Ahlak ögretisi, bir Manastır Asketizm’inden sıyrılıp, Tanrının belirledigi bir yasam tarzı dâhilinde dünyadaki konumunu olusturan dünyevi görevlerini yerine getirmesini ögütler, yani artık bunu meslegi olarak kabul eder. Bütün bu düsünceler Luther’in reformist hareketleri süresince gelismistir. (Weber, 2005: 63) Luther'in çalısmaya bakıs açısı**, Kalvinistlerden farklıdır. Luther’e göre çalısma, insanın günahlarını affettirmekten gelen bir kaderdir. Cennete gitmenin yolu çok çalısmaktan geçmektedir. Luther “çagrı” (Calling) kavramını, Tanrı tarafından verilmis ömür boyu çalısma görevi olarak yorumlamakla beraber, çileciligi de bedensel terbiye olarak ele almakta ve bu çileciligin insanı selamete ulastıracagına inanmaktadır. Her insan kendisi için belirlenmis meslegini iyi icra etmeli ve çok çalısmalıdır. Çalısmak Luther'e göre kardeslik sevgisinin ifadesidir. Çünkü is bölünmesinde her birey baska bir birey için çalısır. Luther, faiz ve tefecilige karsı çıkmıstır. Çünkü tefeciler kazançlarını çalısarak eldeetmemektedirler. Hiç kimse çıkar pesinde kosmamalıdır, tersine, herkes kendisi için belirlenmis olan Tanrısal görev dogrultusunda hareket etmelidir. nsanın günahlarından kurtulması için kendisine verilmis isleri yerine getirmesi ilâhi istegin bir sonucudur. (Turgut, 1996: 30)

50 1.3 Püriten Yaklasım Weber’e göre Kalvinizm’den çıkmıs olan ngiliz Püritenizmi meslek kavramının en tutarlı temelini vermektedir. Weber, Püriten ahlakının temel düsüncelerini, Richard Baxter’ın pratik ve gerçekçi ifadelerinden aldıgını belirtmektedir. Baxter’in Hristiyan Rehberi (Christian Directory) adlı eserinin Püriten Ahlak’ın en kapsamlı özeti oldugunu da ifade etmektedir. (Weber, 2005: 121) Püriten görüse göre Tanrının hikmet ve takdirine layık olan kisinin ekonomik alanda etkisi vardır. sbölümünde nicel ve nitel gelisimden dogan ürünün bütün herkes için hizmete sunulması, bütün iyiliklerle esit degerde görülür. (Turgut, 1996: 30) Püritenizm yoluyla, ruhi itikat ve iktisadi menfaat birbirlerini etkileyerek gelisim göstermistir. Püritenizm, siyaset-din ve ticarette imtiyazlı iktidara karsı çıkmaktadır. Püritenlerin idealleri, ıstıraplı bir hayat tarzı ve mütevazı bir dünya basarısı ile övünmeye çagrıdır. (Türkdogan, 1996: 104) Weber, Baxter’ın Azizlerin Ebedi Huzuru ve Hıristiyan Rehberi adlı çalısmalarında Yeni Ahit’te yoksullugu öngören bir anlayısa (ebionistik) vurgu yaptıgını ifade etmektedir. Zenginligin büyük bir tehlike oldugu, zira tahriklerinin sınırsız oldugu ve Yüce yaratıcının zenginliklerinin büyüklügü/önemi ile karsılastırıldıgında onun pesinde kosmanın anlamsız olmakla beraber ahlaki yönden de sakıncalı oldugu görüsü vurgulanmaktadır. Weber, azizlerin zenginliklerinin etkili olması noktasında bir sakınca görmeyen Calvin ile kıyas edildiginde, Asketizm’in* dünyevi malların elde edilmesi yolundaki her ugrasıyı çok daha katı yargıladıgını ifade etmektedir.

51 Para ve mal pesinde kosmak hakkında olumsuz yargılamalar Püriten Edebiyatında pek çoktur. Ayrıca ahlaki olarak itiraz edilecek noktanın, mülkiyetin saglamıs oldugu rahatlık, zenginligin tembellige ve bedensel zevklere yol açan zevki ve en önemlisi de kutsal yasamı elde etme çabasından ayırması oldugunu belirtmektedir. Mülkiyete yalnızca rahatlık anlamı yüklendigi için süpheyle yaklasılmıstır. Yaratıcının, kendi sanını artırma ilgili istegine bos zaman ve zevkle degil, çalısma ile hizmet edilebilir. Zamanı bosa harcamak en büyük günahlardandır. nsanın kendi meslegine yönelecegi hayat süresi çok kısa ve degerlidir. (Weber, 2005: 122) Püritenlere göre, mesakkatli/çileli bir çalısma kötü olarak kabul edilen sehvet düskünlügünü ve cinsel isteklerini yok eder. Tanrının, en büyük fakat en kısa süreli hediyesi olan zaman kesinlikle bosa harcanmamalıdır. Eger birey haz duymadan yiyebiliyorsa bu durum, Tanrının kulunu onaylaması yani ondan razı olması anlamına gelir. (Türkdogan, 1996: 121– 122) Weber, Tanrının takdirine layık olma ölçütlerinden birisinin de kar olayının incelendiginde görülecegini yazmaktadır. Püritenlere göre Tanrı seçilmis bir insanı, yaptıgı isin karına göre belirleyebilir ve Tanrının yolunda giden bir Hıristiyan bu fırsatı degerlendirmelidir. Eger tanrı insana yasal yollardan kazanç saglayacak bir yol gösteriyorsa ve buna ragmen daha az gelirli yol seçiliyorsa o zaman insan kendisine erilmis ilahi görevi yerine getirmemis olur. Ancak insan toplumun hayrına olacak sekilde zenginligini kullanabilir ve bu anlamda da tanrının takdirini alır. Baxter'ın su sözleri de Tanrının takdirini almak için bir kıstas olarak kabul edilebilir: “Zengin bir insan sahip oldugu varlıgına ragmen iyi bir Hıristiyan olabilir. Zengin olan bir Hıristiyan zamanını iyi harcamıs demektir.” Bu baglamda, Püritenlere göre, Tanrı ticareti yasaklamamıstır.

52 Ancak ticaret belirlenmis yasalara göre yapılmalıdır
Ancak ticaret belirlenmis yasalara göre yapılmalıdır. Samuelsson (1957), is adamının itaat etmek zorunda oldugu Protestan is ahlakı yasalarını su sekilde ifade etmistir. 1) Birey her seyden önce ilk olarak toplumun iyiligi için gayret sarf etmelidir. 2)Piyasanın ve toplumun belirledigi fiyata uyulmalıdır. Bir mal ne kadar çok talep görürse görsün onun fiyatı yükseltilmemelidir. 3) Birey toplumun sayesinde kendisini zengin edecek bir tekel kurmamalıdır. (Turgut, 1996: 31)

53 1.4 Genel olarak Protestan Ahlakı
Weber, Protestan ahlakın öncelikli yönlerini bireyselcilik, çilecilik ve çalıskanlık olarak belirlemistir. Weber, Kapitalizmi anlamak için Protestanlıga bakmak gerektigini ifade etmektedir. (Turgut, 1996: 28) Protestanlara göre; kisinin önemli olan zamanını tembellikle, eglenceyle, gereksiz konusmalarla, lüks ve gereginden fazla uyku ile geçirmesi ahlaki açıdan mahkûm edilme nedenidir. Modern kapitalizmde, Benjamin Franklin’i dedigi gibi "Zaman esittir para" seklinde açıklanırken, Protestan dininde belirti bir ruhani anlamda tanımlanmaktadır. Protestanlıkta zaman son derece degerlidir, çünkü kaybedilen her saat Tanrının takdirini almak için yapılacak islerden ve O’nun sanını artırmaktan kaçınılmıs zamandır. Sadece pazar günleri bostur ve bu bos zaman da sadece Tanrıya dua edilerek geçirilmelidir. Protestan ahlakında çalısmanın, onaylanmıs çileci bir teknik oldugunu söyleyen Weber, bunu daha da desteklemek için Aziz Paul'ün "Çalısmayan hiç kimse yemek yiyemez." sözünü alıntılamıstır. Weber'e göre her seyin altında herkes için geçerli olan bu söz yatmaktadır; çalısmaya isteksiz olmak, Tanrının lütfundan yoksun olmak demektir. Aquinas’lı Thomas da Aziz Paul'un bu sözlerini, “Çalısmak bireyin ve toplumun varlıgını sürdürmesi için bir gerekliliktir.” seklinde yorumlamıstır. Weber, Baxter'ın da Aziz Paul'un bu sözünü ele alarak açıklamalar yaptıgını yazmaktadır. Baxter, bu açıklamalarında, “Varlıklı insanlar bile günlük çalısmasını sürdürmeden yemek yememelidir.” der. Çünkü çalısmak Tanrının bir emridir ve onlar da yoksullar gibi çalısarak Tanrıya itaat etmek zorundadır. (Turgut, 1996: 30) Weber’e göre bireyin takatinin son demine kadar mesleki çalısmasına gayret sarf etmesi, yaratıcıya hizmet için sahsi sevinç, keyif ve zevklerden vazgeçmesi anlamına gelmektedir. Dünyada iken ciddi-sert çalısma ve mesleki etkinliklerde gayet gösterme ve yapılan isin rasyonellik kazanması gibi kurumlar dini kutsiyet tasıyan degerlerdir. Böylece Weber’e göre, bir insanın çalısmak suretiyle elde edecegi ekonomik basarılar dini bir kalıp içine girmektedirler. Kapitalist ekonomik sistemin aradıgı seküler dünya görüsü ve insani yasam hakkındaki görüsü ortaya çıkaran durum budur. Protestanlık ahlakı, insanı kapitalist ekonomi tarzına uygun bir sekle sokmus ve insana kapitalist sistemde herhangi bir tüccar/mütesebbis veya herhangi bir is sahibi/isçi kimligini kazandırmıstır. (Türkdogan, 1996: 120–121)

54 Protestanlara göre, bir tüccarın, kalitesiz mal satması, hem de malı normal piyasa fiyatından fazlaya satması hem seytanlıgı temsil etmektedir. Ayrıca bu bireyin iyi bir Hıristiyan olmadıgı kabul edilir. Bir bireyin iyi bir Protestan olması toplumun iyiligini düsünmesi, fakirlerin iyiligini, alısveriste dürüst olması, isini genisletmekle beraber isinden sahsi çıkar saglamamayı hedeflemesi ile mümkündür. Yani, bir tüccar isyerindeki kazancını yoksulların selameti için kullanıyorsa basarılı bir Hıristiyan olarak kabul edilir. Püritenler’e göre, kültürel faaliyetler, spor ve eglence için para harcamak dogru degildir ve bu tür faaliyetlere harcanmıs para gereksiz yere harcanmıs kabul edilir. Çünkü insana verilen zenginliklerin hesabını bir gün Tanrı soracaktır. Mal varlıgı ne kadar çoksa sorumlulugu da o kadar agırdır. Weber, Protestanlıgın bu tür dünyevi çileci bakıs açısının kapitalizmin gelismesinde etkin bir role sahip oldugunu söylemektedir. Çünkü Protestanlık, mal varlıgını eglence için harcanmasını, özellikle de lüks görülen esyalara yönelik tüketiciligi engellemistir. Mal varlıgının akılcı olmayan bir biçimde harcanmasına karsı çıkarak, birikimi ve yatırımı telkin etmistir. Kısaca, Protestanlık, insanların pratik ve gerekli nedenler için harcama yapmalarını uygun görmektedir. (Turgut, 1996: 31) Weber, varlıgın bir taraftan iyi, diger taraftan günah olarak kabul edilmesi ve harcamaların kısıtlanması dogal olarak mal varlıgının birikimine neden oldugunu ve Avrupa’nın bazı ülkelerinde feodal yasama karsı duyulan antipatiden dolayı bu birikimin topraga degil de, baska alanlara dogru kapitalistçe yatırımlar yapıldıgını ve sonuç olarak, bu yatırımlardan dolayı rasyonel burjuvazinin ekonomik yasamının seçildigini; daha sonra da bu ekonomik birikimden dogan yatırımların dini degerlerin düsmesine sebep olarak "her iki dünyadan da faydalan" düsüncesinin agır bastıgını belirtmektedir ve bu anlamda da Protestan ahlakı olgularının kapitalizmin gelismesi yolunda etkin rol oynadıgını söylemektedir. (Turgut, 1996: 32)

55 “Çok çalısan, iyi bir Hıristiyan insan”
Weber’e göre Kapitalizmin kökeninde dini inançlar vardır. Bu dini inançlar bir süre sonra belirli duygu ve düsünceleri bagımsız hale dönüstürür. Düsünceler bagımsız olunca dini kimliklerinden sıyrılmakla beraber insan iradesindeki motiflerini de muhafaza ederler. Weber, kaynagını dinden alıp din tarafından olusturulan ve insanlara benimsettirilen ahlaki anlayıs ve inanç gibi ruhi durumların dini özleri kaybolduktan sonra veya zayıfladıktan sonra bile tesir ve rollerin devam ettirmesi sürecine sekülarizasyon (dünyevilesme) adını vermektedir. Weber’e göre, kapitalist ideoloji bir çevredeki bütün insanları içine alacak sekilde yayıldıktan sonra bir gerçeklik kazanabilir. Weber’e göre, zahmetli emegin yani çalısmanın meyvesi (Tanrının kuluna yönelik onayı), sermayenin birikimine sebebiyet vermistir. Yani dini yasayıs sonucu toplumda sermaye birikimi olmustur. Bu da amaç dısı olusum kapitalist toplumu meydana getirmistir. Sonuçta bu ahlaki anlayıs dinden ayrılmıs ve seküler bir çagdas kapitalizmin bagımsız bir güç haline gelmesine neden olmustur. (Türkdogan, 1996: 122) Weber’e göre, Avrupa’nın bazı ülkelerinde feodal yasama karsı duyulan karsıtlıktan dolayı bu sermaye birikimiyle topraga degil baska alanlara dogru yatırımlar yapılmıstır. Sonuç olarak, rasyonel burjuvazi, bu yatırımlardan dolayı ekonomik yasamı seçmistir. Bu ekonomik birikimden dogan yatırımların dini degerlerin düsmesine sebep olarak “Her iki dünyadan da faydalan.” düsüncesinin agır basmıstır. Weber bu yüzden Protestan ahlakı olgularının kapitalizmin gelismesi yolunda etkin rol oynadıgını söylemektedir. Protestanlık ve Kapitalizm arasındaki bu bagın göstergesi is adamlarının ve finansörlerin çogunun Kalvinist veya Püriten mezheplere baglı olmasıdır. Protestan düsünürlerini, dini vaazlar veren bir peder degil de, sanki büyük bir firmanın çalısanlarına çalısma ahlakını telkin eden is adamlarına benzetmek mümkündür. Sonuç olarak, Protestan mezheplerinin hepsinde gayretle çalısmak bir zorunluluktur. Kendi zevki için lüks harcamalar yapmak ve toplum için bir sey yapmamak ise günahtır. Bu benzetmeyi bir atasözü de desteklemektedir.

56 2. İslam Çalışma Ahlakı Abbas Ali (1988), Max Weber'in Protestan ahlakı ile ilgili yazılarından sonra üretim ve ekonomik gelisimin dini inançla olan iliskisi üzerinde durulurken bu konuda yapılan çogu tartısmanın Hıristiyan dinini içerdigini ifade etmektedir. Ali, Hindistan'daki Janisler veya Java'daki Santri Müslümanlar gibi diger dinlere baglı bazı etnik grupların da oldukça önemli düzeyde ekonomik basarı elde etmis olduklarını belirtmektedir. Arapların ekonomik ve sosyal ilerlemelerinin önemli ölçüde İslam Çalısma Ahlakı ve bireyselcilige dayandıgını belirten Ali, bu ahlakın batı yönetim literatüründe önemli ölçüde göz ardı edildigini belirtmektedir. Ali’nin ifadesiyle, gelismekte olan İslam ülkelerinin hem finans hem de insan kaynakları açısından varlıklı olmalarına ragmen yeterli anlamda ilerleme kaydedememis olmalarının nedeni, İslam çalısma ahlakı olmamakla beraber yönetim ve ekonomik kurumların eksikligidir. (Turgut, 1996: 33) Zaim’e Göre İslam Dininin dünya görüsü düalisttir. Yani İslamiyet’in hem dünya hem de ahiret cephesini düzenleyen bir yapısı vardır. Tek yönlü bir hayat felsefesine degil çift yönlü bir hayat düsüncesi vardır. (Zaim, 1995: 24–25) Bu durumu ifade eden ayetler vardır. “İnsanlardan öylesi vardır ki: Rabbimiz, bize nasibimizi dünyada ver, der. Böyle bir kimse için ahirette hiçbir nasip yoktur. Onlardan bir kısmı da Rabbimiz, bize dünyada da iyilik, ahirette de iyilik ver ve bizi ates azabından muhafaza eyle, der. İSte onlara kazandıklarından bir nasip vardır. Allah ise hesabı pek çabuk görendir.” (Bakara: 2/200–202) Burada vurgulanan husus, hepimizce bilinen “Ahiret için hemen ölecekmis gibi, dünya için hiç ölmeyecekmis gibi çalıs.” Seklinde ifade edilen dünyevi ve uhrevi fikirlerin birlestirilmesi düsüncesi mevcuttur. Yani, toplumlar, sadece maddi yönleriyle degil, ekonomik, sosyal, maddi ve manevi kültürel yönleriyle bir bütün halinde gelisebilir. Dünyevi ve uhrevi konular birlikte ele alınınca ekonomik faaliyetlerle ahlaki prensipler iç içe ele alınmıstır. (Zaim, 995: 24–25) İslam Peygamberi (SAV); uygun bir yer buldugunu söyleyerek dünya hayatını terk etmek ve insanlardan uzaklasarak günlerini sadece ibadet etmekle geçirmek için kendisinden izin istemeye gelen birisine, İslami hayatın bu olmadıgını söyledigi ve o kisiye bahsettigi yere gitmesini yasakladıgı rivayet edilmektedir. (Hamidullah, 2003: 991)

57 İslamiyet’e göre insan Homo-Economicus, gibi degil Homo- İslamicus gibi davranmalıdır. Bu insan tipi, ekonomik hayatındaki davranıslarında kendisini tatmin ve faydasını maksimize etme çabalarını, Allah’ı emir ve yasaklarıyla (makul ölçüleriyle) düzenlemeye çalısan bir insandır. Müslüman insan dogustan gelen maddi egilimlerini ve manevi yükselme arzusunu dengelemelidir. İnsan bu sorumlulugu tasımaktadır. Bu sorumlulugundan dolayı hadis-i serifte ifade edildigi gibi insana ahirette su dört seyden sorulacaktır. “lmiyle ne gibi ameller yaptıgından, ömrünü nerede ve nasıl tükettiginden, malını nerede kazanıp nereye sarf ettiginden, vücudunu ve sıhhatini nasıl degerlendirdiginden.” (Zaim, 1995: 61) İslam Dini, çalısma faaliyetini, bireye bagımsızlık, tatmin ve kendine güven saglayacak bir aktivite olarak telkin eder. slamiyet’in insana çok çalısarak ve isine baglı olarak hem basarıya ulasmasını, hem de toplumsal refahın artması için katkıda bulunmasını ögütledigini ifade etmektedir. (Turgut, 1996: 33)

58 İslam Peygamberi (SAV), tedbirin takdire maglup oldugu noktada, inananlara bir kısım tavsiyelerde bulunmustur. Yokluk halinde iken dahi karamsarlıga kapılmadan birey olarak mutlu kalabilmenin yolunu göstermistir. Bunun için halin gerektirdigi duruma göre tavsiye olarak, infak, kanaat, sabır, sükür, istigna, tevekkül, bereket gibi kavramları ifade etmistir. Bu kavramlar insana manevi destek görevindedirler. slam dininde, bireylerin bitecegi korkusuna kapılmadan mallarını ihtiyaç sahiplerine Allah rızası için vermeleri (infak) tavsiye edilmistir. Bir hadis-i serifte, “Kanaat bitip tükenmeyen bir hazinedir.” ifadesi bulunmakta bir digerinde ise, “nananların en iyileri kanaatkâr olanları, en kötüleri ise tamahkâr/açgözlü olanlarıdır.” ifadesiyle de bir karakter ölçüsü ders verilmektedir. slamiyet’in tevekkül inancı da hiç çalısmadan kazanç beklemek anlamında degil sebeplerine yöneldikten sonra isi Allah’a bırakmak demektir. (Yardım, 2002: 447) İslam Peygamberi’nin (SAV), “Hayatını kazanmak üzere çalısan kimseyi Allah sever.”, “Dilencilik her iki dünya için de utanç vericidir.” sözleri insanların ellerinden geldigi ölçüde çalısmalarını ögütlemekte ve çalısmanın her zaman güzel ve serefli oldugunu ifade etmektedir. (Hamidullah, 2003: 991) İslam Peygamber’inin (SAV) bir dilenciyle aralarında geçen olay meshur olmustur. İslam Peygamberi (SAV), bir gün yanına bir seyler dilenmek için gelen dilenciye, dünya malı olarak sahip oldugu ne varsa yanına getirmesini söyledi. Dilencinin sahip oldugu seyler sadece su içmek için bir kâse ile yatmak için kullandıgı bir örtüydü.

59 İslam Peygamberi (SAV) bunları açık artırmayla sattı
İslam Peygamberi (SAV) bunları açık artırmayla sattı. Elde edilen paranın yarısıyla dilenciye yiyecek aldı. Diger yarısıyla da bir balta satın aldı. Baltayı dilenciye vererek ormandan çalı çırpı kesmesini, pazarda satmasını ve iki haftadan evvel yanına gelmemesini ögütledi. On bes gün kadar geçtikten sonra dilenci gelerek yeteri miktarda para kazandıgını ve bunlarla ihtiyaçlarını giderdigini söyledi. slam Peygamberi (SAV), bunun üzerine “Bu dilencilik etmekten ve Kıyamet gününde bu sebeple utanç duyup zelil hale gelmekten daha iyi degil mi?” (Ebu Davud, 9/26) buyurmustur. (Hamidullah, 2003: 989–990) slam Peygamberi (SAV) bir gün bir arkadasıyla karsılasınca onun elini sıkar ve arkadasının elinde bir sertlik/katılık hisseder. Bunun sebebini sorunca arkadası, mesleginin kazma, kürek ve çapa isi yapmayı gerektirdigini söyler. Bu katılıgın sebebinin yapmıs oldugu is oldugunu ifade eder. Bunun üzerine slam Peygamberi (SAV) hemen arkadasının elini öper ve ona söyle söyler. “Bunlar Allah’ın sevdigi ve razı oldugu ellerdir.” Bu hadise, slam Peygamberi’nin (SAV) çalısanlara olan tutumunu göstermekte ve çalısmadan duydugu hosnutlugunu ifade etmektedir. (Hamidullah, 2003: 990) slamiyet’te insanın gayret göstermemesi veya çalısmaması hos karsılanmayan bir durumdur. Halife Hz. Ömer’in “Bir kisi sadece dua ederek gökten altın ve gümüs yagmasını beklememelidir. Eger bir Müslüman hayatını kazanacak güçte ise o kisinin dilenmesi utanç vericidir.” sözü insanları çalısmamaktan men etmek ve çalısmaya tesvik etmek anlamında söylenmistir. (Turgut, 1996: 34)

60 Çalısan insan çogu peygamberlerin geçimlerini bir meslek ifa ederek ve bedenen veya zihnen çalısarak sagladıklarının farkında olmalıdır. Çogu peygamberin çobanlık, Hz. Davut’un demircilik, Hz. dris’in terzilik, Hz. sa ve Hz. Zekeriya’nın marangozluk ve slam Peygamberi (SAV) ise çobanlık ve ticaret yaptıkları hatırlanmalıdır. (Zaim, 1995: 64) slam Peygamberi (SAV), çalısanlara müjdeli haberler vermistir. “Çoluk çocugunun geçimini temin için çalısan Allah yolundadır. htiyar ana ve babasının geçimi için çalısan yine Allah yolundadır. Kim helal aramaktan dolayı yorgun gecelerse affedilmis olarak geceler.” (Zaim, 1995: 65) Çalısan insanın isinde hangi prensiplerle çalısacagı su sekilde ifade edilmektedir. Müslüman; temiz, görünüsü (kılık kıyafeti) iyi, baskalarıyla uyumlu, emir ve talimatları dinleyen, isini severek sonuna kadar yapan, isini kontrol altında tutan, isini sürekli kontrol eden ve düzelten biri olmalıdır. Bununla birlikte çalısma anında süratli, temiz is yapan, isbirligi yapan, elestiriye açık, araç-gereç ve malzemeleri itina ile kullanan, hammaddeyi ve imkânları israf etmeden ekonomik bir sekilde kullanan, verimli çalısan, saglık ve emniyet önlemlerine dikkat eden birisi olmalıdır. (Zaim, 1995: 65) Çalısma sonucunda elde edilen gelirden (ücret/kazanç) dolayı yaratıcısına sükretmesini bilmelidir. Baskalarının kazançlarına göz dikmemelidir. sverenine kötü- gözle bakmamalıdır. “Mihnete sabır ve nimete sükürde Rabbimizin bize büyük imtihanı” (Bakara: 2/155, shf: 23) oldugunu bilmelidir. (Zaim, 1995: 65)

61 İslamda çalışma izzet, şeref ve itibar vesilesidir
İslamda çalışma izzet, şeref ve itibar vesilesidir. Çalışma her şerefin temeli, her başarının yoludur. Çalışma olmasaydı insanlık ilerleyemez, insanlar hayatın tadını hissedemezlerdi. Çalışma sayesinde insan değerli bir hayat yaşar. Çalışma ile boş vakit değerlendirilir, servetler bereketlenir, gelir artar. İnsan ahirette Allah Teala’nın huzurunda kurtuluşa erer. Çünkü Allah, işsiz, boş duran kulu sevmez. Psikoloji bilginleri demişlerdir ki: Bir insanı helak etmek isterseniz onu işsiz bırakın. Yüce Allah Kur’an’da çalışmanın önemini belirterek şöyle buyurmaktadır: “İnsana çalışmasından başka bir şey yoktur. Onun çalışması yakında görülecektir. Sonra ona tastamam karşılığı verilecektir.”

62 3. Hümanizmin Çalışma yaklaşımı
Çalısma yasamının öneminin psikologlar tarafından anlasılması, sanayi devriminden sonra ortaya çıkan mekanik insan modelinin yetersizliginin ifade edilmesin gerekliligi gibi etkenler insan faktörü üzerine çalısmalara yönelmeyi netice vermistir. Hawthorne arastırmaları gibi insan davranıslarının is yasamında çok önemli oldugunu ifade eden çalısmaların en önemli etkisi insancıl psikoloji alanını arastırmacı psikologlara açmıs olmasıdır. Bu alanda Abraham Maslow ve Erich Fromm önemli çalısmalar yapmıslardır. (Sargut, 2001: 45) Hümanist okul davranısçı psikolojiye karsı anlasılır bir reaksiyondur. Hümanistler insanları geçmislerinden ve kendi dogalarının silinmez/sabit yapısından kurtarmayı istemektedirler. Hümanistler ayrıca insanların, biyolojik zorlamalar/dürtüler ve çevresel etkenler tarafından kontrol edilmesini degil, var olmalarının özgür ifadesi, gerçek kimlikleri ve farkında oldukları potansiyelleri tarafından yönetilmesini ifade etmektedirler. (Carlton, 1995: 35)

63 İnsancıl psikologlara göre, insan temelde sınırsız bir gizilgüce sahiptir. “Bütün insan” kavramı insanın kendi parçalarının toplamından daha büyük oldugunun ifadesidir. Ayrıca insanın her seyin ölçüsü olması söz konusudur. (Sargut, 2001: 47) İnsan, kültürün üstünde metnini yazabilecegi bos bir kâgıt parçası degildir. O güçle dolu bir varlıktır ve özgül bir yapıya sahiptir. Kendisini çevreye uyarlarken dıs kosullara da özgül tepkiler gösterir. (Fromm, 1998: 32) Bir bireyin insan ırkını tamamen temsil edebilecegini ifade eden Fromm, insanın hem kendisi he de herkes olabilecegine vurgu yapmaktadır. Sahip oldugu kimi özellikleriyle birey fakat aynı zamanda insan ırkının da özelliklerine sahiptir. (Fromm, 1998: 47) İnsan yalnızdır fakat aynı zamanda baglantıları olan bir varlıktır. nsan baska hiç kimseyle özdes olmadıgı, essiz bir varlık oldugu ve ayrı bir varlık olarak kendi bilincinde vardıgı ölçüde yalnızdır. (Fromm, 1998: 51) Eger insan güçlerini ortaya koyarak üretici bir sekilde yasarsa, kendi yasamına verdigi anlamın dısında yasamın bir anlamı bulunmadıgını kabul edecektir. (Fromm, 1998: 53) İnsanın davranısının en göze çarpan özelligi insanda görülen tutku ve çabaların ifade edilmeye çalısılmasıdır. (Fromm, 1998: 54) İnsancı (Hümanist) ahlak felsefesi, eger insan yasıyorsa yani canlı ise ne sekilde eylemde bulunabilecegini bilir görüsünü savunmaktadır. Canlı olmak, üretici olmak, güçlerini insanı asan herhangi bir gaye için degil, kendisi için kullanmam varolusunu anlamlı kılmak insan olmak demektir. (Fromm, 1998: 238)

64 Hümanist Çalısma Etigi
Fromm’a göre ahlaksal normlar, insanın dogustan sahip oldugu nitelikler üstüne temellenirler. Bütünlesmis bir insan erdemin kaynagıdır. nsancı (Hümanist) etigin en yüksek degerleri ne kendinden vazgeçme ne de benlik degil; ama kendini sevme; bireyin olumsuzlanması degil ama gerçek insan beninin onaylanmasıdır. Ayrıca insan, degerlere güvenecekse hem kendini hem de dogasının iyilik ve üreticilik konusunda sahip oldugu yetenegi bilmek zorundadır. (Fromm, 1998: 17) Fromm, yetkeci etikte insan için neyin iyi oldugunu bir otorite bildirir. Davranıs kurallarını bu otorite koyar. nsancı etikte ise insan kendisi, hem kural koyucu hem de bu kuralların öznesidir. (Fromm, 1998: 20) nsancı etik insan için’ci bir etiktir. (anthropocentric) Bu insaniçincilik etigine göre insanın deger yargıları insana basvurarak anlam kazanabilir. (Fromm, 1998: 24) İnsancı ahlak anlayısı “iyi”yi insan için iyi, “kötü”yü insan için kötü olarak kabul eder. nsan için neyin iyi oldugu ise onun dogasına bakılarak bilinebilir. nsancı etik, insan bilimi üzerine temellenen yasama sanatının uygulamalı bilimidir. Modern insan okuma, yazma gibi faaliyetlerin, isçilik, mühendislik veya herhangi bir meslekte çalısıyor olmanın ögrenilmesi kadar daha iyi nasıl yasanabilir sorusunun cevabının verilmesi için de ugras vermelidir. (Fromm, 1998: 28–29) nsan kendi insansal yeteneklerini ancak kendi bireyselligini kavrayarak dogrulayabilir. nsancı etikte iyi, yasamın evetlenmesi ve güçlerinin ortaya konmasıdır. “Erdem, insanın kendi varolusuna karsı tasıdıgı sorumluluktur.” Kötü, insanın güçlerinin sakatlanmasıdır. Kötülük, insanın kendine karsı sorumsuzlugudur. (Fromm, 1998: 30) Batı toplumlarında, kapitalizmin ilerlemesi ve artık ileri endüstri döneminin yasanmaya baslanması ile Protestan dininin “çalısma” hakkındaki katı yaklasımından uzaklasılmaya baslanmakta ve çalısma ile ilgili yeni bakıs açılan belirmektedir. Bu bakıs açılarından bir tanesini hümanistler getirmektedir Hümanist bakıs açısına göre, insanlar, Protestan ahlakın getirdigi “çalısmak için yasamalı” zihniyetinde degil, aksine yasam sürecinde kendilerini gelistirmek ve tam anlamıyla insanlık vasfına erisebilmek için çalısma faaliyetini gerçeklestirmelidirler. Bunun için de, çalısma anlamlı hale getirilmeli ve yapılan is bireyin kendisini gelistirmesine izin vermelidir. (Turgut, 1996: 39) Hümanist yaklasıma göre, “çalısmak” kaçınılmaz beseri bir aktivitedir ve bu yüzden insanın kendisini kesfetmesi ve gerçeklestirmesi için temel yoldur. Çalısma sürecinde, elde edilecek kisisel gelisme yapılan üretimden ve ekonomik etkinlikten çok daha önemlidir. Bu yüzden kurumlar yeniden düzenlenmeli, is monotonlugu degil, karmasıklıgı ve çesitliligi içermeli, böylece bireyin insan olarak potansiyellerini ortaya koyma olanagım saglamalıdır. (Turgut, 1996: 40)

65 4. Marksizm Çalısma İnancı
Markoviç’e göre Marksist düsüncede de ana sorun insanın dünyadaki yeri sorusudur. İnsancıl bakıs açısı açısından en büyük deger, köleligin ve yoksullugun; politik, ekonomik, maddi, manevi, öznel ve nesnel tüm biçimlerinden çok yönlü kurtulusa ulasmaktır. (Markoviç, 1998: 53–57) Marksist düsünce ahlakın, bilim hukuk, sanat ve politikaya sürekli bagımlı kılınması pratigini kabul eder. (Markoviç, 1998: 69) nsan tarihin akısı içinde sürekli özgürlügünü genisletmeye ve tarihsel olarak belirlenmis teknik, politik ve toplumsal sınırları asmaya çalısmıs ve köleligi de bir bulus olarak ortaya koymustur. nsanın en önemli ayırt edici niteliklerinden birisi onun diger tüm canlılardan farklı olarak, is aletlerini, çalısma yöntemlerini, ihtiyaçlarını, hedeflerini ve deger ölçülerini devamlı bir surette yetkinlestirir. nsanlık tarihi bu nedenle tüm durgunluklara ragmen ilerleyen bir süreçtir. nsan çalısmakla beraber çalısmaya da karsı çıkar ve bazen ilerleyen süreçleri engelleme egilimi gösterir. Özellikle bu çagda insan yeteneginin köreltilmesi çabaları insanın yeteneklerine baskın çıkmıstır. (Markoviç, 1998: 80)

66 Marks’a göre, tarihten önceki dönemlerde ilk ortaklasalık (komünizm) vardı. Herkes üretime ortaktı ve ürünlerden herkes yararlanırdı. Daha sonra özel mülkiyetin çıkmasıyla, çatısmalar basladı. (Akarsu, 1994: 125–126) Marks’a göre, yasamlarının toplumsal üretimlerinde insanlar belli zorunlu kendi isteklerinden bagımsız olan baglantılar içine girerler. Bu üretim baglantılarının bütünü toplumun ekonomik yapısını kurar. Maddesel yasamın üretim biçimi toplumsal, politik ve tinsel yasama sürecini belirler. nsanın bilinci varlıgını degil, toplumsal varlıgı bilincini belirler. (Akarsu, 1994: 122) Toplum esas itibariyle iki sınıftır. 1-Kapitalistler, 2- sçiler, sçilerin hayatlarını kazanabilmek için tek bir imkânları vardır. O imkân da emeklerini üretim araçlarına sahip olan kimselere satmaktır. Bu da kapitalistlerin yararı için çalısmak demektir. (Selik, 1982:

67 Marks’a göre Çalısma Marks'a göre insan, çalısma olmadan fiziksel ihtiyaçlarını karsılayamadıgı gibi gerçek potansiyelini de ortaya koyamaz. Bu yüzden insan üretken faaliyet içinde olmalıdır. Çalısmak, yalnızca belirli bir hedef olan üretime yönelik kullanılan bir araç degil aynı zamanda kendisi de baslı basına amaç olan bir olgudur. (Turgut, 1996: 40–41) nsanlar degisirler ve insanların pratik etkinlikleri, onların bilinçlerinin evrimini/olusumunu belirleyen en önemli etkendir. (Markoviç, 1998: 69) Etkinlik, genis bir kavramdır. Çünkü hayvanlar, makineler ve cansız nesnelerde bir etkinlige yeteneklidir. Bilinçli, amaca yönelik ve sosyal bir etkinlik insanın ayırt edici özelligidir. Marks bunu pratik olarak adlandırmaktadır. Marks’a göre, en kötü mimarı en iyi arıdan ayıran sey, mimarın gümeci*, balmumuna kurmadan önce kafasında kurmus olmasıdır. Emek sürecinin sonunda, bu sürecin baslangıcında isçinin zihninde tasarladıgı, yani henüz düsünsel olarak varolan, bir sonuç olarak ortaya çıkar. O isledigi malzemede yalnız bir biçim degisikligi yapmakla kalmaz, aynı zamanda o, etkinligin bilincini yasa olarak belirleyen hedefini gerçeklestirir ve bu hedefe gitmek için de iradesini o hedefine bagımlı kılar. (Markoviç, 1998: 26) Marksist bakıs açısı uzmanlasmaya ve is bölümüne karsı çıkmaktadır. Çünkü bu tarz çalısma bireyin, üretim sürecinin her basamagında yer almasını engellemektedir. Marksist bakıs açısına göre birey ürettigi ürün üzerinde söz sahibi degildir. Çalısma faaliyetini deanlamsız bir biçimde, sadece üretim sürecinin bir parçasında yer alarak kendi ihtiyacınıkarsılamayacak nesneleri üreterek, hem kendi dogasına yabancılastıgı hem de yabancılasmısbir çalısma sürdürdügü seklinde ele almaktadır. Marksistler, emekçilerin çalısma süreçlerinde ve isyerlerinde daha çok söz hakkına ve kontrol yetkisine sahip olmalarıgerektigini söylemektedirler. (Turgut, 1996: 40– 41)Marks, toplumsal olarak gerekli çalısma (is) zamanını, herhangi bir kullanımdegerini toplumun o anki normal üretim sartları altında toplumun sahip oldugu ortalamahüner derecesiyle ve çalısma yogunluguna göre elde edebilme için gerekli is zamanıolarak ifade etmektedir. (Selik, 1982: 36)

68 5. Diger Çalısma Degerleri
Furnham (1984), Kelvin ve Jarret (1984) gibi psikoloji alanında bazı arastırmacılar Protestan çalısma ahlakının varlıgı konusunda süphecidirler. Bu arastırmacılara göre gerçekte baskın olan ahlak çalısma ahlakı degil varlık ahlakıdır. (Turgut, 1996: 44,45) Varlık ahlakında, gerçekte baskın ve yaygın olan ahlak, “çalısmak” degil, en uygun terimle “varlık” (wealth) ahlakıdır. Varlık, tam anlamıyla, ekonomik bagımsızlıgın temeli olarak algılanmaktadır. Bu ahlak, baskalarına bagımlı olmayacak sekilde, yeteri kadar zenginligi elde etmektir ve bireyi bu sonuca götürecek yollardan birisi de çalısmaktır. Evrensel olarak da tüm insanlar için en çok takdir edilen sey çalısmak degil, baskalarının parası ile geçinmemektir. Varlık inancının kısaca ifadesi sudur. “Bagımsızlıgını elde edebilmek için yeteri kadar para kazanmıs bir birey üzerinde, özellikle kazanç getiren ve üretime dayalı bir iste çalısmaya devam etmesi için çok büyük bir ahlaksal zorunluluk yoktur.” (Turgut, 1996: 45) Varlık ahlakıyla beraber örgüt içindeki grupların çalısma degeri açısından önem tasıdıgı örgütsel çalısma ahlakıyla ifade edilmektedir.

69 Bir kalabalıgın grup olabilmesi için ortak amaçlar ve normlarda birlesmesi ve birbirleriyle etkilesim halinde olması gereklidir. Gruplara girmek hem bir aidiyet hissi, altından kalkılamayacak isleri kolaylıkla yapmak, tek basına ulasılamayacak bilgilere ulasmak, güvende hissetmek, sosyal kimlik edinmek gibi sonuçları içinde barındırır. (Kagıtçıbası, 1999: 258–259) Bireye bir grubun içinde olmak yetmemekte, o grubun bir parçası olmak, gruba ait olmak istemektedir. Bunun bir diger nedeni, gelismis sirketlerde grupların artması ve örgütün hayatını sürdürme gerekliligi ihtiyacıdır. Son dönemlerde uygulanmakta olan çalısma gruplarına katılan her birey üretimin artmasına yardımcı olmakta ve bundan dolayı, hem sirketin, hem de grubun kazancını artırmaktadır. Grup içinde uyum olursa üretkenlik artacaktır. Grupta olan fakat grup için çalısmayan kisiler her zaman tepki görecektirler. Bu yüzden son zamanlarda bütüncül çalısmaya tesvikler artmaktadır. (Turgut, 1996: 42) Örgütsel Çalısma nancına göre; çalısma, sadece, kisinin içinde yer aldıgı gruba ya da organizasyona, ayrıca kisinin statüsüne ve yükselmesine katkıda bulunuyor ise anlamlıdır. Çalısmanın degeri grubun çıkarlarına ne oranda hizmet edildigi ve örgüt içinde olanların basarısına ne ölçüde yardım edildigi ile ilgilidir. Basarı, grup normlarına adapte olabilmektir. Organizasyon içindeki basarı kisinin üreticiliginden çok, diger insanlarla birlikte olabilme ve kurallara uymasına baglıdır. (Turgut, 1996: 43) Çalısma dısında da insanın ya gelenekler ya da yasalar tarafından yapmaya zorunlu bırakıldıgı bazı görevleri, örnegin, bireyin ailesine karsı sorumlulukları vardır. Bu zorunluluklar yerine getirildigi zaman, birey davranıslarını kendi istek ve tercihlerine göre yönlendirecegi “özgür zamana” sahiptir ve tam bu noktada “bos zaman” bulunmaktadır. Modern toplumlarda birey is dısında, kendi istegi ile yaptıgı seyin gerçekten bir parçası oldugunu hissetmekte, çalısmayı ise hayatındaki en verimli saatlerini para kazanmak için harcamak olarak yorumlamaktadır. Birey sadece is dısında kendi istegi ile ilgilendigi alanlarda mutlu olmakta, ancak bu zaman içinde sahip oldugu potansiyeli ortaya koyabilmektedir. Bu yüzden, bos zaman özgürlükler içinde bireyin aktif olarak amaç edindigi bir faaliyet zamanı halini almaktadır.

70 Görüldüğü gibi, çalışma kavramı; zaman ve mekana göre sabit veya evrensel bir anlamı olmayan bir fenomen olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu yüzden daha önce de ifade edildiği gibi bu kavramın tanımlanmasında bazı güçlüklerin olduğu kabul edilmektedir. Ancak, tanımlamada yaşanan güçlükler, eksiklikler ve günümüzde çalışmanın değişen anlamına ilişkin teorik tartışmalar göz önüne alınarak burada incelenen konu çerçevesinde çalışma, “Bireyin bedensel, zihinsel ve/veya ruhsal enerji harcayarak maddi ve/veya manevi bir kazanç karşılığı kendisi ya da başkaları için değerli mal ve hizmetler ürettiği sosyal amaçlı ve sürekli bir sosyal faaliyet” olarak ele alınacaktır. Dolayısıyla bu bağlamda çalışma, ücretli çalışmanın yanında gönüllü ve sosyal amaçlı çalışmayı da kapsamaktadır.

71 Çalışma ahlakı, bireyin yaptığı iş adına kişisel olarak sorumlu ve hesap verebilir ve güvenilir olmasını ifade eden kültürel bir normdur. Cherrington (1980) ve Yankelovich ve Immerwahr (1984) bu tanımı, çalışmanın esas olarak bireyin içsel bir değeri olmasına dayandırmaktadır. Çalışma ahlakı, iş görenlerin sahip olması beklenen tutumlar, değerler ve alışkanlıklarla ilişkili bir kavramdır (Brauchle ve Azam, 2004:3). Sherer ve Eadie’ye (1987) göre çalışmaya yönelik olumlu tutumlar ve güçlü çalışma ahlakının gerekliliği herhangi bir işe ya da mesleğe özgü değildir. Bu özellikler yatay anlamda bütün endüstri ve hizmet sektörlerinde, dikey anlamda da stajyer çalışandan tepe yönetimine kadar bütün düzeylerde gerekli ve hatta elzem olan karakteristiklerdir (Azam ve Brauchle, 2003:196). Jazarek (1978) çalışma ahlakının, çalışmaya yönelik sadece sözde kalan bir tutumlar yumağı yerine, sosyal tutumlar ve sistemin sosyo-ekonomik ihtiyaçları arasındaki ilişkiyle ilgili bir kavram ve bir sosyal kontrol mekanizması olarak değerlendirilmesi gerektiğini belirtmektedir (Niles, 1999:856).

72 Çalışma ahlakı tek bir bölünemez yapı değildir, ancak çalışma davranışıyla ilgili tutum ve davranışların oluşturduğu düzensiz bir topluluk da değildir. Buna göre çalışma ahlakının özellikleri su şekilde sıralanabilir (Miller ve diğ., 2002:454); Çalışma ahlakı, çok boyutlu bir yapıdır. Çalışma ahlakı, sadece belli bir meslekle değil, genel olarak çalışma ve çalışmayla ilgili faaliyetlerle ilgilidir (buna rağmen çalışma dışındaki alanlara da uyarlanabilir, örneğin okul hayatı, hobiler, vb.), Çalışma ahlakı, öğrenilmiştir (doğuştan sahip olunmaz). Çalışma ahlakı, tutumlar ve inançlarla ilgilidir. Çalışma ahlakı, davranış boyutunda da gözlenebilen motive edici bir yapıdır. Çalışma ahlakı, dinden bağımsız bir kavramdır, herhangi bir dini inanca bağlı olması gerekmez.

73 Çalışma ahlakı denildiğinde, bir toplumda işe ve çalışmaya karşı takınılan tavırlar anlaşılmaktadır. Bir toplumun işe yönelik tutumu bir başka toplumdan farklılıklar gösterebileceği gibi toplumun çeşitli katmanları arasında da farklı yaklaşımlar söz konusu olabilmektedir. Bazı toplumlar ya da toplumsal kesimler işe yönelik olumlu bir tutum geliştirirken bazıları işten çok dinlenme ve eğlenceyi ön plana alabilmektedirler. Örneğin bazıları için çalışma, yaşamanın baslı başına bir amacıdır. Bu tür insanlar tutumlu, dakik, çalışkan, dürüst, sade bir hayat süren ve öz disiplini olan kişilerdir. İşe ve çalışmaya bu tür bir yaklaşım göstermeye Püriten ahlâkı ya da Protestan çalışma ahlakı ya da kısaca çalışma ahlakı adı verilmektedir. Protestanlığın özellikle Kalvinist kolu çalışmayı bir ibadet olarak kabul edip bir ruhsal kurtuluş yolu olarak yüceltmiş olduğundan bu isimlendirmelerde de referans çerçevesini oluşturmuştur (Arslan, 2003:8). ÇalışmaÇalışma ahlakının farklı tanımları yapılmıştır. Ancak denilebilir ki bu kavram, işine zamanında giden, mesai saati boyunca çalışma isteğiyle dolu olan, verilen işi ya da yapması gereken şeyi tamamladıktan sonra bir uyarı ya da başka bir dış etki olmaksızın başka bir göreve başlayabilen, örgütün amaçlarına ulaşmasında sorumluluk sahibi bir takım üyesi olarak davranabilen bireylerin sahip olduğu bir özellik olarak nitelendirilebilir. Aynı şekilde sahip olduğu kaynaklarının değerini bilen, bunları en iyi ve olumlu şekilde değerlendirmek için çaba harcayan, verimli çalışmaya özen gösteren ve ekonomik gelişmişlik açısından kendisinden ileride olan ülkeleri yakalamayı hedefleyen toplumlarda gözlenen bir özellik olduğunu söyleyebilmek mümkündür.

74 Bir toplumun sahip olduğu kültür, iş ve çalışmaya yönelik değerleri şekillendiren en önemli unsurlardan biridir (Ralston,vd, 1997:178). Kültür bir toplumun önemli bir kısmının kabul ettigi, sürekli korunan ve zamanla değişebilen değerler sisteminden oluşmaktadır (Köse, Ünal, 2003:15). Bazı kültürler yapmayı ve çalışmayı ön plana alırken, diğerleri yaşayabilecek kadar çalışmayı öngörmektedir (Sargut, 2001:20). Çok uluslu firmaların ortaya çıkışı ve iş yaşamının küreselleşmesi, kültürel sorunları işletmecilikte önemli bir konu haline getirmiştir. Aslında konunun temeli Alman sosyolog Max Weber’in 1904’te yayınladığı “Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu” adlı çalışmaya kadar uzanmaktadır. Bu kitabında Weber, Protestan toplumların kapitalist gelişmeye uygun bir kültür oluşturdukları üzerinde durmuştur (Arslan, 2001c:177). Baguma ve Furnham (1993), Furnham (1991),

75 Baguma ve Furnham (1993), Furnham (1991), Furnham ve Muhuideen (1984), Furnham ve Rajamanickam (1992) yaptıkları kültürlerarası çalışmalarda Protestan olmayan toplumların daha yüksek Protestan Çalışma Ahlakı özellikleri sergilediklerini ortaya koymuşlardır. Bu sonuçlar farklı kültürlerde genel bir çalışma ahlakı anlayışı bulunabileceğini ve bunun da Protestan inancının taşıdığı değerlerle bağlantılı olmasının şart olmadığını göstermektedir (Niles, 1999:857).

76 Günümüzde farklı toplumların da Weber’in sadece din ile açıkladığının aksine bir bütün seklinde kültürel yapılarına ve özelliklerine bağlı olarak da Protestan Çalışma Ahlakı değerlerine sahip oldukları görülmektedir. Ancak sahip oldukları kültüre bağlı olarak her toplumun, çalışma kavramına yönelik olarak aynı değerlere aynı ölçülerde sahip olması da beklenemez. Bu durum toplumsal, bireysel ve örgütsel açıdan bir takım etkiler yaratabilir. Bu bölümde çalışma ahlakının toplumsal açıdan önemi, kişilik özelliklerine ve insanların çalışma yaşamında gösterdikleri davranışlar aracılığıyla da toplum içinde faaliyet gösteren örgütler açısından doğurduğu etkiler üzerinde durulacaktır. Çalışma ahlakı ile ilgili yapılmış olan araştırmaların çok büyük bir çoğunluğunda Protestan Çalışma Ahlakı kavramı, çalışma ahlakına karşılık gelecek ve onu belirtecek şekilde kullanılmıştır. Bu noktada Protestan Çalışma Ahlakı kavramı kullanılırken aslında, bireylerin ya da toplumların sahip olduğu çalışma ahlakı değerlerinin algılanması gerektiğine dair geniş bir uzlaşma vardır. Weber’in ortaya koyduğu tezler, çalışma ahlakı ve toplumların gelişmesi ile kültürel özellikleri arasında kurduğu bağ, dini atıflarından arınmış olsa da, günümüzde hala üzerinde ciddiyetle tartışılan bir konudur.

77 Çalışma ahlakına sahip olup olmamak bir kişilik özelliği olduğu kadar aynı zamanda kültürel bir olgudur ve her kültürel olgu gibi eğitimle aktarılabilir. Toplumda çalışma ahlakının güçlendirilmesi, bu konuda sürekli bir eğitim çabasını gerektirir. Bu aktarımda gelenek ve görenekler, aile yapısı ve din önemli bir yere sahiptir. Çalışma ahlakının yüksek olduğu kültürlerde iş ahlakı konusunda da daha az sorun yaşandığı söylenebilir. Ancak çevre ile ilgili problemler ve ayrımcılıktan kaynaklanan sorunlar güçlü çalışma ahlakına sahip ülkelerde de görülmektedir (Arslan, 2001a:49). Protestan Çalışma Ahlakı değerleri; daha liberal ve sosyal ve ekonomik açıdan daha az tutucu olan kültürlerde ve daha geniş bir bürokrasi ağına sahip, daha “bilimsel” ülkelerde, daha düşük olma eğilimindedir. Öte yandan güç mesafesinin ve belirsizlikten kaçınmanın yüksek olduğu ülkelerde ve zengin ve fakir arasındaki eşitsizliğin fazla olduğu ülkelerde ise Protestan Çalışma Ahlakı daha yüksek olmaktadır (Baguma ve Furnham, 1993:498). Açıkça görülüyor ki günümüz Protestan toplumları, özellikle günümüz Müslüman toplumlarıyla karşılaştırıldığında, çalışmanın hem içsel hem de maddi ödülleriyle görece daha az ilgilenmekte ve önem vermektedir (Norris ve Inglehart, 2004:172). Buradan hareketle denilebilir ki; ülkeler belli bir ekonomik gelişmişlik düzeyine eriştikten sonra Protestan Çalışma Ahlakı’nda belli bir düşüş yaşanmaya başlayabilir, ancak söz konusu gelişmişlik düzeyine ulaşılmasında Protestan Çalışma Ahlakı’nın oynadığı rol yadsınmamalıdır.

78 Protestan Çalışma Ahlakı’na ve çalışmanın bir görev olduğu fikrine duyulan güçlü inanç Kuzey Avrupa’daki Protestan toplumlarda kapitalizmin ortaya çıkmasını sağlamış olsa da bugün bu toplumlar, ilk zenginlesen toplumlar olmaları nedeniyle, artık boş zamana daha fazla önem veren bir yaşam tarzını ve ahlak anlayışını benimsemiş durumdadırlar (Norris veInglehart, 2004:172). Bunun yanı sıra Protestan Çalışma Ahlakı değerlerinin, bireyselliğe atfettiği büyük önemden dolayı fazlasıyla Batı kültürüne ait olduğu savunulmaktadır. Ancak hakim ve egemen olan kültürün çalışmaya yönelik değerler üzerindeki etkisi, diğer kültür düzeylerine oranla çok daha fazladır ve öncüldür. Örneğin Batı kültürü etkisi altında kalmış olan sanayi öncesi toplumlardaki çalışma değerleri ve çalışanların ihtiyaçları, arzuları ve motivasyonları Batılı özellikler gösterebilir. Batılı olmayan bir kültürde, Batı kaynaklı değerlerin etkisi ve kabul oranı ne kadar fazlaysa, Protestan Çalışma Ahlakı değerlerinin o ölçüde yaygın olduğu söylenebilir (Orpen, 1978:109). Lynn (1991) gelişmekte olan ülkelerde Protestan Çalışma Ahlakı ve

79 Lynn (1991) gelişmekte olan ülkelerde Protestan Çalışma Ahlakı ve kişi başına düsen yıllık gelir arasında bir ilişki bulmuştur. Ancak söz konusu ülkelere Siyah Afrika ülkeleri dahil değildir. Aynı zamanda Protestan Çalışma Ahlakı inancının, ekonomik başarının diğer tahminleyicilerinden olan, başarı güdüsü gibi, başka birtakım ihtiyaçlar ve davranışlarla da ilişkili olduğunu belirtmiştir (Baguma ve Furnham, 1993:498). 33 Avrupa ülkesini kapsayan bir araştırma sonucunda, yüksek çalışma ahlakı skoru elde eden ülkelerin aynı zamanda görece daha fakir ancak aynı zamanda işsizlik oranının da daha düşük olduğu ülkeler olduğu görülmüştür (Oorschot, 2006:35). Niles (1999) “Batılı” Hristiyan bir kültür olarak Avustralya ve “Batılı olmayan” Budist bir kültür olarak Sri Lanka’yı karşılaştırdığı çalışmasında, her iki kültürün de çalışmanın anlamı üzerinde benzer algılamalara sahip olduğunu belirtmiştir. Ancak Sri Lanka’da sıkı çalışmaya daha çok önem atfedilmesine rağmen, Sri Lanka’lıların sıkı çalışmanın insanı başarıya götüreceği inancını Avustralyalılar kadar paylaşmadıkları görülmüştür (Niles, 1999:861).

80 Furnham, vd. (1992) 13 ülkede Protestan Çalışma karşılaştırdığı araştırmanın sonucunda, zengin ülkelerdeki katılımcıların az gelişmiş ülkelerdekilere oranla daha düşük skorlar aldığı görülmüştür. Ayrıca bu sonuçların, 13 ülke için de Hofstede’nin (1984) güç mesafesi skorlarıyla bir hayli örtüştüğü görülmektedir. Bu sonuç çalışma ahlakıyla ilgili inançların toplumdaki saygınlık, güç ve refah kavramlarına verilen önemle ilişkili olduğunu göstermektedir (Baguma ve Furnham, 1993:498). Buna ek olarak, Çin’in kültürel değerlerine yönelik bir araştırma (Chinese Cultural Connection, 1987) sonucunda “Konfüçyusçü Çalışma Dinamigi” (Confucian Work Dynamism) adında Konfüçyüs felsefesi üzerine temellenmiş, kendine has bir değer ortaya koyulmuştur. Öz denetim, görev bilinci, uyumlu olma gibi Protestan Çalışma Ahlakı’yla da ilişkili Konfüçyanist değerlerin son yıllarda bazı Uzak Doğu ülkelerinde yaşanan saşırtıcı ekonomik gelişmelerde etkili olduğu düşünülmektedir (Niles, 1999:858).

81 Buna karşın bazı araştırmacılar, örneğin Chang (1985), Elizur, Borg, Hunt ve Magyaribeck (1991), MecNeely (1987) çalışma davranışlarının kültürler arası farklılıklarını inceledikleri çalışmalarında, kültür ve çalışma ahlakı arasında herhangi bir ilişki tespit edememiştir. Bu sonuçlar çalışma değerleri ve davranışlarının kültürel yapısının varsayıldığından daha karmaşık olduğu seklinde değerlendirilebilir (Williams ve Sandler,1995:2). Terpstra ve David’e (1991) göre Weber’in yaptığı gibi ekonomik gelişmeyi sadece dini inançlarla açıklamak sağlıklı bir yaklaşım değildir. Dine ek olarak, doğal kaynakların elverişli olması (örneğin; petrol gelirleri yüksek olan OPEC ülkeleri) ve sosyal yapıdan (örneğin; Japonya ve Güney Kore) kaynaklanan birçok başka özellik de ekonomik kalkınmada rol oynayabilmektedir (Harpaz, 1998:145).

82 Raaijmakers’e (1987) ve Bogt’a (1999) göre çalışma ahlakı, bir yandan ekonomik gücü elinde tutan elit sınıfların isteksiz işçi yığınlarını etki altına almalarını sağlayan bir ideolojik araç seklinde ele alınabilirken, diğer yandan çalışmaya duyulan içten bağlılık ve verilen önem her zaman işçi hareketleri için de önemli bir dayanak olmuştur. Dahası çalışma ahlakı geleneksel dünya görüşünün bir parçası seklinde algılanıp muhafazakarlıkla ilişkilendirilebilir, ancak günümüzde gençler için çalışmanın önemi, eski kuşaklara oranla, onu hayatına anlam kazandıran bir araç olarak görmekten uzaktır (Bogt ve diğ., 2005:423). Bir toplumun ekonomik gelişmişlik düzeyi; geçirdiği tarihsel ve sosyolojik süreçler, coğrafi konum, bilgi birikimi gibi birçok nedene bağlı olarak şekillenebilir. Ancak diğer faktörler sabit olarak kabul edildiğinde güçlü çalışma ahlakına sahip olmanın bu konuda olumlu bir etki yaratacağı söylenebilir. Burada sözü edilen sadece belli bir dini inanca dayalı olarak gelişen bir çalışma ahlakı anlayışı değildir. Her toplum bir biçimde kendine has bir çalışma ahlakı anlayışı ve çalışmaya yönelik farklı tutumlar geliştirmiştir. Bunların birbiriyle tamamen örtüşmesi beklenmemelidir. Bugün dahi, günümüz koşullarına bağlı olarak, bu anlayışlar yine her toplumda, aynı ya da farklı nedenlerle değişim içinde olabilmektedir.

83 Çalışmak zorunluluk mu?

84 “İlk bir hafta evden dışarı adımımı atmadım. Öylece oturdum
“İlk bir hafta evden dışarı adımımı atmadım. Öylece oturdum. TV seyrettim. Kahve içtim. Aldıklarımı bakkala hesaba yazdırttım. Doğru dürüst düşünmedim bile. Ama o bir haftanın sonunda, kendimden de evden de çok sıkıldım ve kendimi dışarı atmak üzere harekete geçtim. İşte o an cüzdanımda hiç para olmadığını hatırladım. Hemen, akşamları eve geldiğimde cebimdeki demir paraları içine attığım kovaya saldırdım. Böylece 'Çalışmak gerekli midir?‘ sorusunun cevabını bir anda buldum. Çalışmak maalesef gereklidir, çünkü böylelikle hayatımızı satın alırız. Günümüzün sekiz - on saatini bir işyerine, bir patrona satarız, karşılığında geri kalan zamanlarımızı satın alırız. Çalışmak, mirasyedi ya da rantiye olmayanlar için bu yüzden şarttır. Hayatta kalmamızın icat edilmiş, bilinen tek yoludur.” (Berkan, Radikal Gazetesi, ) “Eve tıkılı kalma hissi işsizlerin en sık şikayetlerinden biri… işsiz insan yalnızca kendini sıkılmış ve hüsrana uğramış olarak görmüyor, [fakat] kendisini böyle görmesi (zaten gerçekten böyledir) onu ayrıca sinirli de yapıyor. Sinirlilik işsiz insanın günlük yaşamının daimi bir özelliği haline geliyor… Stephen Hutchens araştırmaya katılanlardan (işsiz erkek ve kadınlar) yaşadıkları hayat tarzı için hissettikleri hakkında şu bilgileri aldı: “Sıkılmıştım, kolayca depresyona giriyordum, çoğu zaman sadece evde oturuyor ve gazete okuyordum.” “Evde çok kalıyorum, sadece param olduğunda, o da böbürlenecek kadar hiç değil, arkadaşları görmek ve bara gitmek için çıkıyorum.” Hutchens bulgularını şu sonuçla noktalıyor: “İşsiz olma tecrübesini tanımlayacak en yaygın sözcük kesinlikle “sıkıcı”dır… Sıkıntı ve zaman sorunları; “yapılacak hiçbir şey”i olmamak…” (Bauman, 1999: 61)


"İŞ- Çalışma Kavramı İş, "bir sonuç elde etmek, herhangi bir şey ortaya koymak için güç harcayarak yapılan etkinlik, çalışma"dır (TDK,1988: 726). Tezcan'a." indir ppt

Benzer bir sunumlar


Google Reklamları